Kendimi bildim bileli gerçeküstü olayların konu edildiği ve gerilim yüklü, fantastik filmlere, kitaplara, dizilere bayılırım ve bu tarzdan hoşlanmayan insanları da hiç mi hiç anlayamam.
Şüphesiz bunların içinde Baran bo Odar’ın yönetmenliğini yaptığı Dark serisi, Alejandro Amenabar’ın yönettiği Nicole Kidman’ın efsane performans gösterdiği Others gibi şaheserler olsa da, zaman zaman TV kanallarında rastladığım gerçek anlamda uyduruk örnekleri gördüğümde, bu türün bıçak sırtı olduğunu her seferinde bir kez daha anlıyorum…
Hafif bir romantik komedi her şekilde izlenir ama fantastik eserler, çok çalışma, özen ama illa ki ciddi yetenek ve zeka istiyor.
Son dönemde Dark’ın büyüsünde olduğum için, Netflix dizisi Atiye’nin konusunu duyunca uçtum; Paralel yaşamlar ve zamanda yolculuklar bunun yanında da dizinin Göbeklitepe gibi son yıllarda tüm dünyanın ilgisini -hak ettiği gibi- çeken bir yerde çekilmesi çok heyecan vericiydi.
Serinin ilk bölümündeki etkileyici ilk sahnenin devamında, heyecanlanmakta biraz acele mi ettim desem de sabırlı bekleyişim sürdü. Bu noktada belirtmeliyim ki, Atiye ilk sezon hakkında sitemizde oldukça başarılı bir yorum var ve benim üzerine eklemek istediğim sadece oyunculuklar üzerine biraz daha keskin bir eleştiri… Çünkü bu mesele, -doğal olarak- 2. Sezonu da etkiliyor.
Başrolde Melisa Şenolsun ve Metin Akdülger olsaydı, Atiye’nin kaderi çok daha farklı olabilirdi diyorum çünkü her ikisi de gerek bu seride, gerek daha önceki oyunculuk deneyimlerinde oldukça başarılılar.
Başroldeki Mehmet Günsür ve Beren Saat ise kemikleşmiş bir fan kitlesi olan çok popüler oyuncular. Neyi nasıl oynarlarsa oynasınlar, ekranda onları görmekten çok memnun olacak bu fanların üzerine eklenecek ilave seyirciler, iki starın kaderi konusunda çok da fazla söz sahibi olmayacaklardır diye düşünüyor ve yapımcıların da aynı mantıkla seçim yaptığına inanıyorum.
Serinin inandırıcılık yükü Melisa (Elif) ve Metin ( Ozan) yanında, Başak Köklükaya (Anne; Serap), Meral Çetinkaya (Anneanne; Zöhre) ve Civan Canova’nın (Baba; Mustafa) omuzlarında. Ozan’ın annesi, Serdar’ın eşi olan Melek de (Senan Kara) duygusal yoğunluğu verebilmiş.
Tim Seyfi (Serdar) ve Hazal Türesan(Hannah) ise bence rol yapmamışlar; rollerini karikatürize etmişler. Serdar’ın siyah kapüşonlu pelerin ve orağı eksik, Hannah’nın da üzerine binip uçtuğu çalı süpürgesi… Komedi filmindeki kötü adamların taklidi gibiler. Oysa karikatürize edilmeye çok daha fazla yatkın olan Zöhre ve Serap rolleri muazzam başarıyla oynanmış.
Başrol oyuncularına bakarsak; Özellikle Beren Saat sanki gerilim-gizem temalı değil de, aksiyon-macera tarzı bir dizide oynamış. Bu, kendisinin mi yönetmenin mi tercihi?.. Bilemiyorum… Atiye, çok katmanları olan bir rol; dönemler arasında gidip geliyor, ruhsal durumlar arasında gelip gidiyor, korkuyor, çaresiz kalıyor, acı çekiyor… Ama Beren Saat olayın daha çok aksiyon boyutunda gibi; gerek sesi gerek mimikleri bu kadar derin travmalar yaşayan bir Atiye gibi değil.
İlk sezonda yılların ve sırların hatta ölümün ötesinden gelen ninesi Zehra ile karşılaştığında, (gerçi bu büyük sırrın ifşasından yaklaşık 2 sahne sonra şehirlerarası otobüs terminalinde mercimek çorbası kaşıklıyorlardı…) herhangi bir yoğun duygu belirtisi göstermediği zaman da şaşırmıştım. Ama 2. Sezonda ilk sahnede Göbeklitepe’nin ortadan yok olduğunu gördüğünde yani 12.000 yıllık bir tarihle birlikte kişisel tarihinin de yalan olması karşısında yaşadığı derin bir travmayı gösterme şekli inanılmazdı… “Hadi Canım!..”
Maç izlemeye stada geldiğinde, arabasını yanlış tribün tarafına park ettiğini anlayınca çok daha dramatik tepkiler verenleri gördü bu gözler; cep telefonu kampanyasını bir gün farkla kaçırıp fazladan KDV ödeyeceğini anlayınca çok daha fazla kahrolanları!.. O yüzden ben de haykırdım o noktada: Hadi Canım!!! Ben bu duygu yoğunluğunu taşıyamam dedim ve uzaklaştım…
Şaka bir yana elini kolunu belki biraz daha fazla sallayarak şehiriçi ve dışı gezintileri (Kapadokya’dan Urfa’ya yürüdü mesela bir seferinde) yanında baba ben senin kızınım diyerek evine gittiği tecrübeli polis memuru Mustafa’nın evinden, “ben seni tanımıyorum…” cevabını aldığında, sanki “ıspanak kalmamış yerine pırasa alayım mı?..” dermişçesine rahatça çıkışı, çok acil bir gelinlik provası yapılırken, camdan gördüğü adamların peşinden koşması, Erhan’ın şakacıktan ölmüş babasıyla yaşadıkları son derece dostane diyalogları gibi mantık sakımları yanında, Saat’in sesinde, o sırada sahnede yaşananlardan tamamen bağımsız seyreden kayıtsızlık bir yerden sonra gerilim değil aksiyon macera tadında bir şeyler seyrettiğini hissettiriyor insana.
İlk defa gördüğü(en azından öyle düşündüğü) Atiye’ye mantıksızca çok ısınan Melisa da aynı kayıtsızlığı görmememiz, neden Melisa’ya iyi oyuncu dediğimizin yeni bir sağlaması oluyor bu noktada.
Erhan Kurtiz rolündeki Mehmet Günsür ilk sezona oranla daha vurgulu bir rol çıkarsa da, onda da özellikle ses ve tonlama konusunda bir başrol inandırıcılığı görmediğimizi düşünüyorum. Bu arada sahicilik konusunda soru işaretleri oluşturan bir başka kişi de Nazım Kurtiz rolündeki Fatih Al; babasını canlandırdığı Mehmet Günsür’den bir yaş küçük olması, ışıl ışıl parlayan gözleri yanında yıllar sonra gördüğü evlatlarına kavuşması esnasındaki duygusal sakinliği de bize; “ne mutlu adama, kendini fazlaca yıpratmamış!..” dedirtiyor.
Yeni dönemlerde ortaya çıkan bir çekim dili denenen dizinin 4 senaristi ve 3 yönetmeni olduğunu duyduğumda, senaryo ve oyunculukları yorumlamada asıl sorumlu olan yönetmenlerin proje hakkında kafalarının biraz karışık olduğunu ve başrol oyuncularının ritminin bu karışıklıktan etkilendiğini düşündüm.
Olay hakkında yargı süreci devam ettiği için doğru veya yanlış diye yorum yapmak yersiz ama Buket Uzuner’in iddia ettiği gibi senaryo, Şengül Boybaş’ın “Dünyanın Uyanışı” romanından çok Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları”nı anlattığı, Su, Toprak, Hava ve Ateş dörtlemesinin Toprak romanından daha çok etkilenmiş olabilir. Örneğin Zöhre Anane, Şaman şifacı Umay Nine’nin hem karakter hem de torun ilişkisi anlamında aynısı gibi.
Bu arada Atiye’de Derviş Zaim’in paralel yaşamları anlatan mütevazi bütçeli Rüya’sından da izler var.
Dennis Villenevue tarafından Ted Chiang’in “Story Of Your Life” kitabından uyarlanan ve Amy Adams’ın çok iyi performans gösterdiği Arrival filminden de…(Orada da dünyanın sonunun gelmesini bir iletişim başarısı göstererek engelleyen bir anne ve bebeği vardı.)
Baran bo Odar’ın Dark’ı, zaten geçit mağaralar, lineer olmayan zaman, yaşamda farklı kareler doğuran karşılaşmalar anlamında oldukça ilham vermiş gibi.
Bu arada sözkonusu ettiğim benzerlikler ile anlatmaya çalıştığım şey senaryonun kopya, taklit vs olması değil, farklı farklı kaynaklardan beslenerek sonuçta karışıklar barındırıyor olması.
Atiye’nin sıklıkla gayet sakin belirttiği gibi temel sorun “Hamile kadınların ölmesi..” Peki hamile kadınların ölmesi ne demektir? Dünyanın sona ermesi… Peki bu cümle hiç geçiyor mu? Hayır…
Eğer bu yönden ele alsalar (ki tabii ki hamile kadınların bu kadar uzun yıllardır ölmesi ve dolayısıyla insanlığın soyunun kesilmesi) ekstrem bir dramdır, dünyanın bizler için sonudur ki böyle bir olayın sonucu çocuk parklarına asılmış çaputlar ve taksiye bindiğin zaman çevrilecek bir geyik konusu olamaz. Ama bu derin drama ait bir ilgi ve bilgi çabasına girmek istemeyen senaryo, hamile kadınlar ölüyor diye havada asılı kalan bir cümleye tutunuyor. Bu arada ne ilginçtir ki dizide gördüğümüz 3 adet genç kadın da hamile ve dünyanın geri kalanının bu konu hakkında bu 3 hanımefendininki gibi bir çabası yok… Oysa gördük ki, ölüm oranı böyle bir dramla kıyaslanamayacak ölçüde olan covid 19 salgını, yaklaşık 10 ay içinde dünyayı darmaduman etti, madden ve manen.
Bu noktada şunu diyebiliriz; yahu sonuçta bu bir dizi, belgesel veya bitirme tezi konusu değil… Eğlenmeye bakalım, şüphesiz buna da söylenecek bir söz olmaz, haklısınız dışında…
Bu bakış açısıyla Atiye için düşüncem; “Hayaller Dark, gerçekler Buffy the Vampire Slayer.” mottosuyla özetlenebilir.
Buffy de evrenin en karanlık güçleriyle savaşırken en ufak korku işareti göstermezdi, sadece “Ooops/Upps” derdi ve bu şekilde 7 sezon oynadı. Zevkler ve renkler tartışılmaz!..
Atiye dizisinin benim için en değerli yönü Göbeklitepe ve Kapadokya’da çekilen bölümleri oldu. Türk topraklarının sadece bilinen tarihe değil, yavaş yavaş keşfedilen tarihe de ev sahipliği yapmış ve bu konukluğun izlerini harikulade bir şekilde taşıyor olmasını yedi düvele ilan etmesi değerliydi. Umarım bu tarz çalışmaların devamı gelir.
İlginizi Çekebilir
Anime Olarak Olmasa da Son Derece Başarılı Bi...
Galadriel'in Destanı - The Lord Of The Rings:...
Yirminci Yüzyılın Tarihine Tanklar Aracılığıy...
İki Dizi-1: Raised By Wolves - Ridley Scott'u...
Müzik Kutusu: The Witcher Soundtrack - Dizide...
The Mandalorian

Gerçeklerime hayal tadı veren, hayallerimi de gerçek gibi hissettiren her şeye tutkunum; şarkı, roman, film, öykü…
İcraatçı bir insan değilim daha çok izleyiciyim, sanırım iyi de bir izleyiciyim.
İşte bu yüzden görüşlerimi paylaşmak istedim, hem benim gibi düşünenleri hem de düşünmeyenleri bulmak için.
Belki hayatı daha paylaşımcı yaşayabilmek istiyorum belki de bu bir onaylanma ihtiyacı…