Nareed Geri Dönüyor: S.Volkan Gün’den Galaktik Günceler: Nareed Serisi 1-2-3-4-5

Bunu Paylaşın

Evet Nareed geri dönüyor. Biz de, S.Volkan Gün’ün Galaktik Günceleri’nin bu derin ve karizmatik kahramanı Nareed macerasının yeni safhasına geçmeden önce, kahramanın içinde bulunduğu durumu kuran beş bölümü tek bir formatta sizlere sunuyoruz bugün. Keyifli okumalar…

1.BÖLÜM

Ahorii’nin ölüm çukurları sadece en iyi dövüşçüleri belirlemez. Aynı zamanda en acımasızlarının da ilan edildiği yerlerdir. Yüzbinlerin seyrettiği dövüşler bir gün döngüsü boyunca devam eder. Tetta Prime kıtasının yağmur mevsimine denk gelen dövüşlerde, ölümün kara lekesini topraktan silmek istercesine durmadan yağan yağmur dövüşçülerin işini zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu zorlu şartlarda dövüşçülerin sadece marifetleri değil, dayanıklılık ve psikolojik sağlamlıkları da hayati önem taşır.

Konforlu koltuklarında oturmuş ve dövüşün sadece bir gününü seyretmek için binlerce Lahiy ödemiş seyirciler ustalık bekler, acımasız olunmasını bekler ve en önemlisi kan bekler. Dövüşenler onların gözünde canlı değildirler. Birazdan ölümü kucaklayacak olan birer cesettirler.

Bazı izleyiciler sadece bahislerden para kazanmak için gelir. Bazıları sadece kendisine sosyal bir çevre ve çıkar sağlamak için buraya gelmiştir. Bazıları da kendilerine veya kıymet verdikleri her ne ise ona; Ahorii’nin ölüm vaat eden çukurlarından çıkmış mahir bir koruma bulmak için…

Kalabalığın içinden birisi ise bu sebeplerden hiç birisinin peşinde değildi. Arenaya toplanan kalabalığın hayatları boyunca göremeyeceği kadar çok kan görmüş birisi olarak aradığı şey çok daha farklıydı ve aradığını bulmak üzere olduğunun farkındaydı.

Genç kadın geriye doğru takla atarak kalktı. Kalabalıktan büyük bir alkış koptu. Az önce yattığı yerde Sifrenks’li savaşçının kalın mızrağı saplıydı. Yağmur, çukurun içini çamurdan bir mezara dönüştürmüştü. Kadın sağ dizi üzerinde, iki eli yanlarda ve yerde, rakibinin bir sonraki hamlesini beklerken sol eliyle zeminde bulduğu sert cismin çene kemiği olduğunu fark etti. Çamura bulanmış kemik daha önceki zamanlardan kalan ismi kayıp bir dövüşçüye aitti kuşkusuz…

Eflatun gözlerini rakibinden ayırmadan çamura gömülmüş kemiği kavradı; ama kaldırmadı. Kullandığı silah Tozumb ırkının özel silahı olan bıçaktı ve uzun bir mızrak karşısında çeviklikten fazlasına ihtiyacı olduğunun bilincindeydi. O fazlalık pekâlâ bir sürpriz; beklenmedik bir silah olabilirdi.

Sifrenkis’li insansı, mızrağını kaldırarak bağırdı. Kalabalık dövüşçüye aynı şekilde karşılık verdi. Yağan yağmurun altında sarı renkli insansı çok caydırıcı görünüyordu. Çukurun insanları, ölümün uzaktan güzel görünen yüzünü selamlıyorlardı. Gökyüzünde beliren mavi şimşek altında Sifrenks’li savaşçı bir kâbusun vücut bulmuş hali gibiydi.

Kadın, sağ eliyle tuttuğu bıçağı iyice kavradı. Gelecek birkaç saniyenin yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi çekeceğini biliyordu. Kütlesi kendisinin iki katı olan yarı vahşi bir canlıya karşı bir plan yapmadan karşı koyamayacağını çok iyi biliyordu. Sakin kalarak reflekslerinin ezberlediklerini yapmasına izin vermeliydi. Bu çukurdaki en büyük düşman korkunun savaşçılara verdiği hantallıktı.

Gövdesi sivri dişlerle kaplı mızrak üzerine doğru gelirken, bıçağını kaldırdı ve Sifrenkis’li insansının ivmesini kullanarak bıçağı yardımıyla saldırıyı geçiştireceğini düşündü; ama yanılmıştı. Mızraktaki dişler birden insansının bastığı düğme yardımıyla gövdenin içine girdi ve Sifrenkis çeliğinden yapılmış mızrak, bıçağın üzerinden kayarak genç kadının omzuna saplandı.

Yüzbinler aynı anda bağırdı. Biraz sonra kan göreceklerini ve bahislerini kazanacaklarını bilmenin keyfiyle daha çok gürültü çıkartıyorlardı. Genç Tozumb’lu için verilen galibiyet oranı hakaretten farksızdı. Büyük Arena’nın üzerinde bulunan holotabloda Tozumb’lu kadının galibiyet şansı düştükçe sağ kalması halinde kazandıracağı para artıyordu. Kadın, acıyla sırt üstü düştü. Sarı savaşçı olanca gücüyle bastırıyordu. Bıçağını bırakan Tozumb’lu mızrağı sağ eliyle itebildiği kadar geri itiyordu.

Sifrenkis’li avantajının farkındaydı ve sonuna kadar kullanmak niyetindeydi. İki adım attı. Şimdi, rakibi olan zayıf kadının beli hizasında, tepesinde dikiliyordu. Cildi kadar sarı dişlerini göstererek güldü. Kadın kendisinden beklenmeyecek kadar dayanıklıydı. Sifrenks’li cesur savaşçı rakibinin omzundan akan kanın pıhtılaşmaya başladığını görebiliyordu.

‘Lanet Tozumb’lu’ diye gürledi ve yüklendi.

Rakibi tüm kuvvetini vererek mızrağı itmeye başladığında genç kadın daha fazla dayanamadı ve mızrağı bıraktı. Büyük bir acı vücudunu esir almıştı. Sırtından çıkan mızrağın yere saplandığını hissedebiliyordu. Aynı zamanda hareket zamanının geldiğini de hissediyordu. Mızrakla birlikte öne doğru eğilen Sifrenkis ’linin hayati organları artık erişebileceği mesafedeydi.

Sol elinde tuttuğu kemiği birden kaldırdı ve olanca gücüyle rakibine batırmaya başladı. Bir kez, bir kez daha ve bir kez daha… Sarı insansının yüzündeki şaşkınlık bir an sonra acıya dönüştü. Arka arkaya karnına yediği darbelerle dizlerinin üzerine çöktü. Bir anda arenayı büyük bir sessizlik esir aldı. Yağmurla birlikte akan giden servetler bir hayattan çok daha önemliydi.

Son darbenin zamanı gelmişti. Tozumb’lu kadın, dizlerinin üzerine çökmüş rakibinin boynuna yaptı son hamlesini. İri dövüşçü hırlayarak yere düşerken Ahorii’nin ölüm çukuru bir canı daha almıştı. Pek çok canlı para kaybetmişti. Az önce kahramanları olan savaşçının yerde yatan cansız vücudundaki kasılmaları bir tek onun katili görebiliyordu.

Kalabalıktan; şaşkınlıktan öfkeye, sevinçten üzüntüye farklı tepkiler duyulurken yaralı kadın omzunda saplı mızrakla yerinden kalkmaya çalışıyordu.

Tüm sesleri bastıran anons duyulduğunda kalabalığın içindeki adam yerinden kalkmış aradığını bulmuş olmanın tatminiyle dövüşçülerin tedavi edildiği revirin yolunu tutmuştu.

‘Kazanan Ramus gezegeninden Tozumb’lu Nareed!’

Nareed, türüne bahşedilen özellik sayesinde diğerlerine göre çok daha çabuk ayaklanmıştı. Oturduğu yerde omzunu kontrol ederken kapıda orta yaşlı bir insan belirdi. Adam elindeki paraları sayarken yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Nareed adama baktı; ama bir şey söylememeyi tercih etti.

‘Biliyor musun?’ dedi adam, saydığı Lahiy’leri sallayarak, ‘Sanırım sana oynayan bir tek ben vardım.’

‘O zaman tam bir ahmakmışsın’ dedi Nareed. Ağrıyı alması için verilen ilacın etkisi azalmaya başlamıştı. Acı yavaş yavaş geri geliyordu ve hiç hoş gelmiyordu.

Adam, söylenenleri üzerine almaz bir tavırla revire girdi.

‘Kendini bu kadar hafife alma Nareed.’ Nedense adamın sözlerinde, çok şey bilen bir bilgenin ağırlığı vardı.

‘Zor kurtuldum. Beni haklıyordu.’

Nareed’in sözleri daha çok kendisine yaptığı bir itiraftı. Sağ omzu, sağ kolu ve eli acının etkisiyle sızlıyordu. Tozumb ırkının özelliği; kanlarının havayla temas ettiği anda hızla pıhtılaşmasıydı. Bu sayede kan kaybının yol açtığı etkileri yaşamıyorlardı. Karşılığında pek çok canlıya göre çok daha büyük bir kalp ve genelde kalp yetmezliği ilen biten bir hikâye sonu onları bekliyordu.

Yakında düzelecek diye düşündü insansı kadın. Adam düşüncelerini okurmuş gibi konuşmaya başladı.

‘En az bir hafta sağ tarafını kullanamayacaksın.’

‘Kimsin sen?’ dedi Nareed. Oldu olası dolaylı konuşmalardan hoşlanmazdı. Annesi, küçük Nareed’i çok uyarmıştı. Yaptığı şey annesine göre kabalıktı. Ama büyüyen Nareed annesinin yanıldığını gördü. Evrende o kadar çok kabalık vardı ki, kendi yaptığının aşırı olmadığını zaman içerisinde kötü tecrübelerle öğrenmişti.

Adam, gri ceketinin kolunu dirseğine kadar sıyırarak, iç kolunda bir damga gösterdi. Nareed nefesini tuttu; ama yabancıya fark ettirmedi.

Umursamaz bir tavırla ‘O damganın sahtelerini pek çok canlıda gördüm’ dedi. Endişe umarsızlığın yerini alıyordu. Bu adam kendisinden ne istiyordu? Adamla arasına yatağı almak üzere ters tarafa doğru yürümeye başladı.

‘Gerçek olsaydılar şu anda burada, bu konuşmayı yapıyor olmazdık.’ Adam çok sakindi. Kolunu kapattı ve elini cebine attı. Nareed, istemsiz elini belindeki bıçağına doğru uzattı.

Cebinden bir kredi bankası çıkartan adam, yatağa doğru fırlatarak Nareed’e baktı. Sanki genç Tozumb’lunun tepkisini görmek ister gözlerini kırpmadan bakmaya başladı.  

‘Biliyor musun? Hayatta kalma içgüdüsüne sahipsin. Ve bunu yaparken ırkının özelliğine güvenmeyecek kadar akıllı davranıyorsun.’

‘Bu nedir?’ Yorgunluktan ayakta zor duran Nareed, kendisinin iki katı bir canlıyı öldürmüş özgüvenli bir savaşçıdan, bir anda ürkek bir Sssiyan yavrusuna dönüşmüştü.

‘ Parmak izinle açılacak. İçerisinde tümüne olmasa bile, sorularının bir kısmına cevap bulabilirsin. Bu arada, o yatağın beni yavaşlatacağını düşünmedin değil mi? Bu, bana hakaret olurdu.’

Nareed, ne söyleyeceğini bilemez bir halde öylece adama bakarken, kapıya varan adam devam etti.

‘Ramus’a birkaç kez gittim. Çok güzel bir gezegen. Eminim oraya bir gün daha zengin ve itibarlı dönmek istersin.’

‘Güzeldir.’  diyebildi sadece eflatun gözlerini kırparak.

Adam arkasını dönmüş çıkmak üzereyken birden aklına bir şey gelmiş gibi dönerek sordu.

‘Bu arada merak ettim. Sol elinle de sağ elinle olduğu kadar başarılı mısın onunla?’ Cümleyi bitirirken Nareed’in farkında olmadan sapını sıktığı bıçağını gösteriyordu.

Bu bir meydan okumaydı. Nareed, meydan okumaları bilirdi ve daha da kötüsü küçüklüğünden beri hiçbir meydan okumadan kaçmamıştı. Yenileceğini bilse bile.

Sol elini gevşetti ve olanca hızıyla bıçağını çekerek adamın olduğu yöne fırlattı. Bıçak, adamın yanağını sıyırarak kapının pervazına saplandı. Gözünü bile kırpmayan adam bir an için genç Tozumb kadınına baktı ve sonra yüzünde bir tebessüm belirdi.

‘Ders bir. Asla silahsız kalma. Ve aklınla oynanmasına izin verme.’  Silahı saplandığı yerden kuvvetle ve tek seferde çekti ve yatağa fırlattı. Ardından da Nareed’in arenada, Sifrenks’liyi öldürürken kullandığı çene kemiğini yatağın üzerine attı.

‘ İki gün daha bu bok çukurundayım. Sonrasında gidiyorum.’ Ve gitti.

Nareed, farkında olmadan vücudunda oluşan gerginliği adam gittikten sonra yeni fark ediyordu. Adam haklıydı. Bilerek ıskalamıştı; ama ıskalamıştı ve o andan sonra tek kolla ve silahsızdı. Kendisine küfür ederken, bir yandan gözü adamın bıraktığı kredi bankasına takıldı. Bu ufak aletler tam birer baş belasıydı. Parmak izi en kolay kopyalanabilen şey olduğu için, sahibinin hücre izi ve vücut kimyasalı ile aynı anda çalışan kombine bir kilit sistemi ile çalışıyordu. Pek çok canlı, güneş sistemleri arası dolaşırken; yanında para taşımak yerine bu cihazı kullanıyordu. Bu aletlerin baş belası oldukları bölüm ise; sahiplerinin elinden iradeleri dışında çıktıkları anda başlıyordu. Ya sahipleri tarafından uzaktan patlatılabiliyorlardı, ya da cihazı elinde bulunduran canlı bilgilere girmek istediğinde güvenlik sistemi devreye giriyor ve kendisini imha ediyordu. Her iki durumda da sonuç; yarım blokluk etki alanı olan bir patlamaydı.

Genç kadın yatağa oturdu. Bu sırada arenada bir kapışma daha bitmiş, birileri zengin, birileri de fena halde ceset olmuştu. Revire getirilen galip savaşçının sol bacağı, kesik bir halde göğsünün üzerinde duruyordu. Irkı klimar olan canlı, hala şokta gibi titriyor, revirin robotları iri canlıyı tutmaya çalışıyorlardı. Nareed, bir süre olayları izledikten sonra tekrar önünde duran cihaza baktı fakat dokunmadı. Önünde hala iki günü ve iyileştirmesi gereken bir omzu vardı. Dinlenmesi gerekiyordu. Kaldığı odaya gitmeden önce kazandığı parayı alması gerektiğini hatırladı. Yaklaşık yüz yirmi kiloluk, iki standart metreden uzun bir canlıyı öldürmüştü. Dişe değer bir şeyler kazandığını umarak idarenin yolunu tuttu.

Kaldığı oda şehrin en seçkin bölgesinde sayılmazdı; ama yorgunluktan zor yürüyen güzel vücutlu bir Tozumb dişisine bela çıkartacak pisliklerden uzaktı. Kapıyı açıp girişte bekledi. Dışarıdan gelen holo reklam ışıkları tüm odayı aydınlatıyordu.

Ölüm çukurlarında günün dövüşlerinden önemli anları gösteren kesitler Ahorii gezegeni ve içinde bulunduğu sistemle birlikte toplam dört güneş sisteminde yayınlanıyordu.

‘Ölürken ünlü olmak için en ideal yol’ diye söylenerek içeri girdi. Bugün revirde karşılaştığı adam kendisini öldürmeye çalışan devden çok daha fazla canını sıkmıştı. Odada sürpriz bir misafiri olmadığından emin olmalıydı.

Yatağa uzandığında aklına annesi geldi. Yatağa böyle pis bir halde girdiğini görseydi… Ama annesinin küçük Nareed’i olmayalı çok uzun zaman olmuştu. Kazandığı kredileri, adamın bıraktığı kredi bankasını dikkatlice başucundaki rafa bıraktı. Bıçağını sıkıca kavradı ve gözlerini kapattı. Dinlenmesi gerekiyordu. Silahsız yatmanın cezasını en ağır şekilde ödediği o gün geldi aklına. Bıçağın sapını biraz daha sıkı tuttu.

‘Hayalarınızı keseceğim hepinizin’ diye haykırmıştı. Annesinin küçük kızını kimse umursamamıştı. Sonunda da dediğini yapmıştı. Ne teselli ama diye düşünerek kafasından geçen düşünceleri kovaladı ve uykuya daldı.

Rüyalar yaşananların ve duyguların tezahürüdür derdi büyükannesi, küçük kızın saçlarını tararken. O zamanlar kâbuslar deniz kabukları gibiydi. Uyandığında hatırlamak, hatırladıklarından korkmak için düşüncelerinde ısrarla onu hatırlamak istemen gerekirdi. Dalga sesleri gibi yavaş ve derinden gelirdi hatıralar. Şimdi ise gerçekler bazen kâbuslardan daha uzak geliyordu Nareed’e.

Derin bir acıyla uyandı. Şimşeğin aydınlattığı gökyüzünün önünde kocaman bir karaltı giderek yaklaşıyordu ve Nareed kıpırdayamıyordu. Gölge tepesine dikildiğinde kendisini revirde ziyaret eden insanın yüzünü gördü. Gözleri açık, tavanı seyrederken hala kâbusun etkisinde vücudu istemsiz kasılıyordu. Parmaklarını hareket ettirdi. Derin bir nefes verdi. Kasları tepki veriyordu. Kâbus bitmişti.

Yerinden kalktı ve duşa girdi. Bir gün öncesinin tüm pisliği normalden uzun süren bir duşla çıkmıştı ama huzurlu olmaktan çok uzak hissediyordu. Derinlerde bir yerlerde, uzayın boşluğuna göndermek istediği kırılganlığının, ruhundaki en ufak bir çatlaktan dışarı çıkacağını hissediyordu ve bu histen nefret ediyordu. Kendisinin iki katı canlıları öldürse bile o küçük Tozumb’lu kız orada durmuş; ‘Sana ihtiyacım varken neredeydin?’ diyordu.

Odada durduğu sürece kafasındaki seslerin kendisini rahat bırakmayacağını anladığında karnı da guruldamaya başlamıştı. Dün yaptığı ölüm dövüşü tüm enerjisini almıştı. Irkının özelliğinden dolayı kendisine kimyasal doku yapılandırma ilacı verilemiyordu. Güzel bir kahvaltıyı hak etmişti. Üzerine yağmurluğunu alarak sokağa çıktı ve kalabalığa karıştı.

Bulunduğu bölge kesinlikle Ahorii’nin en seçkin yeri sayılmazdı; ama en kötü yeri de değildi. Gezegenin çok yağış alması nedeniyle bulunduğu bölgede de pek çok yerde olduğu gibi şehir ana sistemine bağlı koruyucu çatılar bulunuyordu. Yağış miktarı belli bir seviyeye geldiğinde meydanlarda bulunan koruma sistemi devreye giriyor ve yaşayan canlıların sonsuz bir yağmurdan etkilenmesini önlüyordu. Bu sistemlerde toplanan yağmur suları ana toplayıcıya gönderiliyordu. Canlıların yaşadığı pek çok güneş sisteminde suya hala çok ihtiyaç duyulan gezegenler vardı.

Nareed kendisine sağlanan konfordan faydalanmayı hiç düşünmüyordu. Biraz ıslanmak iyi gelebilirdi. Yağmur mevsimi gezegenin bu bölümüne yine cömert davranıyordu. Sokak satıcıları, ölüm çukuru dövüşleri için gelen turistler ve yerel halkın büyük bölümü koruyucu çatıların altında kalmayı tercih ederken, Nareed için yağmurda yürümek tedavi gibiydi.

Ağrıyan kaslarına aldırmadan bir süre amaçsızca gezdikten sonra asıl dışarı çıkma nedenini midesi sayesinde hatırladı. Güzel bir kahvaltı neşesini yerine getirebilirdi. Uzakta duyduğu sokak satıcılarının sesleri, üzerinden geçen hava trafiğinin hareketliliği ve etrafta dolaşan pek çok güneş sisteminden gelmiş canlı dikkatini dağıtıyor, uzun süredir aradığı huzuru burada da bulamayacağını anlatıyor gibiydi.

Eflatun gözleriyle meydanda bulunan yemek istasyonlarına baktı. Yerel bir şey istemiyordu. Ahorii mutfağı Tozumb’lu kadın için yeteri kadar lezzetli değildi. Kendisine bir istasyon seçti ve içeri girdi. Üzerindeki yağmurluğun yarı organik kumaşı suyu çoktan emmiş ve buhar olarak atmosfere salmıştı.

İstasyon, günün bu saati için kalabalık sayılırdı. Kendisine herkesten uzak bir köşe seçti ve yağmurluğunun kapüşonu takılı halde oraya yöneldi. Oturduğunda istasyonun her yerinde bir önceki günün dövüşlerinden özetler gösteriliyordu. Kendisinin de bu özetlerin bir yerinde olduğuna emindi. İstasyonda bulunanların kendisini tanımasını istemiyordu. Gereksiz ve aşırı bir ilgi şu anda en son istediği şeydi.

 Oturduğu ünitenin masasına dokunarak seçenekleri aktif hale getirdi.  Tozumb mutfağını seçti. Ritua kuşu yumurtası ve quwella meyvesi püresi ısmarladı. Quwella meyvesinin çekirdeğinden elde edilen bu püre, çocukluğundan beri en sevdiği yemeklerden birisiydi.

Masanın üzerinde ısmarladığı yemeklerin fiyatları belirdi ve ödeme yapmak için elini cebine götürdü. O anda tün vücuduna ciddi bir acı yayıldı. Sağ omzunu kullanmaması gerektiği unutmuştu. Duyduğu acıya rağmen cebinde bulduğu şeye şaşırmıştı. Elini cebinden çıkardığında dün akşam kendisini ziyaret eden adamın bıraktığı kredi bankasını aldığını fark etti. Küçük siyah cihazı tekrar cebine koyup nakit olarak ödeme yaptı.

Tam o anda arkasında ki holo tablolarda kendisinin yarısı cüsseye sahip bir dişi savaşçıya yenilen Sifrenks’li hakkında konuşan yorumcuların konuşmalarını duydu. Kapüşonu biraz daha çekerek yüzünü iyice kapattı.

‘Bazıları meşhur olmayı sevmez’ diyerek masanın karşı tarafına oturan adam, Nareed’in irkilmesine neden oldu. O anda çatlaktan çıkmak isteyen kırılganlığı, bir kez daha oralarda bir yerlerde olduğunu hissettirdi. Bu insan, Tozumb’lu genç kadına nedenini anlayamadığı bir şekilde zayıf olduğunu hissettiriyordu.

Nareed, yüzünü sakladığı için çok memnundu. Zira adamın Nareed’in yüzündeki ifade değişikliğini fark edeceğine emindi. Hele bir de kim olduğunu söylediği kişiyse…

‘Beni mi takip ediyorsun?’ dedi, sesinin titremediğini umarak.

‘ Diyelim ki yatırımıma göz kulak oluyorum.’

 Kırklı yaşlarındaki adamın üzerinde öyle bir özgüven vardı ki; Uzay’da yürüyüşe çıkıp geleceğim dese inanılabilirdi. Yüzünün sağ tarafında kaşının hemen altında belli belirsiz bir yara izi vardı. Nareed, adamın bu ezici özgüvenini kırmak için hücuma geçmesi gerektiğini hissetti.

‘Yara’ dedi yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, ‘Nerenin hatırası?’

Adam hiç istifini bozmadan elini yaraya götürdü; ama dokunmadı. Onun yerine masaya dokunarak bir smesa çayı sipariş etti. Arkasına yaslandı ve etrafını süzdü.

‘Biliyor musun? ‘ dedi sadece parmağıyla istasyonun içini işaret ederek, ‘Burada, bu anda bulunan her hangi bir canlının benden kaçma ve saklanarak yaşama ihtimali yok.’

Tam bu anda oturdukları ünitenin uyarı ışıkları yanmaya başladı. Siparişler hazırdı. Masanın ortası iki yana ve aşağı doğru kayarken alttan yemeklerin de üstünde olduğu başka bir parça yükseldi ve masanın üst kısmında durdu.

Standart dil de ve onlarca ayrı dilde ‘İyi yemekler’ ifadesi masanın her iki yanında belirdi ve birkaç saniye sonra kayboldu. Adamın söyledikleri bir anda Nareed’in iştahını kapatmıştı. Quwella püresi bile cazibesini kaybetmişti.

Smesa çayını yudumlayan adam samimi bir gülümsemeyle baktı ve ‘Lütfen yemeğini ye. Dün gece de bir şey yemedin’ dedi.

Nareed’in pembemsi tenindeki tüm hücreler aynı anda isyan etmiş gibi harekete geçti. ‘Beni mi izliyorsun’ dedi sessiz ama kızgın bir fısıltıyla.

‘Dediğim gibi yatırımlarıma dikkat ediyorum diyelim.’

O anda Nareed’in aklına gece gördüğü kâbus geldi. Bir an için acaba gerçekten bu ürkütücü insan dün gece odada mıydı diye düşündü.

‘Rahat uyuyamadın değil mi’ dedi adam, çayından bir yudum daha alarak. Bu kadarı yeterliydi. Nareed hızla masadan kalktı ama adamın kendisine uzanması ve yaralı kolundan tutması bir oldu. Adam o kadar hızlı uzanmıştı ki Nareed kıpırdayamadı bile. ‘Otur’ dedi adam, sesinde nezaketten eser yoktu.

Nareed şaşkın tekrar oturdu. Bir süre ikisi de konuşmadı. Nareed tekrar konuşacak gücü topladığında içindeki kırılgan küçük kız, kan kokusuna gelen Zambiza gece hayvanları gibi Nareed’in yalnızlığına çöreklenmişti.

‘ Benden ne istiyorsun? Sana hiçbir faydam dokunamaz. Eğer iddia ettiğin kişiysen zaten bunu biliyorsun ve bana ihtiyacın yok.’ dedi. Sesinin titremesini kontrol edemediğini fark etti.

Aregu töreni sonrası babasıyla konuşurken aynı hisse kapıldığını hatırladı. Orada babasını ve ailesini utandırmıştı. Kızgınlığı tüm benliğini sarmış babasının yüzüne bakamıyordu. Galaksinin bilinen kısmını gezen profesyonel bir savaşçı kimliğinin altında, geçmişten gelen pek çok anının tek başına kaldığı anlarda üstüne çullandığı biri vardı. Şimdiyse; bir gün önce kendisinin iki katı bir devi öldürmüş bir savaşçının ruh halinde çok uzakta, bilmediği bir kara deliğe çekiliyormuş gibi hissediyordu.

Adam ‘ Her canlının bir yararı vardır.’ diyerek elindeki bardağı bıraktı. Bardak otomatik olarak çayı tekrar ilk servis edildiği ısıya getirmek üzere çalışmaya başladığında, ürkütücü yabancı öne doğru eğilerek Nareed’in eflatun gözlerinin içine bakmaya başladı. Genç Tozumb’lu gözlerini kaçırmak istedi ama saldırıya uğradığı o gecedeki kadar çaresiz hissediyordu kendisini. Nefesini tutarak dolmaya başlayan gözlerini kapattı.

‘Ne istiyorsun benden?’

‘ Ağlıyor musun sen?’

Bu hazzı yaşatmayacaktı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. Gözlerini adamınkilere kilitledi. İşte bu anda esrarengiz adam gülmeye başladı ve arkasına yaslandı. Birkaç saniye kadına baktıktan sonra elini cebine attı. Nareed’in aklından o anda pek çok şey geçti ama hepsinin sonunda tek bir sonuç vardı. Yaralıydı ve kendisini ruhsal anlamda hiç iyi hissetmiyordu. Kıpırdayacak hali yoktu ve eğer hayatı burada sona erecekse bunu engellemek için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Hele bir de adam olduğunu iddia ettiği kişiyse.

Adam cebinden avuç içi büyüklüğünde bir cihaz çıkartarak masanın üzerine koydu. Nareed ne olduğunu anlamaya çalıştığı cihaza baktı.

‘ Korkma, alıp bakabilirsin’

Kendisine izin verilen bir oyuncağa çekinceyle uzanan küçük bir çocuk edasıyla sol elini cihaza doğru uzattı ve aldı. Daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Teknolojiyle arası çok iyi sayılmazdı. Nihayetinde Galaktik Konsey tarafından ilkel kabul edilen bir silahı kültürlerinin en büyük parçalarından birisi olarak gören bir dünyadan geliyordu. Babasının eline bıçağı verdiği ilk an geldi aklına ve gözleri yeniden dolmaya başladı.

Ailesini, evini çok özlemişti. Duygularını kontrol etmesi gerektiğini hatırladı ama kendisini bu yabancı karşısında yeteri kadar küçük düşürmüştü. Cihazı masaya sertçe koydu ve derin bir nefes daha aldı.

‘Eğer beni öldürmeyeceksen daha fazla burada kalmak istemiyorum’ dedi.

Adam sanki Nareed bir şaka yapmış gibi gülmeye başladı ve masaya bıraktığı cihaza uzanarak cihazın üzerindeki bir yere dokundu.

‘Bir süre daha etkisinde kalacaksın. Ama temiz havaya çıktığında etkisini çabuk kaybedecektir.’  Nareed boş bir ifadeyle adama baktı.

‘Bu bir reseptör iletkeni’ diyerek cihazı cebine koydu. Nareed böyle bir şey duyduğunu hiç hatırlamıyordu. Ne demek istiyordu bu adam? Ne istiyordu ondan?

‘Kısaca senin duyularına etki etmesi için özel bir proteini hava yoluyla yayan bir cihaz.’

Nareed hala anlamamıştı. ‘Yani? ‘ dedi üzerinde hissettiği duygusal ağırlığın azaldığını hissederek.

‘Yani’ dedi adam tekrar ısınmış çayından bir yudum daha alarak. ‘ Bu cihaza beynine özel bir kimyasalı hava yoluyla göndererek senin duygularını karıştırıyor. Korku, pişmanlık, yetersizlik gibi duyguları,  eğer varsa, tetikleyerek dengeni bozuyor’

Sonra cihazı tekrar eline aldı ve gülerek ‘Gerçekten işe yarıyor. Özellikle işkence sırasında’ diyerek cebine koydu. ‘Tabii bu cihazın kullanımının yasak olduğunu söylememe gerek yok sanırım’

İşkence? Bu adam gerçekten iddia ettiği kişi olabilir miydi?

‘Neden?’ dedi Nareed, düşüncelerini daha rahat topladığını fark ederek, ‘ Buna neden gerek duydun?’

‘Çünkü’ dedi adam biten bardağı masaya koyarken ‘Bu testi geçebildiğini görmem gerekiyordu. Zorlandın ama kırılmadın. Biraz çalışmayla daha iyisini yapabilirsin.’

Nareed şaşkın bir ifadeyle adama baktı. ‘Ne testi? Neler oluyor? Beni neyin içine çekmeye çalışıyorsan asla olmayacak’

Daha kararlı ve kendisinden emindi. İçindeki kırılgan kızın sesini duymuyordu.

Adam ayağa kalktı ve üniteden çıktı. Sonra tekrar döndü ve cebinden bir şey çıkartarak masaya bıraktı.

‘Unutma, kaçma ve saklanma ihtimalini düşün’ dedi. Sonra Nareed’e bir iletişim pedi verdi. ‘ Zaten içindesin’ diyerek istasyondan çıktı ve gözden kayboldu.

Nareed, bir süre tüm olan biten anlamaya çalıştı. Hiçbir şey mantıklı değildi. Adamın sözleri büyük kalbinin pompaladığı kanın damarlarında donmasına neden olmuştu. Önce iletişim pedine baktı sonra da bir beze sarılı olan cisme. Bezin üzerindeki desenler tanıdık gelince bir anda yutkundu. Bez, gezegenin kadınları tarafından On beşinci doğum günlerinde; özgürlüklerini kazanmak için yapılan ‘Aregu’ töreninden önce evlatlarına verilen bıçakların kılıflarıydı.

Elini istemsiz uzattı ve kılıfı açtı. İçerisindeki bıçak babasına aitti. Nefesini tuttu ve sonrasında dakikalardır tuttuğu gözyaşları dışarıda durmadan yağan  Ahorii yağmuruna nazire yaparcasına yanaklarından aşağıya süzülmeye başladı.

2.BÖLÜM

Odasına vardığında kendisini daha iyi hissetmiyordu. Oysaki öyle olacağına dair bir ümidi vardı. İstasyondan çıktıktan sonra bir süre amaçsızca yürümüş, kendisini meyve satmaya çalışan yerel bir genci fena halde terslemiş, iki kez karşılaştığı yerel güvenlik güçlerinden yardım istemeyi düşünmüş; ama kendisini tehdit eden insan eğer iddia ettiği şeyse, ne yerel güvenliğin ne de askeri kuvvetlerin kendisini koruyamayacağını bildiği için bu fikrinden vazgeçmişti.

İçinde kopan fırtınayı, karnındaki garip burulmayı, normalden daha büyük olan kalbinin hızlı atışını ise tek bir şekilde açıklayabiliyordu. Sevdikleri için duyduğu endişe… Bu duygularla odaya girer girmez haberleşme sisteminin başına geçti ve Tozumb’daki evinin haberleşme kodunu girdi ve beklemeye başladı. Geçen her an içindeki endişeyi kaybetme korkusuna dönüştürüyordu. Babasına ait olan silahın devamlı onunla birlikte olduğunu bildiği için aklına gelen düşünceleri bastırmaya çalışıyordu.

Hala reseptör iletkenin etkisinde miyim diye düşündü. Gezegenin temiz havasını düzenleyici yerleştirilmiş ciğerlerine çekerken adamın verdiği kimyasal ilacın etkisinin azaldığını hissetmişti ama şu anda hiçbir şeyden emin olamıyordu. Elinde tuttuğu bıçağı sıktığını fark etti. Galaktik haritada güneş sistemleri arasındaki haberleşme istasyonları bazen devre dışı kalabiliyor ya da bir solar fırtına dalgaları bozabiliyordu. Bunları bilmesine rağmen ekranda beliren bilgilendirme korkularını körüklemekten başka bir işe yaramamıştı.

‘Aramanız başka bir koda yönlendiriliyor’…

‘Atalarımın kemikleri adına. Lütfen doğru olmasın!’

Ama doğru olduğunu biliyordu. Babasının tören bıçağını bir yabancıya vermesinin tek bir yolu vardı. Ve eğer o adam babasını ölümüne neden olduysa, bir yolunu bulup onu öldürecekti.

Kafasında yaşadığı belirsizlik devam ederken az önce öldürmeyi düşündüğü adam tekrar karşısında belirdi. Adam bir ulaşım aracındaydı ve Nareed’i gördüğüne hiç şaşırmamış bir hali vardı.

‘Bu kadar saf olamazsın. Daha iyisini yapabileceğini düşünüyorum.’

‘Onlara zarar verdiysen…’

Nareed’in sözlerini adam haberleşme ünitesine doğru elini kaldırarak kesti.

‘Yapman gereken tek şey söylediklerimi yapman. Sonrasında değer verdiklerine kavuşacaksın.’ Bir an durduktan sonra devam etti.

‘İş birliğimizin nefret ve intikam duygularının üzerine kurulmasını istemem. Kendini hazır hissettiğinde artık bana nasıl ulaşabileceğini biliyorsun’ dedi ve hepsi buydu. İletişim kesildi. Nareed nefessiz, çaresiz ve kocaman bir hiç olarak ekrana bakakaldı.

İnsanın söylediklerine inanmak isteyen Tozumb’lu saf kız sevinmeye hazırlanırken, zorlukları bizzat yaşayarak gören genç kadın içindeki küçük kıza bağırdı

‘Sakın! Babanı sağ görmeden, sakın!’

Aklına ikinci gelen şey gemisine atlayarak evine gitmekti. Hemen hareket ederse gerekli izinleri kısa sürede alacağını biliyordu. Büyük etkinlik sırasında tüm öncelik turnuvaya katılan yarışmacılara tanınıyordu İnen gemilerin büyük bölümünün asla gezegeni terk edemediği düşünülünce çok fazla iş yükü olmadığı aşikârdı.

Haberleşme sistemine ‘Gezegenin Atmosfer Savunma İdaresi’ne bağla’ komutunu verdi ve getirdiği az sayıda eşyayı toplamak üzere yerinden kalktı.

‘Bağlantı kuruldu’ uyarısıyla yerine döndü ve olduğu yerde kalakaldı.

‘Nareed! Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun.’ Adamın sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Öylesine konuşuyor gibiydi ama Nareed adamın söylediklerine anlam yüklüyordu. İnsanın onun hakkında ne düşündüğü bir şey ifade ediyormuş gibi garip bir his kapladı içini. O hissi hemen bastırdı.

‘Kimsin sen? Benden tam olarak ne istiyorsun?’

‘Aha!’ dedi adam nihayet duygusal bir tepki vererek. Hala aynı aracın içindeydi ve ekrana bakıp güldü. ‘Nihayet doğru soruyu sordun.’

Kendisini köşeye sıkışmış hisseden Nareed karşı bir atak yapması gerektiğini düşündü. Babası küçük Nareed’i Aregu törenine hazırlarken ilk öğrettiği manevralardan biriydi Siza’nn.

‘Rakibin bastırıyorsa ve kontrolü kaybettiğini hissedersen bunu yapmalısın. Temelinde hala kontrolü ele geçirebileceğini göstermektir amacı.’ Nareed bunları düşünürken ekrandan gelen ses düşüncelerine son vermişti.

‘Nareed?’

 ‘Babamla görüşmek istiyorum. Ve eğer bana ihtiyacınız varsa bunu yapmak zorundasın.’

Adamın dudaklarındaki tebessüm bir anda kayboldu ve ekrana dikkatlice bakmaya başladı. Nareed damarlarındaki kanın donduğunu hissetti. Dik durmaya çalıştı; ama içeride bir yerlerde okyanus kenarında mor bikenaen taşı toplayan küçük kız annesinin arkasına saklanmıştı bile.

‘ Hiçbir şeye zorunlu değilim Tozumb’lu.’

İşte o anda adamın iddia ettiği şey olabileceğine inandı. Sözler ağzından öyle bir dökülmüştü ki nefreti neredeyse maddesel bir form almıştı.

Ve görüntü tekrar kayboldu. Nareed bir süre öylece durdu. Bilinci adamın kolundaki işareti gösterdiği ana döndü. Daha önce sahtekârlarla ilgili pek çok hikâye dinlemişti. Başka dünyalarda, canlıları korkutan ve onların şüphelerinden yararlanmak isteyen insanların hikâyeleriydi bunlar…

Fark etti ki o ana kadar adamın kim olabileceğine inanmak istememişti. Nefesini tutuyordu ve nabzı kulaklarında atıyordu, derin bir nefes verdi. Ahorii gezegeninin atmosferi bir Tozumb’lunun yaşaması için gerekli atmosferik koşullara sahip değildi. Aynı durumu yaşayan pek çok ırktan ve gezegenden gelen savaşçının bu durumu atlatması adına yapılmış özel bir düzenleyici hemen soluk borusunun girişine yerleştiriliyor ve cihaz gelen havayı içinde bulunduğu vücut için gerekli dengeye getirerek ciğerlere ya da anatomik olarak ona en yakın ne var ise ona gönderiyordu.

‘Nefesini tut. Biraz uzun tutman gerekiyor.’ Demişti Ahorii’li görevli.

‘Düzenleyici vücut fonksiyonlarına göre kendisini düzenleyecek. Süresi 8 ve 65 saniye arasında değişebilir. Genetik bir hastalığınız var ise daha uzun sürüyor. O yüzden başlık içinde derin bir nefes alın ve başlıyoruz.’

O zaman bile şu andaki kadar nefesini tutmamıştı. Ne tür bir erunn’ta’a çukuruna çekildiğini bilmiyordu ama tüm benliği bunun sonunun iyi olmayacağını biliyordu. Karşısındaki şeyle ilgili çok fazla şey bilmiyordu. Duydukları hep kulaktan kulağa, duygaçtan duygaça yayılmış şeylerdi. Açıkçası şu ana kadar umurunda da olmamıştı. Başka bir gezegende yaşanan bir olayın kendisine ve ailesine zarar gelmediği sürece uzak olduğuna inanmak çok daha kolaydı.

İstemsiz, dudaklarından o kelimeler döküldü ve konakladığı odanın işlemcisinden Galaktik genel bilgi sistemine giriş yapıldığı bilgisi geldi. Kibar bir Ahorii’li kadın sesi konuşuyordu.

‘117 adet arama sonucuna ulaşıldı. Bunlardan 44 tanesi sağlam olmayan kaynak olarak işaretlendi. Gerçeklik oranı en yüksek olan ilk 20 sonuç yansıtılıyor.’

Nareed o anda başka bir çıkış yolu bulabilir miyim diye düşünürken odanın kapısı açıldı ve içeriye çöp toplama ünitesi girdi. Makine tüm olan bitenden habersiz umarsızca odanın uzak tarafındaki banyo kısmına girdi ve atıkları alarak yine aynı umarsızlıkla girdiği gibi çıktı.

‘Umarım temizlik ünitemiz sizi rahatsız etmemiştir? Siz misafirimizin aktif dinlenmede olmadığının teyit ederek içeri girişine izin verildi.’

Nareed’in bir şey diyecek oldu sonra vaz geçti. Çok daha önemli konulara odaklanması gerekiyordu. Çıkan ilk 20 sonuçtan ilk ikisi Tarrun-5 gezegeninden bir insana ait kitaplarla ilgiliydi. Kitapların kahramanı bu grubun eski üyesi bir insandı ve Nareed buradan çok gerçekçi bir bilgiye ulaşamayacağını düşündü ama üçüncü sonuç gerçekten ilginçti. ‘Oynat’ dedi parmağıyla göstererek.

Ekranda nefes nefese bir Triandod belirdi. Büyük mavi gözleriyle hemen kafasının üzerinde uçan kameraya bakıyordu. Kamera yüzüne yaklaştı ve çizgi halinde kırmızı göz bebekleri görüldü. Yanaklarından sarkan sakala benzer uzantılar istemsiz kasılıyor ve gevşiyordu. Kendi dilinde bir şeyler anlatmaya başladı. Sessiz konuşuyordu ve durmadan arkasına bakıyordu.

‘Dili düzenle’ dedi Nareed bir an için kendisini ve tam ortasında kaldığı olayları unutarak.

‘… bir depo burası ve sanırım nihayet izlerini buldum.’

Ekranın alt kısmında yazan Trian dili çevirisinde ‘Muhabir kAaLa Mur Tibon’ yazıyordu. Triandod gırtlağından çıkardığı sesleri ve bir yırtıcıyı andıran görüntüsüyle karanlık bir sokak karşılaşmak istenmeyecek bir görünüme sahipti ama buna rağmen gözlerindeki korku kameraya çok net bir şekilde yansıyordu.

’97 inci Galaktik Konsey her ne kadar varlıklarını resmi olarak inkâr etse de birazdan sizlere Cellat Birliği’nin var olduğunu göstereceğim.’

Nareed ismi duyduğunda kanının çekildiğini hissetti. Garip, tarif edilemez bir korku içinde bir mikrop gibi yayılıyordu.

‘İçerideki grubun bir süredir, gezegende insan karşıtı aksiyonlar aldığını biliyoruz. Yerel yetkililer Konsey’in uyarılarına rağmen Rchnah Özgürlük Birliği’nin varlığını reddetmedi ve işte birazdan bunun karşılığında Konsey’in ne yaptığını göreceksiniz.’

KAaLa, arkasında saklandığı kayalığın yanından geçerek daha iyi bir kamera açısı bulmak için yapıya doğru yaklaştı.

‘Kameramı içeri gönderemem çünkü her türlü iletişim sinyalini engelleyen bozucular kullandıklarını biliyoruz. Çok uzun süredir Cellat’ların izini sürüyorum ve bu gece tüm çabalarımın karşılığını alacağıma inanıyorum.’

Nareed, muhabire karşı saygı duydu. Korktuğu her halinden belli olsa da bu canlı o korkunun üzerine gitmesini bilmişti.

Gecenin karanlığında kolundaki kumandayla oynayarak, havada süzülen kameranın ayarlarını düzeltirken birden büyük, sivri kafasını eğdi.

‘İşte geldiler’ dedi neredeyse sadece ince dudaklarını oynatarak. Nareed’de ekrana yaklaşıp kAaLa gibi nefesini tuttu. İlk önce hiçbir şey göremedi. Bir saniye sonra muhabir kolunda kumandayla odaklanmayı arttırınca fark etti. Birkaç tane karaltı birkaç katlı yapıya normal olmayan bir süratle tırmanıyordu.

Nareed, pek çok Güneş sisteminde bulunmuş, farklı birçok ırkı görmüştü. Ama daha ince hiç bu kadar hızlı hareket edenine rastlamamıştı. Elini istemsiz ağzına götürüp kapattı. Sanki depoya bir çöl araknidi hızıyla çıkan karaltılar onu da fark edecekmiş gibi korktu.

Karaltılar yapının tepesine gelince bir süre oyalandılar ve sonra açtıkları bir delikten içeri süzülerek kameranın görüşünden çıktılar.

‘Evet dostlarım. Bu anda bir karar vermem gerekiyor.’ Muhabir kAaLa daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi. Yırtıcıları çağrıştıran yüzünde bir kararlılık ifadesi belirdi.

‘Yıllardır varlıklarını ispatlamak için uğraşıyorum. Çünkü benim gezegenime de geldiler ve ben henüz daha gençken pek çok yaşlımızı öldürdüler ve geldikleri gibi sessizce gittiler. Onlar Galaktik Konsey’in kirli yüzü. Onlar, bizlere barışı anlatan insan ırkının gerçek yüzü. Hepsi birer silah haline dönüştürülmüş eğitimli insan asker.’

Bu anda muhabir kAaLa Mur Tibon durdu ve şimdi silah seslerinin gelmeye başladığı yapıya baktı. Yerinden kalktı ve süratle yapıya daha yakın bir noktada bulunan metal taşıyıcının yanına koştu. Kamera kusursuz bir görüntü ile Triandod ’un arkasından birkaç santim üzerinden takip ediyordu.

KAaLa, büyük gözleriyle tekrar kameraya baktı.

‘Kararımı anladınız sanırım. Onların varlığını ispat etmem hayat ışığımın sönmesi anlamına gelecekse öyle olsun.’ Nareed muhabire hayranlık duydu. Bir gün önce kendisinden iki kat iri bir savaşçıyı öldürdüğünü unutmuş, muhabirin cesaretine hayranlık duyuyordu.

‘Galaksi çok büyük bir yer ve insanlar, sakın beni takip eden insan dostlarım alınmasın, bu galaksinin kırılgan parçalarından birisi. Ama kurnaz olduklarını kabul etmemiz gerek. ‘ Tekrar yapıya baktı. İleride, yaklaşık 50 klik uzaklıkta, yapının görünen tek girişi bulunuyordu.  Tekrar kameraya döndü.

‘Bu grup onların korkularını bastırmak için ürettikleri bir kâbus. Bir terör aracı. Onları gören canlılar ölüyor ve bu yüzden Galaksinin pek çok yerinde onlar geldiği zaman herkes gözlerini sıkıca kapatıyor.’ Bu anda giriş kapısında bir hareketlenme oldu ve kAaLa’ın ince dudaklarında ağzındaki sivri dişleri ortaya çıkaran yırtıcı bir gülümseme belirdi.

‘ Ben serbest muhabir kAaLa Mur Tibon, bu yayını yörüngede yayın yapan tüm haber uydularına gönderiyorum. Bu gece, Konsey’in ısrarla inkâr ettiği insanlardan oluşan Cellat’ların ifşa olduğu gecedir.’

Sözlerini bitirir bitirmez Triandod öyle bir hızla yerinden fırladı ki kolunda bulunan kumandaya bağlı kamera bile bir an için adapte olamadı. Koşarak kapıya yaklaştı. Gecenin karanlığını aydınlatan tek şey uçan kameranın mavi ışığıydı.

Triandod’lar hızları ve ölümcül güçleriyle mükemmel birer avcı olarak bilinen bir ırktı. Ama saldırgan değildiler. Bu muhteşem yetilerini sadece avlanmak için kullanıyorlardı ki avlanarak beslenme döngülerini çok önce, Konsey’in bir üyesi olarak gönüllü olarak sonlandırmışlardı. Onlara hazır gıda getiren pek çok Galaktik firma, bu mükemmel avcıları evcilleştirmişti.

Birkaç kalp atışı süresinde muhabir kapının önüne varmıştı bile ve tam o anda kapıda, yüzleri gece kadar karanlık ve hepsi Dünya tarihinde yeri olan Cellat başlıklarına benzeyen başlıklarla kaplı insanlar dışarı çıkmaya başladı.

Muhabir kAaLa Mur Tibon’u ilk fark eden; en öndeki Cellat oldu. Belki de saniyenin onda biri bir süre tereddüt ettikten sonra öne doğru atıldı ve mükemmel refleksleri olan Triandod’u sanki o suyun içindeymiş gibi çaba göstermeden boğazından yakaladı. Bu anda kamera bir anda yükselmeye başladı. KAaLa’nın verdiği bir komutu uyguladığı kesindi.

Muhabir ölümcül ellerini salladı ama karşısındaki insan sanki darbenin geleceğini önceden biliyormuş gibi çoktan eğilmişti. Tekrar doğrulduğunda muhabirin boğazını sıkan el KAaLa’nın boğazının büyük bir parçasıyla geri çekildi. Muhabir bir an için öylece durdu ve sonra olduğu yere yığıldı.

Cellat’ların bir sonraki hedefi kameraydı. Çoktan yükselmeye ve uzaklaşmaya başlayan kamera uzak yıldızları gösterdi ve sonra birden yayın kesildi.

‘Sinyal verisi sonu’ ekranda beliren yazıydı.

‘Kaynak’ dedi Nareed, sesi titreyerek.

‘Kaynak bilinmiyor’

‘Nereden yayınlanıyor bu kayıt?’

‘Düzenli olarak sinyal kaynağının değiştiği bilgisi doğrulandı. Birden fazla kaynaktan yayınlanıyor olma olasılığı yüzde 75,4’

Nareed nefesini vererek arkasına yaslandı. Ekranda birden başka bir görüntü belirdi. Eski tarihli, bir haber kanalına ait yerel bir yayındı.

Konuşan, Tozumb’lar gibi insansı bir ırk olan Kelvi’ydi. Ciddi bir tonla konuşuyordu. Konuştuğu dilde şiirsel bir şeyler vardı. Ekrana çeviriler düşmeye başlayınca Nareed gözlerine yaşların biriktiğini hissetti.

‘İzlediğiniz görüntüleri bize ulaştıran muhabir kAaLa Mur Tibon’un cesedine ulaşılamadı. Ama başardığı şey dün gece itibariyle 97 inci Galaktik Konsey’de bulunan 3 insan üyenin istifasıyla sonuçlandı. Resmi makamlardan bilgi alamadık ancak bizlere yakın kaynakların verdiği bilgilere göre; dün akşam itibariyle Cellat Birliği lağvedildi. Güneş sistemlerinde bulunan tüm Birlik üyelerinin Konsey’e bilgi vermek üzere Konsey Merkezi’ne, Sularnum’a gitmeleri istendi.’

Burada haber kesildi ve ekran yine karardı. Kararmadan önce Nareed yayının tarihini görebildi. Kayıt bundan yaklaşık 10 yıl öncesine aitti. Tüm bu yaşananlar önemli olaylardı ama Nareed’in küçüklüğüne denk geliyordu ve o zamanlar en büyük sorunu bu değildi.

Ekran tekrar canlandı ve birbirlerine bağlı olduğunu kanaat getirdiği üçüncü bir haber belirdi. Yazılı olan haberde; Cellat’lardan bazılarının teslim olup, vücutlarına eklenen mükemmel teknolojileri vermek istemedikleri ve kaçarak saklandıkları yönünde bilgilerin olduğu yazıyordu. Nareed, insan omurgasına eklenen ve beyne bağlanan özel bir cihazın olağan dışı pek çok yeteneği beraberinde getirdiği bölümü de okuduktan sonra ekran karardı.

Bir süre öylece durdu ve tüm bu öğrendiklerini sindirmeye çalıştı. Eğer bu adam söylediği gibi bir Cellat ise zaten çok şansı olmayacaktı. Aklından geçen ilk şey gemisine atlayıp gezegenine dönmekti; ama Cellat’ın buna izin vereceğini düşünmek çok iyimser bir düşünce olurdu.

Tam bu anda gelen çağrının sesiyle irkildi. Ya o arıyorsa?

‘Turnuva organizasyon komitesinden Surr Ktha görüşmek istiyor.’

Sistemin verdiği bilgi derin bir nefes vermesine neden oldu.

‘Sizi saygıyla selamlıyorum’ diyerek uzun burnunu eğdi. Surr Ktha, Ahorii ırkının tipik bir örneğiydi. İnsanların Dünya’sındaki atlarınkini andıran yüz şekilleri ve aşırı kibar tavırlarıyla ne düşündüklerini asla bilemeyeceğin, daima politik canlılardı.

‘Umuyorum aldığınız yara daha iyidir. Siz Tozumb’luların eşsiz bünyelerinden dolayı bazı müdahaleler imkân dışı oluyor.’

‘Çok daha iyiyim.’ Kelimeler ağzından zorla dökülmüştü. Şu anda turnuvanın galibi ilan edilse bile umurunda değildi.

‘Biliyorsunuz ki kazandığınız karşılaşma sonrası, diğer seçkin savaşçılarla bir üst tur için mücadele etme hakkı kazandınız. Ama bu noktada komitemiz devam etme veya bırakma kararınıza saygı duyacaktır.’

Bir an duraksayan Ahorii’li dişi, Nareed’in iştahsız tavrını görünce devam etme gereği duydu.

‘Eminim sağlıklı olmanız ve daha sonraki turnuvalara da katılmanızın bizim için önemini biliyorsunuz.’

Kısa süren sessizliği Nareed bozdu.

‘Aaa.. Komiteye ve size minnettarım ama kolum yeni bir müsabakayı kaldıracak durumda değil. Ve bu durumdayken kendimi kolay bir rakip haline getirmek istemiyorum.’

Nareed bu anda söyleyeceklerini söylerken içinde bir yerlerde bir şeylerin acıdığını hissetti. Ne kadar iyi bir savaşçı olduğunu kanıtlamak için gelmişti ve eline geçen fırsatı iyi kullanmış, zorlu bir rakibi alt etmişti; ama şimdi iyi bir kız olma ve evine gitme zamanıydı. Galaktik şöhret başka bir yağmur mevsimini bekleyecekti.

Turnuvada devam etmek, sonuna kadar yeteneklerini ve şanslarını deneyecek olanlar için verilen bir seçimdi. Bilinen galaksinin pek çok noktasında o kadar çok savaşçı geliyordu ki; Ahorii’nin ölüm çukurlarının bile yutabileceğinden fazlasıydı. Kazananlar bırakabiliyor ve daha sonra tekrar katılma hakkıyla bu ıslak gezegenden ayrılabiliyorlardı.

Ayrılmak! Evet buydu. Birden Nareed düşüncelerinden sıyrıldı ve hala konuşan Ahorii’li dişiye ‘Sizden özür diliyorum Sayın Kutha; ama bekleyemeyecek acil bir işim var.’

‘Ktha!’ diye düzeltti Ahorii’li, sesinde rahatsız olduğunu gösteren belli bir kızgınlıkla. Ama kendisini nezaket çizgileri içinde tutmayı başarmıştı.

‘Elbette Sayın Nareed. Size iyi bir yolculuk dilerim.’

Nareed başka bir söz söylemesine izin vermeden iletişimi sonlandırdı.

Kendi gemisiyle uçamazdı; ama yapması gereken izini kaybettirmek ve Galaksinin dört bir yanına yolcu ve yük taşıyan gemilerden birisine binmekti. İnsanın verdiği kredi bankasını da pek çok eşyası gibi bırakarak harekete geçti. Muhtemelen dışarıda bir yerlerde birileri onu gözlüyordu; ama dışarı görünmeden çıkmak için güzel bir fikri vardı.

Yarım saat sonra atık toplama ünitesinin sıkışık karnında sessiz; ama kararlı bir şekilde kaldığı yerden ayrılmıştı. Planı çok basitti. Gezegenden ayrıl. Tozumb’a ulaş ve aileni kurtar. Yapması düşünülmesinden daha zor bir plandı. Bir an aklına yere cansız yığılan muhabir geldi. Gecenin karanlığında kim olduğunu bilmediği bir katil tarafından öldürülmüş; ama yaptığı yayın gayri resmi bir grubun çökmesine neden olmuştu. Aynısını yapabilirim diye düşündü. Ben de ailemi kurtarabilirim.

3.BÖLÜM

Atık öğütme alanına geldiğini ünitenin durmasından anladı. Çıkması gerekiyordu çünkü boşaltma süreci başladığında makinanın kapısı kapanacaktı. Yan kapağı araladı ve bir ara sokakta olduğunu gördü. Etrafta kimse görünmüyordu

İşlemini yeni bitirmiş bir ünite yanından hızla geçti. Bir an önce görevine dönmek isteyen programlanmış makinalar. Kendi gezegeninde makinalara pek itibar edilmezdi. Annesinin sözleri geldi aklına. Küçük Nareed’in saçlarını tararken ‘Kendi işini yapamıyorsan kendi hayatını da yaşayamazsın.’

O zamanlar anlayamadığı pek çok şeyi geçen zaman Nareed’e öğretmişti, bir şekilde! Gezegeninden ayrılırken kendi işini kendi yapabilen, güçlü bir savaşçıydı. Kendi kararlarını veren ve ailesinin adına onur katmaya kararlı bir Tozumb savaşçısı olarak atmosferden çıkmıştı. Tıpkı diğerleri gibi.

Vücutlarındaki mucize, onları yüzyıllar önce farklı bir fikir yapısına sokmuş, doğdukları topraklardan ayrılıp; galakside para, kredi veya değeri olan ne varsa ona karşılık, kas gücü olarak hizmetlerini sunarak rahat bir hayat yaşamak adına yaşamanın en iyi yol olduğuna inandırmıştı. 

Nareed, Tetta Prime kıtasının en kalabalık ulaşım istasyonuna vardığında takip edilmediğini fark etmenin verdiği rahatlıkla hareket ediyordu. Onlarca gezegenden gelen yüz binlerce yolcu, farklı yönlere durmayan bir canlı akıntısı olarak devamlı hareket halindeydi. Bir kenarda durup bu baş döndüren hareketliliğe bir an için baktı. Kendine özgü, rahatlatan bir hali vardı buranın.

Başkalarının kavgaları için canını ortaya koyarken pek çok gezegende bulunmuştu; ama hiçbir yer burası kadar kalabalık değildi. Aklına bir an için ailesine tekrar ulaşmak geldi ama devamında neler olabileceğini bildiği için bu fikrinden vaz geçti. En yakındaki kioska giderek gezegenden ayrılacak yolcu gemilerine bakmaya başladı. Dikkatini aynı sistemde bulunan Raogup gezegenine gidecek olan bir çarter sefer çekti.

‘Ucuz ve kalabalık’ dedi kendi kendine. Gemisini burada bıraktığı için üzülüyordu fakat içinde bulunduğu durumda gemisi üzüleceği şeyler sıralamasında en tepede değildi. Hemen nakit krediyle bir yer aldı ve kalkışın olacağı bloğa doğru yöneldi.

O anda içinde bir huzursuzluk hissetti. Sanki birileri takip ediyordu. Savaş alanında, ya da eğitimde hatta Ahorii’nin ölüm çukurlarında kontrol edebildiğiniz şeylerin sayısı, yüzbinlerce canlının sdoma kemirgeni yuvasındaki larvalar gibi her tarafa koşuşturduğu bir ortamdan çok daha fazlaydı.

Birden bulunduğu alan o kadar da rahatlatıcı gelmemeye başlamıştı. Yanına hiçbir şey almadığı için sevindi. Belinde kendisine ve babasına ait bıçaklar vardı. İki bıçaklı bir Tozumb savaşçısı, tek bıçaklı bir Tozumb savaşçısında çok daha tehlikeliydi.

Aklına omuzu geldi. Yaranın kapandığını hissedebiliyordu ama kolu tam gücünde değildi. Eğer Cellatlar peşinden gelecekse son anlarında neler yapabileceğini göstermek eğlenceli bile olabilirdi.  Devasa salonun her tarafında günün karşılaşmalarından anlar gösteriliyordu.

Nareed, o çukurlarda olabilmek için aylarca çalışmıştı ve şimdi buradan ayrılmak için neredeyse can atıyordu. Kendi tercihlerimiz diye düşündü… Galaksi her zaman en onursuz şekilde dövüşüyordu.

Dört kollu bir Prosug savaşçısının bir Tarbret’i doğradığı müsabakanın görüntüleri henüz bitmişti ki aklına belindeki silahlarla gemiye binemeyeceği geldi. Galaktik Konsey kararıyla bıçak savaşlarda kullanılamayacak silahlar arasına eklenmişti. Bu, gemiye de sokamayacağı anlamına geliyordu. Ölüm çukurları o kadar büyük bir endüstriydi ki; Nareed’in bıçağı da dâhil tüm yasaklı silahların dövüş alanında kullanılması izin verilmişti. Tek bir şartla; sadece orada kullanılacak ve toplu yaşam alanlarına götürülmeyeceklerdi.

Nareed etrafına baktı. Aradığını salonun uzak köşesinde gördü. Geçici özel kasaların oluşturduğu bir alan yaklaşık yüz adım uzağında, sağında duruyordu. Birbirleriyle hararetli bir şekilde konuşan birkaç yerelin arasından geçti ve dev bir Mzom’a çarpmaktan son anda kurtuldu. Dev canlı garip lisanıyla Nareed’e dönerek bir şeyler söyledi. Nareed oralı olmadan hedefine doğru yürümeye devam etti.

Geminin kalkmasına az bir zaman kalmıştı ve acele etmezse yakalaması imkânsız olacaktı. Dört bloktan oluşan kasa grubuna geldiğinde ikinci bloğa girdi ve en uzak köşeyi seçti. Salonun, farkında olmadan alıştığı gürültüsü azalmış, biraz daha sessiz bir ortamdaydı. Kendisine boş bir kasa ararken göz ucuyla kendisine bakan birisini fark etti. Hayatı boyunca aldığı eğitimin getirdiği alışkanlıkla hemen o tarafa doğru döndü ve sağ ayağını arkaya doğru atarak vücudunu yan çevirdi.

Babasının sözlerini bu duruşu her yaptığında hatırlardı.

‘Pozisyonunu göster. Nerede sana öğrettiklerim. Hedefi küçült’

Karşısında duran insandı ve bir tehdit olmayabilirdi ama içinden bir ses az önce hissettiği takip edilme hissinin kaynağını bulduğunu söylüyordu. Daha doğru bir ifadeyle kaynak onu bulmuştu. Kırklı yaşlarında, iri bir adam bloğun girişindeki kasalara yaslanmış Nareed’e bakıyordu. Nareed ona doğru dönünce kollarını iki yana açtı ve avuç içlerini gösterdi. Yüzünde samimi bir ifade vardı.

Tüm yüzünü kaplayan sakalları beyazlamaya başlamıştı; ama giydiği uzun trençkotun altındaki vücut yaşını yansıtmayan bir edayla duruyordu.  Tekrar kollarını indirdi ve ellerini kemer tokasında birleştirdi.

Nareed, seçeneklerini düşünüyordu. Ya adamı geçmeye çalışacaktı ya da arkasını dönerek diğer taraftan kaçacaktı. Eğer bu insan da bir Cellat ise onu geçmeye çalışmak çok da akılcı bir seçenek olmayacaktı. Geriye kalan tek yolu tercih etti ve olabildiğince hızlı dönerek yakındaki köşeden döndü.

Bunu yapması onu kalabalıktan daha da uzaklaştırmıştı. Bir an önce canlılardan oluşan kalabalığa karışması izini kaybettirme şansını arttıracaktı. Ama bu düşüncelerinin hepsi bir anda buhar oldu. Köşeyi döndüğünde karşısında az önce duran adamı, hem de yolu yarılayarak çok daha yakına gelmiş bir halde buldu.

Adamın yüzünde saldırgan bir ifade yoktu; ama muhabirin ölümüne neden olanın bu adam olmadığından bile emin değildi. Bir an için elini beline attı. Adam yapma der gibi kafasını iki yana salladı. Yüzündeki tebessüm bir anda silinmişti.

‘Kaçmana gerek yok’ dedi sakin bir ifadeyle.

‘Kimsin sen?’

‘Bildiğini düşünüyorum.’

Bu sözler Nareed’in ensesinden soğuk terlerin boşalmasına neden oldu. Onlardan birisiydi. Karşısında tüm Galaktik haritada kendi adaletini dağıtan ve pek çok canlının varlıklarını bir yandan inkâr ederken, bir yandan da korktuğu bir grubun üyesi duruyordu.

Nareed, insanın neler yapabileceğini bilmiyordu; ama adamın limitlerini sınamanın ne yeri ne de sırasıydı.

‘Tek istediğim ailemin güvende olduğunu bilmek.’ Kelimeler ağzından dökülürken kulağa ne kadar çaresiz geldiğini fark etmişti.

‘Ailenin sağlığı senin elinde Nareed.’

Kelimeler Nareed’in çıplak etine dokunan buz gibiydi. Titreten ve rahatsız edici.

Bulunduğu bir gezegende ki ismini o an hatırlamadı sürekli kış mevsimi yaşanırdı. Orada, iki toprak sahibinin buzla kaplı bir tepe yüzünden giriştiği anlamsız savaşın tam ortasında, bacağından vurulmuş ve karnının üzerinde iki kilometre sürünerek gitmek zorunda kalmıştı. Cildindeki buz yanıkları aylarca geçmemişti.

Şu anda hissettiği duygu o anlardan bile daha rahatsız ediciydi.

‘Benden ne istiyorsunuz?’

Adam bir süre aynı ciddi ifadeyle durdu ve sonra yüzünde ilk anlardaki belli belirsiz tebessüm oluştu.

‘Neden ben geldim biliyor musun?’ Cevabı beklemedi.

‘Çünkü seni öldürmek yerine ikna edeceğimi biliyorum. Başkası için durum aynı olmayabilirdi.’

Adamın sözleri her ne kadar acıtsa da, içinde bir yalan barındırmıyordu. Eğer niyeti bu olsa az önce yapabilirdi. O anda Nareed’in ve adamın hiç beklemediği bir şey oldu. İki güvenlik görevlisi Ahorii belirdi. Daha yaşlı olanı

‘İyi misiniz efendim?’ diye sordu. Soruyu Nareed’e sorarken bir yandan da tepeden tırnağa hala kasalara yaslanmış duran adamı süzüyordu. Adamın arkasında, birkaç adım uzakta iki görevli daha ellerinde bayıltıcı silahlarıyla bekliyorlardı.

Nareed görevliye cevap vermek için döndüğü sırada karşısındaki adam dudaklarıyla çok net bir şekilde ve sessizce ‘ Yapma’ dedi. Nareed o anda konuşmaya başlamıştı.

‘Evet, ama sanırım yolumu kaybettim ve bu insanın bana yardım etmek istediğinden çok emin değilim.’

Sözleri bittiğinden Cellat olduğuna emin olduğu adam doğruldu ve yine kollarını az önce Nareed’e yaptığı gibi iki yana açarak ‘Sadece yardım etmek istedim; ama sanırım bu Tozumb dişisi sağlığına önem göstermiyor’ dedi ve arkasını dönerek yürümeye başladı.

Nareed, adamın vermek istediği mesajı almıştı fakat artık çok geçti.

‘Görevliler sizi gitmek istediğiniz yere bırakacaktır. Tetta Prime’ da geçirdiğiniz süreden zevk aldığınız umarız.’

Üç görevli eşliğinde tekrar canlı denizine açıldığında, Nareed çok tedirgindi. Adam buralarda bir yerlerde kendisini izlediğini biliyordu ama alan o kadar hareketliydi ki kendisini ışık hızındaki bir geminin içinde geçen yıldızları birer siluet olarak seyrediyormuş gibi hissediyordu. Ailesini az önce yaptığı seçimle ciddi bir tehlikeye atmış olabilirdi. Ama düşününce Nareed ’den beklentileri her ne ise ailesini hayatta bırakacak kadar önemli olmalıydı. Hayatta olmadıklarını düşünmek bile istemiyordu. Bu düşünceleri kafasından uzaklaştırması gerekiyordu.

Birden karşıda aynı adamı gördü ve tekrar kaybetti. Adamda garip bir hava vardı. Kendisini daha önce ziyaret eden Cellat ’tan farklı bir şeyler… Güven veren bir hali vardı ama tüm bildikleri bu insanların güvenilmez, acımasız birer katil olduklarını yönündeydi. Kendisine eşlik eden güvenlik görevlilerinin konuşmaları dikkatini çekti.

Bir Ahorii için bile zayıf olanı daha genç duran Ahorii’ ye bir iddiadan bahsediyordu. Geçen hafta üzerinde yasaklı silahla yakalanan üç yolcunun Raspiaro Sistemindeki madenlerde çalışma cezası aldığını ve bunun kendisine bir akşam yemeği ve çukurdaki bir ölüm maçına bilet kazandırdığından bahsediyordu.

Birden aklına yanındaki bıçaklar geldi. Onları saklaması gerekiyordu. Tüm bu muamma son bulunca, eğer bulursa, geri dönüp kültürlerinin en önemli parçalarından birisi olan bıçağı almak için geri gelebilirdi.

‘Tuvalet’ dedi böbürlenerek konuşan Ahorii’ye dönerek. Cümlesinin tam ortasında kalan Ahorii’nin uzun yüzünde belirgin bir memnuniyetsizlik oluşsa da hemen özüne dönerek kibar bir tavırla ‘ Elbette’ dedi ‘Bu taraftan’.

Gezegene gelen canlıların oluşturduğu akıntının arasından geçerek salonun uzak köşesindeki kişisel bakım alanlarına yöneldiler. Nareed arkasına dönüp baktı. Cellat ‘tan hiçbir iz yoktu. Bakım alanında cinsiyetlere göre ayrılmış iki büyük yol vardı. Görevliler yolların başladığı noktada Nareed’e beklediklerini ancak acele etmesi gerektiğini söyleyerek aralarındaki konuşmaya geri döndüler.

Nareed acilen bir şeyler düşünmesi gerektiğini biliyordu. Bıçakları saklamak için boş olan bir kabine girdi. Etrafına baktı. Karşısında bir ayna, hemen altında bir antibakteriyal hijyen haznesi ve yanında bir pano vardı. Galaktik haritada yaşayan canlıları 18 temel gruba ayıran göstergeden hangi gruba ait olduğunu seçerek anatomik yapına uygun olarak kendisini düzenleyen tuvalet ünitesinde işini görebiliyordun.

Nareed bıçakları saklayacak bir yer göremedi. Sonra yukarı baktı ve tavanın parçalı bölmelerden oluştuğunu gördü. Tozumb ırkı çok uzun sayılmazdı ve Nareed’de bir istisna değildi. Tavana ulaşmasına imkân yoktu. Birden aklına gösterge geldi.

Sifrenkis ırkını seçerek tuvaletin akıllı metalinin neredeyse Nareed’in beline kadar yükselmesini yüzünde tebessümle izledi. Sonra aklına öldürdüğü Sifrenks’li savaşçı geldi. İçi ürperdi. Galaktik tarihin belli bir döneminde yağmacı olarak ün salan zorba bir ırkın Galaktik Konsey tarafından terbiye edilmiş yarı vahşi, ala atalarının genlerini taşıyan, zorba canlılardı. Bir anda Cellat’ların varlığının gerekli olabileceği düşüncesi geldi, ama hemen bu düşünceyi büyük bir ayıp işlemiş gibi beyninin derinlerine itti.

Tuvaletin üzerine çıktı ve dengesini sağladığına emin olunca artık uzanabildiği tavan bölmesini itti. Bölme karşı koymadan açıldı. Nareed, rahatlayarak bıçakları hemen bölmenin kenarına bıraktı ve tuvaletten indi. İçinde bulunduğu durumu kontrol edemediği için her bir sorunu karşısına geldiğinde halletmesi gerektiğini fark etti.

Daha fazla zaman kaybetmeden dışarı çıktı ve güvenlik görevlilerinin beklediği alana geldi; ama görevlilerden hiçbir iz yoktu. Ensesinden aşağı bir sıcaklığın yayıldığını hissetti. Küçükken babasıyla okyanusta yüzerken yeşil suların altında bacaklarına sürtünen balıkları hissettiğinde yaşadığı duygunun aynısıydı bu. O zaman babası yanındaydı ve güven veren tavrıyla ‘Merak etme, bu derinlikte bizi tehdit edecek balık yok’  demişti.  Ama şimdi yalnızdı ve neyle uğraştığını çok iyi biliyordu, ya da bildiğini sanıyordu.

Aklına bıçaklar geldi. Kendisini gezegenden kurtaracak olan geminin kalkmasına az kalmıştı. Belki de görevliler gelecekti. Bir süre beklemeye karar verdi.

Birkaç dakikalık gergin bekleyiş sadece işlerini halletmek için bakım alanına gelen yolculardan gelen şüpheli bakışları ve daha da artan gerginliği getirdi. Görevliler gitmişti ve Nareed bunun kimin işi olduğunu adı gibi net biliyordu.

Bıçakları alıp almamak arasında geçen kararsız bir süreden sonra, hazır saklamışken onları orada bırakmanın daha iyi olacağına kanaat getirdi. Nihayetinde bineceği gemide de bir arama yapılacaktı ve yasaklı silahla yakalanmak istemiyordu.

‘Kalabalıkla kal’ dedi kendi kendine ve büyük canlı selinin arasına karışarak gemisinin kalkacağı kapıya doğru ilerlemeye başladı. Üst kata çıkan merdivenlere yönelmişti ki ensesinde bir anlık bir acı hissetti ama elini acının kaynağına götürdüğünde hiçbir şey bulamadı. Son iki günü o kadar büyük bir gerginlikle geçmişti ki vücudunun bilincinden bağımsız tepkiler vermesi gayet doğaldı.

Üst kata vardığında etrafındaki canlıların daha hızlı hareket ettiğini fark etti. Sanki herkes aceleyle bir yerlere koşuyor gibiydi. Birkaç adım atmıştı ki aslında kendisinin yavaşladığını fark etti. Bacakları beynine karşı çıkıyor gibiydi. Etrafına baktı. Kendisini Tozumb kumsallarında, savunmasız, kendisini kapmaya gelecek bir yırtıcıyı çaresizce bekleyen bir krea yavrusu gibi hissetmeye başlamıştı.

Yavaş adımlarla kalabalıktan uzak bir noktada durdu ve kendisine ne olduğunu anlamaya çalıştı. Yakınında gördüğü sağlık ünitesine doğru ilerledi. Sağ elini ünitenin üzerine yerleştirdi ve eflatun gözlerini retina taraması için ilgili yere yaklaştırdı.

Mekanik ses üç saniye sonra ‘ Vücutta Galaktik Sağlık Birliği’nin genel sağlık talimatının 39b maddesinde adı geçen patojenlerden hiçbirisine rastlanmamıştır’ mesajı geldi.  Biraz olsun rahatlamıştı, üniteye arkasını döndüğünde kanı damarlarında dondu ve büyük kalbi atmayı bıraktı.

O karşısındaydı. Yüzünde hafif bir tebessümle Nareed’e bakıyordu.

‘Kanındakini tespit edemez’ dedi sakin bir tavırla. Nareed 1 adım geri attı, ya da attığını düşündü. Zira bacakları artık ondan bağımsız gibiydi. Ayakta nasıl durabildiğini düşünmeye başlamıştı ki dizleri bir anda iflas etti ve Nareed olduğu yere doğru yığıldı.

Hemen sonrasında Cellat’ın kollarında olduğunu fark etti.

‘Bırak be…’ Şimdi de dili uyuşmaya başlamıştı.

‘Sakin ol. Sana zehir vermedim. Uslu bir kız olman gerekiyordu.’ Adamın sözleri ve sesi gittikçe uzaklaşıyordu.

Güçlü eliyle Nareed’i ensesinden tuttu genç kadın ve soğuk bir şeyin etiyle temasını hissetti. Kuvvetli bir elektrik akımı tüm vücuduna yayıldı ve istemsiz tekrar ayakta olduğunu fark etti.

‘Neleaerh oluyy?’

‘Nöro sistemine ufak bir takviye. Artık hareketlerin benim kontrolümde. Konuşmaya çalışma çünkü başaramayacaksın. Sadece sakin ol.’

Söylemesi kolay diye düşündü Nareed. Ailem diye sormak istedi; ama soru atalarının kadim dilindeki kadar uzun bir kelime gibi göründü zihin gözünde…

Artık beraber yürüyorlardı ve adam Nareed’in koluna girmişti; ama hiç bir kuvvet uygulamıyordu. Tozumb’lu kadının vücudu uysal bir kedi gibi tanımadığı bu insanın yanında yürüyordu. Bacakları kendisine ait değildi artık… Aslında hiçbir şeyi kontrol edemediğini hissediyordu. Kendisini uzaktan seyreder gibiydi.

Bir şeyler yapmalıyım diye düşündü ancak konuşmak bile zor bir görevken ne yapabilirdi ki? Tam bu anda yanındaki adam sanki düşüncelerini okur gibi sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

‘Sakin ol ve bu kalabalıktan çıkana kadar başka bir saçmalık yapma. Seni öldürmek isteseydim.’

Bu noktada durdu ve cümleyi Nareed’in tamamlaması için havada öylece bıraktı. Nareed, her ne kadar uyuşmuş olsa da insanın söylediğinde haklı olduğunu görebiliyordu. Söylenenlere uymaktan başka bir şansı yoktu. Ensesindeki cihaz motor sistemini tamamen yönetiyor gibiydi ve karşı koymak en büyük ahmaklık olurdu. Kaçamadığına göre yeni bir plan yapması gerekiyordu. Bekleyecek ve bir fırsat bulmaya çalışacaktı.

Dışarı çıktıklarında hava kararmış, şehrin aydınlatmaları ve her yerde bulunan reklamlar geceye farklı bir renk katmıştı. Umutsuz bir durumda olmasa bu görüntünün tadını bile çıkarabilirdi.

Bir yer aracına bindiler. Hava trafiği kadar yoğun olan yer trafiğinde bir süre hiç konuşmadan yol aldılar. Adam son derece sakin ve kendinden emin tavırlarla aracın işletim sistemine bir şeyler yazdı ve otomatik kullanım sistemini devreye soktu. Şehrin daha az kalabalık olan bir bölgesine yöneldiklerini gören Nareed’in kısa bir süre için unuttuğu korku hissi yeniden ve çok kuvvetli bir şekilde gelmişti.

Sonuna doğru gidiyor olabilirdi ve kollarını bile oynatamıyordu. Ailesinin durumunu bilmiyordu ve en kötüsü karşı koyma şansı bile bulamadan infaz edilebilirdi. Tüm bu düşünceler uyuşmuş beyninin kıvrımlarında dans ederken adam sürücü koltuğunu Nareed’e doğru çevirdi.

Yüzünde bir tebessümle elini uzattı. Nareed bir an için eflatun gözlerini açarak nefesini tuttu.

‘Burada mı?’

Adam, Tozumb’lunun alnından süzülen teri sildi ve arkasına yaslandı. Nareed, terlediğini bile fark etmemişti.

‘Hiç Fragiria diye bir dünya duydun mu?’ dedi sakin tavrıyla. Nareed duymamıştı.

‘Kendine yüklenme bilmediğin için’ dedi. Sesi alaycılığın sınırlarında geziyordu.

‘Pek çok canlı bilmiyor. Büyük haritanın en dış halkalarından birinde bulunuyor. İşin garip tarafı bu gezegenin bilinecek hiçbir özelliği yok. Bir tane hariç.’

Bu sırada kişisel iletişim cihazından gelen uyarı sesiyle elini göğüs cebine attı ve küçük saydam cihaza baktıktan sonra yerine geri koydu.

Nareed bu tanımadığı insanı, yayınlanan bir programı izleyen meraklı bir izleyici gibi izliyordu.

‘Bu dünyada bir bitki var. Gerçi bitki demek zor. Floradan ayırmak lazım zira bu canlı avlanıyor. Limitli de olsa hareket etme kabiliyeti var. Evriminin ilerleyen dönemlerinde…’

Neden durdu diye düşündü Nareed. Nedense adamın söyleyeceklerini merak etmişti.

Adam gülerek kafasını iki yana salladı. ‘Bazen detaylarda kayboluyorum. Neyse bu avcı bitki kendisine yaklaşan avlarını salgıladığı özel sporlarla paralize ediyor ve onların tamamen hareketsiz kalışlarını büyük bir sabırla bekliyor. Sonrası…’

Nareed adamın bunları neden anlattığını hala anlamamıştı. İnsan diğer bir cebinden küçük bir tüp çıkardı ve iki parmağıyla tutup sallamaya başladı.

‘İşte seni bu hale getiren şey o sporlardan yapılmış bir sıvı.’

Nareed bir anda gerçek zamanlı bir şovun başrolünde hissetti kendisini. Zavallı bir av ve onun son anlarından büyük bir keyif alan avcısı. İstemsiz o ana kadar hiç yapamadığı bir şey yaptı ve kafasını kaçmak ister gibi bir parça geri attı.

‘Etkileyici’ dedi adam sakalını kaşıyarak. ‘Senden çok daha iri ve kuvvetli canlıların bunun etkisiyle günlerce hareketsiz kaldığını biliyorum. Kuvvetli bir iraden var.’

Duyduğu övgü Nareed’in umurunda değildi. ‘Bir an önce bitir şu işi insan dışkısı seni’ diye düşündü.

‘Bu sporları diğer kısıtlayıcılardan farklı kılan nereye bakman gerektiğini bilmezsen asla vücutta izine rastlayamazsın.’

Nareed sağlık ünitesinde neden bir patojen bulunamadığını şimdi anlıyordu; ama o anda bile işi çoktan bitmişti. ‘Neyi bekliyorsun?’

Adam anlatacaklarını bitirmiş olmalıydı. Parmaklarının ucunda salladığı tüpün kapağını açtı ve kıpırdayamayan Nareed’e doğru uzattı. Keskin bir koku Nareed’in burnunu ve genzini yaktı.

‘Ve tek antidotu yine aynı bitkinin köklerinden çıkarılan özsuyudur. Birazdan garip bir tanıdıklıkla tüm uzuvların hareket etmek isteyecek.’

Nareed ne olup bittiğini anlayamamıştı. Belki de yaşamak için bir günü daha vardı. Adamın söylediği gibi keskin kokuyu duyduktan birkaç saniye sonra yüzünde, kollarında ve parmaklarında garip bir karıncalanma hissi duymaya başladı ve akabinde hareket edebildiğini hissetti. Tüm bunları izleyen insan o sırada hiç konuşmadı.

Nareed ağzını açarak konuşmayı denedi. ‘Neden?’

‘Seni yapacağın ahmakça bir şeyden korumam gerekiyordu ki bu noktada yine ahmakça bir şey yaparak kaçmaya kalkacağını biliyorum.’

Nareed henüz bunu düşünmemişti ancak vücudunu tamamen hissetmeye başladığında muhtemelen…

‘Sana zarar vermek istemiyorum’ dedi adam ve Nareed garip bir şekilde adama inandığını fark etti. Hissettiği bu garip duyguyu geri gelen duyu hissinin yoğunluğuyla birlikte sindirmeye çalışırken adam sol bileğine takılı olan bir cihaza uzandı ve Nareed tam konuşacakken tüm vücuduna bir elektrik dalgası yayıldı ve her şey karardı.

‘Bu yüzden seni bayıltmak zorundayım.’

Nareed, bir tokat yemiş gibi bir anda silkinerek uyandı. Ellerinde manyetik kelepçe vardı ve bir koltukta oturuyordu. Ne olduğu hatırlamaya çalıştı. En son… En son karşısındaki adama güvenmeye çalışan bir ahmağı hatırladı. Kendine küfür ederken bir yandan da nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Geniş bir oda hatta bir depo bile olabilecek bir alandaydı. Loş bir ışığın aydınlattığı alanda eşyalar detay olmaktan öteye gidemeyen birer gölge olarak etrafta duruyorlardı. Karşısında büyük bir koltuk vardı. Seyrettiği klasik dünya filmlerinde gördüğü cinsten bir koltuk. Solunda yaklaşık yirmi adım ötesinde yerden tavana kadar uzanan bir cam vardı. Sağ tarafında büyük bir masa ve yerde yine o filmlerde gördüğü harı ya da halı dedikleri bir örtü vardı.

Bunu neden kullandıklarını asla anlamamıştı; ama daha önce izlediği bir programda insanların kendilerini evlerinde hissetmek için kullandıkları bir obje olduğuna dair bir açıklama yapıldığını hatırladı. Odanın uzak köşesindeki bir hareket bir anda irkilmesine neden oldu.  Bir gölge, insan formunu alarak ona doğru yaklaştı ve karşısındaki koltuğa oturdu. Elinde dumanı tüten bir içeceğin olduğu bir kupa vardı.

Adam kendi kendine ‘ Şömine’ dedi ve bir anda masanın arkasında, daha önce Nareed’in fark etmediği bir boşlukta ateş belirdi ve odaya kızıl bir canlılık verdi.

Nareed başını tekrar karşısında duran adama çevirdiğinde damarlarındaki kanın donduğunu hissetti. Karşısında onu ölüm çukurunda ziyaret eden Cellat duruyordu.

Bir süre Nareed’e baktıktan sonra elindeki içecekten bir yudum aldı ve rahat görünümlü koltuğa yaslandı.

‘Seni bu şekilde getirmek istemezdim ama bana başka bir yol bırakmadın.’

Nareed sessizliğini korumayı tercih etti. Bir tutsaklıktan başka bir tutsaklığa… Ellerini bağlayan manyetik kelepçe savaş esirleri kullanılan son derece dayanıklı bir aletti ve oturduğu koltuğa bağlıydı.

‘Bazı şeyleri sana en başından anlatmak isterdim; ama sana ne kadar güveneceğimi bilmiyordum. Üstelik verdiğim haberleşme ünitesini yanına almaman işleri kolaylaştırmadı.’

Adam öne doğru geldi ve elindeki fincanı Nareed’le aralarında duran diz yüksekliğindeki küçük masaya koydu. Nareed kokusundan içeceği tanımıştı. O gece de tercih ettiği smesa çayı.

‘Geldiğimiz bu noktada seninle olabildiğince açık konuşmak istiyorum; ama senin de anlamaya ve anlaşmaya gönüllü olman önemli. Belli bir süredir üzerinde çalıştığımız bir projenin Tozumb’lu şımarık bir kız tarafından zedelenmesini istemem.’

Nareed, adamla yemek yerken yaşadığı tecrübeyi hatırladı. O ezici özgüven hiçbir kimyasalın etkisi değildi. Ya da belki de yeniden aynı şeyleri yaşıyordu. Bir çeşit test…

‘Oyunlar oynayan ben değilim’ dedi. Sesi kendisine yabancı gibiydi.

Adam gülümsedi ve ellerini birbirine vurdu.

‘Cesur bir kızsın. O gün çukurda gördüğümde anlamıştım.’

Nareed kâbusunu hatırladı ve sonrasında hala tam iyileşmemiş olan omzunu.

‘Şu anda en yakın yerleşim birimine 10 klik uzaklıktayız. Kendine bir iyilik yap ve karnını doyur. Bu sırada bende sana en azından planın birinci kısmını anlatayım.’

Adam sözlerini bitirdiğinde Nareed gerçekten çok aç olduğunu hatırladı. Servis robotu elinde bir tabakla büyük odanın uzak köşesinden belirdi ve sanki orada, adamın bu sözlerini bekleyen bir tiyatro oyuncusu gibi rolünün gereği hızla gelerek ortalarında masaya bir tabak bıraktı ve aynı süratle gözden kayboldu.

Tabakta Quwella püresi vardı. Nareed şaşkındı. Her türlü detaya dikkat etmiş diye düşündü. Bir an sonra elleri serbest kalmıştı. Sanki birisi onları izliyor ve adamın konuşmalarına göre ufak dokunuşlar yapıyordu.

Tabağın içinde sert kâğıttan yapılmış bir kaşık vardı. Nareed, hiç düşünmeden uzandı ve tabağı aldı. Bir an için ateşin aydınlattığı kızıllığın içinde adamla göz göze geldiler.  Adam sadece eliyle devam et der gibi bir hareket yaptı ve arkasına yaslandı. İsteseler genç kadını defalarca öldürebileceklerini düşündü. Bu anda gereksiz bir paranoya yaşamasına gerek olmadığını biliyordu. Kaşıklar ardı ardına gelirken adam konuşmaya başladı.

‘Senin planımızda çok önemli bir yerin var. Biliyor musun bu döngüde yapılan dövüşlere katılan tek kadın Tozumb’lu sensin ve ilk dövüşünde oldukça iyi bir izlenim bıraktın.’

Nareed, adamın neden Ölüm Çukurları’ndan bahsettiğini anlamaya çalışıyordu ama püre o kadar lezzetliydi ki söylenenler uzak bir kıyıya vuran dalgalar gibiydi.

‘ İşimiz burada bittiğinde farklı bir dünyaya gideceğiz; ama burada yapman gereken son bir şey var. Eğer ilk konuştuğumuzda bizimle olduğunu söyleseydin tüm bu koşuşturma asla olmayacaktı.’ Çayından bir yudum aldı ve devam etti. Adamın sustuğu anlarda şömineden gelen çatırtılar garip bir huzur hissi veriyordu.

‘Ne istiyorsunuz?’ diye sordu Nareed. Bu soruyla aslında kaderine teslim olduğunu fark etti.

‘Bir maç daha’ diyerek yerinden kalktı adam. ‘Sen yemeğini bitir ve sonrasında şu omzuna ne yapılabilir bir bakalım. Bir maç daha’

Sonra durdu ve ellerini cebine sokarak Nareed’e o rahatsız edici, delen bakışıyla bakmaya başladı.

‘ Hayatta kal ve sonrasında ikinci bölüme geçeceğiz.’

Nareed boğazında düğümlenen Quwella püresi, giden adamın arkasından bakakaldı. Servis robotu elinde yeni bir tabakla belirmişti.

‘Bir tabak daha ister misiniz?’ Nareed boş gözlerle ve kalbinde kocaman bir korkuyla dolu tabağa baktı.

4.BÖLÜM

Öne doğru eğildi ve önce sağa, sonra sola doğru yaylanarak darbelerden kaçmayı başardı. Saldıracak bir açıklık arıyordu; ama rakibi bir türlü o şansı vermiyordu. Elindeki sopayı kafasının üstünde döndüren adam bir adım geri çekilerek Nareed’in kafasına doğru sert bir vuruş yaptı. Saniyeden daha kısa bir sürede gösterdiği refleks sayesinde kurtulan Nareed geriye perendesini tamamlayarak sol dizinin üzerinde durdu. Babası görse gurur duyardı. Babasını ve ailesini düşünerek dikkatini dağıtması yenilgi demekti. Ana odaklanmaya çalıştı.

Bir sonraki saldırıyı beklemeye niyeti yoktu. Saldırması ve kavgayı rakibinin kapısına kadar götürmesi gerekiyordu. Soluna doğru bir takla attı ve az önce bırakmak zorunda kaldığı, yerde duran sopayı kaptı. İki uzun adım atarak zıpladı ve iki eliyle başının üzerindeki sopayla rakibine saldırdı.  

Adam gerçekten hızlıydı. Sadece ayaklarını kullanarak kenara çekildi ve Nareed, tüm ağırlığını verdiği darbeyi yere vurmuş oldu. Sinirlenerek dişlerini sıktı ve sola bir kez daha saldırdı. Bu sefer rakibi kendisine gelen sopayı, tuttuğu sopayla blokladı ve vücudunu bir anda sopayla birlikte sağa yatırdı. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki; Nareed ne olduğunu anlayamadan, yaptığı atağın momentumuyla rakibine bir adım mesafeye doğru ve kontrolsüz gelmişti. Her şey bitmek üzereydi.

Adam, Nareed in öne doğru eğilmiş formunu bir minder gibi kullanarak, sırtı üzerinden diğer tarafa geçti ve Nareed gelecek hamleyi tahmin edip zıplamaya başlamasına rağmen, bacaklarına yaptığı hamleyle Tozumb kadınını süpürdü ve sırt üstü düşürdü. Son hamle yerdeki rakibe yapılacak nihai vuruştu.

Nareed nefes nefese suratına yiyeceği darbeyi beklerken adam 1 karış kala sopayı durdurdu ve sonra sıkı dudaklarla başına aşağı yukarı salladı. Bu onun dilinde yeter demekti. Nareed, kafasıyla onayladı ve çalışma sona ermişti.

Olduğu yerde doğrulup giden adama baktı. Son birkaç gün içinde anlayamadığı, ya da kabul edemediği bir şeylerin içinde hayat bulduğunu hissetmeye başlamıştı. Kendisini yakalayan adama karşı bir şeyler hissettiğini fark ettiği andan itibaren içinde bulunduğu durum daha karmaşık bir hal almıştı.

Vio ona karşı ne hissediyordu, bunu anlamasına imkân yoktu. Nareed’e karşı daima nazik ama mesafeli davranmıştı. Hatta ulaşım istasyonunda kendisini görevlilere karşı zor durumda bıraktığı halde…

Yerinden doğruldu ve temizlenmek için duşa yöneldi. Son birkaç gün beklediğinden çok daha iyi geçmiş, hatta bu duruma alışmaya başlamıştı. Fiziksel yetkinlikleri kendisinden çok daha üstün olan bu insanları zorlamaya hiç niyeti yoktu ve bu şekilde davrandığı sürece, Galaktik Konsey’in korku salan Cellat’ları olduğuna inandığı bu insanlar da ona karşı hiçbir aşırılık yapmamıştı.

Duşa girdiğinde günlerdir devam eden idmanların etkisini her bir lifinde hissetti. Proteinle beslenmiş su, vücudundan aşağıya akarken sağ omzunu tuttu. Çok daha iyi durumdaydı. Buraya gelişinin ertesi gününde Vio, elinde bir enjeksiyon tabancasıyla gelmiş ve tüpün içinde ne olduğunu Nareed’e anlatmıştı.

‘Yaralanan dokunun tamiri içi geliştirilmiş özel bir protein serumu bu gördüğün. Eğer dövüşeceksen daha çabuk iyileşmelisin. Şimdi izin verirsen.’

‘Bana ismini söylersen!’ Nareed kendi söylediklerine inanamamıştı.

O an Vio’yu gördüğünde rahatladığını hissetmişti. Diğer adam Nareed’i tedirgin ediyordu.

Gülümseyen adam ‘Bana Vio diyebilirsin’ demişti.

Serum gerçekten işe yaramıştı. İlk birkaç saat ciddi bir yanma hissi olmuştu; ama sonrasında hareketlerinde bariz bir rahatlama fark etmişti. Serumun yapılmasına izin vermesi işin en kolay kısmıydı. Çünkü ortadan kaldırmak isteseler tek yapmaları gereken bir silahtı. Kaçıp saklanabileceği hiçbir yer yoktu.

Ne olduğunu bilmediği bir planın parçası olmayı kabul etmişti. En azından kontrol edemediği bir durumun tam ortasındayken, fırtına onu nereye sürüklüyorsa ayakları yere basana kadar rüzgârla dans etmeye devam edecekti.

Yağmur saydam duvarın dışını döverken, yorgunluk gözlerinin üzerine çökmüş, yatağında uyuması için ısrar ediyordu. Geri çevrilemeyecek bir teklifti bu. Nareed tam dalmak üzereyken kendisine tahsis edilen odanın kapısının açıldığını duydu.  Yerinde doğruldu ve kapıdan giren adamı görünce istemsiz doğruldu.

Yatağa birkaç adım uzakta duran adam elindeki veri bankasını yatağa attı ve ‘ Seç’ dedi. Nareed, önce cihaza, sonra adama baktı.

‘Neyi?’

‘Rakibini’ dedi adam soruyu bekler bir hızla.

‘Böyle bir hakkım olduğunu bilmiyordum. Kurallar çok açık.’

Adam bu sözlere gülümseyerek karşılık verdi. Ellerini beline koydu.

‘Hiç turnuvaya nasıl geri döneceğini düşündün mü?’

Nareed bir anda turnuva komitesinden Surr Ktha ile yaptığı konuşmayı hatırladı ve Ahorii’liye devam etmeyeceğini söylediği anı. O anda gezegenden ayrılmak onun için en önemli şeydi. Nareed’in düşünce treninin duracağı istasyona çoktan gelmiş olan adam

‘Surr Ktha makul bir canlı’ dedi. Kullandığı makul ifadesinin üzerinde belli belirsiz bir vurgu duyduğuna atalarının üzerine yemin edebilirdi; ama yorum yapmamayı tercih etti.

‘ Turnuvaya tekrar kabul edildim yani. Bir de istediğim rakibi seçme hakkımı verildi?’

Adam saydam duvara doğru yürüyerek dışardaki bitkileri devamlı döven iri yağmur tanelerini bir süre seyretti.

‘Biliyor musun Nareed? Bu gezegenin devamlı yağan yağmurları beni gerçekten çok sıktı. Ne kadar çabuk ayrılırsam o kadar iyi.’ Adam sözlerini bitirdiğinde duvara bir kez dokundu ve oda bir anda yarı karanlığa gömüldü. Nareed o manzarayı seviyordu ama ne diyebilirdi ki; nihayetinde zoraki bir misafirdi.

Adam yatağı başucuna kadar geldi ve sakin bir ses tonuyla ‘Seç’ dedi.

Sanki birkaç dakika öncesi tekrar yaşanıyor gibiydi. Ama bu sefer Nareed’in cevabı farklı oldu.

‘Hayır!’ Adamın çenesinin iki yanının oynadığını görebiliyordu. Dişlerini sıkıyordu.

‘Neden?’ dedi içindeki öfkeyi kontrol etmiş gibiydi.

‘Çünkü kendisine saygısı olan hiçbir savaşçı hile ile kazanmak istemez.’

Adam güldü ve içten gelen bir gülümsemeydi.

‘Sence bu kadar zahmete girerek seni bir planın parçası yaparken, ölüm çukurunda bir canavarın ayaklarının altında kal diye mi yaptık?’

Nareed kullandığı çoğul ifadeden bir anda irkildi. Bilmediği çok derin bir denizin içinde dibe battığını hissetti. İşin kötü olan tarafı derinliğin ne kadar olduğunu bilmiyordu.

‘ O kadar kötü değilim’ dedi düşüncelerinin fark edilmediğini umarak.

‘Başımın çaresine bakabileceğimi biliyorsun’

Nareed bir teyit beklemiyordu. Hakkıyla kazandığı bir dövüş sonrası onu ziyaret eden ve öven adamın sözlerinin ne kadar samimi olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Adam kollarını göğsünde kavuşturdu ve bir süre ifadesiz Nareed’e baktı.

‘Yetersiz olduğunu kastetmedim. Sadece orada, senden çok daha…’ Bir anda durdu ve kullanacağı kelimeyi dikkatle seçmek ister gibi bekledi.’ Ölümcül olduğunu biliyorum ve bu riski göze alamayız. ‘

‘Orada olmam gerekiyor mu?’ Nareed konuşmayı geri dönemeyeceği bir noktaya götürdüğünün farkındaydı.

‘Çukurda ölümle dans etmem? Kendimi göstermem?’

Adam derin bir nefes aldı; ama sessiz kalmayı tercih etti.

‘ İlk dövüşüm de de kimse bana şans vermemişti. Tekrar başarabilirim.’

Nareed, kendisine bir sebepten dolayı ihtiyaç duyduklarını biliyordu; ama hayatının geri kalanında ki ne kadar olacağını bilmiyordu, bir düzenin içinde kazandığı bir başarı ile vicdanının rahat etmeyeceğini biliyordu. Nareed bunları düşünürken adam arkasını dönmüş odanın kapısına doğru yürüyordu.

‘Neden?’ dedi yüksek sesle. Cevabı bilmek istiyordu.

Adam olduğu yerde durdu. ‘ Konuşma bitti. Bu riske girmeyeceğiz.’

‘Neden? ‘ diye tekrarladı daha sert bir vurguyla. ‘Eğer bana inanmadıysan neden benim kazanacağıma dair bahis oynadın?’

Adam kafasını yana çevirdi, Nareed adamı profilden görüyordu fakat her zaman ki gibi adamın yüzündeki ifade anlaşılırlıktan çok uzaktı. Birkaç saniye öylece duran adam tekrar hareketlendi ve hiçbir şey söylemeden kapıdan çıktı.

Sonraki iki gün aynı düzende geçti. Grubun planladığı her ne ise Nareed’in tek bildiği Ahorii’nin ölüm çukurlarında bir karşılaşma daha yapması gerektiğiydi. Karşılaşacağı rakip bir şekilde ayarlanacaktı ve hazırlanan senaryoya uygun bir şekilde, nihayetinde Nareed kazanacaktı.

Bu gerçeğe rağmen Vio, Nareed’e nefes aldırmıyordu. Her idman bir öncekinden daha zorlu, sonrası çok daha acı dolu oluyordu.

Nareed, yine Vio’nun hızına yetişememiş ve hareketleri tahmin edilir bir hal aldığı anda Cellat onu yere sermişti. Nefes nefese olduğu yerde gri tavanı seyretti bir süre.

‘Kalk bakalım’ dedi adam küçük bir çocuğa komut verir gibi. Nareed doğrulduğuna Vio elinde iki bıçak tutuyordu. Nareed şaşkınlığını gizleyemedi

‘Neler oluyor?’

‘Vio gülümsedi. Bakalım ikisini kullanırken de aynı ustalıkta mısın?’

Sözlerini bitirip bıçakları Nareed’e uzattı. Nareed gözlerini adamdan ayırmadan bıçakların çok tanıdık olan saplarını kavradı. Yüzünde bir tebessüm belirdi.

‘Bıçaklar idman bıçağıdır.  O yüzde ben öldürmeyi düşünüyorsan şimdiden unutabilirsin.’ Sözlerini ciddi bir ses tonuyla; ama gözlerinde Nareed’in çok alıştığı ve anlatamadığı sıcak ifadeyle söyledi.

‘İstesem de yapamazdım.’  Nareed gülümsedi, Vio’ da karşılık verdi ve kafasıyla kapışmanın başladığını ifade eden bir işaret yaparak iki adım geri çekildi.

Nareed, Aregu törenine döndü bir anda. Tüm ailesi orada, küçük kızlarının rüştünü ispatlamasını büyük bir heyecanla izlemişlerdi. Aynı başarısızlığı bir daha yaşamayacaktı, yaşatmayacaktı.

Birkaç dakika sonra her ikisi de nefes nefese, birbirlerine bakıyorlardı. Sağ dizinin üzerine çökmüş Nareed, bir sonraki hamleyi planlarken Vio bir anda durdu. Nareed, adamın bir şey dinlediğini fark etti. Nareed duyamıyordu. Büyük olasılıkla iç kulağına sabitlenmiş bir haberleşme aparatıydı.

‘Tamam’ dedi bir an sonra Vio. Nareed’e döndü ve ‘Hazırlan’ dedi ‘ Karşılaşman bugün.’

Yol boyunca kimse konuşmadı. Karadan gitmeyi tercih etmişlerdi. Nareed tepelerindeki hava trafiğini görünce seçimin doğru olduğunu düşündü. Tetta Prime kıtasının yarısı bu yağmurlu günde sanki dışarı çıkmaya karar vermiş gibiydi. Yağmur artık olağan bir şeydi. Nareed aracın tavanını kaplayan damlalara bakarak düşünmeye başladı. Hangi savaşçıyı, ne tür bir yöntemle korkutarak, bu karşılaşmada kaybetmeye ikna ettiklerini düşündü. Adamlara baktı. Vio, camdan dışarıya bakıyordu. Çok uzaklarda bir şey görmüş gibi odaklanmıştı. Adını bilmediği diğer adama baktığında onun da kendisine baktığını gördü. Araç kılavuz sistemde yol alıyordu ve adam koltuğu Nareed’e doğru çevirmişti. Nareed gözlerini kaçırarak dışarı baktı.

Adam birden sakin bir ifadeyle konuşmaya başladı. Kendinden emin tavrı yine ezici bir kıvamdaydı.

‘Sfrenkis’lilerle daha önce tecrübelerimiz olmuştu. Kuvvetli ve caydırıcılar fakat dikkatli incelediğinde zayıflıkları güçlü yanlarından daha fazla. Siz Tozumb’lar çok daha iyi savaşçılarsınız.’

Nareed iki gün önce sorduğu sorunun cevabını aldığını biliyordu, ya da ona en yakın şeyi… Şu ana kadar bu adamdan duyduğu iltifata en yakın sözleri işittiğinin farkındaydı.

Adam bir anda, Nareed’in eski dünya filmlerinde seyrettiği, çocuğunun şımarmasına izin vermeyen ebeveyn edasıyla cümlelerine devam etti.

‘Vardığımız andan itibaren bir şeyi çok net anlamanı istiyorum. Kaçmak, birilerine haber vermek gibi bir şey yaparsan aynı zahmete bir daha girmem ve başka bir plan yaparım.’  Ve sonra Nareed’in kanını donduran bir ifadeyle

‘Ve geride asla iz bırakmam’ dedi. Sonrasında aracın orta bölümünde konsola uzandı ve ekrana bir seri numara girdi. Nareed az önce duyduğu kelimelerin yutamadığı birer taş gibi boğazına dizildiğini hissetti. Yutkunamıyordu. Kendine gelmeye çalışırken bir anda monitörde yarı karanlık bir oda belirdi. Odanın uzak köşesinde birkaç insansı oturuyordu. Sonra bir el iletişimi sağlayan aparatı aldı ve uzak köşede oturan gruba yaklaştı.

Nareed bir anda büyük kalbinin göğüs kafesini parçalayıp çıkacağını hissetti. Eflatun gözlerine yaşlar birikti ve yanaklarından süzülmeye başladı. Ailesine bakıyordu. Bir çeşit yatıştırıcı etkisinde oldukları belliydi. Hepsi normalden yavaş hareket ediyor gibiydiler. Ama hepsi hayattaydı. Annesi, babası ve kardeşleri…

Nareed istemsiz elini ağzına götürüp kapattı. Ağlamak istemiyordu. Bu anda Vio’nun kendisine baktığını gördü. Adam başını öne doğru hafifçe eğdi ve gülümsedi.

‘Kendi iyilikleri için sakinleştirici veriyoruz. Zarar görmelerini istemiyoruz’ dedi.

‘Senden tek isteğimiz söylediklerimizi yapman. Her şey yolunda giderse ailene bir zarar gelmeyecek ve serbest kalacaklar.’

Nareed tekrar ailesine baktı. Tam bu anda haberleşme kesildi. Nareed en azından hayatta olduklarını biliyordu. Aklının bir köşesinde hep duyduğu o endişe ortadan kalkmıştı. Bir yandan da bu gerçek Nareed’i söylenenleri yapmak zorunda kalacak evcil bir hayvan haline getiriyordu. Nareed bu durumla bir süre daha yaşayabilirdi.

Nareed, kendisine cevap bekler gibi bakan Vio’ ya baktı ve sadece ‘Tamam’ dedi. Yolun geri kalanında kimse konuşmadı.

Karşılaşmayı beklerken Nareed, kendisini garip bir şekilde rahat hissediyordu. Nedeni ailesinin hayatta ve kısmen iyi olduklarını öğrenmesi nedeniyle mi, yoksa birazdan yapacağı karşılaşmanın tamamen bir düzmece olduğunu bilmesinden dolayı mıydı bilmiyordu. Karar verme anında olduğunu fark etti. Tıpkı gezegenini terk edip gezgin bir paralı asker olmaya karar verdiği an gibi… Plan ne ise sağdık kal, uslu bir kız ol ve sonunda hayatın boyunca kazanabileceğinden çok daha fazla krediyle yuvana geri dön.

Düşününce kolay görünüyordu. Sonra bir anda aklına kaçarken otelin odasında bıraktığı kredi bankası geldi. Adam içince bazı sorularına cevap bulabilirsin demişti ilk karşılaşmalarında; ama Nareed, o anda adamın kim olduğuna o kadar odaklanmıştı ki bankadaki bilgilere bakma gereği bile duymamıştı.

Tam bunları düşünürken iki adam içeri girdi. Vio direk konuya girdi.

‘Hazırsan iki dakikaya çıkıyorsun.’  Ve sonrasında odanın uzak köşesindeki hologramı işaret etti. ‘ Rakibin.’

Nareed nefesini tuttu. Karşısında duran görüntü bir Xluird’ a aitti. Xluird’ler heksapod bir ırktı. Vahşilikleri ve kavgacı tabiatları ile bilinen ırk, Galaktik haritanın dış halkalarında yaşıyordu.

Rakibinin geçmiş dövüş kayıtlarını okuyan Nareed bir an karşılaşmanın ayarlanmış olmasından dolayı memnun olduğunu düşündü. Altı ayağından birini kaybetmiş olan Xluird ismi okuyamayacağı kadar uzun ve karışıktı.

 Nareed, bir an için bu anlaşılması zor ırktan bir savaşçıyı nasıl ikna etmiş olabileceklerini merak etti. Karşısındaki adamlar en nihayetinde bilinen galaksinin korktuğu Cellat’lardı.

‘Ben bu ırkın çok konuşkan olmadığını duymuştum’ dedi korktuğunun fark edilmesini örtmek için.

Vio gülümsedi. ‘Değiller zaten.’ Ve sonra elinde tuttuğu ama Nareed’in fark etmediği bir kutu uzattı. Nareed, çekimser bir tavırla kutuyu aldı ve yanında duran yatağın üzerine koydu. Ahorii ölüme giden savaşçıları son anlarında nasıl şımartacağını iyi biliyordu. Bekleme odaları tüm imkânlara sahipti.

Nareed rahat yatağın üzerine koyduğu kutuyu açtı ve öylece bakakaldı. Kutunun içerisinde ulaşım istasyonunda sakladığı, kendisi ve babasına ait bıçaklar duruyordu.

Şaşkın bir ifadeyle ‘Nasıl?’ dedi. Vio konuşmadan isimsiz adam konuştu.

‘Orada seni nasıl bulduğumuzu sanıyorsun?’

Nareed o andan sonra bu soruyu hiç sormamıştı ama bir yanı hep merak etmişti. O kalabalığın içinde Vio’nun kendisini nasıl bulduğunu. Babasının bıçağına bir verici yerleştirmiş olsalar nereden fark edecekti?

Nareed, şaşkın bıçaklara bakarken iki adam çıkmak üzere kapıya yöneldiler. Tam çıkmak üzereyken Vio durdu ve ‘ Nareed’ dedi. Tozumb’lu kadın, insanın adını söylemesinden heyecan duymuştu.

‘Bıçaklarını iyi kullan. İstediğin savaşı alacaksın. Sana güvenmeye karar verdik’ Nareed’in cevap vermesini beklemeden iki adam çıkmıştı. Bu ne demek oluyordu? Nareed anlamıştı ve sadece önünde dönen Xluird ’linin görüntüsüne baktı. İstediği gibi adil bir dövüş olacaktı; ama bunu isteyip istemediğinden şu anda hiç emin değildi.

5.BÖLÜM

Bir tanesi eksik olsa da Xluird geriye kalan ayaklarıyla çok hızlıydı. Nareed’i şu ana kadar hayatta tutan tek şey Vio ile yaptıkları idmanlardı. Vio kadar hızlı bir rakibe karşı belli bir süre çalışması onu bu duruma bir parça da olsa alıştırmıştı. Yüzbinler delice alkışlıyordu ve kan ve paranın ayartıcı birlikteliği, arenayı dolduran canlıları daha çok coşkulu tezahürat yapmasına neden oluyordu.

Ölüm çukurlarının en önemli kurallarından birisi; savaşanlar arasındaki anatomik dezavantajların yok sayılmalarıydı. Xluird kollarını havaya kaldırarak kulak tırmalayan bir çığlık attı. Geleneksel silahları olan mızrak dışa doğru dört tane keskin diş taşıyordu. Rakibine saplarken ve silahı geri çekerken parçalamasını sağlayan silah olmasa da Xluird yeteri kadar ürkütücüydü.

Nareed, büyük bir süratle kendisine yaklaşan heksapod ’un sağına doğru son anda atlayarak kurtuldu. Alanın ortasında kalması gerektiğini biliyordu. Gerilerse bu ölümünü imzalaması anlamına gelecekti.

Xluird ’in hiçbir zayıflığı yok gibi görünüyordu, olmayan sağ arka ayaklarından birisinin verdiği zorluk dışında. Nareed, uzak kalarak sadece kaçınılmazı ertelediğinin farkındaydı. Bir süre sonra enerjisi tükenecek ve ölüm çukurlarının sayısız kurbanından birisi olacaktı.

Heksapod‘un yakınına girmeye karar verdi. Bıçaklarını sapları önde olacak şekilde çevirdi ve Xluird’ e doğru seri iki takla atarak savaşçının bacaklarına ulaşabileceği mesafeye geldi. İki kolunu başının üzerinde birleştirerek beklediği darbeyi bloklamayı başarmıştı. Normal şartlarda vücudunu ortadan ikiyi bölecek güçteki mızrak darbesini bıçakları sayesinde ön kollarıyla durdurdu; ama o anda hiç beklemediği bir şey oldu.

Xluird, arka bacaklarının üzerinde kalkarak; kolları hala başının üzerindeki mızrağı tutan Nareed’in korumasız durumdaki orta bölgesini tekmeledi. Hiç beklemediği bu darbeyle ayakları yerden kesilen Tozumb’lu, birkaç geriye, sırtının üzerine büyük bir acıyla düştü.

Nefesi kesilmişti ve dövüşü izleyen yüzbinlerin tezahüratları kulağına kliklerce uzakta uğuldayan gök gürültüsü gibi geldi. Hangisi daha acı vericiydi çözmeye çalışıyordu. Aldığı fiziksel darbe mi yoksa bunun gelişi mi? Kafasını kaldırıp baktığında Xluird’ in sarı gözlerine bakar buldu kendisini. Çamurun içinde kaybettiği bıçaklarını bulmaya çalıştığını fark etti. Bu sefer bir çene kemiğine rastlamadı, o kadar şanslı değildi. Göz ucuyla sağ tarafta, birkaç adım uzağında bıçaklarından birisini gördü.

Xluird, yüzünde beliren sinsi gülüşle öylece duruyordu. Muhtemelen ölümcül darbeyi nasıl vuracağını düşünüyordu. Nareed’in kulaklarındaki uğuldama azalmaya başladığında nerede olduğunu hatırlatmak ister gibi yüzbinler tekrar bağırmaya başlamıştı. İnce uzun yüzüne paralel, iki derin kesiği andıran göz yuvalarını iyice kısan Xluird elindeki mızrağı etkileyici bir akıcılıkla çevirmeye başladı.

O an Nareed’in aklına her nedence Vio geldi. Buralarda bir yerlerde onu izlediğinden emindi, hem de Ahorii kadar büyük bir hayal kırıklığıyla. Nareed darbenin uyuşukluğunu attığını hissettiği anda geriye doğru ayakları ve elleriyle kaçmaya çalıştı. Ama heksapod ön sağ ayağıyla uzandı ve Nareed’in yeni başlayan kaçışını engelledi.

Nareed başarısız bir projenin ana karakteri olarak hem kendisini hem de ailesini öldürmüştü. Ne uğruna? Aptal Tozumb savaşçısı gururu uğruna…

Adını bile söyleyemediği bir savaşçının kurbanı olarak, sayısız ölü savaşçıdan birisi olarak, hiçbir şey olarak, ölecekti.

Xluird mızrağını havaya kaldırdı ve Nareed’in uyuşmuş vücudu ve kendisini dışardan seyreden bakışları arasında son darbeyi vurmak için öne doğru hamlesini yaptı.

Tam bu anda Nareed’in anlayamadığı bir şey oldu. Mızrak, havada bir anlık bir süre öylece kaldı. Xluird ‘in sinsi, sarı gözleri, sanki acı çekercesine açıldı. Bu olanlar sadece iki savaşçı arasındaydı. Etraflarını saran kan budalası kalabalığın fark edemeyeceği ince bir ayrımdı.

‘Haydi’ dedi Nareed’in içinden bir ses. ‘Tek fırsatın bu!’

Nareed, sağına doğru olanca hızıyla fırladığında, heksapodun mızrağı Nareed’in sol bacağını sıyırıp az önce Tozumb’lu kadının durduğu yere saplandı. Nareed, bıçağına ulaşmıştı. Sağ dizinin üzerinde döndü ve olanca gücüyle yapabileceği tek şeyi yaparak ön kolu uzunluğundaki silahını fırlattı.

Xluird, mızrağını saplandığı yerden yeni çıkartmış, doğruluyordu. Bıçak, önde olan kolunun korumadığı kaburgaya sağdan girerek sapına kadar saplandı. Mesafe yakındı ve Nareed vücudunda biriken tüm heyecanı atışına yönlendirmeyi başarmıştı.

Xluird savaşçısı garip bir çığlık atarak tuttuğu mızrağı yere bıraktı. Anatomik olarak kolları bacaklarına göre daha kısa olduğu için sol yanına saplanmış bıçağa ulaşamıyordu. Kendi etrafında dönmeye başladı. Bacaklarının üzerinde çılgınca dönerken bir yandan da acı verdiği çok belli olan bıçağa ulaşmaya çalışıyordu. Nareed bir an için dövüşü izleyen yüzbinlerin sustuğunu fark etti. Tüm izleyiciler donup kalmıştı, Nareed hariç…

Olduğu yerden fırladı. Tam bu anda gökyüzünü kaplayan bir gürültü ile nefeslerini tutmuş seyirciler kanın kokusunu almış bir açlıkla tezahürata başladı. Artık pek çoğu Nareed’in tarafındaydı. Nareed, diğer bıçağını bulamamıştı ama Xluird’ in mızrağı tüm cazibesiyle orada, onu bekliyordu. Kontrolsüz dönen heksapod mızrağı düşürdüğü yerden uzaklaşmaya başlamıştı. Nareed, uzun bacaklardan başka bir darbe yememeye dikkat ederek önce soluna, sonra sağına doğru iki takla attı ve rakibinin silahını kaptığı gibi, hala vücuduna saplı olan bıçağı çıkartmaya çalışan Xluird’ e yaklaştı.

Bıçağının saplandığı yerden heksapodun gözleriyle aynı renkte, sarı bir sıvı akıyordu. Yağmur olanca gücüyle yağıyor ve yüzbinlerce izleyici son darbeyi bekliyordu. Kimin öldüğü bahis oynamadığın sürece hiç önemli değildi. Eğer bu çukura adım atıyorsan ya avcı ya da av olmayı kabul etmiş sayılırsın.

Nareed, mızrağı iki eliyle sıkıca tuttu ve hala dönen rakibinin abdomenine, olanca gücüyle yüklendi. Mızrak; sahibinin içindeki yaşamı ölüm çukurunun çamurla kaplı zeminine dökerken, Nareed kendisini güvenli bir mesafeye çekmiş, rakibinin son anlarını izliyordu.

Xluird, abdomenine saplanmış mızrağın üzerine cansız bir şekilde düşerken, Nareed’in aklındaki tek şey Vio’ydu. Esrarengiz adamın yüzünde belli belirsiz bir tebessümle çılgınca bağıran kalabalığın arasında, bir yerlerde kendisini seyrettiğini biliyordu.

Yaptıkları idmanlar işe yaramış ve Nareed hiçbir bahisçinin şans vermediği bir dövüşü canlı olarak tamamlamıştı. Ailesi için gurur kaynağı olmuştu. Bundan sonra yapması gereken tek şey onların hayatta kalmalarını sağlamaktı ve bunun için ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Yerinden doğruldu. Tek istediği şey kuru bir ortamda lanet yağmurun sesi ve ona karışan yüzbinlerin gürültüsünden uzakta, her bir hücresi ağrıyan vücudunu dinlendirmekti. Rakibinin cansız bedenini geride bırakarak tünele girdiğinde kazandığı zaferin kendisini mutlu etmediğini fark etti.

Bu son dedi kendi kendine. Kendini ispatladın…

Syr-Cargo/MF tipi gemi sonsuz siyahın içinde, başıboş bir zMorkun kanatlısı gibi kendisini boşluğa bırakmışçasına yol alırken, 3. Haritadaki atlama noktasına yaklaşmıştı. Navigasyon sistemi varış koordinatlarına ulaşıldığını haykırırken; pilot kabinine garip bir sessizlik hâkimdi. Özel misafirleri hariç gemisine kimseyi almamayı kendisine prensip edinmiş olan Nareed için hissettiği şeyi açıklaması biraz zordu. En basit ifadeyle kendisini gemisinde bir yabancı gibi hissediyordu.

Nereye ve neden gittiğini bilmediği bir yolculukta, yol arkadaşı olarak adlandırdığı insanlar ki öyle adlandırmamayı tercih ediyordu; isimlerini bile bilmediği, amaçlarına ulaşmak için her şeyi yapacaklarından emin olduğu tekinsiz tiplerdi.

Bu bir macera değildi. Kendi kendine defalarca tekrarladı bu cümleyi… Bu bir macera değil ve sen ailenin hayatına karşılık yaşıyorsun. Bir de hormonlarına söz geçirebilseydi…

Gemisine aldığı özel misafirler genelde sadece birkaç günlük yaşadığı ilişkilerin önemsiz, isimsiz kahramanlarıydı. Çoğu, serseri ve tehlikeli tiplerdi. Belli bir süre aynı gemide kalsalar Nareed’i uyuduğu bir anda uzayın soğuk vakumuna atabilecek tipler…

Bu sefer gemide, daha önce hissetmediği, içini bir ateş topu gibi yakarak büyüyen duygunun ana yakıtı vardı. Vio ile ne zaman göz göze gelseler aklından edepsiz şeyler geçmeye başlamıştı.

Ahorii’den ayrılmadan hemen önce, geminin kalkışı için ön hazırlıkları yapılırken yaşadıkları kısa anı hatırladıkça, eflatun teninin koyulaştığını hissediyordu. Kısa bir andı; ama nedense Nareed için anlamlandıramadığı şekilde önemliydi. İçindeki isyankâr sürekli ailesini hatırlatarak o anı tekrar yaşamasına izin vermiyordu.

Nareed kabul etmek istemese de, Vio ile yaşadığı o kısa anda, adamın koluna ve yanağına yaptığı ufak dokunuşlar genç Tozumb kadını için daha fazlasını ifade ediyordu.

Bu bir macera değil ve sende bir dünya aşk filminin aktrisi değilsin…

Beni rahat bırak… Ne yaptığımın farkındayım…

Gerçekten öylemi sin?

Nareed’in bu soruya verebileceği bir cevap yoktu. Kendisi ve ailesi için ölüm tehdidi olan bir insanın ufak dokunuşlarıyla çiftleşme arzusuna kapılıp içinde bulunduğu durumu unutuyordu.

‘Nareed?’

Birden irkildi. Önce Vio’nun, sonrada Halka kontrolün sesini duydu.

‘Yaklaşmakta olan Syr-Cargo/MF gemi kodu ‘Marek/Fan. Nareed Trom Sassut adına kayıtlı. Bulunma sebebinizi bildirin.’

Nareed, bir an için dönüp arkasında duran iki adama baktı. Vio sessiz kalırken diğeri her zaman ki tehditkâr sakinliği ile başını salladı. Bu noktaya geldiklerinde Nareed’e ne yapması gerektiğini söylemişlerdi.

‘Atlama noktası 3.69.21.101, Marek/Fan size çıkış koordinatlarını gönderiyor. Lütfen teyit ediniz.’

300 standart Dünya yılı önce bulunan ve hala gelişme sürecinde olan teknoloji harikası, aylar hatta yıllar sürebilecek yolculukların kısa zamanlarda gerçekleşmesini sağlıyordu. Halka denilen bu dairesel makineler; kendi üzerine çöken yıldızların uyguladığı kütle çekimsel teklikliğinin küçük çaplı bir modelini oluşturuyor ve açılan kara delik eş zamanlı çalışan diğer Halka ile birleşince yılları dakikalara çeviren bir patika gibi evrende yaşayan ırkları birbirlerinin evlerine bağlıyordu.

Ve şimdi o patikaya girecek olan gemi ve içindeki yolcuları, evrenin bir başka köşesinde sonu belli olmayan bir macera için başka bir gezegen konuk etmek için bekliyordu. Koordinatlar girildi. Yolculuk için ödenmesi gereken ücret ödendi ve Nareed kendisin neyin beklediğini bilmediği bir kara delikten içeriye süzüldü.

Gemisinin dümenindeki bir kaptandan ziyade, sahilde annesinden kaçmaya çalışan ama nereye gittiğini bilmeyen küçük yaramaz bir kız çocuğu gibi hissediyordu kendisini. Bir an için arkasına baktı ve Vio ile göze göze geldiler. Ve o an ilk defa kendinden emin tavırlarıyla tanıdığı adamın yüzünde endişenin gölgesini gördü.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir