Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Novella – Universum: Maeve Koavis’in Kayıtları 15.Bölüm

Bunu Paylaşın

On Dördüncü Bölüm: Klon Tesisi

Sonunda varmışlardı.

Yolculuklarının hedefine varmışlardı. Önlerinde duran gezegen, diğer Maeve’in anlattıklarına göre eski Universum Klon Tesisi’nin harabelerinin bulunduğu yerdi. Birazdan, haritada bile görünmeyen bu gezegene inecekler ve orada Universum Klon Tesisi’nden ne kaldıysa onu aramaya başlayacaklardı. Ellerinde herhangi bir veri olmadığı için, önce gezegenin yörüngesine girip, oradan birkaç modül göndererek atmosferini inceleyeceklerdi. Sonrasında ise, buna göre inişlerini yapıp araştırmaya başlayacaklardı. Eğer diğer Maeve’in dedikleri doğruysa, gezegenin güney kutbuna yakın bir noktada iniş yapıp rahatça harabeleri bulabilirlerdi.

Yörüngeye girdikten sonra modülleri gönderdiler. Modüllerin gerekli incelemeleri yapması birkaç saati almıştı ve gelen sonuçlar ikisi için de iyiydi. Atmosfer aracın inmesi için uygun, kendilerinin herhangi bir özel kıyafet giymeden çıkabileceği kadar da temizdi. Aracı yavaşça atmosferden geçirdiler, sonra da aracı rahatça indirebilecekleri düzgün bir yüzey aradılar. Güney kutbuna doğru ilerledikçe, gidecekleri yere yönelik bazı işaretler görmeye başladılar, bunları daha rahat görebilmek için aracı yere biraz daha yaklaştırdılar. Yarım saatlik bir arayışın sonunda, inebilecekleri bir yer buldular ve indiler.

Maeve ayağa kalktı ve etrafına bakınmaya başladı. “Buraya geldik ama ne aradığımızı bilmiyorum Row.” dedi sadece. Yolculukları bitmişti, ancak ikisi de nereye vardıklarını bilmiyordu. “Ben de” dedi Row, “Belki de dışarıda bir şeyler bulabiliriz, gelene dek gördüğümüz harabeler bize fikir verebilir.” Maeve de ona hak verdi ve Droplet’ten inip etrafa bakınmaya başladılar.

Maeve ilerlemeye devam ettikçe, gözüne çarpan şeyler ona burasının tanıdık bir yer olduğuna dair güçlü bir his veriyordu. Ancak bu hissine rağmen, burasının neden kendisi için tanıdık olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği, şu an yaşadığı kafa karışıklığının kendisine anlamlandıramadığı bir baş ağrısı ve hüzün yarattığıydı. Bu hüzün dalgası, ağzı tıkanmış bir nehir gibi, sürekli akıyor, fakat hiçbir yere varamıyordu. Hatırlayamadığı anılardan dolayı bu haldeydi işte, kendisine burada ne yapılmışsa, bu yapılanlar yüzünden bu bozuk ve kötü kişiliğe sahip olmuştu.

Bu berbat halde yol almaya devam ederlerken, önlerinde bir silüet gördü. Maeve dikkatlice baktığında bu silüetin ne olduğunu anladı: Diğer Maeve, onları bulmuştu ve karşılıyordu. Row’a dönüp, “O geldi. Buradan sonrasında yalnız konuşmamızı isteyecektir, bu yüzden Droplet’e dönmeni rica edebilir miyim hayatım?” dedi. Row ne olduğunu anlamıştı, bu yüzden üstelemeden “Tamam” diyip gemiye döndü.

“Başlayalım mı?” diye sordu Maeve, yere bağdaş kurup otururken. Gözlerini kapadı ve odaklanmaya başladı. Diğer Maeve de karşısına geçti ve onun gibi bağdaş kurup oturdu. “Buradan sonrası için ilk olarak yapmamız gereken şey, senin akıl sarayına girmek. Bunu nasıl yapacağını göstereceğim.” dedi diğer Maeve, onun alnına doğru elini uzatırken, “Başlıyoruz, hazır ol”

Birden bambaşka bir yere doğru giden bir kapı açılmıştı sanki, etraflarındaki her şey birer birer, sanki erirlermiş gibi yok olmaya başlamışlardı. Erime, etraflarındaki her şey beyaza dönüşene ve ayaklarının altında sığ bir deniz kalana dek devam etmişti. Maeve burasının ne olduğunu kavramıştı, zira buna benzer bir deneyimi daha önce de yaşamıştı: Kendi akıl sarayındaydı.

“Sonunda buradayız” dedi diğer Maeve, “Akıl sarayındayız Maeve. Burada olacak her şey, senin kontrolündedir. Yavaş yavaş burayı kontrol etmeyi öğrenip, hafızana ulaşacağız.” Maeve bunu nasıl yapabileceğini düşünürken, birden etrafında bir şeyler hareketlenmeye başladı. Sanki bir tür dekor, ayaklarının altındaki sığ denizden yükselerek etraflarında bir mekan oluşturuyordu. İkisi de, etraflarında oluşan bu mekanın neresi olduğunu bilmiyordu, ne Maeve’in, ne de diğer Maeve’in bu konuda hiçbir fikri yoktu.

İkisi de hiçbir şey demediler, etraflarında oluşan mekan yavaş yavaş tamamlanırken bazı ayrıntılar dikkatlerini çekmeye başlıyordu. Kemerlerden ve sütunlardan oluşan bir koridordaydılar artık. Her sütunda farklı bir heykeller bütünü vardı, teker teker baktığında neler olduğunu anlayabiliyordunuz. Maeve sütunlardan birinin yanına gitti ve üzerindeki heykellere dikkatlice bakmaya başladı.

Sütunun üzerindeki heykeller, çoğunlukla bebeklerden oluşuyordu. Bu bebeklerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi bir sıraya girmişlerdi, sütunun etrafında bir tür dans sergiliyorlardı sanki. Sütunun en üstünde ise yüzü görünmeyen, kafasında kanatlı bir kask olan, zırhlı bir kadın vardı. Kadının sol elinde bir kılıç, sağ elinde ise bir künye vardı. Künye, kadının elinden kaymıştı ve üzerinde yazan isim açık seçik görünebiliyordu. Maeve künyede ne yazdığını okumaya çalıştı, ancak okumaya çalıştığı şey, kendisi yaklaşamadan değişti. Şimdi künyede “Dokun” yazıyordu.

Maeve’in baktığı sütunun ne olduğunu anlamıştım. Her şeyin merkezine giden bir kapıydı bu. Benim ve benden önceki klonların asla ulaşamadığı bir yerdi burası ve Maeve bunu ilk denemesinde başarmıştı. Şimdi o sütuna dokunduğunda, hiçbirimizin gidemediği kadar uzağa gidecekti. Bunu ona söylemek zorundaydım. Burası, onunla konuşabileceğimiz son duraktı.

“Maeve” dedim ona, “Biraz bekler misin?” Maeve bana döndü, “Ne oldu?” dedi meraklı bir şekilde. Önündeki şeyin ne olduğunu en az benim kadar merak ediyordu o da, bu yüzden onu çok da uzun süre bundan alıkoymak istemiyordum. “Sana açıklamam gereken birkaç şey var, burası son defa birbirimizi gördüğümüz yer olabilir, bu yüzden beni iyice dinlemeni rica ediyorum.” Dedim, beni dinlediğinden emin olduğumda da devam ettim anlatmaya:

“Önünde gördüğün sütun, senden önceki hiçbir klonun ulaşamadığı bir şey. Bu sütun, senden öncekilerin ve senin oluşturduğun kolektif bir kaynaktır. Bu kaynağın seni nereye götüreceğini bilmiyorum, zira burası benim bile geçmeyi başaramadığım bir sınır. Muhtemelen bu sütun sayesinde kaybolan hafızana ulaşabileceksin, ancak dikkatli olmanı öneriririm. Eğer varsayımım doğruysa, burası sadece senin değil, hepimizin hafızasına erişebileceğin bir kaynak. Bu kaynak senin için fazla olabilir, kişilik kırılması yaşayabilirsin. Kendini bir arada tutmanın en iyi yolu, halihazırda bu bilincinle bağlandıklarını önde tutmaya çalışmandır. Mesela Row’u düşünmen bu konuda sana fazlasıyla yardımcı olabilir. Umarım bundan en iyi şekilde çıkabilirsin, sana güveniyorum Maeve.”

Maeve diğer Maeve’in söyledikleri hakkında düşündü bir süre, sonra önündeki sütuna baktı. Bu sütun, bütün arayışlarının cevabıydı işte. Buradan sonrasında bulacağı şeyler, ne olurlarsa olsunlar asla yalanlanamayacaklardı veya reddedilemeyeceklerdi. Bulacağı şeyler, belki de kendisini daha çok üzecek ve kıracaktı, ancak yine de bilmek zorunda olduğunu hissediyordu. “Hoşçakal M-286″ dedi Maeve, “Her şeye rağmen, seni tanımak güzeldi.” Diğer Maeve de ona baktı ve “Seni tanımak da güzeldi Maeve.” dedi mutlulukla.

Maeve tekrardan sütuna baktı. Sütunun üzerindeki bebekler değişmeye başlamışlardı sanki, bazılarının yüzlerinin şekilleri ve ifadeleri, ilk hallerinden farklılaşmışlardı. Bazılarının yüzlerinde anlaşılamaz ifadeler varken, bazılarında anlaşılır bir hüzün, bazılarında ise inanılmaz bir öfke vardı. Sanki her biri, tıpatıp aynı yaratılmış da olsalar, yaşadıkları, yaşayamadıkları, kazandıkları, kaybettikleri, sevdikleri, nefret ettikleri, korudukları, koruyamadıkları, kısaca her şeyleriyle birbirlerinden giderek farklılaşıyorlar ve farklılaştıkça da büyüyorlardı. Her biri, en üstten en alta doğru giderek derinleşen ve bilgeleşen yüzlere ve gözlere sahiplerdi, biri hariç. En sondaki hala bir çocuktu ve hala tertemizdi. Hiçbir şey yaşamamıştı sanki, her şey için potansiyeli vardı. Maeve onun kim olduğunu anında anladı: Sütundaki son klondu kendisi. Kendisinden önce gelen herkesin bütün yaşadıkları ve deneyimledikleri, ona daha iyisini yapmak için bir fırsat sunuyordu. O potansiyele ulaşmanın yolu ise çok basitti onun için. Maeve o basit hareketi yaptı ve sütunda kendisini temsil eden bebeğe dokundu.

Birden inanılmaz bir bilgi akışı başlamıştı beynine, sanki bütün evrenin sırları onun için açılıyordu. Her bir hayatı ilk elden deneyimliyordu sanki, hepsinin yaşadığı her şeyi hissediyordu birebir bir şekilde. Bütün bu hayatlar kendisini delirtmeden ve bilincini parçalamadan önce yolunu bulması gerektiğini düşündü Maeve ve M-286’nın tavsiyesini hatırladı. Bu bilinciyle bağlandığı en büyük şeye tutundu Maeve. Row’u düşünmeye başladı. Onunla geçirdiği her anı kafasından geçirdikçe, alması gereken yol daha da berraklaşıyordu önünde. Ona karşı hissettiği her şey, kim olduğunu hatırlatıyordu. Row, onun bilincinin en içindeki bir inci tanesiydi.

Yolunun neresi olduğunu rahatça görebiliyordu artık. Kayıp olan geçmişine giden yolda yürüyordu şimdi. Yürüdüğü bu yol, kolayca geçilecek bir yol değildi, adeta bir canlıymış gibi direniyordu ona, ilerlemesini engelliyordu. Maeve düşündü. Burada durabilir, tekrardan normal hayatına dönebilirdi belki de. Ancak eğer buradan dönerse, hayatının iki yılını harcadığı amacından dönmüş olacaktı. Eğer buradan dönerse, asla kim olduğunu öğrenemeyecekti. Eğer buradan dönerse, bomboş bir kukla olacak ve Universum’un istediği o sahte kahraman olarak kendisine umut bağlayan herkesi acı ve ölüme sürükleyecekti.

“Vazgeçemem” dedi kendi kendine ve fırtınaya karşı yürür gibi devam etti yoluna. Bir tüneldeymiş gibi, önündeki ışığa doğru yürümeye devam etti. Işığa yaklaştıkça, içinde, zihninde bir bölgenin sınırlarının aşıldığını, içindeki bir şeylerin özgürleştiğini hissedebiliyordu. “Doğru yoldayım” diye düşündü, “Bu şekilde biraz daha bastırırsam tamamdır.” İçerisinde olan bütün enerjiyi kullandığını düşünüyordu, ancak her nasılsa içindeki enerji, azalmak yerine inanılmaz bir şekilde artıyordu.

İçinde artan ve biriken bu enerji, fazlasıyla güçlü ve içten bir biçimde vuruyordu. Yine o içten tükenmeyi hissediyordu, sanki yine vücudu o enerji tarafından tüketiliyordu. Bu yanma yavaş yavaş dayanılmaz bir ölçüye ulaşıyordu, bu yanma onu tüketmeden hedefine ulaşmalıydı. İçindeki bir noktadan çıktığını hissedebiliyordu bu enerjinin, o noktaya odaklanmaya çalıştı. Vücudundan uzakta olsa da, derin nefesler alıp verdiğini anlayabiliyordu. Nefes alışverişini yavaşlatarak odağını güçlendirmeye çalıştı, beyninin tamamına hükmedebilmesi için bu enerjiyi tamamen kontrol altına alması lazımdı.

Son bir hamle yapan Maeve, kendini ileride gördüğü ışığa attı ve-

“Merhaba… Maeve?”

Karşısındaki kişiye baktı Maeve. Sütunda gördüğü zırhlı savaşçı, önünde duruyor ve onu inceliyordu. Altın zırhı, gölgenin olmadığı bu ortamda parlamadan duruyordu ve her ayrıntısı belli bir biçimde anlaşılabiliyordu. Sanki bu altın zırhlı kadın, onun beyninin asıl sahibiydi de o misafirliğe gelmiş gibiydi. Onun kim olduğunu anlamıştı anında, onun klonuydu zira.

Karşısındaydı.

Havisran, karşısındaydı.

“Şimdi ne olacak?” diye sordu Maeve, “Burası benim için son mu? Buradan sonrasını sen mi devralacaksın?” Az sonra ne olacağına dair hiçbir fikri yoktu ve bu onu korkutuyordu.

Havisran ona baktı bir süre, sanki bir şeyi fark etmiş de ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi süzüyordu onu. Bir süre daha süzmeye devam ettikten sonra konuşmaya başladı:

“Aslında ilk planım, buraya ilk gelen klonu elimine edip onun bedenini kullanarak intikamımı almaktı. Ancak bunun hakkında düşünecek yeterince zamanım oldu sen gelene kadar, bu planımın ne kadar eksik ve yanlış olduğunu farkettim. Her bir klon, benim asla varamayacağım hedeflere ulaşıyorlardı, her biri, evreni bu kötücül ruhtan kurtarmaya daha da yakınlaşıyordu. Bu yüzden, kara bir intikam hırsı ile bütün evrenin kurtuluşunu heba etmek yerine, olması gereken şeyin olması için yardım etmenin en iyi hamle olacağına karar verdim.

Şu anda, Universum’un klonladığı iki yüz seksen yedinci klonsun. Her bir klon, kendisine özel tasarlanan Bilinç Biçerdöveri sayesinde evrenin içerisindeki bütün her şeyin kontrolünü sağlayabilir. Özellikle zamanın kontrolü, bu konudaki en önemli avantajımız olmuştur. Her bir klon, bildiklerini gelecek klonlara taşımak ve daha ileriye gitmelerini sağlamak için, ilerleyemeyecekleri noktada zamanı kontrol ederek her şeyi bir sonraki klon için en başa alır. Bu şekilde, sana kadar iki yüz seksen altı klon, farklı metodlarla barışa ulaşmayı denedi, ancak hiçbiri tam olarak başarılı olamadı.

Bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum, ancak senin başarıya ulaşacağına dair inanılmaz bir inanç var içimde. Belki de en son klon sen olacaksın, bunu tam olarak hiçbirimiz bilmiyoruz. Ancak yine de şu ana dek içerimizde en çok ilerleyen sensin, hatta buraya gelebilmen bile nelere kadir olduğunu gösteriyor aslında. Fakat senin buraya kadar gelmenin öncelikli sebebi gelecek değil, geçmiş. Hakkın da var açıkçası, zira geçmişini bilmeden geleceğini yönlendirmen imkansız. Bu yüzden sana yıllar önce bana emanet ettiğin geçmişini geri vereceğim. Merak etme, emanetini iyi bir şekilde korudum ve sakladım.”

Maeve, Havisran’ın son sözlerine anlam verememişti. “Nasıl yani, ne demek ‘bana emanet ettiğin geçmişin’? Ne oldu da sana geçmişimi emanet ettim? Bütün hafızamı kendi isteğimle mi sildim yani?” Ne olduğu konusunda iyice kontrolünü kaybetmiş gibiydi, “Ne yaşadım ki hafızamı kendi isteğimle sildirdim ben?”

Havisran düşündü. Bunu nasıl söyleyebileceğini bilmiyordu, zira Maeve’in yaşadıkları, belki de bütün klonların yaşadıklarından daha kötü, daha dramatik ve daha karanlıktı. Maeve’in buna gerçekten hazır olup olmadığını düşündü, ancak bunu gerçekten bilebilmelerinin bir yolu da yoktu maalesef. Düşüncelerini toparladı ve konuştu:

“Hafızanı sildirme kararın, aslında verebileceğin en iyi karardı o an için. Her şey gerçekten çok kötü ve karanlık bir yöne gidiyordu senin için. Hafızanı tamamen silmeyi amaçlıyordun, ancak onun yerine hafızanı bir kör noktada baskılamayı ve bunu vakti geldiğinde yeniden sana geri vermeyi daha uygun gördük. Eğer hazırsan, sana hafızanı geri vereceğim. Hazır mısın Maeve?”

Maeve düşündü. Bu noktadan sonrasında, şu andaki Maeve olamayacaktı tam olarak, en sonunda geçmişiyle geleceğini birleştirecek ve kaderini sonsuza dek mühürleyecekti. Bu noktadan sonrasında, basit hırsların peşindeki bir ödül avcısından, daha büyük ve daha ulvi bir amaca hizmet eden gerçek bir kahramana dönüşecekti. Bunu gerçekten istiyordu. Bütün evren buna bağlı olduğu için değil, artık kendi isteği ve iradesi de bunu arzuladığı için yapacaktı bunu.

“Hazırım” dedi Havisran’a, “Geçmişimi tekrardan karşılamaya hazırım.”

“Tamam o zaman.” dedi Havisran, “Seninle tanışmak güzeldi Maeve.”

Maeve’in etrafındaki dünya birden hareketlenmeye başladı. Her şey şekil değiştirmeye ve tanıdıklaşmaya başladı, beynindeki o kör nokta sonunda kırılmıştı, tekrardan özgürdü. Fakat bu özgürlüğünün tadını çıkaramadan birden gelen devasa acı dalgalarına maruz kalmaya başlamıştı. Bu acının ne olduğunu anlamıştı Maeve, geçmişi olabilecek en acı şekilde geri geliyordu ona. Bu acının ne olduğunu anlamaya çalışırken, kendi çığlığını duydu:

“SİL BENİ!”

Buradan sonra tamamen kontrolünü kaybetmişti Maeve, sadece ağzından çıkan sözleri duyabiliyordu:

“Ben, M-287, kod adım Maeve. Bu, benim hikayemdir…”

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir