Bugün üçüncü, yani söz verdiğimiz dosyaların sonuncusu ile 2019’a veda ediyoruz. Konumuz da Netflix’te büyük ilgi gören, Atiye… Dilerseniz spoiler uyarımızı yapalım ve dizinin fragmanı ile konumuza giriş yapalım.
Atiye ile ilgili konuşmaya başlamadan önce söylemem gereken bir şey var. Atiye Şengül Boybaş’ın “Dünya’nın Uyanışı” romanından yapılan bir uyarlama. Bununla birlikte ben kitabı okumadığım için –bunu bu kadar rahat söylememek lazım gerçi ama…- izlediğimin ne kadarının kitaptan ne kadarının diziden olduğunu bilemiyorum. Bu sebeple eser hakkında konuşurken dizi ya da kitap yerine daha çok materyal tabirini kullanacağım.
Atiye, düz mantık ile aslında Rafadan Tayfa Göbeklitepe animasyonuna benzer bir temayı işliyor; Göbeklitepe’nin sırrı ve seçilmiş bir kişinin bunu çözmesi, zaten dizinin İngilizce adı da The Gift/Yetenek-Hediye vs.. Ama Atiye bir animasyon değil ve bu yüzeydeki macerayı katman katman işliyor.
Atiye gerçekten çarpıcı bir sahne ile açılıyor. Bu sahne ile de izleyiciye bir mesaj veriyor. Bir gizem var ve izleyici sonunda bu gizemi çözmeye davet ediliyor.
Atiye’nin görünen yüzünün arkasında alt metin olarak görülen en belirgin tema ise kadın. Atiye, bir kadın tarafından yazılmış bir kitabın, çoğunlukla kadın senaristler tarafından uyarlanmış dizi versiyonu. Bunun bir sonucu olarak da sadece sosyal ya da siyasi açıdan bir kadın bakışını yansıtmakla kalmıyor aynı zamanda kadın iç dünyasına dair de orijinal ve erkeklere yer yer yabancı bir bakış açısı sunuyor izleyicilere. Erkekler konusunda ne yapıyor? Aslında fena değil. Bazen erkeğin ne olması gerektiğine ve ne olmaması gerektiğine dair bir vizyon sunuyor olsa da – ki erkeklerin ürettiği materyallerde de kadınlar ne kadar önemli yer tutarsa tutsunlar erkek gözünden kadınlardır. Bunu da ilk elden tecrübe ile söylüyorum- erkeklerin iç motivasyonlarını da bir gözlemciye göre iyi kavradığı söylenebilir.
Buradan hareketle karakter ve ilişki analizlerine dair bir iki şey söylemek gerekebilir. Atiye, materyal olarak; sığ ve stereotip karakterler ile dar ve aynı zamanda da çoğu izleyici için yabancı bir sosyal çevre ile başladığı yolculuğuna karakterlerinden çevresine hatta mekanlarına kadar bir zenginleşme ve derinleşmeyle devam ediyor.
Oyunculuklardan devam ederek bu olguyu açalım. Atiye’nin kızkardeşi Cansu (Melisa Şenolsun) karakteri, hem duygusal olarak hem de olay örgüsü bazında çok ciddi bir gelişme gösteriyor. Atiye’nin annesi Serap (Başak Köklükaya) daha stabil ve istikrarlı bir profil çiziyor. Cansu’dan daha sağlam bir şekilde başlıyor ancak yükselişi daha küçük çapta oluyor. Yine de kızını zengin bir aileye vermek isteyen anneden daha fazlası olduğunu ortaya koyuşu başarılı, hatta bir sürpriz olarak ondan daha fazlasının çıkabileceğini de hissettiriyor. Kendisinin de yetenekleri olmasına rağmen kızını baskılamayı çalışmasının alternatif bir nedeni olabilir mi, diye de düşündürmeden etmiyor. Atiye’nin anneannesi Zühre (Meral Çetinkaya) son derece samimi ve aynı zamanda güçlü bir karakter olarak neredeyse çizgisini hiç bozmuyor. Onun ekstrası ise karakterin gençliğinde gösterdiği daha sert ve tuttuğunu koparan performans.
Erkek oyuncularda bu durum daha da belirgin, özellikle Atiye’nin babası Mustafa (Civan Canova) dramatik anlamda heyecan veren bir gelişme gösteriyor. Atiye’nin nişanlısı Ozan’ın (Metin Akdülger) durumunda ise inişli çıkışlı bir grafik söz konusu. Ozan, çok farklı yerlere gidip geliyor hikayede. Bu iki paragrafta her ne kadar parantez içlerinde karakterleri canlandıran oyuncuların isimlerini yazsak da belirtmemiz gerekir ki aslında sadece kurgusal karakterlerin duygusal gelişimini inceliyoruz. Bir diğer erkek karakter ise Ozan’ın babası Serdar (Tim Seyfi). Bu karakter eğer ileriye yönelik bir plana dahil değilse bence gelişmiyor ve maalesef hayatta pek de karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Şimdi başa dönelim, Atiye, alt metin olarak bir kadın materyali ve erkeklere bakışı da kadın gözünden yansıyor. Ve burada baskın unsur; güç… Materyalde yazar ya da yapımcı/senaristler kaynaklı bir güç turnusolü göze çarpıyor. Atiye’nin babası Mustafa iyi bir adam ancak pek güçlü değil. Sezon sonuna kadar dramatik şekilde yükseliyor ancak yaptığı hamleler dramatik etkiyi arttırsa da aslında tek atımlık diyebileceğimiz şeyler. Mustafa’ya itibarı iade ediliyor ama bu biraz suni bir iade. İstikrarlı bir güç merkezi değil ancak iyiliği ile merhametinin birleştiği bir “hayatının hamlesi” ile dramatik kurallara göre iyi iş yapıyor Mustafa. Bununla birlikte bu paye bir erkek için pek de hoşlanılacak bir şey değil. Atiye’nin nişanlısının babası Serdar örneği çok daha kötü maalesef. Mustafa herşeye rağmen derinliği ve ruh dünyası olan bir karakter. Serdar ise bomboş. Belki tam bir karanlık düşünülmüş onun karşılığı olarak. Böyleyse bir anlamı olabilir. Ancak Serdar veya güçlü bir adam bu kadar karikatürize olmaz. Güç daha farklı tezahür eder erkeklerde. Yine de söylediğim gibi bu bilinçli bir tercih olabilir. Yine de Serdar’ın bilinmez kişi veya yaratıklardan emir aldığı sahnelere dair bir panik, rahatsızlık veya tedirginlik göstermesi karaktere büyük bir derinlik katabilirmiş. Beşinci Element’teki Zorg (Gary Oldman) karakteri örneğin iyi bir rol model olabilirmiş Serdar’a. Ya da Ozan’ın annesinin Serdar nezdinde bir anlamı olması -bu sevgi de olabilir, suçluluk da- aynı şekilde karakterin iç dünyasını doldururmuş. Ozan ise çok daha komplike bir karakter ancak onu da tanımlayan temel olgu yine güç. Belki bu erkeklerce üretilen materyallerde başroldeki kadınların güzellikleri ile tanımlanmasının aynadaki yansımasıdır. Sonuçta Atiye bağımsızlığına doğru yürüyor ancak aynı zamanda materyalde takdir edilen erkekler de iyi kullandıkları istikrarlı bir güce sahip olmalılar…
İlişkiler bence materyalde bir kusur içeriyor. Temelde Atiye duygusal gelişim ve analizlerde gerçekten başarılı bir yapım. Ancak ana karakterler Atiye (Beren Saat) ve Erhan’ın (Mehmet Günsür) birleşmesi için ikilinin bir önceki ilişkileri hunharca kötüleniyorlar. Hannah (Hazal Türesan) daha tek boyutlu bir karakter. Erhan’ın tabiri caizse ondan kurtulması kolay oluyor. Ozan ise son derece komplike bir karakter ve Atiye’nin ondan kurtulması o kadar kolay olmuyor. Çünkü Ozan aynı zamanda hem iyi hem de kötü. Aslında babasının kurbanı olarak onun gölgesinde yaşayan ve sorununun kaynağına inmeden başka şekillerde kendini yüceltmeye çalışan bir adam Ozan. Bununla birlikte Ozan Atiye’yi seviyor. Onu sadece güçsüz ve olgunlaşmamış göstermek yetmiyor ki, Ozan Atiye’nin kardeşi ile birlikte oluyor ve öğreniyoruz ki Atiye ile ilk cinsel ilişkisini de daha çok kendi ego tatmini için yaşıyor. Ancak olmuyor, bunlar Ozan’a oturmuyor. Çünkü Ozan Atiye’yi gerçekten seviyor ve Ozan Atiye’ye kendi egosu için sahip olacak ya da Cansu ile birlikte olacak bir karakter değil. Böyle yazılmış, ama kalıbından çıkmaya zorluyor kendisini. Bu, kendi çapında yazan herkesin bildiği bir şeydir. Karakter bir süre sonra kendisini yazmaya başlar. Onu istediğiniz gibi kontrol edemezsiniz. Tamam duygusal anlamda terk edilen Ozan kendisine gizlice aşık olan ve bunu bildiği Cansu ile birlikte olabilir gerçekten. Bu iki karakterin de motivasyonlarına dair bir derinlik var bunu inkar edemeyiz. Ya da olay örgüsü açısından bu olay daha sonra Cansu’nun suçluluk duygusu ile hikayeyi ileri götürebilir bu da mantıklı ama işte bir Ozan var… Ve o Ozan yazıldığı kalıba sığmıyor.
Bununla birlikte şunu da söylemek istemiyorum; Ne Atiye ne de Erhan eski ilişkilerini sürdürmek zorunda değiller. İlişkide bir haklılık veya haksızlık yoktur. Olmuyorsa olmuyordur. Materyali üretenler de bize bir haklılık göstermek daha da kötüsü bunu terk edilenlerin kötülüklerine yorarak yapmak zorunda değiller. Sonuçta hepimiz daha ilk andan biliyoruz ki Atiye ve Erhan bir çift olacaklar, gerek duygusal olarak gerek olay örgüsü içinde bir macerayı paylaşarak olacak bu. Bunu yapmak için, Erhan’ın Göbeklitepe ve babasının izinde ve ancak bu sayede öğrendiği şeylerle aklını kaçırdığından kuşkulanılan Atiye’ye inanması ve Ozanın da inanmayarak kötülenmesine gerek yok. Bunu yaparsanız Atiye’ye inanmayan ancak onu tedavi etmek, onunla hayat geçirmek isteyen ve bu anlamda onu yalnız bırakmayan Ozan’ı da daha çok açıklamanız gerekir ve bunu Ozan’la baldızını birlikte olması şeklinde ortaya koyarsınız! Bu olay duygusal olarak iyi hazırlansa da her şeyi açıklamaz…
Atiye, işte bu karakterler ve ilişkiler yoluyla beşinci bölümün sonuna kadar alt metne yani, kadının özgürleşmesi temasına daha çok ağırlık veriyor ve alt metin ön plana çıkarken olay örgüsü alt metin durumuna geliyor. Beşinci bölümde Nemrut tünellerinde Atiye bir tür yeniden doğuş deneyimliyor ve işte bu noktadan sonra olay örgüsü baskın hale geliyor. Ya da birnevi kendini bulan Atiye hayata karışıyor, yaşamaya başlıyor. Yüzlerce kadının her yıl cinayete kurban gittiği bir ülkede Atiye önemli bir iş yapıyor bu alt metinle.
Atiye’nin başardığı bir başka nokta da hikayeyi devam ettiren zincir. Bir DNA zinciri gibi olay örgüsü ve duygusal yapının iç içe olduğu bir yapı söz konusu ve bu iki farklı motivasyon belli kesişmelerle diğerini harekete geçiriyor. Materyalin kurgusu ve mühendisliği oldukça başarılı.
Dizinin bir başarısı da izleyiciyi olacaklara iyi hazırlaması, gerek görsel olarak –örneğin geniş planda dikkat çekmeyen bir şeyin yakın planda izleyicinin dikkatine sunulması- gerekse duygusal ve olay örgüsüne dair olguların açıklanmadan önce uygun ve yeterli ipuçları ile izleyiciye hissettirilmesi gayet başarılı. İzleyici tahmini doğru çıkınca materyalle daha kolay özdeşleştiriyor kendisini böylece. Bununla birlikte bazı izleyiciler bunu olumsuz anlamda fazla tahmin edilebilir olmak olarak da tanımlayabilirler.
Aslında gayet iyi kotarsa da Atiye’nin onu sürekli meşgul edecek bir sorunu var. Materyalin odağı biraz dağınık ve böyle olmaması da çok zor zaten. Atiye çok maksimalist bir eser. Kadın sorunları, aile sorunları, fantastik yer yer bilim kurguya çalan bir gizem, belki eserden belki Netflix’de yayınlanan bir Türk yapımı olarak İstanbul’dan, Göbeklitepeye oradan Nemrut Dağına, Kuran’a, Süryaniceye, bakır kakma ustalarına, yerel bir fantastik olduğuna ve temsil niteliğine dair tüm vurgularına kadar Atiye bir koltuğa çok fazla karpuz sıkıştırmaya çalışıyor. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi bunu DNA zincirine benzer bir tetikleme sistemi içine yedirmiş ve başarıyla da kotarmış. Zaten bu yüzden olmamış demiyoruz, onu sürekli meşgul edecek bir sorun diyoruz.
Bir noktada bütün bu olan bitenin nasıl bir tesadüfle bu üç ailelik gruba rast geldiğini sorsak da zamanda kırılma, paralel evrenler gibi bir kısmı açıklanan bu gizemin neyi nasıl etkilediğine dair tutarlı bir açıklama buluyoruz ya da gelecek dönemde bekliyoruz.
Yine de herşeyin sonunda bu materyal adı üstünde bir uyanışa –özellikle kadın uyanışı- mı dair yoksa daha çok bir fantastik, bilim kurgu gizem öyküsüne mi dair doğrusu karar vermekte zorlanıyorum. Sorun materyalin bu iki olguyu işlemeyi beceremiyor olmasında değil, bilakis aynı ağırlıkta ikisine de değinebilmesinden kaynaklanıyor. Yani aslında bir başarı da denilebilir.
Materyalin salt görsel ve işitsel profiline baktığımızda, kaliteli bir prodüksiyon olduğunu görüyoruz. Bölümler arasında bir standart var ve özellikle İstanbul’u hiç görmediğimiz şekillerde gösterebilen başarılı bir görüntü yönetimi var. Ses tasarımını ve müzikleri de çok beğendim. Görüntü yönetimi belki biraz fazla stilize ve steril ama son derece hoş bir seyirlik sunuyor.
Şimdi de oyunculuklar bazında bir inceleme yapalım. Genelde oyuncuların görevini yaptığını düşünüyorum. Karakterleri incelerken söylediklerimizi tekrar etmemize gerek yok. Sadece şunu belirtelim ki karakterler neyi gerektiriyorsa onu yapmış oyuncular. Belki Tim Seyfi konusunda bir fark olabilir ancak belki de oyuncu kitabı doğru yorumlamıştır. Bu da mümkün.
Başrol oyuncularından devam edelim, Mehmet Günsür Erhan rolünde tabiri caizse bir Anadolu Lisesi öğrencisi profili sunuyor. Eğitimli, kibar, medeni ancak devlet okulunda okunabilecek bir ekonomik yapıdan dolayısıyla hayatın içinden geliyor. Mehmet Günsür’ün güzel kişiliği rolüne yansıyınca ortaya hoş bir performans çıkmış. Ancak çok güçlü olduğu söylenemez. Yine de kardeşinin yaşadığını öğrendiği sahnede yüksek bir performans gösterdiğini de gözden kaçırmamak gerekir. Kendisini öpen Atiye’yi terslemesinin arkasında sevgi ile merhameti karıştıran bir yetim olmasının yatıyor olması hem iyi yazılmış hem de oyuncu tarafından aynı duyguyla oynanmış. Ancak sahnenin ötesinde oyuncu bu ikilemi ve bundan doğabilecek öfkeyi/sıkıntıyı o kadar yoğun yansıtmıyor.
Beren Saat ise Atiye rolünde ilginç bir profil çiziyor. Oyuncu, trans sahnelerinde yani sadece baktığı veya daldığı sahnelerde gayet başarılı iken konuşurken; yüzünü, boynunu ve ağzını kullanışı söylediklerine alaycı bir hava katıyor. Atiye gibi psikolojik olarak ağır bir yük altında kalıp ve ondan kurtulduktan sonra da çok önemli bir karaktere dönüştüğü bir rolde bu alaycı konuşma tarzı inandırıcılığı azaltıyor. Bu bir yorum ve Beren Saat de Atiye’yi böyle yorumlamış. Fena değil ama çok daha güçlü olabilirmiş.
Başrolü paylaşan iki oyuncunun dışında kalan ancak yine de yardımcı oyuncu olarak adını anmaya değer bir performans var; Ozan… Yani Metin Akdülger. Oyuncu olağanüstü bir performans sergiliyor. Sadece karakterini iyi yansıtmakla kalmıyor karakterini kötülemek için yazılan tüm o yükü başarıyla kaldırırken bile özünde ne kadar savunmasız ve yardıma muhtaç olduğunu da aynı anda vermeyi başarıyor. Tepkileri son derece doğal ve güçlü tepkilerinde bile bir abartı ve aşırılık sezilmiyor. Bir de şu var; Atiye karakterini izlerken Beren Saat’i izliyoruz çoğu zaman, bu Mehmet Günsür için de geçerli. Ancak Ozan’ı izlerken Ozan’ı seyrediyoruz. Oyuncu, karakterinin içinde kayboluyor. Bu bir Amerikan dizisi olsaydı Metin Akdülger Emmy’ye aday olabilirdi diye düşünüyorum. O kadar başarılı buldum.
Genelde değinmediğim bir noktaya bu sefer değinmeden edemeyeceğim. Atiye’nin cinsellik ile ilgili sahneleri bence fiyasko düzeyindeler. Doğallık ve duygunun bu sahnelerde kendilerine yer bulamadığını düşünüyorum. Sanki hepsi “yeni” kadının seks özgürlüğünü kutsama sahneleri gibi. Bütün sahneler kadına oral seks yapan bir erkek temsili ile başlayıp iç çamaşırları çıkartılmadan yine kadının mutluluğunu resmeden bir iki ifadeyle sona eriyor. Örneğin Ozan’ın kötü olduğunu refere eden sahnelerden birisi de Atiye ile ilk cinsel ilişkilerine dair. Ki bu da kadını yok sayan safi fiziksel bir ilişkiyi temsil ediyor. Ne kadının yok sayılması ne de insanların çıplak görünmesi taraftarıyım ama bir cinsellik sahnesi olacaksa bunun sevgi ile ilgili olmasını tercih ederim. Nedensiz, mesajsız bir eylem… Tutkulu ya da sevecen ama sadece o ilişkinin bir sonucu olması o sahneyi daha anlamlı ve samimi kılacaktır.
Bütün bunlardan sonra Atiye’nin kalbur üstü ve kaliteli bir yapım olduğunu, olay örgüsü açısından ustaca kotarıldığını, duygusal yapı ve alt metin olarak derin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yine, bir başlıkta birçok konuya başarılı da olsa eğilmesinin yapım üzerinde bir yük hatta bazen bir doku uyuşmazlığına sebebiyet verebileceğini de tekrar etmekte fayda var. Biraz da, fazla kültürel temsil misyonu yüklenmiş olabilir. Bununla birlikte Atiye’nin Netflix’e yakışan bir eser olduğu da muhakkak. Gerek ilk kitabını yazan yazar, gerekse ikinci Netflix dizisini yapan Türk yapımcılar için minimalleşmenin de zamanla daha cazip olacağına inanıyorum.
Hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
2021’e Veda 4 ve Final – Netflix'in Başat Fan...
İki Dizi-1: Raised By Wolves - Ridley Scott'u...
Müzik Kutusu: The Witcher Soundtrack - Dizide...

Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…