Bugün retrospektif sekmemizin amatör tarihsel yorumlarına bir yenisini ekliyoruz, konumuz da İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı başladığında başbakanı olan daha doğru bir ifadeyle Almanya’ya savaşı açan Neville Chamberlain olacak.
Hayatı konusu sürekli tartışmalı olan ve II.Dünya Savaşı‘ndaki tavrı başlarda tamamen olumsuz ama son dönemde daha objektif değerlendirilen Chamberlain, 1869 yılında Birmingham’da siyaset geleneği olan bir aileye doğar. O kadar ki, babası İngiltere Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’dir. Hayatının ilk döneminde siyasete fazla ilgi göstermese de, hatiplik yeteneği ve idealist yanı ağır basan Chamberlain, Birinci Dünya Savaşı‘nın hengamesi içinde Birmingham Belediye Başkanlığı ile aktif siyasete girmiş bulunur.
İdealist, hatip ve inatçı karakterine dürüstlük de eklenince 1937’deki Hazine Müsteşarlığı dönemi ile popülaritesini arttıran politikacı, 1938’de Muhafazakar Parti‘nin başına geçer ve başbakan olur. Ne yazık ki hayatı boyunca peşini bırakmayacak üç senelik bir dönemin ardından da istifa eder. İşte biz de bu dönemi ele alacağız.
Neville Chamberlain’in imalarla yetindiğimiz başarısızlığı 1938’de Hitler ile imzaladığı Münih Barışı‘dır. Hitler’in savaş planlarının görmezden gelinmesi ve safiyane bir hareket olarak İngiliz kamuoyunda, özellikle Battle Of Britain yani büyük oranda havada geçen ve İngiltere’nin işgal tehlikesi altında kaldığı dönemde, eleştirilen bu hareket hem o dönemde istifa etmesine neden olacak hem de özellikle 1970’lere kadar tamamen aleyhinde değerlendirmeler şeklinde siciline geçecektir. Ancak daha soğukkanlı analizlerin yapıldığı sonraki dönemlerde Chamberlain’in ne tarz bir baskı altında olduğunu dile getiren revizyonist bir tarihçilik dönemi başlar.
Peki 1938’de olan nedir? Aslında basitçe herkesi memnun etmek zorunda kalan bir adamın hikayesi söz konusudur. Öncelikle Chamberlain’in Nazilerle 1938’de imzaladığı Münih barış antlaşması sadece Chamberlain’e ait bir fikir ve inisiyatif değildir. Bu, 1920’lerden beri özellikle İngiltere’nin ve bir noktaya kadar Fransa’nın, Almanya’ya karşı Appeasement/Yatıştırma politikasının son halkasıdır. Versailles Antlaşması‘nda Almanya’ya aşırı yüklenildiğini düşünen ahlaki bir bakıştan, Nazilerin yükselişinin uyandırdığı endişeye kadar çeşitli sebepler ve dönemlere sahip bu politikanın son halkası olmak aslında konjenktürel bir şanssızlıktır.
O kadar ki kendisinden sonra göreve gelecek ve 2.Dünya Savaşı‘nın kahramanı olacak Winston Churchill de, Çanakkale başarısızlığı ve sonrasındaki appeasement politikası eleştirileri nedeniyle savaşa kadar unutulup gidecektir. Çok yönlü ve aslında olaylara bakışta siyah beyazlık konusunda Chamberlain’den daha da abartılı olabilecek bir insan olan Churchill’in de hikayesi ilginçtir. İkinci savaş olmasa başarısız bir politikacı ve bir hayalperest olarak anılacak olan figür, savaşın siyah beyaz ortamında kahraman olmuş, ülkesini kurtarmış ve savaştan sonraki ilk seçimde rakip İşçi Partisi’ne yenilip iktidardan uzaklaştırılmıştır.
Bir başa deyişle ülkesi için tek bir görev yapmıştır. Bu fırsatı elde etmesi şans ama olayların kaderle fazla ilintili olması bakımından iyi bir örnektir. Aşağıdaki ve Darkest Hour filminden alınan sahnein sonunda Churchill’in Çanakkale’den kalan acısının işlenmesini ve reaksiyonunu açıklıkla görebiliriz. “İkinci bir cephe açtım,” der “donanmanın sürpriz faktörünü mahvetmesini bana yamamayın…” bunu ne kadar söylerse söylesin bir şey değişmeyecektir. Tıpkı Chamberlain gibi…
Chamberlain’e dönelim. Chamberlain’in Münih Antlaşması’nı imzalamasının sebebi olan ve kendinden önceki yirmi yılı kapsayan sakinleştirme politikasının bir başka sonucu da, silahlı kuvvetlerin çok yetersiz durumda olmasıdır. Chamberlain, Almanya’nın niyetlerini fark etmemiş değildir ancak ona meydan okumasının başarıya ulaşması için yeterli enstrümanlara sahip değildir.
Peki, er ya da geç Almanya kendilerine saldırmayacak mıdır? Aslında bu sorunun cevabı, tüm olan biten içinde Chamberlain’in elini en zorlayan konu başlığıdır: Nazi Almanya’sı ırk bazında aynı seviyede ve akraba gördüğü İngiltere ile ideolojik bir soruna sahip değildir. Hitler, İngiltere ile müttefik olmayı arzulamaktadır.
Bu konseptin açıklamasına dair elimizde mükemmel bir örnek var. Savaş başladıktan kısa bir sonra, Hitler’i baba figürü olarak gören yardımcısı Rudolf Hess, gizli bir operasyon dahilinde -ve Hitler’den habersiz veya haberli- İngiltere’ye uçar. Hamilton dükü ile konuşacaktır. Yakalanır, susturulur ve 1987’de 93 yaşındaki ölümüne kadar müebbet hapis ve tecrite uğrar.
Peki neden? Komplo teorilerine çok girmeyecek olsak da, açık olan bazı şeyler var ve konunun başına dönersek Neville Chamberlain’in ellerini tamamen bağlayan şeyler de aslında çoğunlukla bunlar. Özetlemek gerekirse, İngiltere aristokrasisi ve siyasetinde, Nazi sempatizanlığı güçlüdür. Amerikalı dul bir kadınla evlendiği için tahttan indirilip Bahamalar’a vali olarak gönderilen VIII.Edward‘dan, aristokrasideki birçok figüre kadar, -Hamilton Dükü’nün sempati seviyesini bilemiyoruz ancak aracılık için seçilmesi atmosferi açıklar bir durumdur- İngiltere’nin gücü elinde tutan kesimlerindeki Nazi sempatisinin bir sonucu vardır; düşman görmedikleri ve korkmadıkları bir ideolojik gücün karşısına, umursamadıkları bazı yerler için geçmemek…
Bir başka deyişle Neville Chamberlain’in savaş ilan etmek veya en azından barış kovalamamak için elinde pek de bir şans yoktur. Yine de geleneksel İngiliz politikasındaki Kıta Avrupası’nda tek bir süper güce izin vermemek konsepti ve büyük ihtimalle Amerikan liderliği ağır basar – tahttan indirilen VIII.Edward’ı hatırlayalım- ve Neville Chamberlain’in, Münih’e aykırı olarak Çekoslovakya’yı işgal eden Nazi Almanya’sına, Polonya’yı işgal etmeleri halinde savaş çıkacağı ultimatomunu vermesine olanak sağlar.
Chamberlain, siyah beyaz bakışını pratik eylemlerle de destekler; savunma bütçesini arttırır ve büyük bir silahlanma programı başlatır. Programın can damarı, 1940’da İngiltere’yi işgalden koruyacak olan ve daha önce bahsettiğimiz, çoğunlukla havada geçen Battle Of Britain’in kahramanı, Spitfire projesidir. İngiltere’nin, savaşın ilk haftalarında sürekli kaybeden tarafta olan Hurricane uçaklarının yerini alan bu havacılık efsanesi, Alman Messerschmitt Bf-109‘lara karşı havada kesin bir üstünlük sağlar.
Bu büyük başarı, Chamberlain için bir teselli sayılmalıdır, çünkü Ekim’de zaferle sona eren savaştan bir ay sonra vefat eder. Zaten 10 Mayıs 1940’da istifa edip yerini Winston Churchill’e bırakmak zorunda kalmıştır.
Bununla birlikte ve kendisinin de ifadesiyle tarihte aklanamayacağını bilmesine rağmen Chamberlain egosuna yenilmez. Başbakanlıktan istifa ettikten sonra Winston Churchill’in savaş kabinesinde yer alır ve muhafazakar partinin eski başkanı olarak, onu hem politik olarak destekler hem de yokluğunda, kabineye başkanlık eder.
Örneğin, realist bir politikacı olan dönemin Dışişleri Bakanı Lord Halifax‘ın, Dunkirk krizi sırasında bastırdığı barış görüşmeleri fikrine karşı Churchill’e destek verir. Unutulmaması gereken nokta şudur; Churchill kendi partisinde bir desteğe sahip değildir. Chamberlain’in tam o anda- filmin tanımıyla “o karanlık saatte”-, Halifax’ı desteklemesi İngiltere’nin fiziksel zarar görmeden kapitüle edilmesi ile sonuçlanabilecektir.
Aşağıdaki ve yine Darkest Hour filminden aldığımız sahne, odak noktası olarak Churchill’in ünlü konuşması “We Shall Fight on the Beaches / Çıkartma Sahillerinde Savaşacağız” konuşmasını odağına alsa da, yazımızın konusuna dair önemli bir an içerir; konuşmanın sonunda mendili ile alnını silen ve muhafazakar parti milletvekillerinin ayağa kalkarak savaş kararını desteklemesini sağlayan adam, Neville Chamberlain’dir.
Sonuç olarak, Neville Chamberlain neredeyse uzlaştırılması mümkün olmayan taraflar arasında kalmış, herşeyi bir yere kadar taşımayı başarmış ve gerektiğinde verdiği politik destekten, İngiltere’nin yeniden silahlanmasına kadar fiziksel edimlerini de yerine getirmiş olup aslında İngiltere’nin savaştaki gizli kahramanıdır. Ancak insanların kriz anında karizmatik liderlere dönüşü ve yine kriz anlarında olayları eni konu değerlendirme lüksünün olmaması sebebiyle, döneminde ve revziyonist tarih dönemine kadarki yaklaşık otuz yıllık dönemde entelektüel anlamda kovuşturulmuştur.
Bununla birlikte Neville Chamberlain, bu revizyonist yeniden değerlendirilme şansına, görevde iken yaptıkları kadar, görevini kendisi sonlandırarak da kavuşmuştur. Bir noktada insanların kendisini anlayacağını ummuş ama bunu kendi hayat süresi ile sınırlamayarak, edimlerini taçlandırmış ve görünür kılmıştır.
Başka hikayeler ve hayatlarla tekrar buluşmak dileğiyle, hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
Biraz Tarih Biraz Shakespeare Biraz Yirmi Bir...
Özel Dosya; Tarihte ve Beyazperdede Vampirler
Rita Monaldi ve Francesco Sorti'nin Hırslı Ye...
Futbol ve Siyaset: Arjantin, İngiltere ve Fal...
Derdini Anlatırken Net, Konu Aldığı Karakteri...
Yirminci Yüzyılın Tarihine Tanklar Aracılığıy...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…