2022’nin son çeyreğindeki popüler yapımlarla ilgili serimizi dev bir başlık ile nihayete erdiriyoruz; Avatar: The Way of Water. Bu görsel şölen ve ondan aşağı kalmayan senaryo mühendisliğine geçmeden önce geleneksel spoiler uyarımızı yapalım ve fragmanı izleyelim.
Yönetmenliğini efsane yönetmen James Cameron‘un yaptığı film hakkında yapılabilecek ilk teşhis kanımızca büyük bir başarının da ta kendisi; film, ilk filmdeki görsel dünyayı aşmayı başarmış. Bu, 2009’daki rüya veya cenneti geçebilmek anlamına geliyor ki, ilk filmi izleyenler nasıl bir başarı ile karşı karşıya olduğumuzu anlayacaklardır. Daha önemlisi bu aşım, sadece teknoloji ile ilgili değil; sanat yönetimi ve mantığı, bilinçli olarak buna uğraşmış ve başarmış.
Avatar’ın görsel dünyası o kadar başarılı ve güzel ki, izleyicilerin harika ve olağanüstü gibi tanımlamalarına ne eklenebilir gerçekten bilemiyoruz. Bir olgu ile savımızı güçlendirmek istersek, şunu söyleyebiliriz; üç saatlik bir yapımın yaklaşık iki saatlik oldukça durağan görsel sekansları izleyiciyi sıkmıyor ve climaxi özletmiyor.
Bu noktadan, filmin senaryosuna ve senaryonun son derece başarılı mühendisliğine geçelim, çünkü senaryo son derece dengeli dağıtılarak verdiği mesajlarla olduğu kadar kreşendo ve climaxe dair çok yerinde göndermeler yapmayı başarıyor. Bir başka deyişle sadece harika görüntüler izlemiyor izleyici. İlmek ilmek dokunan tutarlı ve nerede yaşanırsa yaşansın insana dair temel konuları işliyor.
Evet, senaryoda günlük yaşamdaki ebeveynlerin sorumlulukları, baba ve oğul arasındaki ilişkinin derin tasviri, karı ve kocanın arasındaki mantık ve güç çelişkileri, kendini bulma çağındaki ergenlerin sorunları, zorluklar karşısında akıllıca uzak durmakla prensip sahibi davranarak zorluğun içine dalmak konusuna gerçekçi bir bakış, çatışmadan ne zaman ve ne kadar kaçılması gerektiği ya da gerekmediği sorusu, dinler tarihine dair göndermeler, -özellikle Hz.Nuh ve oğulları konusu- gibi son derece tanıdık temalar başarıyla işleniyor.
Senaryonun ve filmin renginin başarılı olduğu bir başka nokta da kötü adamın motivasyonlarının de başarıyla işlenmesi olmuş. Quaritch’in neyi neden yaptığı, ne hissettiği, neyi sakladığı ve açığa vurduğu ve düşmanı Sully’ye karşı tavrı ile gerçek hislerindeki mantıklı ve insani sebeplerin temsili yine son derece doğal, dengeli ve başarılı olarak işlenmiş. Bir başka deyişle kötü adam özellikle oğlu için tam kapasiteyle koyamıyor yürürlüğe planlarını. Ve bu son derece gerçekçi bir yaklaşım.
Yapımın bizleri kandırdığı ve başarıyla yanlış yönlendirdiği fragmanının aksine, ilk filmin aynısını da sunmuyor. Bu da bir artı yapım adına. Climax, tüm film boyunca ipuçları verilen ve özellikle çocukların değeri ve Neytiri’nin tutkulu öfkesi ile parlarken, çatışmanın çapı ve kahramanlık hikayelerini daha düşük bir düzeyde tutarak kendine özgü bir başlık olmayı başarıyor.
Yine climex ve Neytiri’nin öfkesine eklenen Quaritch’in duygusal yanı, üçüncü filmin konusu hakkında da ipuçları veriyor; evet, ilk Avatar tekil bir filmdi, bu ise bir serinin parçası.
Avatar’ın detay ve göndermeleri içinde; Amazon yerlisini temsil eden orman Navi’leri ile, özellikle çatışma isteyen modda -ve tabi yüzlerindeki dövmelerde- görülen Maori temsili su Navi’lerini çok beğendiğimizi de ayrıca ifade etmek istiyoruz.
Teknik, oyunculuklar ve efektler konusunda söylenebilecek bir şey yok. Avatar’ları içinde büyük yıldızların harika efektler ve ses yönetimi ile yapabildiklerinin ötesine geçmek zor. Ama Neytiri’nin hıncından minik Tuk’un sevimliliğine kadar herkes karakterini olabilecek en iyi şekilde yansıtıyor.
Avatar’ın belirgin bir başka özelliği de, başlığımızda belirttiğimiz ve günümüz sinemasının endüstrriyel yapısı içinde olup gösterebildiği bağımsız tavır oluyor. Denizin en derinine inmiş bir yönetmen olacak kadar özel bir insan olan James Cameron, standart insan sorunlarını da olağanüstü bir görsellikle destekleyerek, CGI teknolojisi ile, ortaya gerçek bir sinema eseri koymayı başarıyor. Günümüz sinemasının dönüşümüne aynı kurallarla oynayarak karşı çıkabilmek büyük bir başarı. Zaten James Cameron’u efsane yapan özellik de bu; devasa gişe işleri içinde insanın son derece tanıdık olduğu samimi ve gerçek hikayeler ortaya koyması.
Bir başka deyişle, Titanic‘in batan gemisi ile başlayan yolculuk Avatar‘da devam ediyor ama bu sefer Jack ve bizler, günümüz sinematik okyanusundan kafamızı kaldırıp derin bir nefes alarak sinema ile birlikte üç saat hayatta kalıyoruz.
Yeni filmlerde tekrar görüşmek dileğiyle, esen kalın.
İlginizi Çekebilir
Gerçek Yarasa Adam: Morbius - Film İncelemesi
Türk Filmleri Haftası 1 - Recep İvedik 6 ve C...
Gerçek Sinema, Gerçek Konular ve Gerçek Üstü ...
Dev Bir Eserin Ona Yakışan Uyarlaması: Dune
Us/Biz - Biz Kimiz, Hangisi Biziz?
Türk Filmleri Haftası 2 - Cep Herkülü: Naim S...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…