Resmi ismi ne kadar uzun olsa da benim “Naim” adıyla anmayı tercih ettiğim filmimize geçmeden önce dilerseniz filmin fragmanını izleyelim ve eleştirimizin eser miktarda spoiler içerdiğine dair geleneksel uyarımızı yapalım
Naim filmi hakkında ilk söylenmesi gereken şeyin, bu filmin yapılması gerektiği olduğunu söyleyerek sözlerime başlamalıyım sanırım. Ama buna yazımızın sonunda değineceğim.
Naim filminin aslında özgün bir sinopsisi yok, Naim Süleymanoğlu’nun on yaşında haltere başlaması ile koşut giden Bulgaristan’daki Türk azınlığın durumunu içi içe anlatan ve doğrusu iyi anlatan bir biyografi karşımızdaki.
Filmin başardığı ve başaramadığı şeyler olduğunu düşünüyorum, ancak başaramadıklarını biraz da öyle yapmayı seçtiği için başaramadığını düşündüğüm için aslında bu bir iltifat bile sayılabilir. Biraz açalım.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Naim, bence uluslararası çapta kotarılmış bir dönem filmi, büyük bir prodüksiyon. Belli ki maliyetler konusunda cömert davranılmış ve bu maliyetler de profesyonelce prodüksiyona tahsis edilmiş. Yapımcı Mustafa Uslu daha önceden de tanıdığı ve güvendiği profesyonellerle çalışmış. Film de zaten bu profesyonelliği her bir karesi ile izleyiciye hissettiriyor. Buradan hareketle yönetmen Özer Feyzioğlu’na bir parantez açmak gerekiyor sanırım. İlk büyük projesi ve hatta sadece ikinci yönetmenlik tecrübesinde Türk Sineması’nın Hollywood’u düzeyindeki bir sette gösterdiği performans gerçekten göz doldurucu…
Filmin övgüye dair bir başka başarısı da Naim’in içinde bulunduğu psikolojik durumu gözümüze sokmadan ama parıltılı bir prodüksiyonun gölgesinde de kalmadan anlatmaya çaba sarfetmesi ve bunu başarması. Naim Süleymanoğlu filmin anlatıldığı dönemde olağanüstü bir baskı altında, iki milyon insanın ağırlığını neredeyse tek başına yükleniyor. Film bununla da kalmıyor Naim’in Bulgaristan’da kendisine hocalık ve takım arkadaşlığı yapmış arkadaşları ile olan ilişkisine de eğiliyor. Bunu yapmak zorunda değil ama yapıyor, bu bence önemli. Evet Bulgaristan filmin kötü adamı ancak bugün Bulgaristan devleti o dönemde olanları kesinlikle kabul ediyor ve yanlış olduğunu deklare etmiş durumda. Filmin başarıyla eğildiği bir başka konu da Naim’in Ankara’ya gelişinin ardından yaşadıkları… Evet, Naim bir kahramandır, milli bir değerdir, arkasında bıraktığı ve yeni yerleştiği insanların gözbebeğidir, ama yalnızdır Naim, hem de çok yalnızdır. Dile hakim değildir, alfabeyi bilmez, ailesi, arkadaşları yoktur artık yanında. Film bunu da çok iyi yakalıyor, tekrar etmek gerekirse bunu yapmasına gerek yok, siyah beyaz bir düzlemde bir kahramanlık destanı yazmıyor. Bulgaristan’da kalsa bir süper star olarak ama kafeste yaşanacak bencil bir yaşamı bırakıp iki milyon kişiyi sırtlayan Naim’in yaşadığı zorluğu, sportif başarıların ya da bir casusluk dramasının önüne koyuyor film.
Filmin bir diğer başarısı, her ne kadar her kesime gül dağıtmak kabilinden olsa da Naim’in kaçırılması sırasında payı olan her gruptan bahsetmesi. Evet, 1980 darbesi ve izleyen dönemi eleştirmek artık o kadar zor değil ancak bu işte payı olan herkesi yad etmek de önemli bir jest. Bu arada belirteyim sitemizin “Retrospektif” başlığı altında amatör tarihi yazılar yazmayı planlıyoruz. İlk yazımız da, bu dönemde Bulgaristan’da yaşanan olaylar ve sebeplerine dair olacak. Böylece Naim filminin arka planında olanları da “amatör” bir seviyede de olsa sezebileceksiniz sanıyorum.
Filme dönelim. Bir diğer başarı da oyunculuklar için dile getirilmeli. Sinemamızın birçok yıldızını büyük, küçük rollerde bünyesinde toplayan film, şiveden oyunculuklara gerçekten izleyici dünyasına alıyor. Naim’in anne ve babası rolündeki Yetkin Dikinciler ve Selen Öztürk’ü çok beğendim. Elbette bir şive yaptığınızda işin yüzde yetmişini yapıyor hatta biraz belki hileye kaçmış oluyor olabilirsiniz ama yapış yapış olmayan duygusal yoğunluğun o yüzde otuzunu kotarmak da herkesin harcı değil. Oyuncular bunu başarmış. Bir not olarak Naim’in hocası Ivan Abaciyev’i de çok beğendiğimi belirtmeliyim. Naim rolündeki Hayat Van Eck de Naim’in süper star egosunu mükemmel yansıttığı kadar altında olduğu yükü de aynı başarıyla yansıttığı için tebrik edilmeli. 1988 Seul’deki o efsane kaldırışına giderken podyumda Naim gibiydi Hayat Van Eck. Bunu izlediğinizde siz de hissedeceksiniz ya da hissetmişsinizdir.
1988 Seul Olimpiyatları’ndaki o kaldırıştan filmin belki bilinçli belki bilinçsiz teklediği bir iki pivotal sahneye gelmek istiyorum. Öncelikle belirteyim ki sahne 1988’deki ruhu tamamen ve başarıyla yansıtmış. O günü dün gibi hatırlıyorum, o gün ülkede zaman durmuştu, tıpkı filmdeki gibi 55 milyon nefesini tutmuştu. Barı eğen o ağırlığı Naim kaldırdığında hissettiğim gururu hatırlayabildiğim sürece hatırlayacağım. Ancak iki sahne var ki, fragman filmden daha başarılı.
Bunlardan ilki Naim’in kaçırıldığı sahne; daha doğrusu araba kovalamaca sahnesi… Sahne fragmanda daha iyi yansıtılmış, aslında öyle sanıyorum ki sahne kendisi fena değil ancak seçilen müzik neredeyse tüm atmosferi yok etmiş. O sahne drama kuralları içinde tam bir climax olabilirdi diye düşünüyorum.
İkincisi Naim’in kaçışının Bulgaristan’da duyulduğu sahneydi. Bu sahnenin duygusal ağırlığı; eğlenceli, yöresel, gerçek ama hafif bir müzikle boğulmuş kanısındayım. Çok çok daha derin bir katarsis etkisi sağlanabilirmiş bu sahnede. Ama tekrar edeyim bence bunlar ya bariz hatalar, ya da bilinçli tercihler. Benden bu kadar…
Yapımcı Mustafa Uslu’ya gelmeden önce, 1988’e tekrar dönmek istiyorum. O gün Naim Süleymanoğlu koparmada 152,5 ve silkmede 190 kilo olmak üzere olağanüstü bir ağırlık kaldırmıştı ve sadece 21 yaşındaydı. Dört sene sonra Barcelona’da ve sekiz sene sonra da Atlanta’da da şampiyon oldu ama kaldırdığı ağırlıklar bu kadar görkemli değildi. Evet 1996’da artık 29 yaşındaydı ve belki bir doyuma ulaşmıştı ama 1992’de de kendisi için rahat bir şampiyonluk almıştı. 1988’in bir ruhu vardı, Naim Süleymanoğlu’nun bir misyonu vardı. Allah vergisi yeteneği müthiş bir iç güçle birleşti ve ağırlığının üç katından fazlasını kaldırdı. Bunu neden söylüyorum? Çünkü film işte bu ruhu yakalamayı başarmış.
Yazının başında bu filmin yapılması gerektiğini söylemiştim. Buradan yapımcı Mustafa Uslu’ya geçmek istiyorum. Şahsen yapımcı Uslu hakkında karışık duygular içindeyim. Biraz Jerry Bruckheimer biraz Roland Emmerich tarzı bir prodüksiyon görmüyor değilim işlerinde. Hollywood formülleri ile çalışan bir sistemi var ve bir dereceye kadar garantili işler yapıyor. Bununla birlikte öncelikle, çok ciddiye aldığı işlere çok ciddi paralar yatırdığı için bunu mazur görmüyor da değilim. Ancak dahası da var. Mustafa Uslu’nun filmografisine baktığımızda ilginç bir durum karşımıza çıkıyor. Ayla (1950’ler Kore Savaşı’nda az bilinen bir hikaye), Müslüm (Yakın tarih, ancak bir sanatçı ve son dönemlerine kadar oldukça marjinal bir kesimin simgesi), Çiçero (1939-45 İkinci Dünya Savaşı’nda geçen neredeyse hiç bilinmeyen bir hikaye), Türk İşi Dondurma (1915, yine neredeyse hiç bilinmeyen bir hikaye), Dumlupınar (1953, az bilinen bir hikaye). Bunlar ülkemiz tarihinin anlatmaya değer hikayeleri evet ama eski ve az bilinen hikayeler. Böyle bakınca Mustafa Uslu’ya daha olumlu bakmak gerektiği kanaatindeyim. Evet, bazı hikayeler dramatik etki için ufak tefek değiştiriliyor, evet Türk İşi Dondurma’da geçen olay iki Afgan ile ilgili, evet Çiçero daha ziyade bir sahtekar… Ama olabilir. Sonuçta o iki Afgan bunu Osmanlı Devleti için yaptılar, Çiçero’yu MİT/MAH biliyordu ancak iki tarafa da Türkiye’nin savaşa girecek durumda olmadığını hissettirmek için onu kullandı vs. gibi bizi ilgilendiren dramatik hikayeler oldular. Aristo izleseydi iyi drama derdi bunlara, kurallı dramalar…
Naim’de ise bu kurallar esnemiş, izleyici avlanmamış. Bahsettiğim “başarılamamış” sahneler bence samimiyet adına böyle yapılmış. Bununla birlikte filmin gişesi daha iyi olabilirdi, şu an 300.000 civarında ve üçüncü sırada. Naim daha fazlasını hak ediyor.
Ve Naim… Sen sadece Bulgaristan’daki soydaşlarımızın sesini duyurmadın, sen burada bizlere de bir şeyler başarabileceğimizi gösterdin. Erken bıraktın bizi. Mekanın Naim cenneti olsun Naim.
Tekrar görüşmek dileğiyle.
İlginizi Çekebilir
Çok Az Salondan Geçen Çok İyi Bir Film - Jojo...
Dönemlerin Sıradan Bir Görsel Temsilcisi mi, ...
Çok Eğlenceli ve Çok Hüzünlü Bir Film: Deadpo...
The Flash: İsmine Tezat Olarak Oldukça Oturmu...
Babalar Ve Çocuklarını Konu Alan Kafası Karış...
2022 Vedası 3 ve Final- Avatar: The Way of Wa...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…