Berdan Sarıgöl’den Saga’nın İkinci Kitabı – Universum: Havisran’ın Dönüşü 9.Bölüm

Bunu Paylaşın

Sekizinci Bölüm: Değişmez Kader Noktası

“Demek öyle” Mira’nın sesi şaşkınlıktan çok hayal kırıklığını yansıtıyordu, “Peki sence Maeve bunu yapabilecek mi? Ben nedense yapamayacağını düşünüyorum.” Amelia onun neden bu kadar şüpheli olduğunu anlayamamıştı. Maeve’in kendisinden önceki iki yüz seksen altı klonun yaptıklarını değerlendirip buraya kadar gelebilmiş olması bile yeterli olmalıydı halbuki. “Neden böyle şüphelisin?” diye sordu Mira’ya. Mira ona, sanki “Demek istediğimi anlayamadın mı?” dercesine bakıyordu. Derin bir nefes alıp verdi, arkasına yaslandı ve açıkça içinden geçenleri söyledi:

“Evet, Maeve ikimizin de yapabileceğinden daha ileri gitti, ancak onu gözlemlediğimde, bir tür duvara çarpmak üzere olduğunu fark ettim. Şu ana dek eski hayatlarından gelen bütün tecrübeyi kullandı, bu yüzden geleceğinin nasıl olabileceğine dair fikri basit rüyalarla sınırlı. Maelstrom Savaşı’ndan beri bu şekilde davrandığını fark ettim, eskisinden daha dikkatli ve pimpirikli oluverdi birden. Row bile ona erişemediğini, duygusal aurasını dahi dışarıya kapattığını söylüyor. Muhteşem bir savaşçı olabilir, ancak şu anda ne olacağını bilmediği için korkudan kimseyle konuşamayan bir çocuktan farksız. Eğer ona yardım edemezsek bir daha asla bu şansı elde edemeyiz.”

Amelia onun ne demek istediğini anlamıştı. “Pekala, ona nasıl yardım edebileceğimizi düşünüyorsun?” Eğer durum Mira’nın dediği gibiyse, Maeve’in onu yönlendirecek kişilere ihtiyacı vardı. Aslında ikisi bu konuda güvenilir olabilirdi, ancak yaşanan bu kadar şeyden sonra Maeve’in onlara güvenebileceğini düşünmüyordu bile. Onunla olan ilişkileri asla iyi olmamıştı. Anneleri olmalarına rağmen ikisi de Maeve’den fazlasıyla uzaktalardı. “Bilmiyorum.” dedi Mira, “Ona nasıl yaklaşabileceğimizi bilememek beni çok üzüyor.” Amelia’nın hiç beklemediği bir şekilde gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Mira hiçbir zaman onun yanında ağlamamıştı. Ona sarıldı ve “Beni de üzüyor hayatım.” dedi sadece. Mira ilk defa onun yanında bu kadar derin bir biçimde güçsüzlüğünü göstermişti. Mira’yı sakinleştirdi ve ona bir bardak su getirip içirdi. “Merak etme bebeğim” dedi Mira’ya en tatlı, en sevgi ve şefkat dolu sesiyle, “Artık yanındayım ve bir daha yanından ayrılmayacağım.”

Bir süre daha, hem geçmişten, hem de gelecekten konuştular. İkisi de, birbirlerinin bu uzun ve sonu gelmez hayatındaki her anı büyük bir sevgi ile karşılıyordu. Yaşadıkları her şey, onları birbirine daha çok bağlamıştı. Bu konuşmada, Maeve’e gerçek manada en iyi şekilde yardım edebilecek kişinin Row olduğu geldi ikisinin aklına. Row, Maeve’e ikisinin olabileceğinden daha yakındı, hatta şu ana dek Maeve’in hayatını değiştirebilen ve onun başkaları için değiştirilemeyecek gelecek olasılıklarını aşmasını sağlayabilen tek kişiydi. Row’un kendilerine sadık olduğunu biliyorlardı, bu yüzden onu yönlendirmek yerine onunla konuşmanın daha iyi, daha insancıl ve daha mantıklı olduğunu düşünüp bu şekilde ilerlemeyi kararlaştırdılar.

Birkaç gün sonra Row’u çağırıp onunla da bu konu hakkında konuştular. “Anlıyorum, eğer benim onunla konuşabileceğimi düşünüyorsanız bu konuda sizinle çalışmaktan mutluluk duyarım.” dedi Row, Maeve’in durumunun sadece kendisi tarafından fark edilmemiş olmasına seviniyordu. Onun annelerinin de bu konuda kendisiyle aynı fikirde olması, gerçekten de bir sıkıntı olduğuna işaretti ve bununla ilgili Maeve ile konuşması gerekiyordu. Ancak Maeve, ne anneleriyle, ne Kara Hilal ile, ne de kendisiyle konuşuyordu. Uzunca bir süredir, kimseyle konuşmadan, ihtiyaçları haricinde dışarı çıkmayarak bir tür meditasyon sürecine girmişti. Ancak bu, sadece Row’un tahminiydi ve gerçekle alakası düşündüğünden daha azdı.

Maeve bir meditasyon sürecinde değildi. İçindeki gücü, duygularını kontrol edip kendisini belirli bir seviyede tutabilmeyi başarmıştı, ancak bunun yavaş yavaş yaklaşan ve değiştirilmesi zor olabilecek bir sonucu ona doğru yaklaşıyordu. Bu sonucu rüyalarında, gündüz düşlerinde, meditasyon seanslarında görüyor ve bundan hiçbir şekilde kurtulamıyordu. Daha önceki rüyaları gibi, bunun değişebildiği bir gelecek ihtimali görünmüyordu bile. Bu korkunç ve ölümcül kehanet, onu içten içe yiyip bitiriyordu:

Universum Ordusu’nun Havisran’a doğru yaklaştığını görüyordu, öylesine bir savaş vardı ki, o savaşı Antimon Adası’nın en yüksek dağının tepesindeki Earheart Kulesi’nden rahatlıkla görebiliyordu. Kara Hilal, son gemisine dek direniyordu, ancak bu direniş boşunaydı. Maeve tuhaf şekilli olan ve devasa bir topa benzeyen bir gemiyi fark ediyordu sonradan, gemi gezegene doğru yoğun bir ışın gönderiyordu. Bu ışın, bütün gezegenin içine girip çekirdeğine ulaştığında, gezegenin yok oluşuna şahit olan tek kişi kendisi oluyordu. Toprak içinden gelen lavlar ve kızgın metallerle binlerce parçaya ayrılırken, gezegenin üzerindeki her şeyi yok ediyordu. Maeve, bütün gücüyle bu yok oluşu durdurmaya çalışsa da, hiçbir faydası yoktu. Onun yüzünden, bütün bir gezegen yok olmuştu. Bu geleceği değiştirememiş, aksine yaptığı her şey buna sebep olmuştu.

Maeve bunu engellemek için tek bir yol olduğunu düşünüyordu: Kendisini tamamen denklemden çıkarmak. Kara Hilal’in ihtiyacı olan şey Havisran değildi, Maeve Koavis veya M-287 de değildi. Şu anda Kara Hilal’e, Row’a, Mira ve Amelia’ya yarardan çok zararı dokunacaktı, bu yüzden kendisini bu olayın gerçekleşmeyeceğinden emin olacağı bir pozisyona çekmeliydi. Bu yüzden kimseyle konuşmamayı, günlük fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak dışında bütün evrenle bağını kesmeyi tercih etmişti. Bunu diğerlerinin de fark ettiğini biliyordu, bu yüzden Row’un onun duygusal aurasını görmesini engellemişti, zira onun kendisi için şu anda olduğundan daha çok endişelenmesini istemiyordu. Bir alternatif bulana dek bu atıl durumda kalmalıydı, çok hassas bir dengenin üzerine basmıştı zira. Yapılan yanlış bir hareket, söylenen yanlış bir söz, hatta dengeyi bozacak yanlış bir nefes bile her şeyi o yok oluşa ve başarısızlığa götürebilirdi.

Odasında, tamamen karanlık ve seslerden uzak bir şekilde bu düşünceler içerisindeyken kapının kilidinin açıldığını duydu ve başını çevirip baktı. Işık gözlerini aldı, sonra gözleri ışığa alışınca kimin geldiğini gördü: Row’du gelen. “Maeve, birkaç dakika dahi olsa konuşabilir miyiz?” dedi Row, sesi ağlamaklıydı. Derin bir nefes alıp verdi, ayağa kalktı ve “Peki, konuşalım ama ne olur şu kapıyı kapat.” dedi. Row kapıyı kapattı ve Maeve’in karşısına çöktü. Neredeyse zifiri karanlıktalardı, ancak birbirlerini seçebiliyorlardı.

“Maeve” dedi Row, “seni neyin bu kadar korkuttuğunu bilmiyorum ama bu şekilde uzaklaşman gerçek bir çözüm olmayacaktır, bundan eminim. Ne olduğunu anlatabilir misin?” Maeve düşündü. Gerçekten ona anlatabillir miydi, bundan emin değildi, ancak yine de sadece kendisinin düşünmesinin bir sonuç getirmeyeceğini de biliyordu. Amelia veya Mira onu anlayamayabilirdi, ancak Row’un onu anlamasa da onu elinden gelen en iyi şekilde destekleyeceğini biliyordu. “Pekala Row, beni dikkatlice dinle. Anlatacaklarım hepimizin geleceği açısından çok önemli.” diyerek gördüğü rüyayı, bu rüya hakkında düşüncelerini ve neden hiçbir şey yapmadığını anlattı. Row onu belki de hiçbir insanın onu dinlemediği dikkatle ve anlayışla dinliyordu. Sözlerini bitirdiğinde, “İşte bu yüzden hiçbir şey yapmamaya karar verdim.” dedi. Row ise Maeve’in söylediklerinde bir noktaya takılmıştı, “Peki gezegenin yok oluşunda her şey toprak havalanmadan önce çoktan yok olduysa, sen nasıl bu kadar uzun süre hayatta kalabildin? Sence de bu garip değil mi Maeve?” dedi.

Maeve’in gözleri, bu düşüncenin etkisiyle parladı. “O zaman benim bu yok oluştan sağ kurtulmuş olmam gerekir, yani beni yok edip bu evreni sonsuza dek devam edecek bir zaman döngüsüne alamadılar.” dedi heyecanla ve Row’u sevinç ve tutku ile öptükten sonra “İyi ki geldin bebeğim, sayende ne yapacağımı biliyorum artık!” diyerek ayağa kalktı. Row da ayaklandı ve beraber odadan çıktılar. “Şimdi” dedi Maeve, “annelerimle de konuşmam gerekiyor.”

“Onlar da seninle konuşmak istiyorlardı zaten. Eğer hemen gitmek istiyorsan beraber gidebiliriz.” dedi Row. Maeve başını salladı ve beraber onları bekleyen araca binip Antimon Kulesi’nin tepesindeki toplantı odasında gelmelerini bekleyen Mira ve Amelia’ya gittiler.

“Peki bu durumu engelleyemeyeceğini nereden biliyorsun? Bana anlattığına göre Maelstrom Savaşı’nı değiştirmeyi başarmıştın, bunu da değiştiremez misin?” Mira Maeve’in anlattıklarını anlamıştı, ancak onun neden bunu değiştiremeyeceğini düşündüğünü çözememişti. “Yani, Havsran gezegeninin yok oluşunu durdurma imkanın yok mu?”

“Maalesef yok.” dedi Maeve, “Ancak bu yok oluş sırasında olabildiği kadar insanı kurtarabiliriz, zira en son gördüğüm rüyalarda yok oluştan önce hiçbir insan yoktu bildiğin. Eğer bu şekilde gideceksek, insanları kurtarır, Kara Hilal’i daha güvenli bir gezegende devam ettirebiliriz.” Amelia da ona katıldığını ifade eder şekilde başını salladı. Açıkçası, hepsi bu konuda Maeve’e güveniyordu ve onun söylediklerine dayanarak bir acil durum tahliye planı oluşturmaya başladılar.

Onlar acil durum planı oluştururlarken, Havisran içinde ve dışında da farklı gelişmeler yaşanıyordu. Kara Hilal’in sınırda Universum Ordusu ile yaptığı çatışmalar, eskisi gibi eşitlikle veya hassas kararlara bağlı zaferlerle değil, güçlü ve vurucu Kara Hilal zaferleriyle sonuçlanıyordu. Bu zaferler, uzun süredir üstünlük sağlamaya çalışan Kara Hilal’in istediğinden de fazlasını getirmişti. Yıllardır yarı yarıya hakimiyet alanlarına sahip olan Universum ve Kara Hilal arasındaki bu savaş, en sonunda Kara Hilal’in evrenin tamamına hakim olması ile bitecekti.

Megali Universum Jr, bu hezimetlerden sonra artık hiçbir komutana ordusunu emanet etmeyeceğine karar verip kendisini Universum Ordusu Başkumandanı olarak atamıştı ve bir senedir bu unvanla ve onun her ezici ve yıkıcı yenilgide gittikçe ağırlaşan sorumluluklarıyla yaşıyordu. Artık sinirleri tamamen bitmiş, zihinsel olarak yıkılmıştı. Evindeki hizmetkarları öldürtmüş, yerlerine ordudan gelen geri hizmet birliği getirtip, malikanenin her tarafına yüzlerce özel kuvvet koruması yerleştirmişti. Maeve’in onların en yakınına kadar gelebileceğine ve onları öldürebileceğine dair gittikçe gelişen paranoyası, onu gün geçtikçe evinden çıkamaz hale getiriyordu. Artık her şeyi eskiden toplantı odası olarak kullandığı odaya kurdurduğu, evrendeki en güçlü süper bilgisayar sisteminden takip etmeye ve yönlendirmeye çalışıyordu.

Moslee ile konuşmaları, eskisi gibi kısa süreli görüşmeler değildi. Megali Universum Jr, parçalanan beynini toparlamak için Moslee’nin akıl sarayına sığınmış, onun kendisini yönetmesine ve yönlendirmesine izin vermişti. Artık tamamen o şeytanın kontrolüne girdiğini görebiliyordu ve bu onu kahretmişti. Universum ailesinde, bu kadar düşük bir seviyeye inen tek erkek oydu. Moslee’nin akıl sarayındaki hücresinde oturup onun neler yapmaya çalıştığına bakarken, kendi hayatı gözlerinin önünden geçiyordu.

Leia Melhana Universum ve Magnus Universum’un en genç erkek çocuğuydu. Ondan büyük Antares ablası ve ikiz abileri Dean ve Jean, ondan küçük ise kız kardeşi Maria vardı. Her zaman ikiz abileri Dean ve Jean’ın gölgesinde kalmıştı, hatta babası Magnus Universum’un gözünde Antares’ten bir tık daha akıllı bir ev kedisinden fazlası değildi. Universum ailesinin gelecek yöneticisinin ya Dean ya da Jean olacağına emin olduğu için Megali’ye bu konuda hiçbir eğitim vermeye çalışmamıştı bile. Megali de bu özgürlükten yararlanıp, o dönem bulabildiği her kitabı okumaya başlamıştı. Bu sayede, abilerinden bile daha zeki bir hale gelmiş ve daha on altı yaşında nasıl ruhsal bağlantılar yapmayı öğrenmiş ve abileri Dean ve Jean’dan önce Universum ailesinin yüzyıllardır başka bir boyuttan onlara seslenen yardımcıları olan Moslee ile iletişime geçmeyi başarmıştı. Bu hırsı ve azmi ile, kendisine verilen her görevi yapıp, her engeli aşmaya başlamıştı. Yirmi iki yaşına geldiğinde, babasıyla abileri Dean ve Jean, çıktıkları bir iş gezisinden dönerken bir düşman şirketin suikastı ile hayatlarını kaybetmişlerdi. Şimdi annesi Leia, ablası Antares ve kız kardeşi Maria ile bir başına kalmış ve bütün Universum Holding’in başına geçmişti.

O zamanlarda bile, kendisinin hiçbir şekilde başkaları tarafından seçilmediğini, her nereye geldiyse kendi çabası ve zekasıyla geldiğini biliyordu ve bu yolun her türlü sonucunu görmeye hazırdı. Önüne çıkan her türlü zorluğu aşmış ve babasının ona bu kadar erken yaşta bıraktığı ve bir ayağının çukura girmesine bir kelebeğin ömrü kadar kalmış olan Universum Holding’i, bütün evrene hükmeden bir holding haline getirmiş ve bütün o savaşları tamamen bitirip evreni uzun süredir özlemini çektiği barışa kavuşturmuştu. İşte tam her şeyi yoluna soktuğunu ve yenilmez olduğunu düşündüğü o anda, Moslee onu çağırmış ve onunla ilk anlaşmasını yapmıştı.

Şimdi, bu anlaşmalarının sonucunda düştüğü duruma baktığında, inşa ettiği her şeyi elinden kaçırmış ve tamamen güçsüz kalmıştı. Onu yenen kişi Maeve veya Mira olmamıştı, onu yenen, yüzyıllardır ailelerini yöneten yegane kişi Moslee olmuştu. Şimdi tek başına, onun akıl sarayında kalakalkmıştı. Fakat bunun da çok uzun sürmeyeceğini biliyordu, zira Moslee kendisini bu boyuta getirme planlarını gerçekleştirmeye başlamıştı.

“Merak etme Megali, yakında iyileşeceksin ve her şey yoluna girecek. Her şey daha iyi olacak.” dedi Moslee, “Birbirimizden ayrılmamız gereken zamana geldik maalesef. Uzun süre akıl sarayını paylaşmanın akla böylesi sıkıntılar verdiğini duymuştum, ancak seninki gibi bir şey yaşamamız çok kötü oldu”

“Peki bu ayrılmamızdan sonra ne olacak?” Megali aklını toplayabilmek için bir ipucu, bir başlangıç noktası arıyordu, “Yani, kendi bedenine kavuştuktan sonra ne yapacaksın? Bugüne dek yaptıklarının bu hedefe dayalı olduğunu anlayabiliyorum, ancak senin herhangi birine bile bu kadar basit bir amaç için güç vermeyeceğini veya yardım etmeyeceğini anlayabiliyorum, o zaman neden bu yaptıkların?” Moslee karşısında göründü birden, yüzünde beklenmedik bir şaşkınlık ifadesi vardı. “Megali Universum Jr, işte bu yüzden seni seçtim! Delirip bütün aklının kontrolünü kaybettiğin halde doğru soruları sorabilecek zekaya sahip olabiliyorsun, bana göre en inanılmaz yanın bu! Tamam, sana planımı anlatacağım, en azından bu kadarını hak ediyorsun.” dedi Moslee, etraflarındaki hücre benzeri oda, muhteşem bir manzaraya dönüşmüştü. Bir yeraltı şehrindelerdi, Megali’nin asla görmediği bir yerdi burası. “Burası benim Moslee olarak doğduğum yer, Megali. Burayı ben kurdum, buradaki her insan benim sayemde muhteşem birer hayat yaşadılar. Onlar için yapıyorum bunları.” dedi Moslee ve planlarını anlatmaya başladı:

“Burası, başka bir evrende, Dünya isimli bir gezegende bulunan bir yeraltı şehri, oradaki insanların berbat kavgalarıyla tamamen verimli olan yer üstünü yaşama izin vermeyen bir çöle çevirip mahvetmesinden sonra kalanlarla burayı kurdum. Yüzyıllarımı alsa da, bu yeraltı şehrini muhteşem bir kültürel cennete çevirip, çöllerde çürümeye mahkum bir uygarlığı kurtardım. Peki bunlara kim sebep oldu biliyor musun?

Kara Hilal içerisindekiler bilmez ama Mira ve Amelia sayesinde sonsuz yaşama eriştim, ancak onlar yüzünden içine doğduğum gezegen tamamen çöle dönüştü. Onların bütün habisliğini yok ederek, kalan her şeyle ve herkesle yeni bir uygarlık kurarak insanlığı kurtarmak için harekete geçmiştim. Ancak Mira, ondan yüzyıllar boyu ayırdığım sevgilisi Amelia’nın yardımıyla kurtarıldı ve ikisi bu şehri sularla boğarak yok ettiler ve hem insanlarımı, hem şehrimi, hem de kurmaya ve kurtarmaya çalıştığım bütün uygarlığı tamamen yok ettiler. Buradalar ve yine aynı şeyi yapıyorlar.” Megali hala onun ne yapmak istediğini anlayamamıştı, ancak Moslee anlatmaya devam etti:

“Onlardan intikam almak istiyorum Megali, sen de onlardan ve Kara Hilal’den kurtulup bu evrene hakim olmak istiyorsun. Çıkarlarımız yıllardır bir yönde, bunun değişeceğini de sanmıyorum. Merak etme, bu boyuta bedenimle birlikte geri gelince seni desteklemeye devam edeceğim. İkimiz de amacımıza ulaştığımızda, geldiğim gibi geri gideceğim. Evrenin senin olabilir, Mira ve Amelia öldüğü ve Maeve benim kontrolümde olduğu sürece umurumda değil.”

Moslee, bu sözlerden sonra Megali’ye baktı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa, aralarında ilk defa gerçekten güvene dayalı bir ortaklık oluşabilecekti. Megali onun dediklerine inanmıştı açıkçası, ancak sorun bu değildi. Sorun, bu söylediği büyük yalana kendisinin de inanıyor olmasıydı.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 2

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir