Bugün retrospektif sekmemizde uzun süredir aklımızda olan bir underdog zaferinden bahsedeceğiz. Tahta geçtiğinde hiç kimsenin bir ümit bağlamadığı ve kazandığı büyük Sasani zaferinden sonra da yine siyasi olarak inzivaya çekilen bir figür; 610-641 yılları arasında Bizans İmparatoru olan Herakleios / Heraklius.
Bizans hanedan sisteminin kutsal bir hanedana değil güç odaklarına dayanması nedeniyle taht kavgaları beklenmedik askeri ve idari figürler arasında yaşanıyordu. Bu da aslında neredeyse tüm imparatorluk devirlerini bir gasp haline getirmekteydi.
Heraklius da babası yaşlı Heraklius ile başlattığı isyanın sonucunda 610 yılında başa geçtiğinde bir gaspçı sayılmaktaydı. Bununla birlikte tahtı ve tacı elinden aldığı Phocas’ın da kısa süre önce askeri ve ekonomik sorunlar yüzünden bir önceki imparator Mauricius’u tahttan indirdiği düşünüldüğünde bu o kadar da büyük bir sorun sayılmazdı.
Daha da ötesi Phocas’ın gaspı ile karşılaştırıldığında bir umut sayılırdı çünkü Phocas’ın indirdiği Mauricius’un Sasani kralı Keyhüsrev‘in tahta geçmesinde payı vardı ve tahttan indirilip öldürüldüğünde bu hamle Sasanilerle savaş için meşru bir bahane vermiş oluyordu. Bununla birlikte bu bir bahaneydi, iç karışıklıkların zayıf düşürdüğü Bizans’tan doğuyu ve daha sonra ondaki ileri safhadaki zayıflığı görünce imparatorluğun tamamını almak isteyen Sasaniler fırsat bulmuş oluyordu.
Bu noktada, iki husustan bahsetmek hem bilimsel bakışın hem de adaletin gereği olacaktır. Öncelikle olarak tarih yazımına dair Sasani kaynakları neredeyse yok denecek kadar azdır, dolayısıyla olayların Sasaniler için nasıl görüldüğü aslında muammadır. Dahası Sasani – Bizans Savaşları neredeyse iki asırlık bir mücadeleyi -hatta Roma ve Pers / Part savaşlarını da katarsak asırlar süren bir mücadeleyi- tanımlamak için kullanılmaktadır. Bir başka deyişle bu iki toplum birinden birinin yok olacağı bir mücadeleye mahkumdur.
Bu olgu da temelde iki sebebe dayanmaktadır. Komşuluk sebebiyle çatışmalı sınırlar ve İpek Yolu ile Baharat Yolu‘nun kontrolü. Özellikle bu iki devasa ticaret yolunun kontrolü bu iki uygarlığın yaşam damarını korumaya çalışmakla kalmaz, etraftaki ülkelerin kültür ve dost düşman ilişkilerini de belirler.
Örneğin Sasaniler güçlü oldukları dönemlerde ticaret yollarının karını paylaştıkları kuzeydeki Türkik ve Slav boyları ile daha iyi ilişkilere sahip olmuşlardır ve birbirlerine karşı algıları dostçadır. Buna mukabil Sasanileri bypass etmek için deniz ile kullanılan Arap Yarımadası’ndaki topluluklar Sasaniler ile düşmanca bir ilişkide olup Bizans ile çok daha yakın ilişkilere sahiptirler. Hatta denilebilir ki bu olgu Romalılar ve Perslere uzanır, hatta Arap yarımadası askeri yeteneklerini müttefikleri Romalılara borçludurlar.
Bu olgunun bir başka kanıtı da para biriminde görünür. Arapların kullandığı “Dinar” Dinaryusun kısaltmasıdır ve Roma parası manasına gelir. Açıkça görülmektedir ki bölgede ekonomik bağlar köklüdür ve ortak para birimi olarak dinar kullanılır durumdadır.
Konumuz dönemde Arap yarımadası İslami terimler içinde Cahiliye Devri‘ndedir ve bu ticaretten uzak kapalı bir dönem geçirmektedir. Ancak Avarlar Perslerle, bir oyun değiştirici olarak Hazar ve Göktürk Türkleri ise Bizanslıların yanında yer alarak bu kültürel ve ekonomik bağların sonuçlarına dair önemli roller oynamışlardır.
Bizans – Sasani Savaşı günümüzdeki savaşlar kadar yoğun olmasa da ilk yirmi yılı boyunca ve hatta özellikle Heraklius’un tahta geçtiği 610 yılından 622 yılına kadar ki dönemde kelimenin tam anlamıyla Bizans için bir felaket boyutunda gerçekleşmiştir.
Özellikle 614’de Kudüs’ün düşüşü ve 618’de Mısır’ın elden çıkması ile önce manen sonra da madden yıkımlar gerçekleşir. Bizans İmparatorluğu’nun dini merkezleri olan Antakya ve daha sonra Kudüs’ün düşüşü, ve kutsal haçın Sasanilerin eline geçmesi manevi bir darbeyse, Mısır’ın ve dolayısıyla İmparatorluğun ana besin kaynağının kaybı da devasa bir maddi darbedir zira.
Hanedanın kutsiyet taşımadığı bir siyasi gelenekte bu kadar büyük bir başarısızlığın neye yol açacağı açıktır ancak durum o kadar kötüdür ki artık taht kendine bir aday bulamamaktadır. Unutulmaması gereken nokta şudru ki 617’de Sasaniler Kalkedon’a yani bugünkü Kadıköy‘e kadar ilerlemişlerdir.
İşte Heraklius’un dirilişi de bu noktada başlar. Bizans artık bir kabuk durumuna gelmiştir ve Heraklius dini aristokrasinin de desteğini alarak bu kabuğu seri askeri ve ekonomik reformlarla çetin bir ceviz haline getirmeyi başarır. Bir başka deyişle tüm Bizans toprak ve siyasi sistemini bir tımara çevirir ve dini otorite ile orduyu da bir halk ordusu haline getirir.
Ekonomik olarak da paranın değerini düşüren, maaşları indiren imparator, ordusunu kuracağı kaynağı toparlamaya girişmiş oluyordu böylece. Yine şahsen de ordunun başına geçerek sabık imparator Maurucius’un Strategikon kitabında ustalaştı. Sasani ordusunun açık alanları sevmediğini, kış savaşlarında okçularının veriminin düştüğünü, atlı taktiklerini iyice öğrenen İmparator, askerleri ile birkaç sene süren talimlerinin sonlarında hem usta bir general hem de onların doğal lideri olmuştu.
Bununla birlikte gerek yaşanılan hezimetler ve gerek askeri anlamda henüz bir başarı kazanılmdan çekilen her türlü sıkıntı Heraklius’u bir alay ve küçümsenme odağı haline getiriyordu. Ta ki 622’ye kadar. Bu tarihte kendi eğittiği ordusuyla ilk kez sefere çıkan İmparator, Sasanileri yenerek onların Anadolu’daki kalıcı üstünlüklerine son vermeyi başardı ancak daha ileri gidemedi çünkü başkenti Avarlar tarafından kuşatılmıştı.
Avar kuşatmasına dayanan şehrin istikbalini kurtaran ise ödenen haraç oldu. Heraklius aslında yazımızın da gizli odağının konusu olarak kendini tamamen Sasani Savaşına adamıştı. Tehdit algısında Sasaniler vardı Avarlar değil.
Ve 624’de beklenen hareket sonunda geldi. Ordusuyla Doğu Anadolu, Ermenistan ve Levant’a inen Heraklius artık tek bir organizma gibi hareket edebilen ordusu ile üç Sasani ordusu arasında adeta dans ederek hepsini tek tek yakalamayı ve mağlup etmeyi başardı. Bu dahiyane askeri taktiklerle artık seçkin bir general olduğunu kanıtlamakla kalmamış birçok Sasani şehrini de hem intikam hem de maddi kaynak için yağmalamayı başarmıştı.
Ancak taktiksel şaheserleri henüz bitmemişti, ertesi yıl Sasani ordularının organize saldırıları ile yok edilmeye çalışılan ordusunu ustaca Seyhan’dan geçirmeyi başararak Konstantinapolis‘e döndü. Heraklius bu noktada barış istiyordu ancak Sasaniler için gurur kırıcı olan bu seferin yanında daha önce de belirttiğimiz gibi Bizans Ordusu’nun 40.000 kişiden fazla olmayan asker sayısı da yeni bir Sasani saldırısının gerçekleşmesinde etkili oldu. Avarların da tekrardan katıldığı bu Konstantinapolis kuşatması iki imparatorluğun da kaderini belirleyecekti.
Bizans ordusu surların avantajından yararlanmakla kalmayıp bir de üstün donanması ile denizden gerçekleşmesi gereken Avar – Sasani bağlantısını da kesince kuşatma akamete uğradı. 626’daki bu başarısız kuşatma ve hemen ardından Bizans – Göktürk İttifakı Sasanilerin kaderini belirlemişti. Avarların savaş dışı klaması sonrası iki devlete karşı artık neredeyse tükenmiş Sasani gücü son kez meydan okuduğu Ninova Savaşı’nı da kaybedince, Keyhüsrev askeri bir ayaklanmada öldürüldü ve savaş Bizans zaferi ile sonuçlanmış oldu.
Keyhüsrev’in öldürülmesinden sonra taht kavgaları içine düşen Sasaniler kısa süre içinde, yeni doğan İslam Orduları karşısında kaldı ve tamamen yok oldu. Siyasi istikrarın hüküm sürdüğü Bizans ise ekonomik ve insan kaybı sıkıntısı nedeniyle, kazandığı pirus zaferi sonrasında, Levant, Mısır ve Güneydoğu Anadolu’yu yine İslam Orduları’na kaybetti ancak siyasi varlığını ve etkinliğini birkaç yüzyıl daha korumayı başardı.
Heraklius, saltanatı sırasında yıkılmanın eşiğindeki ülkesini büyük bir çaba ile kurtarmakla kalmadı, Yunancayı resmi dil, İmparator ibaresini Basileus yaparak Bizans’ı -elbette ki o günkü adıyla Doğu Roma hatta Roma’yı- bir Yunan imparatorluğu olarak tescil etmiş oldu.
Yine Bizans’ın dini hayatındaki büyük sorunu Monofizitlik ile klasik Ortodoksluğu uzlaştırmaya çalıştı ancak bu çaba doğal ve köklü ayrım karşısında bir sonuca ulaşamadı.
Heraklius, Sasani savaşlarından sonra karşılaştığı İslam Orduları karşısında kayda değer bir başarı kazanamamıştı ancak saygın ve bilge tavrı ile İslam alimleri tarafından bunun ötesinde bir saygıyla anıldı.

1976 tarihli Çağrı filminde Heraklius temsili.
Bu olgunun İslam doktrininde önemli bir yeri vardır. Rum Suresi‘nin ilk beş ayeti, putperest Sasanilerin zaferi ile sevinen müşriklere karşı inmiştir ve savaşta Müslümanların Rumlara duyduğu yakınlığın ana kaynağını ortaya koyar.
1: Elif Lâm Mîm.
2-5: Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde (3 ilâ 9 yıl içinde) galip gelecekler. Bundan önce de sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
Yine imparatorun müslüman olması için aldığı daveti saygıyla reddetmesi yani İslam’ın hak olduğuna dair verdiği/verdiği iddia edilen cevap, İslam dünyasında da saygıyla anılmasına sebep oldu.
Aslında olan şey şu olmalıdır; Büyük Bizans – Sasani Savaşı, İslamiyetin Arap yarımadasından eski dünyanın neredeyse yarısına büyük bir hızla yayılmasının sebebi olmuştur, İslam alimlerinin de bu olayı sisteme bir müdahale ve olması gereken bir kader, kitap ehlinden galip gelen komutan Heraklius’u da İlahi bir araç olarak gördükleri anlaşılmaktadır.
Evet, yok olmanın eşiğindeki bir ulusun neredeyse hiç saygı görmeyen liderinden, bi amaca adanmış ve askerlerinin uğruna cepheden cepheye, savaştan savaşa koştuğu bir lidere dönüşen tarihin önemli bir figürünü inceledik bugün. Yeni haftayı ve dahası, “Heraklius motivasyonuyla” bundan sonraki hayatınızı çok güzel geçirmeniz dileğiyle… Hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
Batı Felsefesinin Siyasi Laboratuvarı: Almany...
Din, Ticaret ve Rotalar; Medeniyetin İzinde -...
Yeni Bir Deneme; Birinci Dünya Savaşı Sonrası...

Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…



