2021’in son çeyreğinde fantastik ve bilim kurgu evrenlerine dair verimli bir dönem yaşandı. Sitemiz radarına giren üç dizi ve iki sinema başlığını hedefimize almış olmakla birlikte omicron varyantının etkisi ile maalesef Spider Man: No Way Home/Örümcek Adam: Eve Dönüş Yok ve The Matrix Ressurections/Matrix Diriliş filmlerini izleme ve yayın listemizden çıkartmak zorunda kaldık. Bununla birlikte evimizden izlediğimiz üç dizi başlığını bu verimli dönemi yad etme adına ele almak kararındayız. Ve ilk halkamız Netflix kütüphanesine ilk giren dizi; Cowboy Beebop.
1998-99 döneminde yayınlanan ve iki sezonluk bir hikayeye sahip materyal, 2001 yılı yapımı film versiyonu başta olmak üzere birçok yapımla devam ederek geçtiğimiz yıl sonundaki live action dizi versiyonuna ulaştı. 2001 versiyonunu daha önce seyretmiş bir izleyici olarak da elbette bizim ve dünya çapındaki birçok hayranın da radarına girdi. Ve ortaya çıkan sonuçla da hayranlarını ikiye böldü. Bununla birlikte negatif taraf kazandı ve ikinci sezon iptal edildi.
Biz de bu sebeple, incelememize daha temel olan bu olguyla başlayacağız. Öncelikle belirtilmesi gereken konu şu; bir anime, live action olarak anime tadını veremez.!.. Bu kabul edildikten sonra öyle sanıyoruz ki bakış daha berraklaşacaktır. Berrak bakışın yapımı iyi veya kötü olarak değerlendirmesi mümkündür ama özetle materyal bir versiyon olarak ve bağımsız bazı kriterlerle incelenmelidir.
Biz de bir şekilde bunu yapmaya çalıştık ve öncelikli sorunun animelere özgü anormal yüksek karizma ile comedy relief olarak kullanılan yapısı bozulmuş sahnelerin sentezlendiği karakterlerin temel sorunu meydana getirdiğini gördük. Gerçek insanlar kalemle çizilmedikleri için verilemeyecek bu “ara”ların karakterlere yedirilmesi, yapımları anime türünden uzaklaştırıyordu.
Karakterlerle özdeşleşme sorunu getiren bu olguyu bir de gerçek oyuncuların seçimi ile perçinleyelim.
İki resim arasında görülen farklar temelde soldaki Jet’in siyahi bir karakter olması, öykünün baş kahramanı Spike Spiegel‘i live action versiyonda canlandıran ve yeni nesil Uzay Yolu sinematik evreninin Sulu’su olarak tanıdığımız John Cho‘nun anime orjinaline göre daha yaşlı durması ve Faye’in neredeyse tamamen farklı bir şekilde dizayn edilmesi olarak tanımlanabilir.
Bununla birlikte eğer live action versiyon bağımsız bir karakterle incelenirse, siyahi aktör Mustafa Shakir’i’n Jet rolünün özünü çok başarılı şekilde verdiğini ve Meksikalı aktris Daniella Pineda’nın Faye yorumunun sevimli ve canlılığı ile karakteri, ekibin çok daha önde bir öğesi haline getirdiği rahatlıkla görülebilir. Animede ilk sezonun sonunda boy gösteren Ed/Edward’ın live action versiyonunun da son derece başarılı olduğunu, ancak karakterin özel profili dolayısıyla bunun çok da büyük bir başarı olmadığını belirterek karakter ve özdeşleşme konusunda son bir noktaya geçelim.
Vicious… Spike’ın yani, eski adı ile Fearless/Korkusuz’un eski ortağı Vicious/Zalim’i canlandıran Alex Hassel’in yorumu iki ucu keskin bir bıçak olarak karşımıza çıkıyor. Anime standartlarında belki çekilmez bile sayılamayacak bu yorum, gerçek hayatta bir kişinin özellikle çok ağır dış etkilerle ne hale gelebileceğine dair çok başarılı bir örnek de aslında. Bir bakıma Gladyatör’ün zalim imparatoru Commodus’la özdeşleştirilebilecek karakter, anime ve live action tür farklarının en bariz örneği belki de…
Uzun ama bizce yapım bazında çok önemli bu girişten sonra, dilerseniz olay örgüsünden kısaca bahsedelim. Bununla birlikte kaçınmaya çalışacaksak da spoiler/sürpizbozan uyarımızı yapalım. Ama önce fragman…
Yapım, fragmanın başlarında gemisi Bebop’un jaluzisini yumrukla indiren, eşi tarafından terkedilmiş ve malulen emekli olmuş eski polis Jet’in çok iyi tasvir ettiği atmosferde, ortak olan iki bahtsız ödül avcısının hikayesini anlatır. Genelde orta ölçekli ödülleri toplayan ancak bir şekilde görev masrafları sebebiyle zararda olan iki ortağın bu “sürünme” içeren ilişkisi, bir görev sonucunda, gizemli ortak Spike Spiegel’in geçmişi ve sevimli ancak etik yoksunu ödül avcısı Faye ile kesişir.
Sevdiklerini korumak amacıyla kimliğini ve hatta yaşadığını gizleyen Spike’ın çabası boşa çıkacak ve evrenin yenilmez mafya teşkilatı kartelin önemli adamlarından Vicious’un hem iktidar hem intikam kovaladığı bir yolculuk sonunda tüm karakterlerin yolu isteseler de istemeseler de kesişecektir.
Peki Cowboy Bebop, nasıl bir işti?.. Net bir şekilde söylenebilecek ilk şey. Karakterlerdeki politik doğruculuk ekolü kaynaklı multi kültürel yapı dışında kaynak materyale çok sadık bir işti Cowboy Bebop. Kovboy konsepti, ödül avcılığı ve özellikle jazz merkezli müzik anlayışı etrafındaki yapısal temaları, görsel sadakatle de birleştiriyordu yapım. Ve daha önce de değindiğimiz gibi multi-kültürel karakter güncellemeleri kendi içinde ana akışa son derece başarılı bir şekilde yedirilmişti. Özellikle asyalı Spike’ın dövüş kabiliyetleri etkileyiciydi.
Bu noktada bahsedeceğimiz olgu ise bir tık ana materyale kayıyor. Cowboy Bebop biraz kafası karışık bir iş aslında. Herşeyin sonunda, karakterlerin yüceltildiği ve çok özel olduğu bir dizi ego patlamasından beslendiği için biraz fazla savrulabiliyor.
Örneğin altıncı bölümde bir yapay zekanın eline düşen Spike’ın kobayı olduğu deneyin sahibi sanılan kişi bir Luger -söz konusu silah, Nazi Almanya’sındaki subayların beylik silahıydı- tabancası ile karşılıyor kahramanlarımızı. Ya da Enter The Dragon göndermesi ile Spike’ı, siyahi ve 1970’ler stili afro saçlara sahip bir suçlu ile kung fu dövüşüne sokuyor. Spike’ı öldürmek için gönderilen Pierre, Fransızca Blade Runner‘ın “Tears in rain” monoloğunu okurken, askeri çatışma bölgeleri olan Tannhauser Kapısı ve Orion’un Omzu da aynı filmden geliyor. Ve esasen yapımcıların yorumlamak istediği her konuya eğilmeleri sebebiyle de ölüm hiç eksik olmamasına rağmen, yapım karanlık bir atmosfer çizmiyor. Yine de, başından sonuna takip edeceği senaryo belli olduğu için büyük ihtimalle kendisinden esinlenen Joss Whedon‘un Firefly‘ı gibi olay örgüsü bazında savrulmuyor veya rating yükseltmek için değişik unsurlar denemiyor.
VHS kasetler, bilgisayarlar ve cep telefonlarının 80’lerdeki bilim kurgu beklentilerine dair versiyonları izleyiciyi gülümsetirken. Materyalin tüm evreninin terraforma dayanması da tutarlı bir omurga ve günümüz dünyasına bir bağ sağlıyor.
Teknik olarak, yapımın, günümüzde 80’li yılları temsil eden retro bir yeniden üretimi, yani karlı ve sinematik bir kompozisyonu takip ettiğini -anime en azından fikirsel bazda 80’li yıllar ürünü olmakla birlikte bu sinematografinin direkt sinema ile ilgili olduğunu belirtmekte fayda var!..- efektler, ortamlar ve özellikle uzay gemisi sahnelerinde başarılı olduğunu ama yer yer yeşil ekranın gizlenemediğini, 6.bölüm olan Binary Two-Step’in görselliği ve atmosferiyle çok başarılı bir rüya ambiansına ulaştığı ve 8.bölüm olan Sad Clown A Go Go’nun elektronik müzik öğeleri ile yapımın genel soundtrack karakterinden “bizce” başarıyla sıyrıldığını ekleyebiliriz.
Bir trivial not olarak, Spike’ın büyük aşkı Julia’nın (Elena Satine) özellikle Roma temalı dizilere çok yakın bir hava verdiğini de ilginç ve bağımsız bir şekilde ekleyebiliriz.
Böylece bir incelememizin daha sonuna geldik. Hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
İki Dizi-1: Raised By Wolves - Ridley Scott'u...
Nostaljik Ve İlginç Bir Kadere Sahip Bilim Ku...
2021’e Veda 4 ve Final – Netflix'in Başat Fan...
2021’e Veda 3 – Eğlenceli ve Hafif Bir Psikol...
Netflix Dizisi: Bir Başkadır - Hepimiz Bir Fi...
Netflix'in Beklenen Animasyon Epiği Üçüncü Se...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…