2019’a Veda Ederken 1 – Netflix The Witcher

Bunu Paylaşın

Merhaba, bu hafta üç başlık altında 2019’un sonunda, özellikle Netflix’te ses getiren yapımlar hakkında konuşacağız. Böylelikle de 2019’a veda edeceğiz.

İlk yapımımız, Netflix’te yayınlanan ve bizim de yayınlanmadan önce birkaç farklı konu başlığıyla karşıladığımız The Witcher olacak. Yapımı; hem genel, hem de kitapla bağlantıları açısından inceleyeceğiz. Metod olarak da bölüm bölüm incelemeyi seçtik.

Öyleyse incelememize geçelim ve spoiler uyarımızı yapalım.

Bölüm 1 – Sonun Başlangıcı

The Witcher’ın perdesi, yazar Andrzej Sapkowski’nin de kişisel favorisi olan “Ehvenişer” öyküsüyle açıldı.

Bir yandan Geralt’a Blaviken kasabı lakabını kazandıran –kazandırmak burada pek de doğru bir ibare olmasa da- hikaye anlatılırken diğer taraftan Nilfgaard’ın ilk işgali ve Cintra’nın düşüşü anlatılıyordu. Bu iki olayda izleyiciler, önemli karakterlerden Ciri, Fareçuval, Stregobor ve Cahir’le tanışırken ölen karakterler Calanthe, Eist ve tabi ki Renfri de izleyicilerin üzerinde iz bırakıyordu.

Renfri, Stregobor veya Blaviken halkının bir tanesinin başına gelecek felaketi seçmek zorunda kalan Geralt’ın içine düştüğü ikilem ve her üç tarafı da kurtarmak için gösterdiği çabanın mükemmel anlatıldığını belirtmemiz gerekir. Özellikle Renfri’nin ne olduğu ve neden bu hale geldiğine dair kısımda izleyici çok ciddi olarak alt üst edilmiş. Geralt’ın Renfri ile kendisini koşut tutmasından mı bahsedelim, yoksa ilerisi için Ciri’nin Renfri olmaması için yapılması gerekenler konusunda Geralt’ın edindiği düşünsel altyapıdan mı bahsedelim, yoksa sosyolojik bir değerlendirme mi yapalım? Bilemiyoruz… Ancak bildiğimiz şey şu ki; öykü kitaba uygun oynanmış ve aynı anda birçok konuya değinmiş. Hatta bir noktada Renfri’nin kıyafeti Ciri’nin oyunundaki alternatif kıyafetine benzetildi. Yapımcılar bunu düşünmüş müdür bilemeyiz ama Renfri ve Ciri’nin birbirlerinin alternatifi olduğu su götürmez.

Peki Geralt doğru kararı mı verdi? Hangi kararı verirse versin pişman olacaktı. Aslında seçme şansı yoktu. Dışarıda kalma şansı bile yoktu. Tekrar etmek gerekirse her kararı pişmanlık getirecekti ve getirdi de. Bununla birlikte seçimler yapılır ve her seçim kendi sonucunu getirir. Seçimlerden kaçamazsınız. Öyküyü büyük kılan şeylerden biri de şu gerçeğin altını çizmesidir; hayat temelde bir seçimler bütünüdür…

Bölümün sinematik değerine gelince; şahsi fikrim büyük savaş sahnesinin iyi kotarılmadığı yönünde. Ayrıca dünyayı bize tanıtan bölümde özellikle efektlerden kaynaklanan bir tür “masalsı” grilik var. Belki izlenme rakamları ve kazanç bu durumu değiştirir.

Öte yandan Geralt’ın hem Renfri’nin çetesiyle hem de Renfri’nin kendisi ile yaptığı dövüşün koreografisi olağanüstü.

Bir not olarak Cahir’i de beğenmekle birlikte kitaptaki Cahir’e göre daha karanlık bulduğumu belitmeliyim.

Bir başka not olarak da aynı bölümde yer alsalar da Gerat’ın başından geçenlerle Cintra-Nilfgaard savaşlarının çok farklı zamanlarda geçtiğini belirtmeliyiz. Aslında bu durum neredeyse tüm bölümler için geçerli ve yeni izleyicileri ciddi şekilde şaşırttı.

Bölüm 2- Dört Altın

Bölüm izleyiciye Yeneffer ve Dandelion/Jaskier’i tanıtıyor. Jaskier’in kariyerinin başlangıcını ve Geralt’ın başına dert olmasının hikayesi son derece iyi anlatıldığı gibi, bölüm, dizinin başat şarkılarından Toss a Coin To Your Witcher’ın da ortaya çıktığı bölüm oluyor aynı zamanda.

Yennefer’e gelince. Açıkçası dizi başlamadan önce Yennefer’in geçmişinin uzun uzun anlatılmasından dolayı endişeli olmasam da meraklıydım. Kitapta Yennefer’in omurga bozukluğu sadece bir yerde geçer. Önemli bir andır –Son Dilek hikayesinde geçer- ancak özellikle anlatılmaz.

Yennefer gerek kitap gerekse oyunda son derece dominant bir karakterdir. Dolayısıyla Yennefer’in bu zor döneminin anlatılmasının Yennefer’in daha sonraki dominant duruşuna dair izleyiciyi zorlayacağını düşünmüştüm. Ancak hem Yennefer’i canlandıran Anya Chalotra hem de yapımcılar bu durumu çok iyi kotarmış, hatta bir mesaj vermişler. Buna göre Yennefer bu durumundayken de güçlüdür, zekidir ve yeteneklidir. Dolayısıyla fiziksel görünümün insanın değerine dair hiçbir önemi olmadığına dair iyi bir ders verilmiş olmuş.

Yine Yennefer öyküsünde gücün bir bedeli olduğuna dair kısımlar, değiştirilmiş olmasına rağmen Filavandrel hikayesi ve Ciri’nin Elf Dara ile tanışması gibi güzel detaylar da vardı.

Tissaia’nın da kitapla birebir uyuşan harika bir uyarlama olduğunu belirtelim.

Bölüm 3 – Hain Dolunay

Bölüm, uluslararası piyasaya ilk çıkan kitabın ilk öyküsünü yani Striga öyküsünü anlatır. Öyküye, gerek Witcher’ın oyunlarını gerekse kitap serisini konu aldığımız yazılarda değindiğimiz için tekrar etmeyeceğiz. Bu öyküye koşut olarak Yennefer’in seçimi de anlatılır. Bölümün genel başarısı farklı zamanlarda meydana gelen bu iki olayı sürekli yükselen bir tempoyla eşleştirmesi ve ortak bir climaxe bağlaması oldu.

Triss’in ilk kez boy gösterdiği bölümde kral Foltest’i duygusal anlamda yeterli, ancak karizma anlamında, kitaptaki soğuk ve oyundaki çok güçlü Foltest’ten biraz geride buldum.

Ciri’nin hikayesi bağlamında Dryadlar ve Brokilon’la da tanıştığımız bölüme dair söyleyeceklerimiz bu kadar.

Bölüm 4 – Şölenler, Piçler ve Cenazeler

Bu bölümde konu Geralt’ın Ciri ile kaderinin bağlanmasıdır. Ciri’nin annesi prenses Pavetta ile lanetlenmiş –bir tür kirpiye çevrilmiş- aşığı ve babası Duny’nin öyküsünün anlatıldığı bölümün kitaptan bir farkı var. Bununla birlikte dizinin ileride bu konuya değinip değinmeyeceğini bilemiyorum. Burada bir spoiler var.

Calanthe, Duny’yi istemeyip Geralt’ı ziyafette onu öldürmesi için hazırlasa da aslında daha sonradan ortaya çıkmaktadır ki Calanthe Duny’yi istemektedir ve Geralt’ı da onu koruması için hazırlamıştır. Çünkü Calanthe’nin soyu bazı açılardan sorunludur ve ayrıca da krallıkta bir başka güç istememektedir. Bu yüzden kızını kraliyetten olmayan Duny ile evlendirir ve kendisi de Skellige kralının kardeşi Eist ile evlenerek hem Skellige’nin gücünü yanına alır hem de Cintra’nın Dişi Aslanı olarak tek başına hükmetmeye devam eder.

İzleyicinin “Sürpriz Hakkı” ile tanıştığı bölümün diğer bir kolunda Ciri, Brokilon’da güvenlik bulur ve kimliği ile ilgili olarak bir hesaplaşmaya girer. Cahir ve Fringilla da onun peşindedir.

Yennefer’in Aedirn kraliçesi ve kızını korumaya çalıştığı suikastçi hikayesiyle koşut olarak kraliyet danışmanlığından vazgeçip en büyük tutkusunu kovalamaya karar vermesine de şahit oluruz.

Bununla birlikte ben özellikle oyuncu koreografisi anlamına üç ve dördüncü bölümün yönetimini beğenmedim. Bunu da belirtmeliyim.

Bölüm 5 – Bastırılmış İstekler

Bu bölümde konu, cin hikayesidir yani ilk kitaba ismini veren “Son Dilek” hikayesi. Jaskier’in kişilik özelliği olarak başını belaya sokması ile başlayan öykü, kendisini kurtarmak için Geralt’ın Yennefer’i, yani çocuk yapmak için tedavi arayarak diyarları dolaşan Yennefer’i bulması ile devam eder. Cin’i duyan Yennefer son dilek hakkı için onu kendisine saklamak ve ona aracı olup tek dileğini gerçekleştirmek ister. Ama bir sorun vardır. Son dilek hakkı Geralt’a aittir.

Bu hikaye kitapta Geralt ile Yennefer’in aşkını başlattığı kadar her ikisinin iç dünyası hakkında dolaylı, az ama öz bilgiler verir. Yennefer’in geçmişi ve çocuk özlemi ile Geralt’ın bir witcher olmaktan nefret etmesi ile çocuk fikrine hiç de soğuk olmaması bu hikayenin ana konusudur. Ve çok önemli bir spoiler:

Bu iki çocuk sahibi olamayan “outcast”in çocuğu gelmek üzeredir…

Yine de dizi Geralt’a dilek olarak Ciri’den kurtulması opsiyonunu tanımıştır. Ancak bu Geralt’ın çocuk isteği ile çelişmez sorun Geralt’ın witcher olmasıdır.

Bu noktada kitabın ve dizinin kült anlarından birisi son dileği dileyen Geralt’ın ne dilediğidir. Bu konuda birçok teori var. Geralt’ın Yennefer ile birlikte olmak istemesi en popüler fikir ben de bir noktaya kadar buna yakınım. Zaten bu aslında oldukça açıktır. Ama asıl fikrim Geralt’ın Yennefer’den çocuk sahibi olmayı dilediğine dair olan alternatifti. Ancak Sapkowski bunu yalanladı. Dolayısıyla artık bunu konuşmak gereksiz. Zaten dizide de Geralt Yennefer’in annelik isteğinden ejderha avında haberdar oluyor.

Bölüm 6 – Nadir Türler

Bölüm, temelde soyu tükenmekte olan ve mutasyona uğramış altın ejderhalarla, soyları tükenen witcherların kaderini eşleştirir. Öykünün görünen yüzü bir ejderha avıdır. Geralt, yaşlı neşeli ve bilge bir adam olan Borch -ve iki Zerekanyalı kadın savaşçısı- tarafından ava ikna edilir. Yennefer de oradadır. Amacı ejderhadan elde edeceği materyallerle çocuk yapmak için yeni bir şeyler denemektir.

Bölüm kitaptaki kadar başarılı olmakla birlikte şövalye Eyck Of Denesle’nin tamamen yanlış yorumlandığını ve Yrpen’in cüce arkadaşlarının da özellikle iyi gösterildiğini düşünüyorum. Aslında yapımcıların Eyck’i neden bir aptal olarak gösterdiklerini anlayabiliyorum. İyi ve kötüyü sadece fiziksel görünüme göre değerlendiren bir karakterin kötülenmesi anormal değil. Bununla birlikte Eyck’in dizideki aptalca kibarlığı, kitaptaki ölümcül kapasitesi ile birleşmeyince ortaya böyle gereğinden daha sığ bir portre çıkıyor. Ayrıca daha genel olarak; şövalyeliğin, seçimlerin kriteri bazen yanlış olsa da beyaz olmayı seçmeye dair zor ve değerli bir yol olduğunu da düşünüyorum.

Yennefer’in fikri, ejderhanın yavrusu için savaştığını anladığında değişir. Bölümde ayrıca Geralt ile yeniden alevlenen aşklarını daha doğrusu her iki karakterin de yumuşak ruhlarını izleriz. İyi bitmez bu anlar ama iyiyken huzur ve hüzünle izlenir.

Bununla birlikte dövüş koreografisi, Yennefer-Geralt ortaklığını göstermek adına Geralt’ı daha kötü bir dövüşçü haline getirir.

Ciri cephesinde ise bir doppler dikkat çeker. Doppler bir şekil değiştirendir ve fareçuval kılığındadır. Bu noktada Fareçuval ve Doppler rolündeki oyuncu Adam Levy’nin iki karakteri ayıran küçük nüansları harika oynadığını belirtmeliyim.

Cahir ve Fringilla’nın açıklayıcı diyaloğundan hareketle bir noktayı belirtmeliyim. Witcher ile ilgili hazırladığım kitap dosyasında belirttiğim gibi ben ilk etapta yedi adet yazılıp sonra bir ekstra kitapla sekize tamamlanan serinin ilk altısını okuduğum için –neden böyle olduğunu da burada açıklamıştım.- yedi ve sekizinci kitapta ortaya çıkabilecek bazı konseptleri tahmin etmeme rağmen tam olarak bilemiyorum. Bunlardan en önemlisi White flame/beyaz alev ve imparator Emhyr Van Emreis’in mahiyeti -Bunlar aynı şey de olabilir-. Şu ana kadar yani ilk altı kitapta hatırladığım kadarıyla Nilfgaard’ın kuzey seferinin bir dini ya da ideolojik altyapısı yok. Evet işin içinde Ciri var ve Ciri olağanüstü bir güç ve role sahip evet. Ancak Nilfgaard askeri harekatının Ciri dışında emperyalist bir hareket olduğuna dair de bir vurgu var. Bununla birlikte dizide Nilfgaard askeri operasyonu bir tür haçlı seferi olarak sunuluyor. Oyunda Emhyr van Emreis’in Ciri’nin babası olduğunu ve kitabın boyutlararası yönünü de düşününce öyle sanıyorum ki bu konsept yedi veya sekizinci kitapta karşımıza çıkabilir.

Bakalım…

Bölüm 7 – Düşüşten Önce

IMDB’de en beğenilen ikinci bölüm olan Düşüşten Önce bence sezonun en iyi bölümü idi. Bunu da Geralt’ın sürpriz çocuğunu almaya geldiği Cintra’da yaşadıkları ve olayların sezonun ilk bölümü ile çok başarılı bir kurgu aracılığıyla bağlanmasına borçluyuz. Diziye özgü diyebileceğimiz bir kurgu ama son derece başarılı.

Dizinin diğer kanallarında Yennefer’in büyücü okulu Aruteza’ya dönmesi ve Tissaia ile sorunlu ancak çok sıkı ilişkisinden bahsedilmekle kalınmıyor, Yennefer’in ilk sevgilisi Istred ile kitapta çok önemli bir karakter olan Vilgefortz da sahneye çıkıyor. Yennefer’in hikayesi, kendisinden beklenmeyen bir kararla Sodden’e, Nilfgaard ile savaşmaya gitme kararı almasıyla son buluyor.

Ciri ise izleyicilere Ithillien Kehanetini okuyarak korkunç gücünü sergiliyor. Bu onu tamamen kapatsa da, dengesini bozsa da, kendisini satan eski arkadaşlarının canına mal olsa da haklı bir eylem olarak kaydoluyor zihinlere.

Yine de bu sahnenin arka planında Ciri’yi satmaya niyetlenen Cintralı arkadaşları ile Cintra mülteci kampında efendisini bıçaklayan hizmetkar arasında bir korelasyon var. Özellikle Geralt’a Ciri olarak verilecek Cintralı kızın, sahnenin kötü adamı Anton’un kız arkadaşı olduğu düşünüldüğünde aslında kimse sadece suçlu veya kötü değil.

Bölüm 8 – Çok daha Fazlası

Dizinin finali, aslında bir yönden beklenilen, bir başka yönden ise beklenmeyen bir şekilde geliyor. Bölümün ana konusu kitapta şudur. İlk Nilfgaard istilasında birleşmiş kuzey krallıkları ordusu ve kuzey büyücüleri, yine büyücü destekli Nilfgaard ordusunu yener. Bu kuzeye bir süre barış getirir.

Kitaptan hareketle bu bölümün de devasa bir savaş sahnesi ile sona ereceğini düşünürken ve bu büyük savaş teması son bölüme saklanmışken, yapımcılar bu savaşı sadece büyücüler üzerinden götürerek olayı daha psikolojik bir yapıya büründürmüşler. Evet bir noktada Temeria ordusu sahneye girerek adrenalini arttırıyor ancak bu savaş aslında büyücülerin olarak resmediliyor. Çok kanlı ve trajik bir savaş olarak hem de… Yennefer’in içindeki kaosu –Yennefer özelinde kendi içinde savaştığı savaştığı karanlık, materyal özelinde ise hayatın düzen altına alınmaya çalışılan ve büyünün kaynağı olan kaosu – ölümcül bir güçle Nilfgaard’ın üzerine saldığı sahne ile sona eren savaş Tissaiea ile Yennefer’in arasındaki gerçek ilişkiyi de ortaya çıkarıyor. Bu arada belirtelim ateş büyücülerin gücü çektiği en güçlü kaynak ancak sahibinin zihnine kötülük getiriyor. Materyali bilenler için Falka en iyi örnektir.

Bölümün diğer bir dalı ise en az onun kadar önemli bir başka olayı, yani Geralt’ın Ciri’yi bulmasını anlatıyor. Bu sahne kitaptan daha farklı bir geliş yoluyla ancak kitaptaki şekilde gerçekleşiyor. Aynı zamanda da kaderin bir kararı… Sapkowski, çizdiği tüm o gri dünyada aslında beyaz bir yazar diye düşünüyorum. Ve ne yazarsa yazsın büyük resmin önemini çok güçlü bir şekilde gördüğüne de kaniyim. Geralt da başta inanmadığı kaderi tarafından olması gereken zamanda olması gereken yere getirilir. Tıpkı Visenna’nın söylediği gibi…

Sonrası?

Sonrası ikinci ve sonraki sezonlarda…

Bölümler hakkında yaptığımız yorumlardan sonra biraz da genel bir bakışla diziyi değerlendirelim.

Öncelikle söylenmesi gereken şey, her ne kadar dizi kitaba oldukça sadıksa da tıpkı oyun gibi kendi yorumuna sahip.

Bir başka nokta da kitabın ruhunun iyi yakalanmış olması. Özellikle diyaloglar ve metaforlar konusunda kitaba son derece sadık olunduğunu söyleyebiliriz. Kitap sadece yüzeysel olarak değil alt metin olarak da iyi anlaşılmış ve yansıtılmış.

Teknik olarak daha iyi kotarılabilirdi diye düşünüyorum. Özellikle arka plan ve çevre efektlerinin sırıttığını düşünüyorum. Minimal konularda efektler daha başarılı. Ciri’nin lenslerini çok rahatsız edici buluyorum. Küçük ama önemli bir nokta…

Dizinin bir başka kuvvetli olduğu konu da oyunculuklar. Oyuncular karakterlerine dair nüansları başarıyla kavramışlar. Neredeyse hepsi İngiliz aksanı ile konuşuyor. Sadece Geralt –ki Henry Cavill de İngiliz olmasına rağmen- Amerikan aksanı ile konuşuyor. Sanırım oyun dolayısıyla materyali tanıyan izleyiciye yönelik bir jest. Zaten Cavill de sesini olabildiğince oyundaki Geralt’a benzetmeye çalıyor. Zaten konuşmaların yüzde yirmisi Hımm ve fuck’tan oluşuyor. Herşeyin sonunda Cavill, Geralt’ı iyi canlandırmış diyebiliriz. Dövüş koreografisi son derece başarılı ve gülümseme anları dışında Geralt’ı seyrediyoruz. Çok küçük bir karikatürizasyon görmüyor da değilim ama ciddi bir çaba gösteriyor aktör.

Bu arada belirtelim diziden sonra Steam’de Witcher serisinin oyun satışları rekor kırdı. Bu açıdan oyun hayran kitlesine göre bir hareket yapmak akıllıca görünüyor.

Oyunculuklardan hareketle oyuncuların ırklarına dair yürütülen tartışmaya geçelim. İkinci dünya savaşı sonrasında Polonya’da doğmuş –Boyalı Kuş’u okuduysanız savaş dönemi Polonya’sı ile savaş dönemindeki “kıta”ya dair pek çok koşutluk görürsünüz daha derin bir analizle Geralt da, Ciri de, Yennefer de birer boyalı kuştur.- bir yazarın yazdığı ve Avrupa alegorisinin hissedildiği bir eserde, Hintli veya siyahi karakterlerin olmaması doğaldı. Ancak Amerika başta olmak üzere dünya çapında hayran kitlesine sahip bir materyalin en yaygın versiyonunda farklı ırklardan oyuncuların olması da bence son derece doğal. Tabi tepkileri de sadece ırkçılık ya da kötü niyet olarak algılamaya gerek yok. Sonuçta “okuyan” ve “oynayan” kitlenin kafasında belli tiplere dair belli tasavvurlar var. Dolayısıyla değişiklik kafa karıştırıyor. Ancak ne önemi var?.. Fringilla ve Triss’i oynayan biri siyahi diğeri hint kökenli iki oyuncuyu seyrederken iki büyücünün karakterlerine dair nüansları başarıyla yansıttıklarını düşünmüyor musunuz? Bu örnekte ben özellikle Triss’i çok başarılı buluyorum. Bir tek Yennefer hakkında şüphelerim var. Oyuncu Anya Chalotra, Yennefer’in ikilemlerini, aşkını ve özlemini çok başarılı yansıtmasına ve gücünü de aynı başarıyla aktarmasına rağmen, o sevimli ses tonu, işveli konuşma tarzı ve ergen ingiliz aksanıyla Yennefer’in kraliçelerde olan dominantlığını onda görmekte zorlanıyorum. Bunun oyuncunun Hint kökleri ile de bir ilgisi yok.

Herşeyin sonunda özellikle materyalle yeni tanışan Amerikan seyircisi ile ilgili bir endişem var. Amerikan izleyicisi Witcher’ı, Game Of Thrones ile aynı sınıfta ve birbirlerinin ikamesi olarak görüyor. Bunlar bambaşka materyaller. Eğer bu algı değişmezse, hayal kırıklığı da beraberinde gelecektir.

Ama bu Amerikalıların sorunu değil mi?

Hoşça kalın…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 4.5 / 5. Oylama sayısı: 2

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

2 Yorum

  1. Uzun süre beklediğim bir diziydi. Kitaptan bağımsız değerlendirmeyi her zaman daha doğru bulurum bu nedenle de çok beğenerek izledim.Değerli yorumlarınız için de teşekkürler..

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir