On Birinci Bölüm: Havisran’ın Yürek Burkucu Destanı (Kısım 3)
[UYARI: “Havisran’ın Yürek Burkucu Destanı” başlığıyla anlatılan kısımlar, Maeve Koavis’in hikayesiyle doğrudan ilgili değildir ve bu şekilde değerlendirilmemesi tavsiye edilir. Deneyimleyenin Maeve Koavis’in okuduklarıyla bağlantı kurabilmesi ve anlayabilmesi amacıyla hikayenin Universum Kültür Yayınları aracılığıyla yayınlanan versiyonu yerine, Maeve Koavis’in Universum-001 istasyonundaki Levra Sahaf isimli dükkandan aldığı, Şirket Öncesi Dönem’e ait kitap baz alınacaktır. Bu kitap, Universum Kültür Kurulu tarafından akademik personel harici okuyucular için uygunsuz bulunmuştur, deneyimleyenin buna dikkat etmesi önemle rica olunur.]Barışçıl annemin gitmesinin üzerinden tam yüz on yıl geçmişti. Bu süre içerisinde, sadece Antimon Adası’nı savunmakla kalmamış, etrafındaki bazı toprakları ve içerisindeki insanları da Dia’nın elinden kurtarabilmiştik. Artık eskisi gibi içine kapanık, sürekli kendini savunmada olan bir halk değildik ve bunun gerçekleşmesindeki en önemli etken bendim. Ancak, bu uzun yaşantı bir yerden sonra beynimi yıpratmaya başlamıştı. “Eğer bende böyle hissettirdiyse, benden binlerce sene daha fazla yaşamış annelerim nasıl hissetmiştir, onlar ne kadar etkilenmiştir acaba” diye düşünceler içerisinde oluyordum arada. Artık eskisi kadar acımasız değildim onlara karşı, hatta şimdi yanımda olsalar ikisinden de özür diler, istedikleri kimse o olurdum. Ancak şimdi tanıdığım herkes gitmişti ve ben yaşayan bir efsaneye dönüşmüştüm.
Şimdi, daha güçlü ve daha kalabalık olan Havisran halkı -evet, kendilerine böyle demeyi tercih ettiler- Dia kolonisini sonsuza dek bitirmek için güçlü ve direkt bir saldırı yapmayı planlıyorlardı. Bu plana göre, benim komuta ettiğim Havisran ordusu, bizi yok etmek için son bir saldırı yapmaya hazır bir şekilde gelen Dia ordusunu yok edecek ve orada olacak olan kral Levra Dia’yı öldürüp krallığa son verecektik.
Annelerimin bana bıraktığı son şeye güveniyordum: Barışçıl annemin bana öğrettiği şekilde kendimi eğittikçe, doğaüstü şeyler yapabildiğimi görmüştüm. Öyle ki, artık benim için ne dağların yerini değiştirmek zordu, ne de ölmüş bitki ve hayvanları canlandırmak. Bunun sayesinde hiçbir ordu karşımda duramıyordu artık, uzun süredir Dia ordularına karşı zafer kazanmamızın sebebi bendim yani. Ancak yaptığımız her şey, kesin ve net bir zaferle güçlendirilmeden ayakta kalamazdı.
Bunun için her şeyi hazırladık ve saldırı günü olarak beşinci ayın on altıncı gününü uygun gördük. Bize doğru yaklaşan orduyu Havisran sınırları içerisine gelmeden durdurup, orada kazandığımız momentumla önce bütün gezegeni, sonra da bütün evreni geri kazanacaktık. Her şey hazırdı, doğru an gelmişti. Yola çıkmadan önce son bir defa Antimon Adası’na baktığımda hissedebiliyordum bunu. Havada bizim için zafer kokusu vardı.
Size Dia ordusuyla karşılaşmadan önce dört günlük bomboş yolculuğumuzu anlatarak canınızı sıkmayacağım, zira o yürüyüşü düşünmek bile canımı sıkıyor. Ancak şunu diyebilirim ki, o dört günün sonrasındaki karşılaşmamız resmen destansıydı. Size oradan sonrasını kısaca şöyle anlatabilirim:
İlk olarak, devasa Dia Kara Ordusu’yla karşılaştık. Sayıları bizim on katımız olduğu için, onların tek bir güç olarak saldırmamasını sağlamak adına kendilerine gerilla taktikleriyle yaklaştık. Karşılarında kaç kişi olacağını bilmedikleri ortadaydı, çünkü asırlar önce Mittseka yakınlarında kullandığıma benzer bir şekilde, birden fazla yerden saldırıp gürültü kopararak orduyu bölmeyi başarmıştık. Bundan sonrası ise kolaydı, her birini yeni edindiğim güçlerimle ezip geçmiştim adeta. On yedi gün ve bir gecelik bir kaos ve güç festivaliydi, inanın bana, o alandan hiçbir insanın sağlam bir akılla çıkabilmesi mümkün değildi. Ben de, anladığınız üzere sağlam bir akılla çıkamadım oradan ve bunu yıllar sonrasına dek idrak dahi edemedim.
O on yedi günlük kaostan sonrasında bizim bilmediğimiz şey ise, Dia’yı parçalamak için fırsat kollayan Dia Ordusu Bilimsel Bölümü’nün başındaki kişi olan General Kenneth Universum II’nin, bizim ordunun en büyük kolu olan Dia Kara Ordusu’nu tamamen yok etmemizi fırsat görüp, tamamiyle bütün Dia kolonisine hakimiyetini ilan etmiş olduğuydu. Asıl Levra Dia’yı öldürüp, kendisini Kral Levra Dia ilan ederek köşesine çekilmişti. Fakat bunlar beni ilgilendiren şeyler değildi. Asıl sonradan başımı ağrıtacak olan şey, Kenneth Universum II’nin benim on iki milyonluk Dia Kara Ordusu’nu tamamen yok edebilen gücüme olan ilgisiydi.
Barışçıl annem anlatmıştı, bizim gibilerin böylesi güçleri kullanabilmesi için ya zaten doğdukları evrenin içerisinde olmaları, ya da oldukları evreni tabiri caizse binlerce sene boyunca kanlarıyla sulamaları gerekiyormuş. Eğer bu ikisi de mümkün değilse, sadece kendi vücutlarına söz geçirebiliyorlarmış. Bu yüzden, her ne kadar kendileri için ölümsüzlük mümkün olsa da, bu yine de tamamen bütün tehlikelere karşı güvenli kılmıyormuş onları. Hatta anlattığına göre, gerçekten bu yeteneği kullanmayı öğrenmemiş olsalar, bu evrenden bir önceki duraklarında düşmanlarının bu yeteneklerini onlara karşı kullanması yüzünden ölebilirlermiş.
Gerçekten bu gücü hissettiğimde, kullanmayı öğrendiğimde, onunla bütün olabildiğimde anlamıştım bu dediklerinin gerçek olduğunu.
Ben bu sayede iki anneden doğabilmiştim, çünkü barışçıl annem ve savaşçı annem, sırf beni yaratabilmek için kendi hücrelerini manipüle etmişlerdi.
Ben onların isteği ve iradesinin eseriydim.
Peki bunu yapmalarının sebebi neydi?
Neden böyle bir riske girmişlerdi?
Hala sonsuza dek yaşayabilir, başka evrenlere gidip günlerini gün edebilrken, neden buraya gelip bana hayat vermeyi seçmişlerdi?
Ve ben, şu anda, şunları yazdığım zamanda sorduğum bu soruları neden o zaman soramadım onlara? Neden hiçbir yanıt alamayacağıma emin olduğum şu zamanda sorabiliyordum bu önemli soruları?
Sizi de, kendimi de bu varoluşsal kriz atakları ile baş başa bırakmadan devam edeyim en iyisi, yoksa hikayeyi anlamanız zorlaşacak:
Dia Kara Ordusu’nu yendikten sonra, gezegen içerisindeki bütün Dia askerlerini de bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde yenmiştik. Öyle bir köşeye sıkışmışlardı ki, kral Levra Dia bizzat gelip bir barış antlaşması imzalayacağını haber etmişti. Hepimiz, gerçekten de kralın bu kadar kolay bir şekilde yanımıza geldiğine inanamıyor, gezegenimizi tamamen geri alabildiğimize seviniyorduk. En sonunda, yüzyıllardır yaşadığımız esaretten, aşağılanmadan ve zulümden kurtulmuştuk. Daha doğrusu, o zaman öyle olduğunu düşünüyorduk.
Antlaşma haberi geldikten bir hafta sonra, antlaşmanın tarafsız bir yerde yapılması için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Antlaşma için, gezegenimizin yörüngesinde kral Levra Dia ile buluşacaktık. Ben ve güvendiğim iki general, Dia askerlerinin eskortluğunda bir araca binip gezegenin atmosferinden ayrılmaya başlamıştık. Araç atmosferin katmanlarını aşarak yükselirken, ben de altımızda kalan gezegenimin manzarasına bakıp mest oluyordum. Her şey, en azından o an için dahi olsa umut vericiydi.
Fakat anlayacağınız üzere, işler o kadar da umut verici yönde gitmedi. Araç ilerleyip atmosferden tamamen çıktığında, üzerimizdeki çekim kuvvetinin azaldığını hissedebiliyordum. İşte o anda, yanımızdaki Dia askerlerinin benimle beraber gelen iki generali öldürdüklerini gördüm, sonra da bir tanesi karşıma geçti. “Sizi canlı götürmem emredildi.” dedi ve başıma sert bir darbe vurup beni bayılttı.
“Merhaba Havisran. Seni buraya getirmek, planladığımdan kolay oldu. Asırlık ömrü olan biri için hala çok safsın maalesef. Gerçekten bir barışın ve özgürlüğün yakınında olduğunu mu düşündün yani?”
Gözlerimi yeni yeni açabiliyordum, karşımda bir adam duruyordu şimdi. Uzun boylu, siyah saçlı, şeytan yüzlüydü ve kötücül bir biçimde parlayan kırmızı gözleriyle bana bakıyordu. Bakışlarından sürekli bir şeyler planladığını ve planlarının gerçekleşmesine içten içe sevindiğini anlayabiliyordum. Bana az önce dediği şeylerden kim olduğunu az buçuk anlayabilmiştim. Şu anda, Dia kralının karşısında elim kolum bağlı duruyordum. “Levra Dia olmadığını varsayıyorum,” dedim ona “bu yüzden bana ne yapacaksan yapmadan, bilincim açıkken senin kim olduğunu ve ne istediğini bilmek isterim.”
Belki uğruna savaştığım her şeyi kaybetmiştim, ancak yine de merak ediyordum. Belki de, son ana dek mücadele etmek, son ana dek öğrenmek ve anlamak istiyordum. İki annemin birleşimiydim gerçekten de.
“Annelerin gibisin gerçekten de, az sonra öleceğini bilsen yine de gözünün önünde gizemin sisleri kalmasın istiyorsun. Buna saygım sonsuz Havisran.” dedi karşımdaki şeytan, “O zaman anlatmamam için bir engel de yokken anlatayım.”
“Dia gibi kolonilerin son dönemindeyiz artık, kolonilerdeki insanlar da bunun farkındalar. Özellikle sizinle yaptığımız savaş ve bu savaştaki galibiyetleriniz, Dia’yı yıkılma sürecine götüren şey oldu. İnsanlar, siz Klishelere yaptıklarımızı gördüklerinde, bize karşı isyan ettiler. Belki burada olabilirsin Havisran, ancak o insanların gözünde bir kahramansın ve öyle kalman da işimize gelir.
Şu an, anlattığımız hikayeye göre sen ve seninle o araçta olan herkes, sebebi bilinmeyen bir arıza sebebiyle öldü. Bunun üzüntüsünü çektiğimiz için gezegeni, hatta bütün bir sistemi özgür bıraktık ve gezegenin isminin Havisran olarak onurlandırılman üzerine de anlaştık. Şu an buna inanamıyor olabilirsin, ancak anlattıklarımda hiçbir yalan yok, zira yalan söylememe gerek yok şu an için.”
“Peki” dedim fısıltıya yakın bir sesle, boğazım kuru ve yaralıydı, “bundan sizin kazancınız ne olacak?” Daha fazla konuşabileceğimi sanmıyordum, ne kadar zamandır burada olduğumu bile bilmiyordum ve bu zerre umurumda değildi.
“Akıllıca bir soru, ancak bunu cevaplamak için biraz aile tarihime girmem lazım, umarım seni sıkmam.” dedi, sonra da bana aldırmadan devam etti:
“Benim adım Kenneth Universum II. Yıllardır Dia ordusunun teknoloji geliştirme ve uygulama kolunun başında olan Universum ailesinin mevcut görevini sürdüren bir ferdiyim. Yüz küsür yıl önce, annelerinin kral Morta Dia’ya düzenlemeye çalıştıkları saçma sapan komplo planı sağ olsun, inanılmaz bir güç kazanmaya başladık. Bu gücün Dia krallığından ayrı olması gerektiğine karar verip, yönetimin bizde olduğu bir şirket olan Millhouse Teknoloji Anonim Şirketi’ni kurduk. Bugün, o şirket sayesinde Dia da dahil bütün insan kolonileri bize bağlı birer tüketiciler ve bunun farkına varamadılar bile. Şimdi, Dia krallığının yıkılışı ile birlikte Millhouse Teknoloji Anonim Şirketi de, Universum Teknoloji Şirketi olarak isim değiştirecek. Sayenizde, şirket olarak özgür ve istekli bir evrene hükmedeceğiz!
Bunların seninle ilgisi ise gayet basit, Havisran. Sen, bizim bu özgür evrenimiz içerisinde satabileceğimiz, şekillendirebileceğimiz, istediğimiz zaman insanları etrafına toplayabileceğimiz bir kültür ögesi olacaksın! Senin destanın bütün evrende, binyıllar boyu yankılanacak ve trilyonlarca canlıyı etkileyecek! Biz ise, senin bedenini istediğimiz gibi klonlayıp, istediğimiz gibi kahraman yaratabileceğiz. Bize bağlı, bizimle çalışabilecek bir kahraman.
Şimdi, sana ne yapabileceğime gelince… İlk olarak kan ve başka vücut sıvılarından ve çeşitli yerlerindeki hücrelerinden örnekler alınacak, genetik olarak seni çözmemiz için elzemdir bunlar. Sonrasında hayatını sonsuza dek burada, bizim ev sahipliğimizde geçireceksin.”
O an düşünmüştüm, bunlar benim sonsuz bir yaşama sahip olduğumu bilmiyorlardı sanırım, bunu kendime avantaj olarak kullanabilirdim. Gücüme odaklanmaya çalıştım, ancak hiçbir şey hissedemedim. Kenneth Universum II sesli bir şekilde gülmeye başladı:
“Hahahaha! Sence neden bu kadar rahat davranıyorum sana karşı? Senin içinde ne barındırdığından haberim yok mu sanıyorsun? Seni de, tıpkı annen Mira’ya yaptığımız gibi, bütün o muhteşem güçleri veren nano robotlarından arındırmadık mı sanıyorsun? Hala safsın, Havisran. Eğer kendine bir şey yapmazsan, bizimle birlikte geçirebileceğin bir otuz yılın daha var. İyi eğlenceler!” Bunları derken, yavaş yavaş yürüyerek oradan uzaklaşmıştı.
Biraz sonra beni bir grup koruma aldı olduğum yerden. Universum’un dediği gibi, gereken bütün örnekleri ve sıvıları, olabildiğince acı çekmemi sağlayarak aldılar. Her biri, öylesine büyük işkencelerdi ki, hala hissederim. Daha sonrasında, bir hiçmişim gibi hücreye attılar beni. Hayatımın sonuna dek kalacağım o hücreye…
İşte şimdi, bu hücreye ilk geldiğim günden tam otuz yıl, dokuz ay, yirmi yedi gün ve on altı saat sonra, okuduğun bu yazıyı yazıyorum sana sevgili her kimsen. Sana muhtemelen çocukluğundan beri beynine çiviledikleri hikayeden çok farklıdır benim asıl hikayem. Ben, öyle sanıldığı gibi omuzlarda göğe kaldırılıp karşılanmadım insanlar tarafından, gücümün zirvesindeyken bile bana nefret, öfke, düşmanlık ve korkuyla baktılar insanlarım. Ben bir kahraman değildim kimseye göre ve hiçbir zaman da kahraman olmak istemedim.
Annelerim birer kahramandı belki, ancak öyle oldukları için öldüler zaten. Ben ise, yapmam gerekeni yaptım ve ne olmam gerekiyorsa o olarak kaderimin yolunda ilerlemeye devam ettim. Umarım Havisran’ın insanları, benim hayatımı verdiğim bu şansı iyi bir şekilde kullanarak bu batağa kapılmadan, mutlu ve özgür yaşarlar. Kalbimin her bir parçası, onlar için çalışır.
Belki her gün bana yemek getirirken ilgi gösteren ve benimle konuşan o kadın gardiyan bulacak bu yazdıklarımı, eğer o bulduysa da şunları demek isterim:
Son beş senemde, bana o zamana dek kimsenin vermediği bir şeyi verdin. Bana ilgi gösterdin ve benimle konuştun, ki eğer konuşmasan konuşmayı bile tamamen unutabilirdim. Benimle ilgili sorduğun sorulara her zaman doğru düzgün cevap verememiş olabilirim ve bunun için senden çok özür dilerim. Eğer amacın sadece beni sorgulamaktan ibaretse, bu umurumda bile değil, çünkü sorgu için bile olsa içimi dökebilmek muhteşem bir şey ve bunun için sana ne kadar teşekkür etsem az. Ayrıca bana güzel Havisran’ımdan haberler getirdiğin için sana ayrıca teşekkür ederim, onların mutlu yaşadığını bilmek de bana mutluluk veriyor. Ben gidince onlara iyi bak olur mu? Eğer fırsatın olursa, onlara buradan bahset ve klonlarım hakkında onları uyar.
Eğer bu yazdıklarım, içerisinde kaldığım hücreden çıkmışsa, okuyan kişiye okudukları için teşekkür eder ve ona bunların hepsinin tamamen gerçek olduğunu gönlümün her zerresiyle temin edebilirim. Sana anlatılan ne bilmiyorum, ancak gerçek bu. Maalesef, gördüğümüz kahramanların ipleri kötülüğün elinde her zaman. Bu benim için Universum olabilir, senin için başka bir şey. Eğer yanında olabilseydim, gözlerini açık tutmanı ve olmuş, olan ve olabilecek her şeye karşı duruşunu asla bozmamanı tavsiye ederdim. Evren ne kadar anlaşılmaz olursa olsun, yine de bir şekilde yolunu buluyor yaşam, güvencen bu olsun.
Sanırım birazdan öleceğim, ağrılarım kötüleşiyor yine, yaşam enerjim çekiliyor sanki. İçimde olan güç, beni yavaş yavaş yakıyordu içten, sanırım son demlerine ulaştı artık. Birazdan içten yanarak kömür olacağım ama yine de yazmaktan vazgeçemiyorum sanırım, hala yaşamak istediğimin bir belirtisi bu.
Seni seviyorum, her kimsen.
[KİTAP SONU] [UYARI: Gelecek bölümün başından itibaren Universum’un Maeve Koavis adına tuttuğu kayıtları, gerçekten uzak ve taraflı olmaları sebebiyle kullanmayacağım. Bana birinci el bir kaynaktan ulaştırılan ve geri kalan bütün konuları anlatan, bizzat Maeve Koavis tarafından yazılmış dökümanları kullanıyor olacağım, zira kaydın geri kalanı, dediğim gibi hem gerçeklikten uzak, hem de düzgünce işlenebilmek ve deneyimlenebilmek için fazlasıyla hasarlıdır. Anlayışınız ve bağışlayıcılığınız için şimdiden teşekkürler.]İlginizi Çekebilir
Sıcacık Bir Çocukluk ve Alternatif Tarih Öykü...
Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İl...
Araf (3.Bölüm)
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İl...
Valkyrie Evreni Hikayeleri-4: Kabul Edilemez ...
Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.