Altıncı Bölüm: Her Şey Lehimize Gidiyor
Maelstrom Savaşı’nın kazanılmasından beri bir yıl geçmişti. Kara Hilal, özellikle sınırda devam eden çatışmaların pek çoğunda Maelstrom’daki gibi başarılar göstermiş ve Universum Ordusu’nun saldırılarını bastırmayı başarmıştı. Maeve, Mira ve Row, bu bir sene içerisinde savunmayı seçmiş ve bu sayede hem Kara Hilal müttefiki olan sistemlerde, hem Universum içerisinde olan sistemlerde birer kahraman olarak değerlenmişlerdi. Bu, istedikleri psikolojik zaferdi ve bunu sonuna dek götüreceklerdi. Tabii bu madalyonun diğer yüzündeki Universum ise tam tersine, savaşın başındaki imajlarını tamamiyle kaybetmiş, savaştaki kötü adamlar olmuşlardı. Megali Universum Jr, bu hezimetten sonra generalini kovmuş ve onun yerine Maeve’in ödül avcılığı zamanlarında mücadele ettiği en büyük ödül avcısı olan Hailey M’ringthon Elks’i getirmişti. Bu ödül avcısı, Üçüncü Lale Devri’nin son amirallerinden biriydi ve hem eski orduda, hem de ödül avcılarının arasında “Zehir” olarak bilinirdi.
Zehir, geldiği gibi ordu içerisinde pek çok şeyi değiştirmişti. Eski generalin kara işgallerine dayalı savaş stratejilerinin etkili hava ve uzay saldırılarıyla dengelenmesini savunuyordu. Onun gelişiyle birlikte uygulamaya konan Büyük Uzay Planı, öncelikli olarak en az Kara Hilal’inki gibi yetenekli pilotlar yetiştirerek bu konudaki eksiği tamamlamaktı, bunun için eski günlerinden tanıdığı bütün eğitmenleri getirip eğitmeye başlamıştı. Planın ikinci aşaması ise, eski Leviathan gemilerini tamamen yıkarak onların yerine yeni gemiler yapmaktı. Bu iki aşama bir arada yürütülmeye başlanmıştı ve ikisinin de ilk sonuçlarını en az üç senede alabileceklerdi, bu yüzden Kara Hilal ile beş sene süren bir ateşkes imzalamak zorunda kalmışlardı. Megali Universum Jr değildi elbette bu imzayı atan, kendisini o kadar da düşüremezdi sonuçta. Antares Universum’un ateşkesi imzalarken Maeve ve Mira’ya baktığını ve gülümsediğini söyleyenler de vardı, ancak bunu kanıtlayan hiçbir fotoğraf, video veya holografik kayıt bulunamadı.
Row, bu bir sene içerisinde eskisi kadar casusun kalmadığını fark etmişti, demek ki Universum Ordusu onları birer birer bulmaya başlamıştı. Bunun kendilerine gelebilecek bilgi kaynağında önemli bir tehdit yarattığını görebiliyordu, özellikle bu aralıkta geçen bir senenin son altı ayında ordunun yeni gemiler yapıp yapmadığına, o gemilerin nasıl olabileceğine veya nasıl yok edilebileceklerine dair hiçbir bilgi gelmiyordu. Eğer Universum Ordusu bir anda saldırmaya karar verirse üzerlerine ne atılabileceğine dair hiçbir bilgileri ve fikirleri yoktu artık ve bu durum fazlasıyla sinir bozucuydu. Han Mewa’dan da bilgi alamıyorlardı, zira onun da Universum Ordusu’na veya oradaki herhangi bir kişiye erişimi kalmamıştı. Artık sadece bir güvenilir kaynakları vardı, Universum’un en içlerinden olan ve onlara en iyi şekilde yol gösterebilecek bir kişi: Antares Universum.
Antares Universum’un Kara Hilal ile birlikte çalıştığını pek çok Kara Hilal üyesi biliyordu zaten, ancak Mira, Maeve ve Row haricinde hiçbiri onun gerçekte kim olduğunu bilmiyordu. Keza pek çok Kara Hilal üyesi için Universum ailesinin parlak yüzünün onların yanında olması, onun aslında liderleri Mira’nın eşi ve Havisran’ın annesi olmasından çok daha önemli olacaktı, bu yüzden bilmelerine gerek dahi yoktu. Amelia da bunun farkında olduğu için onlara olabildiğince hızlı biçimde bilgi göndermek amacıyla özel bir kanal kurmuş ve bunun sayesinde, altı aylık bir aradan sonra tekrardan Kara Hilal’in bilgi konusundaki eksiklerini biraz da olsa tamamlamaya başlamıştı.
Yeni edinilen bilgilerin ışığında, bir daha Maelstrom’daki gibi bir zaferin kazanılması için öncelikli olarak bu yeni uzay gemilerinin nasıl yok edilebileceğini çözmeleri gerekiyordu. Gemilerle ilgili ellerinde olan bütün bilgiler Amelia’nın verdiği kadardı ve onun elindekiler de basit planlardan ibaretti, bu yeni gemilerin nasıl olduğunu, ne kadar güçlü saldırı ve savunma sistemlerine sahip olduklarını, bu sistemlerin nasıl aşılabileceğini hiçbir şekilde bilmiyorlardı. Maeve ve Mira’nın bu konuda fikirleri vardı elbette ama son bir sene içerisinde bu yeni gemilerden bir tane bile görmemişlerdi. Bu ilginç bir durumdu, zira Amelia’nın dediklerine göre Universum Ordusu istese bütün cephelere bu yeni gemilerin hepsini sorunsuzca gönderebilirdi, ancak yapmıyordu. “Tekrardan büyük bir işgale hazırlanıyorlar.” demişti Maeve bir toplantılarında, “Bu sefer kesin bir vuruş ile bizi bitirip, sonsuza dek zafer ilan etme amacındalar.”
“Peki ne yapabiliriz Maeve?” Row’un yanındaki yardımcılardan biri olan Matthew Miller sormuştu bu soruyu, “Eğer yeni bir donanmaları varsa ve bize saldırmaya hazırlanıyorlarsa, bununla ilgili ne yapabiliriz ki?”
Maeve düşündü. Eğer Universum Ordusu bu yeni donanmaya bu kadar çok güveniyorsa, bu yeni gemileri illa ki kendilerini korumak için de kullanacaktı. Bu durumda, kendilerine sadece tek bir çıkar yol görünüyordu. Oturduğu yerden kalktı ve ona konsantre olan insanlara bakarak, büyük bir ciddiyetle kararını söyledi:
“Saldıracağız.”
Herkes şaşırmıştı. “Delirdin mi Maeve?” diye bağırıyordu Row, “Bahsettiğin şey resmen bir intihar operasyonu, böylesi bir durumdan sağ çıkamayız!” Toplantıdaki herkes bu karara karşı çıkıyordu. Maeve de onlarla hemfikirdi zaten, bu yüzden masaya üç defa sertçe vurdu ve herkesin susup kendisini dinlemesini sağladı. Herkesin tekrardan onu dinlediğine emin olduktan sonra konuşmaya başladı:
“Bakın, ben de sizin kadar karşıyım bu öneriye, açıkçası bunu söylemek bile benim içimi yaralıyor. Ancak bundan başka çaremiz yok şu anda ve hepimiz bunun farkında olmalıyız. Yine de, herhangi birimizin kaybedilmesine yol açacak bir şey yaptırmayacağım. Açıkçası kafamdaki saldırı planında canlı kurban etmek yok. Row, bazı gemilerimizi merkezi bir yapay zeka sistemine bağlayıp böyle bir operasyona gönderebilmemiz mümkün müdür?”
Row düşündü. Maeve’in önerdiği sistem mümkündü aslında, ancak uzaktan kontrolü sağlamak imkansızdı. En yakınlarındaki Universum sistemi/istasyonu on halka uzaklıktaydı, ancak ellerindeki en güçlü iletişim ve yapay zeka sistemleriyle bile iki halkadan sonra kontrolü kaybedebilirlerdi.
“Evet, mümkündür. Ancak bu gemilere en fazla iki halka uzakta durabiliriz, zorlarsak iki buçuk. Daha fazlasında kontrolü kaybederiz ve bütün plan çöker.” Row bunun için ne yapabileceğine dair aklından geçen bütün fikirleri değerlendirmeye başlamıştı bile. “Peki bunu ne kadar ufak bir gemiye veya araca sığdırabiliriz ve bu sistem ne kadar güç tüketir?” Maeve’in ne düşündüğünü anlamıştı Row, eğer uygun bir gemi bulabilirse sivil araçların içine karışıp fark edilmeden operasyonu yürütebilirlerdi.
“Pekala” dedi Row, “Bu konuda ne yapabileceğimize bakar, tekrardan konuşuruz.”
Gerçekten de bu planı uygulamışlardı. Droplet’in bu iş için en iyi araç olduğunu gördükten sonra onun üzerinden kurdukları bir iletişim sistemiyle birlikte yüz avcı gemisini Universum’un en önemli istasyonlarından biri olan Universum-004’e direkt saldırıya başladılar. Bu direkt saldırı Universum Holding’i hemen harekete geçirmişti, ancak ilk olarak ufak gemiler göndererek baş etmeye çalıştılar. Maeve bütün avcı gemilerini kontrol edebildiği için bu ilk dalgalarla rahatlıkla baş edebilmişti. Elbette ikinci ve üçüncü dalgalar da aynı şekilde ona dayanamamıştı. Maeve istasyonu rehin aldığını ana iletişim kanallarından birini kullanarak ilan etmiş ve bütün Universum alanındaki gezegen sistemleri ve istasyonları şaşırtarak büyük bir güvenlik sorununa neden olmuştu.
Bir ay boyunca devam eden bu çatışmalara son vermek isteyen Universum Ordusu, yeni gemilerini denemeye karar verdi ve bir ağır savaş gemisi ile iki yüz avcı gemisi gönderdi. Avcı. gemilerinin geldiğini gören Maeve, uzun süredir hangarda tuttuğu Droplet’i hangardan ve istasyondan çıkardı ve iki halka uzaklıktaki bir asteroidin yüzeyine dikkatlice indirdi. Eğer Row ile taktıkları kamuflaj sistemi hala iş görüyor ise, burası onun için mükemmel bir fırsattı. “Şimdi ne yapabileceğinizi görelim bakalım.” dedi ve gemilerin hepsini kaldırıp saldırıya başladı.
Gelen yeni avcılar ve avcı gemileri, Maelstrom’dakilere hiç benzemiyordu. Maeve’in taktiklerini ve rotalarını anlamışlardı ve yavaş yavaş onun gemilerini yok etmeye başlamışlardı bile. Ancak Maeve’in asıl hedefi bu yeni avcılar ve gemileri değil, ağır savaş gemisinin nasıl yok edilebileceğiydi. Gördüklerine göre, bu yeni savaş gemisi Leviathan’lardan tamamen farklıydı ve sanki tek bir parça olarak imal edilmiş gibiydi. Kalkanlarının açık edebileceği hiçbir yeri yoktu sanki, ancak gözlemlemeye devam ederken büyük bir açık fark etti: Bu gemilerin kalkanları o kadar güçlüydü ki, yüzeyine yaklaşan gemileri yok etmek için silahlarını çıkarmak için o kalkanları indirmesi gerekiyordu, yoksa o kalkanlardan geri tepen ateşleme gemiyi içten yok edebilirdi. Kalan son üç avcı gemisini iyice gemiye yaklaştırdı ve bunu nasıl yaptıklarının kaydını aldı. Arkasından gelen avcı gemileri, onun son üç avcı gemisini yok ederken, Maeve orada bulunan ve bunun bir yenilgiden ziyade büyük bir zafer olduğunun farkında olan tek kişiydi.
Topladıkları bilgiler eşliğinde, sonraki operasyonlarını nasıl yapacaklarını ve karşılarındaki ordunun nasıl olduğunu anlamışlardı artık. Özellikle adının Ontaron olduğunu öğrendikleri bu yeni gemilerin nasıl yok edilebileceğini biliyorlardı. Gemiler Maeve’in gördüğü gibi tek parça olacak şekilde imal edilmişlerdi, ancak güçleri kadar zayıflıkları da buradan geliyordu. Evet, güçlü bir fiziksel yapılardaydı, ancak bu fiziksel yapıları yüzünden ağır silahları ile güçlü kalkan sistemleri aynı anda çalışamıyordu. Bu dezavantaj doğru bir biçimde kullanılabilirse, bu ağır gemiler rahatlıkla etkisiz hale getirilebilir, hatta yok edilebilirlerdi. Elbette bu durumdan kazandıkları ikinci bir avantaj daha vardı: Universum Ordusu’nun yeni avcı pilotlarının yeni taktiklerini ve ne kadar iyi eğitimli olduklarını görmüşlerdi. Maeve’in kaydedebildiği görüntülere göre nasıl hareket ettiklerini de görmüşlerdi.
Universum Ordusu’nun elde ettiğini düşündükleri ise bambaşkaydı, onlar için büyük bir zaferdi. Elbette yüz avcı gemisinin yok edilmesi kolay bir şeydi ve zafer olarak görünemezdi, ancak başlarında Maeve Koavis olması, bu zaferi fazlasıyla değerli kılıyordu. Yüz avcı gemisiyle gelen Maeve Koavis, Universum-004’ü bir ay boyunca yüz avcı gemisi ile rehin tutmuş ve Universum Ordusu, bir aylık mücadelenin sonunda bu yüz avcı gemisini, hiç kimsenin sıcak bakmadığı yeni avcı pilotlarının kullandığı gemiler ile yok etmiş ve Maeve Koavis’in kaçmasını sağlamıştı. Tabii bunun altında ne olduğunu bilmek isteyen insanlar da vardı, Oramiral Elks gibi. Elks, savaşta yer alan bütün avcı gemilerinin ve gönderdikleri ilk Ontaron’un kaydettiği bütün kamera görüntülerini incelemeye başladı. Eğer Maeve’i yeterince tanıyorsa, yüz kişiyle boşu boşuna, yenileceğini bildiği böylesine bir saldırı yapmazdı. Maeve ile çok defa mücadele etmişti ödül avcılığı zamanında ve bu kızın normalde akılsızca görünen davranışlar ve planlarla akıllıca davrandığını düşünen herkesin önüne geçtiğini onlarca kere görmüştü. Bu seferkinin de öyle olduğu belliydi ve muhtemel amacının bilgi toplamak olduğunu da anlamıştı, ancak ne bulmuş olabileceğine dair hiçbir ipucu elde edemedi. Maeve’in bir Ontaron’u nasıl yok edebileceğine dair ipucu aradığını biliyordu elbette, ancak bir ipucu bulup bulamadığını anlayamamıştı. Avcı gemilerinden birinin Ontaron’un yüzeyine yaklaştığını görmüştü, ancak o geminin yüzeydeki silahlara dayanamayıp geri çekildiğini de gördüğü için Maeve’in istediği ipucunu elde edemediğini düşündü. Şimdilik ordusu, kendisi ve Universum güvendeydi. Planı sorunsuzca devam edebilirdi.
“Oramiral Elks, bu garip saldırının nedenine dair herhangi bir sonuç çıkarabildiniz mi?” Megali Universum Jr. bu son bir ay içerisinde olan garip ve anlamlandırılması zor savaşın sebeplerini bilmek istiyordu haklı bir şekilde, ancak Oramiral Elks de bu konuda onun kadar bilgisizdi ve kafası onun kadar karışıktı. İkisi de bunu çözmeye vakit bulamayacaklardı, çünkü bu saldırıdan sonra Kara Hilal’in ateşkesi bozduğunu ilan eden konuşmasıyla birlikte daha çok saldırı yapılmaya başlanmıştı. Bu saldırılar, daha öncekilerden farklı olarak Universum Ordusu’nun zaferleri ile sonuçlanıyordu. Maeve ne öğrenmeye çalışmışsa başaramamıştı anlaşılan, Maelstrom’daki ordularından bir eser kalmamıştı sanki, bu saldırılarda savaştıkların ordunun gerçekten Kara Hilal’le bir alakası yoktu sanki.
Oramiral Elks, Maeve’in bir şey bulduğunu anlamıştı, zira bu bulduğu şeyi saklamak için on farklı yerden dikkat dağıtma saldırısı düzenler olmuştu. Maeve zeki biriydi, ancak böylesi stres yaratan pozisyonlarda bu zekasına erişemediği oluyordu, zaten bu yüzden kariyeri boyunca hiçbir zaman birinciliğe erişememişti. “Ustana saygı duyarım Maeve, ancak sen asla onun kadar iyi olamadın. Basit bir hatadan dolayı gideceksin maalesef.” dedi Elks, “Açıkçası bu kadar kolay bir şekilde açık verebileceğini tahmin edemezdim.”
“Ben de senin için aynısını söyleyebilirim, Halley M’rington Elks.”
Orgeneral Elks arkasını döndü. Odasının kapısını koruyan korumaların ikisi de, kapının açılmasıyla birlikte birer kum torbası gibi yere düştüler. Gırtlaklarından birer delikle öldürülmüşlerdi. Az önce kendisinden bir hamle önde olduğunu düşündüğü kişi, şimdi onun önünde duruyordu. Elindeki iki avcı bıçağı da kanla sıvanmıştı resmen, buraya gelene dek kaç korumayı ve askeri öldürdüğünü bilemese de tahmin edebiliyordu. Buraya kadar gelebilmek için en azından bir manga askeri aşmış olması gerekiyordu ve işin en korkutucu kısmı da buydu zaten.
“Sen…” Kekeliyordu artık Elks, az önceki ifadesinden eser kalmamıştı “Sen buraya…nasıl geldin?” Yüzünden resmen ecel terleri boşalıyordu şimdi, Maeve istese onu da burada öldürebilirdi. Onunla belki mücadele edebilirdi, ancak bunun beyhude olacağını anlıyordu, zira destek çağırsa bile beş dakikadan önce gelemezlerdi. Maeve onun yüzündeki korkuyu görmüştü. Şu ana dek yürüttükleri bütün bu operasyonun amacına ulaşmıştı bile. Elks’in ufak zaferlere odaklı biri olduğunu biliyordu, zira ödül avcılığı yıllarında da onu sürekli olarak böyle ufak zaferlerle yönlendirip, onun hayal edemeyeceği kadar iyi ödüllere, daha az emekle ulaşıyordu. Şimdi aynı strateji ile onun dikkatini kendisi ve Kara Hilal için yeterli bir süre boyunca dağıtmıştı.
“Hiç yok ettiğin avcı gemilerinin içinde kim olduğuna baktın mı? Bakmış olsaydın, ne yaptığımı anlardın.” Maeve gülümsüyordu ve Orgeneral Elks bu gülümsemeden korkmuştu. “Sana ve senin beceriksiz askerlerine bir askerimi bile savaşmaya göndermedim ve yine de bizi zorlukla yenebildiniz. Şimdi de kalkıp Silvar’a ve bana laf edebiliyorsun ha?” Elks iyice geriye çekilmişti, ne olacağına dair hiçbir şeyi düşünemiyordu. Maeve ona doğru yaklaştı ve onun aklından çıkmayacak üç kelimeyi söyledi:
“Bu anı unutma.”
Elks, Maeve gittikten saatler sonra bile sıkıştığı o köşeden çıkamamıştı. Onu hayatı boyunca küçümsediğini, bu kadar acı ve korkutucu bir şekilde öğrenmişti işte. Gerçekten de Maeve’in dediği gibi, bu anı unutamayacaktı.
İlginizi Çekebilir
Doğal ve Yapay'ın Buluştuğu Bir Öykü: Yeni Ay
S.Volkan Gün'den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – U...
Bir Garip Kurgu Örneği: Cacık Veya Beyaz Kasl...
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.