Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – Universum: Barış Planı 1.Bölüm

Bunu Paylaşın

Giriş: Benden Sonrası İçin

Uzun süredir bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu Maeve. Row ile muhteşem bir gece geçirmişler, uzun süredir gitmedikleri muhteşem bir restorana gitmişler, uzun süredir yemedikleri kadar güzel bir yemek yemişler, sonrasında Orwah sisteminin yakınlarında görülebilen nebula birleşmesini izlemişlerdi. “Bir doğumu ağır çekimde izliyoruz resmen.” demişti Row, yüzünden bu olaya ne kadar şaşırdığı ve bu olaydan ne kadar etkilendiği okunabiliyordu, “Bu evren de, bu zaman da bizim ömrümüzden fazlasını barındırıyor.” Maeve ona tamamen katılıyordu, kesinlikle bu evrendeki en önemsiz şeylerden biri, kendi ömürleriydi. Bu yüzden, bu evreni bencilce kullanmak yerine, olması gerektiği hale getirip bütün kontrolleri onun eline bırakacaktı.

Row’un, kendisinin sahip olduğu bu geniş, geçmişi ve geleceği kapsayan görüşe sahip olmadan bu kadar geniş ve doğru bir bakış açısını yakalayabilmesi inanılmazdı. Pek çok insan, onun gerçekten akıllı biri olmadığını düşünüyordu, ancak gerçekte Row, Maeve’den daha akıllı ve daha ileri görüşlü bir karakterdi. Maeve onun sayesinde kurtuldukları pek çok belayı, aştıkları pek çok zorluğu düşününce, onu bir görevden ötesinde düşünüp bu yönde ona yaklaştığı günün, hayatının en iyi günü olduğunu düşündü. O gün, ikisi için de düşünemeyecekleri kadar büyük bir hayat yolunun kapıları açılmıştı. İkisi de bu yeni hayattan memnunlardı, en başında birbirleriyle oldukları için şükrediyorlardı.

Maeve bunun uzun sürmeyeceğini biliyordu elbette, yakında Row’dan, bu evrenden, kendi hayatından ayrılmak zorunda kalacaktı. Elbette Row yalnız kalmayacaktı, ancak onun yanında olacak kişi kendisi olmayacaktı ki! Demek klonlarının olması, onların kendisinden daha uzun ve mutlu yaşayabilecek olması böyle bir histi. Elbette Row’un kendisinden sonra mutlu olması, kendisinin yasını tutmak zorunda kalmayacak olması onu mutlu ediyordu, ancak yine de kendisi olarak onun yanında olmak isterdi. Ona her bakışında, bu acı gelecek aklına geliyor ve üzülüyordu. Han Mewa ondan sonra devam edebilecek bir klon yaratmayı başarmıştı, ancak bu klon her şeye rağmen ondan tamamen farklı biri olacaktı. Belki Row’u onun kadar sevmeyecekti, belki onunla düşman olacaktı, belki kendisinden tamamen farklı bir kişiliği olacaktı. Ona kendisinin anılarını yüklemiş olması bile bu sorunu çözmeyebilirdi, zira kendisi de kendisinden önceki iki yüz seksen sekiz versiyonundan tamamen farklıydı, onların anılarına sahip olmuş olması bunu değiştirmemişti, aksine onlardan tamamen farklı olmasını sağlamıştı. Row da, klonu olduğu Silvar’dan tamamen farklı biriydi. Bunu önlemenin bir yolu var mıydı, varsa buna nasıl ulaşabilirdi?

Ne Han Mewa’nın notlarında, ne de Row’un babasının notlarında buna yardımcı olabilecek bir ipucu bulamamıştı. Artık Han Mewa’ya veya Leone’ye soramazdı, ikisi de hayatta değildi. Ne yapabileceğine dair hiçbir fikri yoktu işte. Acaba M-286’nın kendisine yaptığı gibi, gelecek bilinçlerle iletişime geçebilmesi mümkün müydü? Peki ya daha fazlasını yapabilmesi? Ya kendisinden sonraki klonun bedenine kendi bilincini aktarabilir miydi? Han Mewa’nın M-288’i tamamen bilinç aktarımına hazır, boş bir kabuk olarak yarattığını biliyordu, ancak bunun sadece belirli bir hafıza paketiyle işe yarayabileceğini düşünmüşler ve ona göre bütün sistemi tasarlamışlardı. Han Mewa’nın bile gerçekten bunu öngördüğünü düşünmüyordu açıkçası.

Han Mewa’nın laboratuvarına girip, onun bıraktığı belgelere baktığında, bu düşüncesinde ne kadar yanıldığını fark etti. Han Mewa, Maeve’in o dönem ona verdiği yönergelerin dışına çıkıp, sadece basit bir hafıza kopyasından fazlasını gerektiren bir boş klon yaratmıştı. Eğer bunu ölümünden önce kullanıp kendisini tamamen bu boş klonun içerisine aktarabilmeyi başarabilirse, gerçekten de ölümünden kurtulmayı başarabilirdi. Elbette bunun gerçek bir kurtuluş olmadığını biliyordu, ancak bu kadar yakın bir şansı da reddetmeyecekti. Bunun için, öncelikle kendisini bu sisteme ne zaman aktarabileceğini belirlemesi gerekiyordu.

Bunun için ilk olarak, kendi aklını başka bir kişiye yansıtabilmeyi öğrenmesi gerekiyordu. Normalde akıl sarayları arasında nasıl geçiş yapabileceğini biliyordu, ancak bu sadece kendi bilincinin bir parçasını başka bir akıl sarayına yansıtmasını sağlıyordu işte. Bunun bir üstünü nasıl yapabileceğini anlaması gerekiyordu, tıpkı Moslee gibi.

Moslee, onun akıl sarayına girdiğinde, bir yansıma olarak değil, kendisi olarak girmişti. Bunu yapmayı çözmek için ne yapması gerektiğini biliyordu. Eğer akıl sarayı hakkında bir şeyler biliyorlarsa, Mira ve Amelia’ya danışabilir ve onlardan bir şeyler öğrenebilirdi. Biraz daha düşününce, bunu öğrenebileceği en iyi kaynağın Amelia olabileceğini anladı. Bir defasında, Maeve’e onun yıkılmaya yüz tutmuş akıl sarayını nasıl onarabileceğini öğretmek için onun akıl sarayına tamamen, kendi bilinciyle gelmişti. Onun orada, kendisinin yanında olduğunu hissedebiliyordu, bir yansımadan daha fazlasıydı. Maeve’in de aradığı buydu işte, sadece bunu ona nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Sonuçta annesine gidip “Anne, biliyorsun bu evrenin üzerindeki zamanın kilidini kırmak için ölmem gerekiyor, bunun için Han Mewa ile bir klonumu yaptık ve ölmeden önce o klona kendi bilincimi aktarmam gerekiyor, bunun için bilincimi nasıl yansıtabileceğimi öğretebilir misin?” diyemezdi ki! Zaten korkuyorlardı böyle bir olasılıktan, şimdi böyle bir şey derse onların onu daha da çok kısıtlamasına yol açabilirdi.

Bunu düşünürken, akıl sarayına birinin adım attığını hissetti. Odaklanıp akıl sarayına girdiğinde onun Amelia olduğunu anladı. Yine aynı şekilde, bütün bilinciyle gelmişti onun akıl sarayına. “Merhaba Maeve.” dedi Amelia, üzerindeki kıyafeti bir tür hafif zırha dönüşüyordu. “Moslee’nin senin akıl sarayına gelip seni o şekilde hazırlıksız yakalamış olması kesinlikle bu konuda seni eğitmemiz gerektiğini gösteriyor.” Maeve etrafına bakıp “Eğitmemiz gerektiğini derken-” diye soracakken arkasından birinin geldiğini hissetti. Bir anda arkasına dönüp baktı, ancak hiçbir şey göremedi. Yüzüne yediği darbeyle dengesini kaybedip düştü. “Sence de biraz fazla şiddetli olmadı mı hayatım?” dedi Amelia, tekrardan görünür hale gelen Mira’ya. “Üzgünüm ama ona bunu öğreteceksek gerçekten neyle karşılaşacağını bilmeli.” dedi Mira.

Maeve ayağa kalktı ve şimdi karşısında olan Mira ve Amelia’ya baktı. Belli ki burada olmalarının nedeni, ona kendi bilincini nasıl kontrol edebileceğini, aktarabileceğini ve bunu taktiksel olarak nasıl kullanabileceğini öğretmekti. Maeve eline geçen fırsata sevinerek “Pekala, hemen başlayalım.” dedi yüzünde bir gülümseme ile.

“Öncelikle yapman gereken, kendini bu akıl sarayından ayrı bir varlık olarak yeniden yaratmaktır.” Amelia onun etrafında dolanırken konuşmaya devam ediyordu “Bunu yapmak zorlu bir süreçtir ve tamamen odaklanma gerektirir. Aklındaki bütün dikkat dağıtıcılardan kurtulmalı ve kendini tamamen dışarıdan görmeyi öğrenmelisin. Bunu yapabilmen için, ilk olarak fiziksel olarak bütün hayat döngünü tek seferde yaşamalısın. Senin için bu zor olacak, zira bizim aksimize gerçek bir çocukluk, gençlik veya yaşlılık dönemi yaşamadın.”

“Cidden, ne yapacağız bu konuda, bir fikriniz var mı?” Maeve hem Mira’ya, hem de Amelia’ya bakıyordu. “Yani sizin de gerçekten yaşlılığı yaşamadığınızı tahmin ediyorum ama çocukluk konusunda ne yapacağımı bilmiyorum.” Mira ve Amelia düşünmeye başladılar. Maeve haklıydı. İkisi de bunu rahatlıkla aşabilmişlerdi, çünkü kendi hayatlarını normal bir biçimde yaşama imkanına sahiplerdi. Maeve’in bundan yoksun oluşu onu gerçek manada zor bir yola sokuyordu. Elbette, ister doğmuş olsun, ister klonlanmış, isterse çamurdan yaratılmış, her canlının içerisinde, ta hücresinin en içlerinde, yaşadığı veya yaşamadığı hayatın bütün olası hikayeleri olmalıydı. Buna ulaşmanın yolunu biliyorlardı elbette, ancak bunu gerçekten deneyimlemek zorunda kalmamışlardı bile. Maeve’e bunu öğretemezlerdi, çünkü kendileri de bunun nasıl olduğunu bilmiyorlardı.

“Dürüstçe konuşmamız gerekirse” dedi Mira, ikisinin de yüzünde kendilerine karşı duydukları hayal kırıklığından kaynaklanan hüzün vardı, “bunu sana nasıl öğretebileceğimizi bilmiyoruz, çünkü biz böyle bir şey yaşamak zorunda kalmadık.” Amelia Mira’dan sözü alıp “Kendi yaşam kodlarına erişmenin bir yolu var ama bunu bize anlatılan kadarıyla biliyoruz.” dedi.

“Anladım, o zaman ne olduğunu söyleyin.” dedi Maeve, “Belki ben buna erişebilirim.” Mira ve Amelia birbirlerine baktılar. “Sence gerçekten ona bunu söylemeli miyiz?” dedi Amelia, birbirleriyle düşünceleri aracılığıyla konuşuyorlardı, “Ona boşa umut vermiş olmaz mıyız?”

“Doğru diyorsun, ancak başka şansı yok.” diye cevap verdi Mira, “Onun yolculuğu bizimki kadar kolay olmayacak, bu yüzden ona yardım etmek için bir şansımız dahi varsa kullanmalıyız. Babanın dedikleri doğruysa, bu işimize yarayacak tek şey.” Amelia onu anladığını gösterircesine hafifçe başını salladı ve Maeve’e dönüp akıllarındaki şeyi anlatmaya başladı:

“Bak Maeve, sen bizim gibi bütün hayatını deneyimleyemediğin için tam olarak bütün hayatınla ve bilincinle bağlantı kuramayabilirsin. Bunu aşman için sadece bir yöntem var ve bu yöntemi babam Ike Kalinmann’ın anlattığı kadarıyla biliyorum.

Bu yöntem için, kendi hücrelerinin içine kadar girip oradaki bilgiye erişmen gerekiyor. Buna ulaştığında, kendi hayatının yaşadığın veya yaşamadığın bütün hayatlara erişebilirsin. Dediğim gibi, bunu hiç yapmadık, bunu babamın bize anlattığı kadarıyla biliyoruz. Hatta bunu neden bize anlattığını uzun bir süre anlayamamıştık bile, seni görene dek bize ne yararı olabileceğini bile düşünememiştik.

Yapman gereken ilk şey, odaklanma eşiğini daraltıp genişletmeyi öğrenmek. Bunu yapabilmek için öncelikli olarak eşiği genişletebildiğin kadar genişletmelisin. Sadece kendini değil, çevreni, dünyanı, evrenini, gerekirse diğer evrenleri de odağının içerisine alıp kendinden dışarıya çıkabilmelisin. Eğer bunu başarabilirsen, bu süreci tersine çevirip kendi vücudunun en içlerine dek gidebilirsin, en azından babamın bana dediği buydu.”

“Peki bunu yapmayı nasıl başarabilirim?” diye sordu Maeve, bu sorusunun cevabını alabileceğinden şüpheliydi ama yine de denemeye değerdi. Amelia biraz düşündü, sonra da “Emin değilim ama normal odaklanma sürecinden farklı olmadığını söylemişti babam bana.” dedi kararsızlığının ve bilgisizliğinin ona verdiği kötü hisle, “Odaklanma sırasında ne olduğuna dair algını değiştirebilmek için beynini ikna etmen gerekiyor. Bunu kılık değiştirirken deneyimlediğimden biliyorum, inan bana, beynini kandırman imkansız. Onu gerçekten ikna etmen ve inandırman gerekecek.”

“Pekala” dedi Maeve, gözlerini kapatırken “O zaman beni bu süreçte yalnız bırakmanızı rica edeceğim.” Sesinden sinirli olduğu anlaşılabilyordu. “Tamam” dedi Mira ve ikili Maeve’in akıl sarayından çıktılar.

Maeve tamamen yalnız olduğunu anladığında gözlerini açtı ve uzanıp ellerini yüzünün üzerine koyarak sinir ve gerginlikten ağlamaya başladı. “Nasıl yapacağım ben bunu ya?!” diye bağırdı ve bir süre daha ağlamaya devam etti. Daha sonra ayağa kalktı ve “Eğer olay odaklanmaksa, burada olan her türlü dikkat dağıtıcı şeyden kurtulmalıyım.” diye düşünerek üzerindeki her şeyi çıkarmaya başladı. Bir yandan da akıl sarayındaki her türlü yapıyı yıkıyor, hiçbir şeyi kaçırmamaya dikkat ediyordu. En sonunda, hiçbir şey kalmadığına emin olduğunda, tekrardan yere uzandı ve gözlerini kapatıp derin nefesler alıp vererek odaklanmaya başladı.

Öncelikli olarak, her odaklanma sürecinde olduğu gibi kendisini toparlayıp beyninin en derinlerine inmeye çalıştı. Etrafındaki akıl sarayının bütün ışıkları sönmeye, üzerinde uzandığı yüzeydeki su çekilmeye ve suyun altındaki toprak yavaş yavaş aşağı inmeye başlamıştı. Maeve, toprakla beraber aşağı inmiyordu, onun yerine şimdi havada asılı bir biçimde uzandığı pozisyonda duruyordu sadece. Uzandığı bedenin içerisinden yavaş yavaş çıktığını hissediyordu Maeve, sanki o bedene hiç ait değilmiş gibi.

Her nasıl olduysa, kendisinden başka bir kişinin varlığını hissetmişti. Hemen kim olduğunu anlamıştı elbette, bu kendisinden başka varlık, bedeninin bilinç dışı halinden başka bir şey değildi. “Demek buraya kadar gelmeyi başardık ha?” diye ses geldi bedeninden, “Benden fazlasını istiyorsun, her zaman da bunu istiyordun zaten değil mi?” Maeve kendi bedeniyle ilk tanışmasında bu kadar köşeye sıkıştırılabileceğini düşünmemişti açıkçası, ancak kendisinden gelen cevabı hiç beklemiyordu:

“Hayır, tam aksine. Bütün bu lanet evrenden sorumluyum, bu yüzden bunu yapıyorum. Eğer gerçekten istediğimi yapsaydım benimle asla tanışmak zorunda kalmazdın.”

“Pekala” dedi beden, “Sana inanıyorum. Eğer sorumluluğun evreni kurtarmaksa, evren olmana izin vereceğim. Fakat şunu söylemem gerekiyor, ister evren ol ister bir atom, sen ve ben her zaman bir olacağız.”

Maeve bir şeylerin değiştiğini hissetti. Etrafındaki değişimi gözlerini açmadan anlayabiliyordu, akıl sarayı evrenin kendisine açılıyordu şimdi. Her bir canlı ve cansızla bir olduğunu, her biri olduğunu hissedebiliyordu. Hatta Moslee bile olmuştu, onu bile anlayabilmişti bir anlığına. Sürecin tamamlandığını hissettiğinde, bununla ne kadar durabileceğini anlamaya çalışıyordu. Ancak bunu nasıl yapabileceğini anlamıştı şimdi. Bütün süreç, gözlerinin önündeydi, hatta daha da iyisi, bunun sayesinde kendi bedeninin bütün hayat sürecini de tek seferde geçirmeyi başlamıştı.

Kendi bedenine geri döndüğünü, tekrardan küçüldüğünü hissedebiliyordu. Ancak bu küçülmenin sonunda gözlerini açıp ellerine baktığında gördüğü şey, küçük, kanlı ve yapış yapış ellerdi. Güçlü bir ağlama sesi duyuyordu, kendi ağlamasının sesiydi bu. Mira’nın onu alıp suyun içine koyduğunu ve hassas hareketlerle yıkamaya başladığını hissedebiliyordu. Üzerinden akan her bir damla su, onu daha da yüceltiyordu sanki. Sonra zamanın hissedilebilir bir biçimde ilerlediğini fark etti, elleri birer çocuğunkine dönüşmüştü artık. Bu sefer yanında Silvar vardı, onunla birlikte şehirde dolaşıyorlardı. Bunun kendisine ne hissettirmesi gerektiğini bilemiyordu açıkçası, ancak bu anda kalması da uzun sürmedi. Ellerine baktığında, artık bir yetişkinin ellerini görüyordu. Onların ne tuttuğuna baktığında ise Row’u gördü. Göğsünün biraz altında açılmış olan devasa bir delikten kan kaybederek ölmüştü. Gözlerinden dökülen yaşları ve avazı çıktığı kadar bağırdığını hissedebilyordu. İşte orada bir kırılmanın gerçekleştiğini hissetti.

Tekrardan aynı hayat sürecini yaşamaya başladı, bu sefer Row ile hiç tanışmamıştı.

Tekrardan aynı süreç, bu sefer Mira ve Amelia ölmüşlerdi.

Tekrardan aynı süreç, bu sefer kendisi ölmeye yakındı.

Tekrardan aynı süreç, bu sefer Silvar’ı kendi elleriyle öldürmek zorunda kalmıştı.

Tekrardan aynı süreç, bu sefer…

En sonunda, süreçlerin en sonunu gördü. İki yüz seksen yedinci defa ölüşünü. Ancak bu sefer hiçbir şey geriye akmıyordu, aksine her şey normal bir şekilde ilerliyordu. “Yapmam gerekeni yaptım sonunda.” dedi kendi kendine ve bir bilinç olarak var olduğunu hissetti tekrardan. Evreni dolandığı sırada, gitmesi gereken yeri buldu: M-288’i. “Tamamdır.” dedi ve onun bedeni ile bir bütün oldu.

Bütün bu süreçlerden uyanıp fiziksel dünyada gözlerini açan Maeve, bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. Her nasıl olmuşsa, zamanda gidebileceği en uzak noktayı aşmayı başarmış ve kendisine ikinci bir hayatı sağlamıştı. Artık hiçbir endişesi yoktu kendisinden sonrası için.

Güvendeydi.

Hazırdı.

Mira ve Amelia’nın akıl saraylarında aynı anda, tamamen fiziksel bir formla belirdiğinde bunu anlamıştı. İkisi de, kızlarının kendilerinden çok daha iyi olduğunu görmekten mutluydular. “Başardın.” dedi ikisi de, “Seninle gurur duyuyoruz.”

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir