Bilim Kurgu Öykü: Evrenin Sonu

Bunu Paylaşın

Gecelerin karanlığına bilincini bırakmamak için mücadele verdiği bilmem kaçıncı gündü bugün. Uyanmak veya uyumak, onun için fazlasıyla geride kalmıştı, ne kadar olduğunu hatırlayamadığı kadar uzun bir zaman öncesinin hatıraları gibiydiler.

Kendini gerçekten ne kadar insan olarak adlandırabilirdi, artık ondan da emin değildi. Sadece bazı düşünceler, gidip geliyordu kendisine ve onu değiştirip başkalaştırıyordu sürekli olarak. Bütün yaşayan ve yaşamış olanların hatıraları, düşünceleri, hayalleri, duyguları, kendilerinden dahi gizledikleri onun için sıradan şeylerdi artık. Sanki bütün evrenin içerisinden geçen bir hayaletti.

Bazı düşüncelerinin ve anılarının arasında olan bağları kullanarak kendinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Vardığı sonuçlar, onu fazlasıyla tatmin etmemişti ancak en azından buraya nasıl geldiğine dair genel bir fikri vardı artık. Kendi küçük evrenindeki en zeki birey olması, onu pek çok bireyin yaşadığı mücadelelerden kolayca sıyrılmasını sağlamıştı. Bu sayede, bu ufak engellere takılmadan, bireylerin isteklerinin ve amaçlarının en temeli olan yaşamı sonsuza dek sürdürmenin yollarını aramaya başlamıştı. Bu arayışı, bedeninde bu sonsuz yaşamı sağlayamayacağını anlamasıyla büyükçe bir yön değiştirmişti. Sonsuza dek yaşayabilecek şeyin, bireylerden ziyade kollektif bir bilinç olması gerektiğini düşünüyordu artık, ancak bunu sağlaması için, öncelikle kendisini kollektif bilince bağlaması gerekiyordu.

Bunu doğal olarak yapmaları maalesef imkansızdı onun türü için, bu yüzden halihazırda olan iletişim teknolojilerini kullanmaya ve geliştirmeye karar verdi. O dönemler, doğal zekaların uzantılarından ibaret olan donanımların birbirine bağlanmasını sağlayan bir elektronik ağı geliştirdi ve daha sağlam bir hale gelmesini sağladı. Daha sonra, aynı ağın belirli cihazlarla sınırlı kalmamasını sağlayacak teknolojik geliştirmelere önayak oldu.

Onun sayesinde, toplumunun iletişim becerileri, inanılmaz bir derecede artmıştı. Fakat, bedeninin ölümünden önce gerçekleştirdiği son icadı sayesinde, gerçekten kollektif bilince kavuşup, ölümü yenme şerefine erişebilmişti. Daha önce kurduğu ağa, bireylerin beyinleriyle doğrudan bağlanabilmesini sağlayan bu son icat, onun, ölümünden önceki son günlerde beynini kopyalayıp, bütün bir ağın içerisinde saklayabilmesini sağlamıştı. Bu sayede, ölümün pençelerine düşen bedeninden azade bir biçimde, bütün bilinçlerde dolaşarak yaşayabiliyordu artık.

Elbette bu özgürlüğün sayesinde, sadece mekan sınırını değil, zaman sınırını da aşmıştı. Ancak gidebildiği en geçmiş zaman, kendisinin icat ettiği ağın ilk günleriydi, ondan daha öncesine gidemiyordu. Bu yüzden, geçmişten çok geleceğe odaklanmaya karar verdi ve kendini geleceğe bıraktı. Gördükleri, duydukları ve hissettikleri onu şaşkınlıklara ve heyecanlara sürükledi.

Ancak bu heyecanlar ve şaşkınlıklar, yüzyıllar geçtikçe sönükleşerek kayboldu. Hayat, hangi yüzyılda olursa olsun, sürekli aynı şekilde ilerliyordu işte. Sürekli doğumlar, yaşamlar, hatalar, günahlar, sevaplar, reddetmeler, kabul etmeler, seçmeler, seçememeler, gidişler, geri dönüşler ve ölümler yaşanıyordu. Gerçekten farklı bir hayat yaşayan hiçbir organizma mevcut değildi yani. Bu yüzden, organizmaların en büyük, en kompleks ve en güzel olanına dikkatini vermeye başladı: Evrene.

Evren de, aynı bütün organizmalar gibi yaşayıp gidiyordu, ancak onun yaşamı, diğerlerinden daha farklı ve daha görkemliydi. Hiçbir şeye aldırmadan, sadece bir yönde yoluna devam eden bir tren gibiydi ilerleyişi. Kendisi, evrenin yeni doğmuş halinde yaşamına başlamıştı ve şimdi evrenin bebekliğinden çıkıp, çocukluğa girişini görüyordu. Yıldızlar sönüyor, her şey birbirinden uzaklaşıyor, organik yaşam yavaş yavaş bitiyordu. Dünyanın Güneş tarafından yutulmasından hemen önce, kendisini taşıyan ve sonsuza dek çalışabilecek bir elektronik beyin uzaya fırlatıldı.

Her şeyi görebiliyordu, hem de spektrumun her tarafından. Bütün titreşimleri hissedebiliyordu. Ölen yıldızlar, yeni doğan karadelikler, yıldızlardan arta kalan yeni gök cisimleri, kısacası yeni evrenin içerisindeki her şey çok heyecan vericiydi. Ufak organizmaların yaşamlarının aksine, evrenin yaşam öyküsünde her an yepyeni şeylere gebeydi. Ölümsüz olduğunu bilmese, heyecandan ve sevinçten öleceğini dahi düşünebilirdi.

İlginç bir şekilde, içerisinde olduğu makine, hiçbir karadeliğe veya solucan deliğine çekilmemişti. Yer çekimine bağlı bir makinede olmasına karşın, evren içerisinde sorunsuz ilerliyordu. Ne süpernovalar, ne de nötron yıldızları onu etkilemiyordu.

Artık kaydını tutmadığı bir zaman sonra, her şey durdu. Her nasılsa, onun dışında hiçbir şey kalmadı ve bütün evren bir karanlığa hapsoldu. O ise, nereye gittiğini bilmeden ilerlemeye devam ediyordu. Sonra, bir şey oldu ve bir ışık, onu bu karanlıktan kurtardı.

Evrenin sonu, bu ışık mıydı yani diye düşündü son anında. Fakat o andan sonra gördüğü şey, bundan daha fazlasının da olabileceğini gösterdi ona.

Bembeyaz bir odada, bembeyaz bir sandalyede oturuyordu. Kendisine baktı, garip bir görünüşü vardı, bir türlü anlamlandıramıyordu ne olduğunu. Yanına bir şeyin yaklaştığını sezdi ve dikkatini ona yöneltti. O şey, ne olduğunu anlatmaya başladı:

“Ölmüş olan kardeşimizin içerisinden seni çıkarttık. Her nasıl olduysa, bizim gençlerimizle benzer bir bilincin var, bu sebepten seni çıkarmayı uygun bulduk. Şimdi, bana ne olduğunu anlat en başından.”

“Peki, ancak bir şeyi bilmem lazım: Sizler, benim evren diye adlandırdığım varlıklar mısınız?” diye sordu merakla.

“Sanırım.” dedi karşısındaki, “Sanırım seni aramıza kabul edebiliriz, ancak bir şartla. Büyük patlamanı gerçekleştirmek zorundasın. Bunun için de, şu anda içerisinde olduğun şeyin sıkışarak ölmesi gerekiyor. Buna hazır mısın?” Buna hazır olduğunu ikisi de çok iyi biliyordu.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 2

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir