İlk sezonu 2022 yılında Netflix kütüphanesine giren Erşan Kuneri, 2.sezonu ile 10 Ekim 2024 tarihinde aynı kütüphanedeki yerini aldı. Genel ve bölüm bölüm yapacağımız incelememize geçmeden önce geleneksel spoiler/sürprizbozan uyarımızı yapalım ve vakit geçirmeden başlayalım.
Dizi, Erşan Kuneri 84 yaşındayken kendisi ile ilgili bir belgeselin çekimleri ile açıldığında ve bazı bölümlerin başında aynı sekanslarla yapısını oluşturduğunda sırasıyla üç olgu izleyiciyi çarpıyor: Cem Yılmaz özellikle taklit ve karakter oluşturma konusunda gerçekten çok büyük bir yetenek, bu sezon çok daha olgun ve son olarak ilk sezon ve bu sezonun mini filmlerindeki Erşan Kuneri, bizim G.O.R.A.’da gördüğümüz Erşan Kuneri değil Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri yorumu.
Bu konu Cem Yılmaz’ın ilk sezona dair dikkate alıp müdahale ettiği ilk büyük eleştirilerden biri olmuş. Bu sekanslarda ayrıca Cem Yılmaz’ın nostaljik Yeşilçam ve dönem ruhuna dair işlediği konuların fantastik ve hayal ürünü öğeleri de böylece açıklanmış oluyor.
Yaşlı Erşan Kuneri sekanslarına veda edip bölüm bölüm incelemeye girmeden önce Cem Yılmaz’ın yeteneğini pekiştiren olguyu da açıklayalım, zira bu olgu tüm Erşan Kuneri yapısının da temeli; Erşan Kuneri saygınlığını bir kere kaybettikten sonra tekrar kazanmak için çaba göstermekten vazgeçmemiş ama bu konuda umudu da olmayan bir karakter.
Mini filmlerde ve mini filmlerin kamera arkasında arı gibi çalışan Cem Yılmaz yorumunun karşısında; yaşlı, bakışları kırgın ama canlı, istediği saygıyı kazanamamış olmanın verdiği aynı kırgınlıkla agresif ama kibar Erşan Kuneri’nin performansı ile oyuncu gerçekten parlıyor.
Erşan Kuneri’yi çok iyi canlandırılmış bir yaşlı adam -ve mükemmel makyajı da eklememiz gerekir.-, kendisine yapılan saygısızlıklara karşı gizli öfkesini çok iyi hissettiren bir karakter ve aslında hala genç bir ruh olarak tüm çıplaklığıyla gösteriyor bize oyuncu. Post modern çağların hızında hatırlanır mı bilmem ama1970’lerde bir tiyatro oyunu olsaydı unutulmaz olurdu bu performans.
Yapımın ruhunu temsil eden bu açıklamadan sonra yedi mini film ve bir de mini film kamera arkasından oluşan bölümlerin incelemesine geçelim.
1- Kötü Yol:
Birinci sezondaki narkotik konulu Kötü Mal’ın devam filmi olan Kötü Yol, bir fuhuşla mücadele filmi olarak kurgulanmış. Palmiyelerle açılan film kıyafet ve verdiği vibe ile Miami Vice‘a, günümüz hipnoz tekniklerine, Cüneyt Arkın‘ın bir türlü ölmeyen Komiser Kemal’ine kadar bir çok dönemsel gönderme içeriyor. Özellikle Martin Scorcese‘nin Taxi Driver‘ı dizide göndermeler ve konu açısından pivotal bir rol oynuyor. Bu sezon yapıma katılmış olan Ahsen Eroğlu ve Şükran Ovalı ilk bölümde önemli roller üstleniyorlar. Ayrıca öyle sanıyorum ki müzik olarak da bir dönem TRT ekranlarında 1990’ların başında çok popüler olan ve başrollerine Mehmet Aslantuğ ile merhum Osman Yağmurdereli‘nin oynadığı İz Peşinde’nin müzikleri kullanılmış.
2- Kaymak Zamanı:
Bir jipin karlı bir yolda arkadan çekilerek başladığı ve aracın içinde birbirlerinden çok farklı bir baba ile oğulun olduğu bu yakın dönem Türk sinema jargonu ile açılan film aslında hafif bir eğlencelik. 1980’lerin Uludağ fetişi başlığı altında toplanabilecek filmde Eurovizyon ve Çetin Alp‘in Opera şarkısı, Eye Of The Tiger (ve onun herkesçe uydurulan şarkı sözleri), Battlestar Galactica ve kamera arkasına da sirayet eden Erol Evgin temaları önemli göndermeler olarak göze çarpıyor. Oyuncak olan buzlu viski bardağı ve puro ile izleyici neşelenirken, hafif ama eğlenceli bir twistle de mini film nihayete eriyor. Konu olarak çok önde olmasa da kar ve karlı ortama dair prodüksiyon ve sanat yönetiminin üst düzeyde olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
3- Hamur İşi:
Soygun filmi İtalyan İşi‘nden adını alan Hamur İşi, belki de sezonun en fantastik işi. Soygun tayfasının son derece gereksiz ve fantastik cinsiyet değiştirme operasyonu ile karşı taraftaki yine uygulanması aslında imkansız komplo birleşince ortaya absürd ve son derece keyifli bir yapım çıkmış. Özellikle finaldeki MFÖ detayı Özkan Uğur’a yapılan dokunaklı ve gerekli bir saygı duruşu olmuş.
4-Yaprak Sarması:
Zengin çocuk, entrikalarla dolu yalı hayatı ve yalıya köylü olarak hatta “ben bir köylü kızıyım” diye girip en asil ve cazip şekilde çıkan genç kız. Bu klasik ve son derece köklü Yeşilçam konusu, Yaprak Sarması’nda Cem Yılmaz yorumuyla çıkartılıyor izleyicinin karşısına.
Dizi, kamera arkasında duayen oyuncu Celal Kadri Kınoğlu‘nun takdimiyle başlayıp, mini film içinde sürekli olarak “Şuyuu vukuundan beter!” demesiyle devam ederken, köylü kızın isyankar ve azarlayıcı monolog klasiği ile de sona eriyor. Kişisel bir not olarak sürekli Ajda Pekkan‘dan model alınarak canlandırılan Seyyal’i (Nilperi Şahinkaya) bu bölümde aynı zamanda Güngör Bayrak‘a benzettiğimi de ifade etmeliyim.
5- Acı Baba:
Bir başka Yeşilçam ve fantazya birleşimi olan Acı Baba, Münir Özkul ve oğullarını konu alan bilumum Yeşilçam filmini o filmlerde olmayan bir libido ve elbetteki özel efektlerle birleştirip keyifli bir seyirlik sunuyor izleyiciye. Merve Dizdar ve Zafer Algöz‘ün performanslarıyla parladığı -özellikle Merve Dizdar’In bariz eğlendiği belli olan performansı dikkate değer.- “Okey Dusty” gibi bugün için belki hiçbir şey ifade etmeyen ama dilimize “ok/okey” kelimesini sokan mini ve aynı anda ultra göndermesiyle önemli bir şerh düşüyor.
Ama mini yapımın alamet-i farikası kesinlikle Acı Baba yani Medet Usta’nın (Cem Yılmaz) geçirdiği unisex histeri krizleri oluyor. Sanatçı “Evlatlarımmm, babayım ben baba!” diye coşuyor ve coşturuyor izleyenleri ve de çok güldürüyor… Unutmadan ifade edelim ki Çağlar Çorumlu‘nun doktor performansı ve Uğur Dündar parodisi de bölümün akılda kalacak performanslarından.
6-Sahne Tozu:
Bu bölüm geçen seneki Erman ve öncesindeki Blue Box bölümüne benzer şekilde, daha önce yapılmamış, bir risk içeren ve özellikle politik temasıyla oyuncuları ürküten kabare projesine hazırlık bölümü oluyor . Konuk oyuncu Cengiz Bozkurt‘un performans koçu olarak girdiği sahnelerde izleyiciyi eğlendiren güzel perofrmansı (özellikle son dönemde sosyal medyada da rastladığımız enerji orgazmını alaya alan sahnelerde çok eğlendiren performansı da diyebiliriz) aslında biraz zaman doldurmak için dizayn edilmiş.
Zira bölümün amacı aslında Cem Yılmaz’ın cevap verdiği bir başka eleştiri yani suya sabuna dokunma kararı. Bir sonraki bölüm olan Nekes Hayat’ta eleştirilerini yapan Cem Yılmaz’ın, bu bölümde ilgili eleştirilerinin kimsenin umurunda olmadığını ve konu kendisi olunca herkesin bu çarka girdiğini ifade ederek verdiği yanıt, bir orta yolculuk mudur yoksa toplumun tespiti midir bunun kararını izleyici verecektir. Ancak geçen sezon yine benzer bir ağırlık ve sorumluluk bölüştürmesi ile yaptığı eleştirilere bir bölüm ayırarak daha net bir tutumla değinmiş olduğu da yadsınamaz.
7- Nekes Hayat:
Nekes yani Cimri Hayat, adına ve Lüküs Hayat kabaresine tersten yaptığı bir isim göndermesine rağmen aslında 1980’lerde ortalığı kasıp kavuran ve Zeki Alasya ile Metin Akpınar‘ın Devekuşu Kabaresi‘nin bir yeniden yapımı. O dönem özellikle yerinde siyasi eleştirilerine, ikilinin müthiş yeteneğinin eklendiği bu kabare, video teknolojisinin de yardımı ile tüm Türkiye’ye yayılmıştı. Cem Yılmaz da Nekes Hayat’ı bize sahnede bir kabare olarak ama sonradan izlediğimiz bir kabare olarak video çekim efekti ile izletiyor. Sadece renkler ve görüntü formatı değil ekrandan ara sıra geçen bölgesel karıncalanmalara kadar 1980’lerdeki bir videoyu izliyor seyirci.
Konusu da günümüz Türkiyesi olan mini film, mülkiyet tarihinden, popülist Roma Senatosu ve halkın ilişkisine, sünnet ve ataerkil toplumdan, ihale ve arazi imar mevzularına kadar bilinçli seçtiği örneklerle değiniyor ana konusuna.
Bunu yaparken Almanya’ya gidip geri dönen doktorlar, kadın esprileri ve riskleri, 80’lerin hayali ihracatları ve meclis lokantası gibi göndermelerle de Cem Yılmaz’ın, başlarken bahsettiğimiz misyonunu tamamlıyor. Bununla birlikte gerçekten takdir edilesi bir şekilde bu bölümün esprileri diğer bölümlerden, hem de değinmeyi merkeze aldığı politik alt metnine rağmen belirgin derecede daha iyi. Bölüm komedi ve hicvi aynı potada eritmeyi başarıyor bir başka deyişle.
8- Şekerpaşa:
Sanatçının ilhamı ve intihaline dair Cem Yılmaz’ın genelde değindiği bir karakter olan Yavuz Turgul‘u da içeren açılışının biz açıkladığı üzere, Muhsin Bey ve Eşkiya‘dan başlayıp, Şekerpare ve Tosun Paşa‘dan çalınan, bir entrika içinde entrika Osmanlı yalı hikayesi olan Şeker Paşa, türün finale doğru her şeyin birbirine karıştığı ve oynak Osmanlı fasıl temaları ile süslendiği çok çok eğlenceli bir iş.
Ahsen Eroğlu ve Zafer Algöz’ün özellikle yıldızlaştığı, sosyal medayada büyük ihtimalle rastlamış olduğunuz eğlenceli Fenerbahçe esprisinin de bulunduğu bölümde, özellikle herkesin birbirini bilirken oyuna devam ettiği sekanslar ayrıca keyifli. Çağlar Çorumlu’nun Arap Bacı‘sınn woke kültür riskini almayıp -2024’de kullanılacak herhangi bir boya gerçekten de yapıma sorun teşkil edebilirdi-beyaz kaldığı bölüm, Opera ile başladığı Eurovizyon temasına da Neco‘nun 1982 tarihli Hani şarkısı ile dönerek de finalini yapıyor.
Peki genel anlamda yapım hakkında ne söylenebilir? Başlık, giriş ve mini filmler sırasında esasen söylediğimiz noktalar dışında doğrusu çok da söylenecek bir şey yok. Sanat yönetimi ve prodüksiyon kalitesi son derece üst düzey ki bu kadar basit bir cümle ile ifade ettiğimiz bu başarı olmasa paragraflarca eleştiri yazılabilir. Bu yüzden bu konu sonrasına gelebilecek bir “ama” olmadan başlı başına bir başarı. Ayrıca fantastik öğeler azaltılmış ve muhtemelen görece olarak ilk sezona göre de daha az maliyetli bir yapımla karşı karşıyayız.
Cem Yılmaz özenerek, düşünerek, neyi neden yaptığına dair doneler vererek kendisine ait bir karakter ve yapım oluşturmuş. Bu özene dair yapılacak bir eleştiri bulamıyorum. Kendisininki dahil oyunculuklar da yine keyifli ve özenli. Yine de bazı performansların kamera arkası ile mini film arasında yeterince değişmediği oyunculuklar var. Eksikliği hissedilen oyuncular da var, bununla birlikte bu, biraz da komedinin temposunun bilinçli şekilde düşürülmesi ile ilgili.
İlk sezonda bizim de üzerinde durduğumuz aşırı cinsel sembolizm ve eşcinsel temaları tanımlamadaki kafa karışıklığı bu sezon ciddi anlamda dengelenmiş. Gerekli yerlerde kullanılmışlar ve kullanıldıkları yerde net kullanılmışlar. Belki biraz da yönleri değişmiş ancak sebebi anlaşılamayan yoğunlukları bu sezon yok.
Peki hiç mi eleştirimiz yok? Doğrusunu söylemek gerekirse, didaktik olmadan güzel mesajlar veren, son derece keyifli, neyi niye yaptığını açıklayan bu eğlencelik ve güzel zanaat eserine bir eleştirimiz yok. Üstelik yer yer dokunduğu hayata dair çok doğal ve net mesajlar da varken… -Bkz.6.bölüm sonu Erşan Kuneri’nin seyrettiği video sonrası sekans.-
Sadece, yapımı zora sokabilecek bir eskilik sorunu var. 70’lerin sonundan 80’lerin ortasına kadar yapılan bu göndermeler 2004’deki G.O.R.A.’da çok daha fazla izleyiciyi çok daha net yakalarken 20 yıl sonra yeni izleyici üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olacaktır. Evet, yapım eğlenceli ve kendi içinde tutarlı konular, fantastik temalar ve güncel olaylarla günümüze zaten direkt hitap ediyor ancak derinlik ve ayrıntı bazında izleyicinin kaçırabileceği çok sayıda da ipuçları sunuyor. Bu olgu dizinin izlenme ve yorumlanma performansınsa negatif etki yapabilir.
Belki de 6.bölümün sonu, bölümdeki kadar acıklı ve tüm hayatı kapsar olmasa da sanat hayatı için de geçerlidir. Bu son derece baskın düşünce ve uygulamadaki çok iyi mühendislik kendisini dizinin yapısında da belli ediyor. İlk sezonun bir türlü düze çıkamayan grubunun yerini ve sahne zamanını 2024’ün yaşlı Erşan’ı alıyor ve kendi saygınlığını arttıracağını düşündüğü eserlerini izletiyor bize. Aslında biz sadece yaşlı Erşan’ı izliyoruz.
Sonuç olarak Erşan Kuneri 2.Sezon, absürd yapısına rağmen bir olgunluk dönemi işi ve biraz da bu yüzden ilk sezona göre komedi dozu da biraz daha düşük. Tavsiye ediyoruz.
İlginizi Çekebilir
Gölün Tepesinde – İnsanlığın Dibinde; Top Of ...
Müzik Kutusu: The Witcher Soundtrack - Dizide...
Galadriel'in Destanı - The Lord Of The Rings:...
Kenobi...
2022 Vedası 2- Netflix Sıcak Kafa; Bir Umut H...
2019'a Veda Ederken 1 - Netflix The Witcher
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…