Amazon Prime, uzun süreli ve artan ivmeli tanıtımlarının sonrasında J.R.R.Tolkien‘in efsane evreninin son halkasını 2 Eylül günü ilk iki bölüm olarak yayına koydu ve biz de izledik… Dizinin ilk iki bölümüne dair incelememize geçmeden önce artık gelenekselleşmiş spoiler uyarımızı yapalım ve yapımın son fragmanını izleyelim.
Tolkien‘in bahse konu evreninin sadık takipçileri ile popüler izleyiciyi çok ağır bir şekilde olmasa da bölen dizinin sinopsisi kısaca şöyle; Morgoth’un ışıklarını çaldığı elf halkları, Valinor’dan Orta Dünya‘ya gelir ve Morgoth’u uzun süren savaşlar sonunda durdurur. Bununla birlikte ikinci çağda, düşmanın üst düzey subaylarından bir Maiar olan Sauron eski efendisinin rolünü üzerine alarak kötülüğün başına geçer. Savaşlardan bıkan ve evlerine dönmek isteyen elflerin artık kötülüğün yenildiğine dair inancı paylaşmayan bir elf lordu Sauron’un peşine düşer ancak görevinde başarısız olarak Sauron tarafından katledilir. Bu elf lordu, Finrod’dur ve intikamını kovalayacak olan kişi de bir elf leydisi olup abisi Finrod’un hançerini devralan Galadriel olur.
Dizi, Galadriel’in, kötülükle savaş ve intikam arasında kalan duygularının başlattığı bir yolculukta Orta Dünya’nın birçok ırkını ve bölgesini içeren bir kader birliğini anlatıyor. Yine tıpkı Galadriel’in motivasyonlarının komplikeliği gibi, Orta Dünya sakinlerinin, Tolkien evreninde pek görülmeyen üç boyutlu karakterleri ile materyali gerçekliğe yaklaştırıyor. Bu noktadaki seçim de aslında evrenin sadık takipçileri ile popüler izleyici arasındaki görüş farkının sınır ve hatta ayraç çizgisi oluyor.
Bu satırların yazarı olarak bir noktada birinci tekil şahıs olarak konuşmam gerekirse; her ne kadar Tolkien evreninin birkaç kitabını okumuş olsam da, tüm “lore” konusunda bir otorite olmadığımı belirterek başlamam gerekir. Bununla birlikte dizinin başındaki savaşta bir ejderhanın bir kartalı öldürüp onu havadan yanan bir ormana atması ve kartalın savaş meydanına bir tür anka kuşu gibi düşüşünden heyecanlandığımı belirtmek isterim. Ancak farklı bir açıdan ve hatta dizinin sinematik anlamda kurgusunu da özellikle ilk bölümde dengesizleştiren bir kısa ve hızlı özetten de bahsedebilirim.
Tekrar objektif bakış açısına dönelim ve devam edelim. Tarafların endişeleri ve/veya diğer tarafın anlamasını umdukları tehlikeler neler peki? Tolkien’in evreninin sadık izleyicileri bazı detaylardan, kurgusal karakterlere ve biraz önce bahse konu olmuş hızlı özet anlatıma karşı soğuk duruyor ve dizinin bazı açılardan Game Of Thrones türü -örnek dizinin en azından bu on yıl için bir tür oluşturduğunu düşünüyoruz.- bir yapımla karşı karşıya olduklarından endişe ediyorlarken, popüler izleyici de plastik bir sinematografik evren ve hijyenik tek boyutlu bir karakter yapısı şemasından endişeleniyorlar. Aslında bir noktada Tolkien kanadının Game Of Thrones endişesini de haklı çıkartacak bir talep onlarınki…
Peki dizi ne yapıyor? Aslında dizi biz de dahil erken eleştiriliyor… Beş sezon sürmesi planlanan dizinin sadece ilk iki bölümünden yola çıkan eleştiriler, özellikle ilk bölümün materyalin hayranlarını da memnun etmek amacıyla yaptığı tanıtımlara biraz fazla anlam yükleyerek aslında gereksiz ve erkenci davranıyor.
Dizide sinematografik olarak eleştirilebilecek veya en azından yakından izlenmesi gereken noktanın kurgu olduğu anlaşılıyor. Climax anlarını bölen veya daha doğru bir tabirle o anları yeterli kreşendo olmadan vurgulamaya çalışan, çok “ne, nedir…” anlatan ve akmayan bir kurgusu var dizinin. İlk bölümün özel durumu nedeniyle bu konuda sadece şerh düşmekle yetineceğimiz bu başlık, temposunu bulamazsa ama… Büyük bir sorunun nüvesini içinde taşıyor çünkü dizi birkaç ana karakter etrafında birkaç olay örgüsü ve dünya anlatıyor. Tüm dizinin, kuvvetle muhtemel bundan beş yıl sonra olacak finaldeki, Sauron’un yüzüğü kaybedeceği savaşla biteceğini ve Tolkien evreninin ahlaki twistlere pek yer vermeyen net bir olay örgüsü sunduğunu düşünürsek, açık uçların birleşmesi konusunda çok daha iyi bir olay ve sinematografik kurguya ihtiyaç olacağı düşüncesindeyiz.
Dizinin iyi yaptığı şeylere gelince; kısa da olsa “lore” detaylarının gösterilmesi, oldukça temiz özel efektler, yavaş yavaş da olsa; ideal canlılar ve masal dünyası kötülüğü formatını biraz ama olması gerekeni aşmayan bir tempoda genişletme çabaları ve özellikle kıllı ayakların sekanslarındaki çok özgün müzikleri ilk etapta sayabiliriz.
Bir başka dikkat çekici nokta, özel efektlerin de övgüye dair yapısının öncülüğündeki gerçekçi ve sanat yönetiminin detaylıca tasvir ettiği önemli mekanlar oluyor. Mekanlar hem materyale uygun hem de gerçekçi olmakla kalmıyor, diğer başka fantastik materyallerden de bir ilham almışa benziyor. Örneğin Khazad Dum’un iç dizaynı kesinlikle Hobbit‘in dünyasında anlatılan bir hijyenik efekt deposu değil, Dragon Age Origins‘in yaşayan Orzammar’ı adeta. Bu arada bu temayı olağanüstü beğendiğimi belirtmeliyim.
Dizinin en iyi yaptığı şey ise aslında her şeyin sonunda yine, detaylar… Her iki tür izleyicisinin de üzerinde anlaşabileceği bir nokta olarak detayları seçen yapım, Elrond ve Durin’in farklı taş kırma koreografilerinden, elf mithril zırhlarına, arma ve amblemlerden, Aragorn’u hissettiren soy bağı ipuçlarına kadar sayısız detay, her türden seyirciye bir ziyafet gibi sunuluyor.
Karakterler, oyunculuklar ve niyetlere dair de bir okuma yapalım. Oyuncu Morfydd Clark‘ın canlandırdığı karakter Galadriel dizide -başlığımızdan da anlayabileceğiniz üzere- devasa bir ağırlığa sahip. Aynı zamanda hırçın ve idealist elf leydisinin çok düşük yoğunlukta ama temel ve -olgunluk da içeren- bir seksapel hissettirdiği de bir vaka… Yine Halbrand’ın (Charlie Vickers) denizde gösterdiği tavrın pragmatistliği ve Aragorn esintileri dikkat çekiyor. Morgoth’un eski müttefiği ve şimdi elf askeri kontrolü altındaki güney insanlarından Bronwyn (Nazanin Boniadi) ile elf muhafız Arondir’in (Ismael Cruz Cordova) aşkı, oyuncular tarafından son derece iyi canlandırılıyorken içinde bulundukları durum başlı başına hayata daha yakın kılıyor Yüzüklerin Efendisi evrenini…
Bulundukları ortamlar ve dizinin dizaynı gereği kendilerine yüklenen misyonların ötesinde, oyuncu Robert Aramayo’nun sevecen, olgun ve dingin Elrond’u, Owain Arthur’un canlı Durin’i, büyük bir yapımın hakkını vermek için çok çalışan, ciddi Markella Kavanagh’ın Nori’si ve son olarak Tyroe Muhafidin’in saldırgan ve yanlışa düşmeye hazır ergeni Theo’sunun son derece adanmış performanslar/kompozisyonlar ortaya koyduğunu ifade etmek de yerinde olacaktır.
Sonuç olarak, daha önce de belirttiğimiz gibi henüz iki bölümü yayınlanan yapımın kaderinin, lore ile kurduğu ilişkisinin, bir başka materyale “özenmeden” ama ideal Tolkien kanonunu bir derece günümüz hayatının griliği ile harmanlayabilmesine bağlı olacağını düşünüyoruz. Ve iki bölümde gördüğümüz performans da esasen bu çabayı yansıtıyor…
Farklı zaman ve başlıklarda materyale dönebilmek dileğiyle, hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
2019'a Veda Ederken 3 - Atiye
İki Dizi-1: Raised By Wolves - Ridley Scott'u...
Yirminci Yüzyılın Tarihine Tanklar Aracılığıy...
Müzik Kutusu: The Witcher Soundtrack - Dizide...
2021'e Veda 2 - Netflix'ten Bahtı Kara Bir An...
2022 Vedası 2- Netflix Sıcak Kafa; Bir Umut H...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…