Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İlk Kitap Bölüm 12

Bunu Paylaşın

On Birinci Bölüm- Barajı Açmak

Mira ve Amelia, az önce duydukları bu cümleden hiçbir şey anlamamışlardı, ancak bu kadının bir şeyler bildiğinden emindiler artık. “Anlatmaya devam et lütfen Melanie Sarah.” dedi Mira, sesinden merakı belli oluyordu. Melanie Sarah bu iki kişiye baktı ve konuşmaya devam etti:

“Geçen hafta, kendi askerlerime silah alabilmek için bir tüccarla konuşmaya gittim. İlk başta bu tüccarla konuşmamız gayet plana uygun ve normal bir biçimde ilerliyordu, ancak sonrasında aramızda bir anlaşmazlık çıktı. Askerlerim ona saldırırken o ise onları, tıpkı senin gibi kontrol edip öldürebilmeyi başarmıştı. O zaman, ben de dahil her şeyin üstünde bir tür gücün olduğunu hissetmiştim, şimdi de aynı hissi yaşadım.” Odadaki diğer kişilere döndü ve “Siz de bunu hissettiniz, değil mi?” diye sordu. Herkes bu soruya başlarını sallayarak olumlu yanıt verdiler. Mira ona doğru yaklaşarak “Peki bu tüccarın kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Melanie kısa bir süre düşündü, sonra da “Kendisinin kim olduğunu bilmiyorum ama Theodore James Mosley isimli birine çalıştığını hatırlıyorum.” dedi.

Mira ve Amelia birbirlerine baktılar. İkisi de ne olduğuna dair bir şeyler bulmaya çalışıyorlardı. Melanie Sarah’ın dediği şey onların bütün planını değiştirmişti aslında, bu yüzden şimdi ne yapmaları gerektiğine dair düşünmelilerdi.

“Bu güç sana özel bir şeydi Mira, bunu nasıl kopyalamayı başarmış olabilirler?” diye sordu Amelia beyninin içinden. Mira düşüncelerini toparlayıp “Güç bana has ama benim bu gücü kullanabilme alanım sınırlı. Bu kadar yüksek bir biçimde buna erişebiliyor olmamın sebebi, muhtemelen ikimizin de haberi olmadan birilerinin nano robotları bütün dünyaya yaymış olması.” Mira biraz daha geniş bir alanda neler olduğuna bakabiliyordu artık, “Evet, kesinlikle birileri dünya çapında bir nano robot yayılımı gerçekleştirmeyi başarmış ve bunu kontrol edebiliyor. Bunu yaparken de Mosley’i kullanmış olmalı.” dedi Amelia’ya beyninin içinden.

İkisi de Melanie’ye ve onları dinleyen diğer kişilere döndüler. Amelia, sakin bir sesle “Pekala, Melanie’nin anlattıklarının doğru olduğunu kabul ediyorum, bu yüzden hepimizin planı değişti. Öncelikli olarak ele geçirmemiz gereken bazı şeyler var.” dedi, “Mira, açıklamayı sana bırakıyorum.” Mira boğazını temizledi, herkesin onu dinlediğinden emin oldu ve açıklamaya başladı:

“Öncelikli olarak biz, bu evrende doğup büyümüş kişiler değiliz. Buraya geldiğimizde Avrupa Birliği ile Sovyetler Birliği arasındaki savaş Avrupa Birliği lehine bitmişti.” Elbette anlattığının ilk kısmı yalandı, fakat bu kişilerin bunu şimdilik bilmesine gerek yoktu. “Biz de, bu sistem içerisinde bir şeyleri değiştirebileceğimizi umut ederek burada çalışmaya başlamıştık. Ancak işler elbette ki beklediğimiz şekilde gitmedi, aksine her şey bizim ve sizin için berbat bir yola girdi diyebilirim. Amerika Birleşik Devletleri ile girdiğimiz savaşı kaybettik. Buraya gelmemizi sağlayan aracımız elimizden alındı, ben onlar yüzünden birkaç yüzyıl boyunca komada kaldım ve şimdi, onlarla çalışan birileri, bizden aldıklarını kullanarak bütün dünyayı kendi ellerine almaya yaklaştılar.

Yapmamız gereken ilk şey, bizden alınan ve boyut atlamamıza yardımcı olan zırhı Amerikalılardan kurtarmak. Şanslıyız ki, şu andaki büyükelçiliğimizde bu zırhların araştırılması tersine mühendislikle sırrını çözerek boyut atlamayı kendileri için mümkün hale getirilmesi için oluşturulan ve resmi olarak on iki sene önce iptal edilen Quantum Leaper projesinde çalışan biri var. İsmi Charles B. Howard. Eğer onu bulup bu zırhlara ulaşabilirsek, bu nano robot yayılmasının arkasında kim veya kimler varsa, onları başka boyutlara geçmeden durdurabiliriz. Eğer bunu başarabilirsek, bağımsızlığımızın önünde hiçbir şey duramaz.”

Bir hafta sonra, Atlantropa Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nde herkes “normal” bir iş gününe başlamıştı. Cumhuriyet ilan edildiğinden beri, büyükelçilik eskisi gibi bir uydu devleti kontrol noktası olarak değil, özgür bir devletin büyükelçiliği olarak görev yapıyordu. Bu büyük değişikliğe birçok çalışan da alışamamıştı elbette. Pek çoğu, Cumhuriyet’ten gelen elçilerle sorunlar yaşamış ve istifa etmişler, kalanlar ise bu “medeniyet yüzü görmemiş” kişilere katlanmayı ve onlara öğretmenlik etmeyi görev bilmişlerdi. Hızlı gelişen bu süreç, zorlu bir haftadan sonra yavaş yavaş rahatlamaya bırakmıştı kendini.

İşte yine bir sabah, her şey normal seyrinde ilerlerken bir anda binanın önünde bir patlama oldu. Güvenlik görevindeki askerler, binayı kilitledi ve herkesin toplanma alanlarına girmesini sağladı. Büyükelçilik binasındaki herkes, neler olduğunu anlayamamış bir vaziyette korkuyordu. Bu kişilerden biri, normalde katip olarak ilk defa bugün işe başlamış olan Selin Karsu’ydu. Yeni cumhuriyetin açtığı sınavları fırsat bilip girmiş, Neo Porto’ya girdiğinde hayatının bir istikrara ve huzura kavuşacağına inanmıştı, ancak şimdi bu ilk iş gününde, kaçtığı terör başına gelmişti.

Şimdi, Amerikan askerleri bütün büyükelçiliği sarmış ve korumaları altına almışlardı. Öncelikleri, bina içerisindeki Amerika Birleşik Devleti vatandaşlarını oradan çıkarıp daha güvenli bir konuma ulaştırmaktı. Bunun dışında olabilecek herhangi bir dış müdahaleye de onlar müdahale edeceklerdi. Selin bu askerlerin onların yanından geçmelerini izlerken, bir yandan da neden bu kadar fazla askerin buraya sevk edildiğini anlamaya çalışıyordu. İstediği kadar önemli insanlar olsunlar, hiçbir ülke birkaç büyükelçisi için bu kadar asker yollamazdı, hele kendilerine potansiyel bir düşman olabilecek bir ülkenin büyükelçiliği için asla bunu yapmazlardı. Her ne oluyorsa, bunun basit bir koruma olayı olmadığını anlayabiliyordu.

Askerlerden birisi ona yaklaştı. Başındaki kask yüzünden yüzü görünmüyordu, ancak bir kadın olduğunu anlayabiliyordu. Her nedense, ona biraz fazla ilgiliymiş gibiydi. Askere biraz daha dikkatle baktığında, birkaç gariplik fark etti. Öncelikle, normalde askerlerin olması gereken boydan daha kısa olduğunu, sonra da elindeki silahın standart dışı olduğunu gördü. Askerin kendisine ayağa kalkması için işaret ettiğini gördü ve ayağa kalktı. Asker ona geldi ve “Kadınlar tuvaleti nerede?” diye sordu. Kaskının içindeki ses değiştiriciden dolayı sesi kaynak cihazını ağız olarak kullanan bir robot gibi çıkıyordu. Askerin önüne düştü ve kadınlar tuvaletine doğru yol aldılar. Asker yanlarında kimsenin olmadığını anlayınca kaskını çıkardı. Selin, gördüğü kişinin kim olduğunu çıkaramasa da, kendisine fazlasıyla tanıdık gelmişti bu kişi.

“Merhaba Selin,” dedi asker “ben Amelia. Belki beni hatırlarsın, sınava girdiğinde sizi denetleyen kişi bendim.” Selin hatırlamıştı gerçekten de, bu uzun siyah saçlı, güzel yüzlü genç kadın, gerçekten de sınav sırasında onları denetlemişti. Hatta sınav sonrasında onunla ilgilenmiş ve onun güvenli bir biçimde bu süreci geçirmesini sağlamıştı. “Evet, hatırlıyorum. Amelia’ydı, değil mi?” dedi ve sonra “Peki şimdi neden buradasınız? Ne oluyor? Neden biz-” şeklinde acele ve merakla sorular sormaya başladı, ancak Amelia elini onun ağzına götürerek susturdu ve “Sakin ol, sana ihtiyacımız var.” dedi, sonra tekrardan etrafına bakınıp konuşmaya devam etti:

“Bak, şu anda bu binada olan hiçbir asker Amerikan değil, aksine hepimiz Atlantropalıyız. Burada olan patlama, Amerikalıların Atlantropa Cumhuriyeti’ne karşı bir girişimi. Kurtuluşumuzdan beri ellerinden kaçıp giden Atlantropa’yı tekrardan işgal etmek için bahane arıyorlar. Güvensizlikle suçlanıp savaşa zorlanacağız, ancak henüz bunu kaldıramayacağımızı sen de biliyorsun. Bu yüzden bize senin katiplik ettiğin kişi lazım, adı Charles B. Howard. Bu adam, senin düşündüğünden daha önemli ve daha hayati bir görevde. Bu adamla bizi konuşturabilirsen her şey ikimizin de istediği yöne gidebilir. Bize vereceği bilgiler fazlasıyla önemli. Şimdi, bunu yapmaya hazır mısın?”

Selin derin nefes alıp vererek sakinleşmeye ve Amelia’nın söylediklerini sindirmeye çalıştı, sonra ona bakıp, kararlı bir şekilde “Tamamdır, şimdi o odasındadır. Gidelim.” dedi. Amelia kolunun üzerindeki iletişim cihazının mikrofonuna doğru “Tamamdır Mira, gidebiliriz.” dedi.

Mira’nın da gelişiyle birlikte, Selin’in yönlendirmesiyle birlikte Charles B. Howard’ın ikinci kattaki odasına çıktılar. Gerçekten de, bütün askerler, bir gece öncesinden yeni kurulmuş olan Atlantropa İlhak Karşıtı Ordusu’nun askerleriyle değiştirilmişti. Eğer şimdi her şey planladıkları gibi giderse, boyut atlama zırhının yerine ulaşacaklar ve bütün bu saçmalığı başlamadan bitireceklerdi. Bu düşüncelerle ilerleyen ikili, Howard’ın odasının önüne geldi. Kapıyı çalan Selin, Howard’ın izin vermesiyle birlikte kapıyı açtı ve üçü birden içeri girdi.

Selin’in yanındaki bu iki kadını gören Howard, donakalmıştı. Afrika kökenli bir Amerikalıydı. İnce hatlara sahip, uzun, çilli ve kırışık yüzü, ufak siyah gözleri, büyük delikli burnu ve alt dudağı daha büyük olan ağzı ile tamamlanıyordu. Yanlarından ve ensesinden sarkan beyaz saçları haricinde tamamen keldi. Korkuyla ayağa kalktı. Uzun boyluydu, başı neredeyse tavandaki avizeye değecekti. Zayıf vücuduna tam oturan, şık bir siyah takım elbisesi ve bu elbisede muhteşem biçimde sırıtan çivit mavisi bir kravatı vardı. Bir süre birbirlerini inceleyen bu dörtlü içerisinde ilk konuşan Mira oldu:

“NBA kariyeri yerine böyle bir yerde olman ilginç.” Howard rahatladı ve hafifçe gülümseyerek, “Bu işi seviyorum, her ne kadar bana uyuyormuş gibi görünmese de iyiyim bu işlerde.” dedi. Hepsi, bütün konuşmanın daha dostça olacağını anlamışlardı. Howard yerine oturdu, Mira, Amelia ve Selin de onun karşısındaki koltuklara geçtiler. Herkes ilk kimin konuşacağına bakıyordu, ortamdaki gerginlik bıçakla kesilebilecek derecede katıydı sanki.

“Pekala bay Howard, bize Quantum Leap projesini kısa birkaç detayla anlatırsanız çok yardımcı olursunuz.” dedi Amelia, “Bu projede yer aldığınızı biliyorum, zira sizi gözlerimle gördüm.” Bay Howard gerilmişti tekrardan. Koltuğuna iyice yaslandı ve “Bakın, bu projenin sizinle ne ilgisi var, hiç bilmiyorum ama dediğiniz proje on iki yıl önce bitti. İşinize yarar bir şey söyleyebilir miyim bilmi-” diye konuşurken Mira yerinden kalkıp, hızlıca onun yanına geldi ve sakinliğini korumaya çalışarak “Bay Howard, bize yalan söylediniz, hem de iki yalan birden. İlk olarak, Quantum Leap projesinin hala devam ettiğini dördümüz de çok iyi biliyoruz. İkincil olarak da, siz hala Quantum Leap projesinin içerisindesiniz.” dedi. Howard’ın olayı anlayıp anlamadığını kontrol ettikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:

“Amelia seni muhabbeti geriden açarak rahatlatmaya çalışıyor ama maalesef o sosyal kapasite bende yok, bu yüzden doğrudan konuya gireceğim. Şimdi beni iyi dinle, Deltarune denen salak saçma projenizde, benden çaldığınız boyut değiştirme makinesinin de içinde olduğu zırhı açmaya ve boyut değiştirmenin gizemini çözmeye çalışıyorsunuz. Bunun farkında olmadığımızı ve size ulaşamayacağımızı düşünmeniz cidden saçma. Bak, sana bile bu kadar kolay ulaşabiliyoruz, sence bütün ülkeni sadece iki kişi olarak yok etmemiz ne kadar sürer? Şimdi bana zırhlarımızın nerede olduğunu söyle, yoksa bütün dünyanızı geri döndürülemeyecek şekilde alt üst ederim!”

Howard sinirlendi. Ne yani, bu kızlar asker kıyafeti giyip, binayı basıp, kendisinden bunu mu almaya çalışıyorlardı? Üstüne üstlük, bu kadar kibirli ve iğrenç bir şekilde nasıl konuşabiliyordu? “Benden bir laf alamazsın, boşuna deneme.” dedi dişlerini sıkarak. Kızgınlığını tamamen göstermemeye çalışıyordu, ancak Mira, Selin ve Amelia’ya dönüp “Sevgilim, Selin, gördüğünüz gibi normal bir şekilde sordum ve yanıt alamadım. Bana biraz sonra yapacağım şey yüzünden kızmamanızı rica ediyorum.” dedi. Amelia, ne olacağını anlamış biçimde başını onaylarcasına eğdi. Selin neler olduğunu anlamıyordu ama her nasılsa hareket de edemiyordu. Vücudu, anlamlandıramadığı bir güç tarafından druduruluyordu sanki. Mira kendini Howard’ın hizasına getirmek için hafifçe havalandırdı, onun alnına elini dayadı ve “Senin bir laf söylemene gerek yok fasulye sırığı, ben istediğim bilgiyi az sonra alacağım.” dedi, “Ama dürüst olmam gerekirse, kolayca teslim olmaman beni etkiledi. Hoşça kal.”

Mira uzun süredir ilk defa birinin aklına girioyrdu. Kendisinden önceki The Writer’ın öğrettiklerine göre, başka bir insanın aklına girmenin en iyi ve güvenilir yolu, onun akıl sarayına girmekti. Bunu yapmak için de o kişiye dokunması gerekiyordu hala, bu yüzden böyle bir plana başvurmak zorunda kalmışlardı. Daha önceki The Writer’ın bunu kendisinden fersah fersah uzakta olan bir kişiye yapabildiğini biliyordu, hatta bir ara bunu kendisine de yapmıştı, ancak kendisi henüz o güç ve deneyimde değildi.

Howard, bir anda beynine dolan Mira’nın beyni ile sarsıldı ve acı içerisinde bağırmaya kalkıştı, ancak beyni vücudunu kontrol edemez olduğu için çığlığını sadece o ve Mira duydu. İkisi de, birbirlerinin akıllarına doğru bağırıyordu sadece. Mira, Howard’ın beynindeki son sınırı da aştı ve onun akıl sarayına girmeyi başardı.

Howard’ın akıl sarayı, dalgalı ve sonsuza uzanan bir denizdi. Bu denizin derinliği, ne kadar uzağa giderken gitsin aynıydı: Onun dizinin altı kadar. Mira bu dalgalı denizde yürümeye devam ediyor, bir yandan da Howard’a ait bir görüntü veya bir yapı arıyordu. Herhangi bir şey bulup ona ulaşabilirse, oradan onun hafızasına girmesi mümkün olabilirdi. Bir süre daha yürüdükten sonra aradığını bir kulübe olarak bulmuştu. Kulübeye girdi ve içeride ne olduğuna bakmaya başladı. Yerdeki kapağı gördü ve onun aradığı şey olabileceğini düşünüp kapağı açtı. Kapak, onu bir tür bodrum katına götürmüştü ve bu katın içerisinde, sağında ve solunda, üzerlerinde etiketler olan kapıların olduğu uzun bir koridor vardı.

Mira koridorda yürümeye ve kapılara bakmaya başladı. On dakika boyunca yürüdükten sonra, solundaki kapılardan birinde aradığını buldu. Etiketin üzerinde “Quantum Leap” yazıyordu. Mira kapıyı açmaya çalıştı, ancak kapı kilitliydi. Kapıya odaklandı, derin bir nefes aldı ve güçlü bir tekmeyle kapıyı kırdı. Kapı kırılırken Howard’ın güçlü ve acılı bir çığlık attığını duydu. Bu o kadar acı vermişti demek, bağrışı beyninden daha ileriye gitmişti. Kırılan kapıdan içeri girdiğinde, Howard’ın yerinde o anıyı yaşıyordu. Bir arabanın içerisinde Neo Porto Katılım Bankası’na doğru yol almış, bankanın kasasının içerisindeki gizli bir kapıdan bir parola ile geçip aşağıya, zırhların açık bir şekilde tutulduğu bir yere gitmişti. “Tamamdır” dedi Mira, “ben alacağımı aldım.”

Howard’ın zihninden çıkıp onun vücudundan elini çekti ve onu yere doğru düşmesi için bıraktı, onun bilincini kaybetmesine bakarak “Salaklar.” dedi, “En azından güvenli bir yere kapatsalardı zırhı.” Amelia ona merakla baktı ve “Pekala, yüksek derecede bir Amerikan ajanını kaçırıp onun zihnine girdik, bir şey öğrenebildin mi bari?” diye sordu. Mira ona kendinden emin bir gülümseme ile baktı ve “Evet öğrendim.” dedi, “Sana buradan çıktığımızda ayrıntılarıyla anlatırım ama şimdilik şunu diyebilirim ki, zırh düşündüğümüzden daha yakında ve daha az korunaklı bir yerde.”

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 4 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir