2022 Vedası 1- Netflix Rise Of Empires: Ottoman Mehmed vs. Vlad; Dramatize Ancak Özenli Bir Yapım

Bunu Paylaşın

2023’ün bu ilk günlerindeki bazı dosyalarımızı 2022’nin sonundaki ses getiren içeriklere ayırdık. Bunlardan ilki de bu yapımların en yenisi oluyor: Rise Of Empires: Ottoman Mehmed vs. Vlad/İmparatorlukların Yükselişi: Osmanlılar Mehmet Vlad’a Karşı. Netflix’in 2020 yılı yapımı olan ve Fatih’in İstanbul’u fethettiği dönemi anlatan serinin devamına geçmeden önce yapımın fragmanını izleyelim.

Yapım bir dökü-drama olduğu yani hem bir dizi hem de belgesel olduğu için biz de konuyu hem dizi hem de tarihi perspektifi içinde ele alacağız.

Bu girişten sonra ilk ifade edilmesi gereken noktanın, yapımın en azından bilinen tarihi çatıyı mükkemelen yansıtmış olması olduğunu düşünüyoruz. Bazıları ülkemiz kamuoyunda da tanınan uluslararası bir akademik danışmanın yer aldığı kadro ortaya oldukça objektif ve çok yönlü bir belgesel çıkartmış.

Drama ise özellikle zanaat bazında Türk izleyicisinin de bu şartlar altında Romen izleyicisinin de keyif alacağı bir yetkinlikte. Zaten bir Netflix yapımı ile karşı karşıya olduğumuz da bir gerçek. Drama alanında başlığımızda da belirttiğimiz gibi bir aşırı yakınlaşma olsa da, bir dökü-dramayı belgeselden ayıran bu noktayı es geçmek aslında pek de anlamsız olmayacaktır. Yine de buraya döneceğiz.

Yapımın bu sezonun arka planındaki tarihi olay basitçe şudur; Fatih’in İstanbul’u fethi sonrası ve elbette fetih sebebiyle güçlenerek giriştiği bir takım askeri ve siyasi hamleler, büyük bir Balkan İmparatorluğu’nu, artık Avrupa’nın en güçlü askeri yapısı yapmış ve Roma tacına ortak etmiştir. Kendisine rakip olan diğer Roma veya bir başka deyişle Hristiyan Avrupa ve Kilise ise özellikle askeri açıdan güçlü bir devlet olan Macaristan’ın arkasında saf tutmuştur. Macarlar da tarihi “Siyah Orduları” ile olduğu kadar Hristiyan Dünyası’nın kalkanı olmaktan da memnun görünmektedirler. Özellikle Hünyadi Yanoş‘un Fatih ile olan mücadelesi de Macarların itibarını arttırmıştır.

İşte bu iki iddialı devlet arasında her ikisinin de yanına çekmek istediği ancak ele geçirip düşmanı ile yüz yüze gelmek istemediği bir Voyvodalık/Beylik bulunmaktadır; Eflak. Eflak tahtı için Osmanlılar da Macarlar da sürekli olarak mücadele halinde olmakla kalmamakta beylikteki Boyarlar yani aristokrat sınıf da kendi hanesinin tahta geçmesi için bu bitmeyen entrikalara dahil olmaktadır.

Ne zamanki II.Murat, resmen kendi vasalı/müstemlekesi olan ama kendisine karşı Macar tahtını destekleyen Voyvoda’yı cezalandırmak ve sakındırmak için iki oğlunu, Vlad ve Radu’yu sarayında rehin tutmaya başlar, o zaman yapımın dramatik yapısı ve elbetteki olayların gerçek hayattaki duygusal karmaşası da köklerini almış olur.

Şöyle ki, rehin olmakla birlikte soylu olan bu iki prens ile aynı yaşlarda olan Mehmet, arkadaş olurlar ve hem birbirlerine hem de özellikle Eflak Prensleri için geçerli olmak üzere birbirlerinin kültürlerine aşina olurlar. Vlad daha sonra babasını ve abisini öldüren Boyarları devirip tahtını geri almak için Osmanlı askeri desteği ile Eflak’a dönerken, hem Osmanlı Sarayı’na daha iyi uyum sağlamış olan hem de abisinin kendisini katletmesinden korkan Radu İstanbul’da kalır.

Yapım, bu noktaları son derece güzel ve derin anlatmakla birlikte bir handikapı var. Elbette bu satırların yazarı konu ile ilgili uzman danışmanlar kadar konuya hakim değil ancak uzmanların da bu konuda ellerinden pek bir şey gelmiyor; çünkü doğu hükümdarları kişisel olarak günlük tutmuyorlar. Bazı şiirlerinde karakterlerine dair ipuçları elde edilse de, bizler aslında Vlad ve Mehmet arasındaki ilişkinin detaylarına hakim değiliz. Öyle görünüyor ki, ikili, lider karakterleri ile birbirlerine belirli oranlarda saygı gösteriyor ve bu da aralarında dengeli bir dostluğun yürümesine katkıda bulunuyordu. Ancak her ikisinin de toplumlarında taht için kardeşin katledilmesi vardı ve belki iç dünyalarında, sonradan giriştikleri mücadele onları etkilese de bu etki yapımın üzerinde durduğu kadar güçlü ve şok edici değildi. Yine de bir diziyi belgeselden ayıran bu noktayı sadece bir şerh olarak düşüyoruz, eleştiri değil.

Olayların gelişimi kısaca şöyle olur. Vlad basitçe ülkesindeki Boyarları özellikle psikolojik bir terör olan kazığa oturtma yöntemi ile ya öldürür ya da pasifize eder. Osmanlılara vergisini beş sene boyunca ödemez ve tahsilat için gelen elçileri öldürtür. Eski hocası Hamza Bey’i kendisine tuzak kurduğu halde yakalar ve önce rehin tutar ve sonra da katleder. Sonunda da amacına ulaşır ve Fatih neredeyse tüm ordusuyla Eflak Seferi’ne çıkar. Yapımda, yine ihanete karşı büyük öfke olarak yansıtılan bu tepkinin ne kadarı bu öfke ne kadarı Macarları müdahaleden caydırmak kaynaklıdır bilemiyoruz.

Peki Vlad deli miydi? Neden büyük bir İmparatorluk’la savaşa tutuşmak istiyordu? Açıktır ki Vlad şiddete eğilimli zeki ve çok güçlü bir liderdir. Kazığa oturtma hele hele on binlerce masum insanı kazığa oturtmak normal bir davranış değildir ve asla es geçilmemelidir. Bununla birlikte Vlad Tepes‘in ceza-i ehliyeti vardı, yani yaptıklarını tamamen bilinçli olarak sarsılmaz bir iktidar ve düşmanlarını korkutmak için yapmaktaydı.

Siyasi olarak ise aslında sıkışmıştı, zaten daha sonra olanlar da bu maceracı devlet adamının fazla bir hareket alanı olmadığı gösterir. Öyle ki, Vlad, hem hristiyan oldukları hem de aralarında Osmanlılara karşı kullanabileceği bir bariyer yani Tuna olmadığı için ilk hedef olarak Macarları değil, Mehmet’i gözüne kestirmişti muhtemelen. Roma tahtında hak iddia eden düşmanını bertaraf edip tam bağımsız bir Eflak için papalık desteğini ummuş olmalıdır. Ancak, Macarların desteğini alamadığı 1462 seferinde yenilip sığındığı aynı ülkede 12 yıl esir kalacak, Boğdan Bey’i Stephan tarafından örselenecek ve en sonunda 1477’de Osmanlılar tarafından savaş meydanında neredeyse yalnız bırakılmış olarak öldürülecektir. Yine de şansını denemiş, etkili bir tarihi karakter olduğu inkar edilemez Vlad’ın.

Yapımda belki biraz abartılarak tekrar tekrar değinildiği üzere başarılı bir gerilla harekatı yürütmüş, scorched earth -dilimizde tam karşılığı yok, yakıp yıkarak geri çekilme denilebilir- taktiğini mükemmeleştirip suları da zehirleyerek Osmanlı lojistiğine zararlar vermiş, baskınlarla Osmanlı Ordusu’na hem askeri hem de manevi zarar vermiştir. Bununla birlikte aslında savaş Osmanlı Orduları’nın Tuna’yı geçmeyi başarması ile sona ermişti. Targovişte eteklerindeki son ve ünlü saldırısı; “Gece baskını” ise iyi planlanmış ve uygulanmış olsa da saldırdığı kuvvetin kendisinden kat be kat güçlü olması sebebiyle stratejik bir anlam ifade etmemiş, süreç, kendisinin Macaristan’a sığınması ve kardeşi Radu’nun hem Osmanlı hem de Boyar desteği ile Eflak tahtına oturmasıyla sonuçlanmıştır.

Bu tarihi ve büyük resim dışında ama, yapım olaylara ikinci bir boyut katmış ve özellikle Mara Hatun’un diplomatik, Gülbahar Hatun’un ise oğlunu Eflak suikastçilerinden korumaya çalıştığı iki farklı “ev cephesi” sekansı ve yine casusluk konu başlığı altında Vlad’ın kardeşi Radu ve eşi Anastasia bazında derin bir psikolojik konuyu ele almış.

Gülbahar Hatun ve daha sonra ona katılan Mara Hatun’un Eflak suikastçileri ile yaşadığı köşe kapmaca -ki çok uluslu bir İmparatorluk Haremi’nde 14 yıl geçiren bir prensin kollarının uzun olabileceği, iyi yakalanmış bir bakış açısıdır- belki biraz kolay ve özellikle prodüksiyon bazında biraz fazla dramatik olsa da yerine oturan bir parça olmuş.

Mara Hatun yani Sırp Prensesi Mara Brankoviç’in diplomatik sekansları ise izleyiciyi irrite eden bir yapıya sahip. Öncelikle belirtmek gerekir ki Mara Brankoviç rolündeki Tuba Büyüküstün ilk diziden daha çok role sahip olduğu orta yaşlı Mara karakterinde kişisel olarak da olağanüstü başarılı bir performans ortaya koymuş. Mara Brankoviç bir güç merkeziydi ve oyuncu bunu en ufak bir gedik vermeden yansıtmayı başarmış. Ancak, özellikle Macar Kralı ile yazılan diyalog olabilecek en anlamsız ve Türk izleyiciye oynanmış bir sekans koymuş ortaya.

Yapımı izlemeyenler için çok detaya girmeyeceğiz ancak Bizans İmparatoru Konstantin’in erguvan terlikleri ile dalga geçilen sahne -erguvan sadece Bizans İmparatorları’na has bir renktir.- hem Osmanlıların büyük saygı duyduğu ve askerleri ile surlarda savaşırken ölen karaktere bir hakaret hem de Macar Kralı Matthias Corvinus’un son derece yanlış bir canlandırımı sonucunu vermiş. Corvinus, stratejik liderliği ve askeri başarıları ile Macar tarihine geçmiş büyük bir kraldı.

Radu ise sürekli olarak hain gibi gösterilen bir karakter ve özellikle gece baskınında tüm dikkatler onun “sahte” ihanetine çekiliyor. Aslında bu böyle değil çünkü Radu canını kurtarmanın tek yolunun tahta geçmek olduğunu bilen ve hayatta kalma mücadelesi veren bir karakter. Ancak özelikle abisiyle ve kendi ülkesi askerleriyle giriştiği bu savaşın manevi ağırlığının modern izleyiciye hissettirilmesi anlamsız bir seçim değil. Sadece şunu söylemek faydalı olur; 1462’de bir aristokrat için milliyet veya kendisini öldürmek isteyen bir abi, 2023’de bir tapu meselesi için küsülüp üzülünen bir abi ile aynı şeyleri ifade etmiyor.

Oyunculuklara baktığımızda, Fatih Sultan Mehmet rolündeki Cem Yiğit Üzümoğlu’nun kendine güvenli tavrı ve akıcı İngilizce’siyle mükemmel bir seçim olduğunu söyleyebiliriz. Oyuncunun, rengi ve kendisine uygulanan makyaja ek olarak bazı detay senaryo kesitlerle bir rönesans hükümdarı rolünü çok başarılı taşıdığını ifade etmemiz gerekir. Tuba Büyüküstün’ün biraz önce de değindiğimiz gücü yansıtmasındaki başarıya, Vlad rolündeki Romen oyuncu Daniel Nuta’nın güçlü ve samimi ancak belki yer yer çok büyük oynamasını ekleyebiliriz. Yan rollerde Mahmut Paşa rolündeki Arnavut oyuncu Nik Xhelilaj’ı güçlü, sadık ve duygulu karakterini yine başarıyla yansıttığını, Vlad’ın sağ kolu Dimitrie rolünde Radu Andrei Micu’nun gerçek hayattan bir asker olarak izleyicinin yabancılamadığını ve Fatih’in eşi Gülbahar Hatun rolündeki Yasemin Eti’nin, korkan kadından güçlü kadına başarıyla geçtiğini ifade etmeliyiz. Yine Radu rolündeki Ali Gözüşirin’in küçük ama stratejik kardeşi ince nüanslarla yakaladığını belirtmemiz gerekir.

Kostümler, makyajlar, savaş animasyonları ve efektler profesyonel bir seyirlik sunarken, küçük tarihi nüanslar özeni bir başka açıdan da gösteriyor

İncelememizi toparlarsak şu cümleler yeterli olur kanaatindeyiz; yapım, özellikle günümüz insanının özdeşleşebileceği eski dost yeni düşman hikayesini belki biraz dramatize ederek ve uzatarak ancak kesinlikle planlı ve iyi düşünülmüş bir şekilde yansıtan, zanaatsal olarak da son derece profesyonel ve özenli bir karaktere sahip. Günümüz politik dünyasına değinmeden sadece dönemde kalarak ve izleyiciyi avlamaya pek tevessül etmeyen tavrı da ayrıca takdire şayan. İzlenmesini öneriyor ve bu şekilde sizlere veda ediyoruz. Hoşça kalın.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir