Bugün, kendi kişisel tarihim vasıtasıyla ülkemizdeki bilgisayar oyunları tarihini anlatacağım sizlere. Pek tabi ki ben sadece bir kişiyim ve tüm bir tarihi temsil etme imkanım ya da böyle bir iddiam yok. Ancak yine de inanıyorum ki, okurken siz de kendinizden bir şeyler bulacaksınız.
Babamın hesap makinelerinde makinenin ruhunu aradığım yapay gaza gelme seanslarımı saymazsam, -ki hep hesap makinelerinde gizlenmiş oyunlar olduğunu düşünürdüm -mahallemizdeki atari salonunda başladı maceram. Dobişko (Pacman), River Raid, Bombacı, Space Invaders ve bölüm atladıkça parkurun renginin değiştiği araba yarışı oyunlarında harcadığım sürenin saniyelerle, jetonların ise avuçlarla ölçüldüğü bu ilk yıllarda; bir arkadaşıma gazeteden çıkan bir Atari’nin etkisiyle oyunlara harcadığım sürenin saatlere ve maliyetin sıfıra dönüşmesinin o yaşlardaki bir çocuk üzerindeki etkisini tahmin edebilirsiniz. Üzerine kek, kola falan da olunca… Ne yapar ne eder acaba adaşım şimdi diye düşünmeden edemiyorum…
Doksanlı yıllar başlarken, yaşadığım şehirde yeni bir tür bilgisayar salonu türü ortaya çıktı. Doğrusu makinaları hatırlamıyorum fakat oyunlarından ilk Amiga’larla tanışmış olmam muhtemel. Biz arkadaşlarla saçma bir futbol oyununa sarmış olsak da dönemin bizim için de hit oyunları; Dragon Ninja ve Silkworm’du. Bilgisayar salonunun kasasındaki negatif ergenin her oyuna karışması, minik oyuncuları azarlaması gibi komik detayları da unutmamak gerekli.
Aynı dönemde evde ise kuzenim vesilesiyle Commodore 64’ü ile tanışmıştım. Gerçi büyük kuzenlerimizden bize sıra kalmadığından He-man ve siyah beyaz bir futbol oyununu daha ziyade izleyici olarak takip ettiğimizi itiraf etmeliyim. Commodore 64 ile asıl mesaim ortaokul 1’de başlamıştı bu yüzden. Bir arkadaşıma uzak bir akrabasından gelen makinada çılgınca Boulder Dash oynayışımız, bir başka arkadaşımızın evinde Golf -ki hala tadı damağımdadır o oyunun- ve Super Mario oynayışı olarak tezahür ederdi, çılgınca oynamak ise değişmeyen detaydı.
Sonraki dönemde Amiga 500 ciddi bir atak yapmış olmalı ki aklıma belki de onlarca oyun geliyor bu dönemi hatırlayınca. Golden Axe, Dyna Blaster -bombacı-, Nibby Nibble (Yılan), Volfied, Robocop, Kuzey Güney -ki harika bir oyundur-, Gianna Sisters, Pang ve Lotus gibi oyunlarda arkadaşlarımızla coşar coştururduk. Hala küçüktük ve hala çocuklar yavaş uyarısını saatte on defa işitmekteydik. Özellikle Dyna Blaster oynarken çıkardığımız sesleri şimdi düşününce çocuk cıvıltısının ne olduğunu daha iyi anlıyorum.
Ev bilgisayar hayatıma dönersem; bu sahaya çok önemli bir parantez açan Sega Master System’den bahsetmem gerekir. Yaşadığım şehirde yazları insanlar mevsimlik evler tutardı, ben de orada tanışmıştım bu sistemle ve gerçekten aşık olmuştum. Sega’da Fantasy Star ve YS oynarken o güne kadar karşılaştığım en iyi teknolojiyle karşı karşıya olduğumu biliyordum. Alex Kidd oynarken belki Super Mario’dan daha fazla eğleniyor değildim ama Sega’daki gözlük ve silahı başka bir platformda kullanamayacağımı bilmiyor da değildim…
Sonra bilgisayar salonu hayatımızın başat aktörüne giden futbol oyunu girdi hayatımıza; Kick Off. Saltanatı pek uzun sürmese de bir süre kendisi bir süre de menajerlik oyunu versiyonu Player Manager’daki Anco United’ın Alex Reeves’i olarak ekranlarımıza yansıdı bu oyun. Asıl devrim ise Sensible Soccer olmuştu. 1993’den 1997’ye kadar spor oyunlarını tamamen, iki kişilik oyunları ise büyük ölçüde domine eden o muhteşem oyun.. Hala bana FIFA mı PES mi diye soranlara verdiğim cevap Sensible oluyor. Bilgisayar salonu lügatinde zaman zaman “Sinesible” olarak da bilinen Sensible…
Aynı dönemde kişisel ev oyun hayatımda da bir başka devrim yaşanmıştı. Ama önce diğer arkadaşlarımın evlerinde onlara yaşattığım esaretin beni tanıştırdığı iki makinadan bahsedeyim.
Önce PC ile tanıştım. Adını hatırlamadığım ama uzayda geçen öncül bir strateji oyunu ve severek oynadığımız Cazcı Kardeşler neyseydi de, Sensible Soccer oynarken farkettiğim ve PC’ye uyarlanmış oyunların yaşattığı audio faciası dolayısıyla pek ısınamamıştım şimdi ki asıl makineme o ilk zamanlar.
İkinci makina ise Apple Macintosh olmuştu. Oyun olarak değilse de -ki bir Air Ball oyunu, Rogue, Risk (Gizli Hedef) dışında pek de bir oyununu görmemiştim- teknoloji olarak daha önce görmediğim bir makineydi Macintosh. Öncelikle kasası yoktu, ekranı küçüktü küçük olmasına ama o kadar da küçük değildi. Siyah beyazdı ve renkler yerine desenler kullanılıyordu ve en önemlisi DOS değil tıklama arayüzü ile çalışıyordu.
Evet ben de Windows 95’in o saçma iddiasının karşısında duruyorum. Bu arayüz Apple’in eseridir ki esasen onlarınki de teknoloji hırsızlığı olsa da en azından kullanıcı bazlı olarak bu ünvanı hak eder. Ayrıca Steve Jobs bunu Bill Gates’in aksine açık açık da söylemiştir. Arkadaşımın; “Amerika’da inanılmaz oyunları var bu sistemin.” “Orada piyasanın hakimi bu makina” tarzı hezeyanları da aklıma geldikçe gülümsüyorum şimdi… Bu arada bir dip not olarak ekleyeyim ki Tetris çılgınlığı pek tabi ki beni de sarmıştı o dönemler…
Benim devrimim ise, bana bu dönemde bir Atari alınmış olmasıydı… Her ne kadar dönemine göre geri bir teknoloji de olsa yüzlerce oyuna sahip bu makine içinde geleceğe göz kırpan veya benim çok sevdiğim oyunlar hala vardı. En önemli faydası ise taşınabilirliği nedeniyle kendi oyunlarından sıkılan arkadaşlarımın evine götürdüğümde bana ciddi bir pazarlık gücü vermesiydi. Artık esir kahyalığından, ticari ortağa dönüşmüştüm.
Ortaokul döneminin sonuna geldiğimizde hepimiz bir şekilde farklılaşma çabasına girişmiştik. Haliyle de bu dönemde yeni oyunlar keşfettik. Çünkü artık bilgisayar salonlarında sadece bir ya da iki kişi oluyorduk. Bu oyunlardan Yo Joe, Moonstone ve Sonic platform olarak bir yanaydı. Syndicate, Chaos Engine, Frontier Elite ve Alien Breed gibi cool oyunlar da görünmeye başlamıştı ekranlarımızda. Oyun dergileri, cipsler kolalar biz yeni yetmeler için hep bir karakter getiriyordu beraberinde.
Spor oyunlarında ise Sensible Soccer’ın yanına yeni bir oyun eklemiştik; Championship Manager. Bu oyunu oynamak için harçlıklarımızdan sadece kuru ekmek alacak kadarını yemeğe harcıyor ve dalıyorduk bilgisayar salonuna. Artık disket kulakçıklarıyla oynayıp kendi “save”lerimizi yapıyorduk. Herşey farklılaşmıştı ama hala bağır çağır oynadığımız iki oyun vardı; Cannon Fodder ve Worms. Özellikle Worms oynarken tüm bilgisayar salonu bizi dinlerdi, ve artık gayet de iri olduğumuzdan azarlanma sayımız sıfırlanmıştı . Aslında tanıdık bilgisayarcılarla aramızda pek tabi ki öncelikle ticari olsa da dostluk da içeren bir ilişki vardı. Onlar da sonuçta sabahtan akşama kadar o sesleri dinlemeselerdi patlarlardı herhalde masalarının başında… Direkt bir oyun değil ama bir kış günü okul çıkışında bilgisayarcıya girip oradaki şamatayı ve her nasılsa her an ekranlardan gelen gol sevinci seslerini özlemle anıyorum.
Aynı dönemde yakın arkadaşlarımızla evde oynadığımız oyunlar da daha ziyade adventure ve stratejiye dönmüştü. O dönem tanıştım Civilization ile. Oyun, hala her versiyonunu görür görmez aldığım ve defalarca oynadığım yegane oyundur. Kardeşi Colonization, Settlers, Golds Of America, Monkey Island, Legends Of Valour hep o dönem tanıştığımız oyunlardı. Daha sonra pek çok versiyonu yapılan bir I. Dünya Savaşı it dalaşı simülasyonu olan Wings’i de ayrıca belirtmeliyim o dönemden. Yine bu oyunların bilgisayar salonlarına taşındığını da söylemem gerekir.
Bu dönem ergen saldırganlığı ise yeni nesil bir bir oyun salonu tipinde kendini göstermeye başlamıştı. Arcade salonları denilebilecek o yerlerdeki genelde “kapışma” tarzı oyunlarda… Street Fighter, Mortal Combat -ki korkunç şiddetinin yanında arayüz olarak gerçekten farklı bir oyundu-, Fatal Fury, World Heroes ve King Of Fighters gibi oyunlar oynardık. Dönemin geçmişten farkı sadece oyunların içeriği veya bizim yaşımız değildi. Bu oyunlar kapışmaya dayanıyordu ve oyununuza giren birisiyle sadece ekranda bitmeyebiliyordu bu kapışmalar…
Gerçi smackdown maçları gibi tehdit ve yaygarası gerçeğinden on kat fazla olsa da o dönemler bu merdiven altı yerlerin dönemiydi… Yine de insan düşününce eğlendirici anılar da gelmiyor değil akla. Parası olmayan usta küçük çocukların “Abi geçim mi adamı?” diye oynamak için kıvranmaları, sağdaki kolda oynamak istemeyeceğini düşündüğünüz bir rakibe oyunun başlarındayken “Jeton ver devam et” demeler, oyunu kazananların ve kaybedenlerin tepkileri, bizim salonumuzun duvarında “Önce ders sonra oyun” yazan o tabela ve özellikle Street Fighter karakterlerinin ne dediğine dair o bitmez polemik, dönemin insanı gülümseten anıları olarak hala hatırlatıyorlar kendilerini. Bu arada The Punisher, Cadillacs and Dinasours, Final Fight (Hagar), Excalibur ve Kovboylu adını şimdi hatırlamadığım bir oyun gibi arkadaşlarla bitirmek için kastığımız -ve bazılarını da başardığımız- oyunlar da vardı.
Biz liseye geldik ve PC artık Amiga’yı hem evlerden hem salonlardan dışarı itmeye başladı. Gerçi bu sefahat Play Station tarafından erken bitirilecekti ama biz henüz o dönemde değildik. O dönemde eski oyunların -kimisi de eski PC oyunlarının- çeşitli versiyonları ile karşılaşsak da, -Doom, Duke Nuke’m vb.- benim için asıl önemi Age Of Empires, Warcraft ve Heros Of Might and Magic ile tanışmam olmuştu. Özellikle Warcraft daha sonra da oldukça uzun bir süre oyun listemin başında yer aldı.
Daha sonra bilgisayar salonları internet cafeler haline geldi. Birçok oyun da oynandı tabi ama PC’de film seyretmek, chat, e-mail gibi teknolojiler yeni palazlanan internet ile birlikte daha çok dikkat çekmeye başladı. Play Station’dan önceki dönem oyun dünyasının salonlardaki son kralları da işte o zaman arz-ı endam ettiler. Quake, Half Life ve bilgisayar salonlarında cümbüşün son adresi “Kantır” -Counter Strike-. Ben şahsen bu dönemlerde artık internet cafede dinleyici pozisyonuna gelmiştim. Ancak bir dönem arkadaş grubumla Half Life Cross Fire arenasında ciddi mesai harcadığımı da itiraf etmeliyim.
Aynı dönem evde ise yeni bir bilgisayar çağına adım atmıştım bile… Commandos, Medal Of Honour, Call Of Duty ve Starcraft gibi oyunlarla bir çeşit öznel PC dünyası kurdum kendime. Diablo’ya, Microsoft Combat Flight Simulator’a da şöyle bir göz atmadan geçmedim. O dönem saçma sapan oyunlar da olurdu Tahtakale tezgahlarında, garip garip dedikodular da. Uzunca bir süre Starcraft Robotech karışımı bir oyun cd’si dolaştı piyasalarda, Starcraft Ghost’u bekledik boşuna. I.Dünya Savaşı ile ilgili oyunlar, yeni palazlanan film oyunları gibi şeylerle avunduk kendi kendimize.
Playstation ve onunla gelen FIFA, PES, NBA furyası ise artık benim salonlara tamamen veda ettiğim bir dönemde gelmişti. Bazı arkadaşlarım ve yeğenimle evlerde sürekli mağlubiyetle biten ve “Bu neymiş ya?”, “Şut hangisi, pas hangisi?”, “Sen bana dandik kolu verdin” tarzı nostaljik alıntılarla rakiplerimi eğlendirdiğim maçlar dışında benim için oyunlardan uzak bir dönem geldi ardından. Civilization’un ilgili dönemdeki versiyonları ile yetindiğim, YS, Sensible Soccer ve Championship Manager gibi eski oyunları oynayarak geçirdiğim uzak bir dönem.
Son döneme dair yeniden dönüşüm ise Rome Total War ve biraz geç de olsa Warcraft 3 ile oldu. 2007 sonrası oyunlar artık hayata dair interaktif şeyler sunuyordu insana ve ben de bunlarda ciddi mesailer harcadım. Bunları yer yer sitemizde konu ettiğim ve etmeyi planladığım için şu anda değinmiyorum.
Sonunda da bugüne ulaştım, yani Multipayer’ın krallığına. LOL, DOTA, WOW ile başlayan Fortnite ve PUBG ile devam eden Battle Royal dünyalarına… Bir başka deyişle online evrenlere… Sanırım ben o evrenler için biraz yaşlandım, ne kadar yaşlandığımı anlamanız için yazının başından beri tekrar okumanız yeterli…
Tekrar görüşmek dileğiyle, hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
Masal Tadında Bir Roller Coaster: God of War ...
Bir Jenerasyonun Gözyaşları: Son Dönem Oyunla...
Oyun, Cosplay Ve Müzik
Oyun Dünyası’nın Klasikleri 5: Dragon Age
Sanal Dünya'nın Gerçek Resimleri
Oyun Dünyası’nın Klasikleri 7: Crysis
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…