Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İlk Kitap Bölüm 11

Bunu Paylaşın

Onuncu Bölüm- Atlantropa Barajı

Amelia ve Mira, yaklaşık on günlük bir yolculuktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin kolonilerinin sınırına varmışlardı. Sınıra girişlerinden önce, güvenlikten rahatça geçebilmeleri için bütün silahlarını bir çantaya koyup, boş bir araziye gömdüler. Onlarsız da yapabilirlerdi nasıl olsa, kendilerini böylesi bir cephaneyle gezerek tehlikeye atmalarına gerek yoktu. Kıyafetlerini de daha az dikkat çekecek şekilde değiştirdikten sonra, sınır kapısına doğru sürdüler ve belgelerini göstererek kapıdaki sınır kontrolünden sorunsuz bir şekilde geçtiler. Sınır kontrolünden geçtikten sonra bir saat boyunca otoyoldan çıkmadan sürmeye devam ederek New Denver şehrine vardılar.

New Denver, pek çok açıdan ilginç bir şehirdi. Uzun, modern ve penceresiz gökdelenlerin arasından yeşil ağaçlarla dolu parklar, yirminci ve yirmi birinci yüzyıl mimarilerine göre yapılmış binalar ve merkezin uzağında müstakil evlerle dolu banliyö mahalleleri vardı. Şehir, tahmin edilebilir ve sıkıcı bir Amerikan şehriydi yani, belli dinsel veya etnik kitleler, bazı mahalleleri biraz da olsa kendi kültürleriyle eğlenceli ve farklı bir hale getirmişlerdi, ancak Mosley’in yeraltı şehrinin veya herhangi bir Avrupa şehrinin sihri asla burada yoktu. Yaptıkları tek şey, gerçekten yaratabildikleri tek özel şehir olan New York City’i kopyalayıp yapıştırmaktı. Bunu o kadar çok yapmışlardı ki, bu sorunlu ve garip yapının normal olduğunu düşünüyorlardı artık.

Şehrin merkezinde yol almaya devam ederlerken, Amelia da varmaları gereken binayı bu neredeyse bir örnek olan gökdelenlerin arasında arıyordu. “Eğer yanlış hatırlamıyorsam burada bir yerdeydi.” dedi sessizce kendi kendine, “Acaba bu sokaktan birden fazla mı var, yoksa ben mi karıştırdım?” Bakınmaya devam ederken, bir sokağın köşesinde aradığını bulmuştu, o köşeye doğru döndü ve yola devam etti. “Seninle New York seyahatimizi hatırlıyor musun? Beraber öyle yemiştik ki bir gün, bize bakan restoran sahipleri bile şaşırmıştı bu halimize.” dedi Mira, aklı eskilere gitmişti. Amelia da bu anılarını hatırlayıp güldü, sonra da “Vay be, o kadar şey geçti ki başımdan, bu tarz şeyler sanki başka bir hayattanmış gibi geliyor bana artık.” dedi iç çekerek.

Haklıydı aslında, anıları farklı bir hayattandı, farklı bir evrendendi artık. İkisi de, şu anda içerisinde oldukları zamanda ve yerde, buraya geldikleri zaman ve yerden tamamen ayrıydı. İkisi bunları arkalarında bıraktıklarını düşünseler de, bu öteki evrenden kalan anıları, onlarla sonsuza dek kalacaktı. “Neyse, boşver.” dedi Mira, sesinde ciddi bir hüzün geliyordu. Daha sonra kafasındakileri toplayarak “Pekala, şimdi planımız nedir?” Amelia arabayı sağa kırdı ve büyükçe bir gökdelenin otoparkına girdi. Arabayı park edip durdurduktan sonra, “Her şey gördüğümüz gibi değil Mira, burada da Atlantropalı olan ve buranın Atlantropa’ya ait olmasını isteyen insanlar mevcut.” dedi Amelia, “Şimdi gidip onlarla buluşacağız. Seni getireceğim konusunda özellikle belirtmeler yaptım. İlk gittiğimiz Kara Hilal toplantısının büyük çaplı olanı her şey, öyle düşün.”

“Tamam.” dedi Mira ve arabadan inip, kapıyı kilitleyip, ana binaya giden asansörlerden birine bindiler. Amelia asansörün kontrol panelinden kırk iki numaralı düğmeye bastı, kapı kapandı ve asansör yukarı çıkmaya başladı. Asansör yukarı çıkarken, ikisi de derin bir nefes alıp verdiler ve kendilerini az sonra gidecekleri yere hazırlamaya başladılar. “Mira, sakın fazla sinirlenme.” dedi Amelia, “Bu insanlar da bizim istediğimiz şeyi istiyorlar.” Mira yüzünde bir gülümseme ile başını onaylar biçimde salladı. “Benim kolayca sinirlenebileceğimi dahi hatırlıyorsun.” dedi Mira, “Bu kadar şeyi bu kadar rahatça hatırlayabilmen bile beni şaşırtıyor.” Amelia gülümsedi ve “Bunları hatırlamak beni mutlu ediyor.” dedi, “Sen olmadığında bunları hatırlamak beni mutlu ediyordu. Şimdi ise, bunları seninle birlikte hatırlamak beni daha çok mutlu ediyor.” Mira ağlayacak gibi olmuştu, ancak gözyaşlarını tuttu ve “Şimdi bu halde ağlamanın sırası değil.” dedi, “Burada hala ilgilenmemiz gereken şeyler var.”

Bir süre daha yukarı çıktıktan sonra asansör durdu, kapı açıldı ve Mira ile Amelia, asansörden inip sağa doğru giden koridordan yürümeye başladılar. Sollarında kalan dördüncü kapının önünde durdular. Kapının yanındaki tabelada “Çöl Gülü Reklamcılık ve Pazarlama Ajansı” yazıyordu. Bunun kesinlikle doğru yer olduğunu anlamışlardı artık, zira çöl gülü isyancılar arasında sıkça kullanılan bir semboldü. Amelia tabelanın altındaki düğmeye basarak zili çaldı. Birkaç saniye sonra kapının arkasından bir kadın sesi, onlara “Üzgünüm, bugün özel bir toplantı gerçekleştirilmekte, bu yüzden kapalıyız. İsterseniz size yaklaşık beş gün sonrasına randevu verebilirim.” dedi. Amelia temiz bir sesle konuşmaya çalışarak, tane tane “Rengarenk bir duvar gördüm ve onu siyaha boyamak istedim.” dedi. Bu eski Rolling Stones şarkısını aralarında şifre olarak belirlemişlerdi, Amelia da bir üyeleri sayesinde öğrenmişti.

Bunun üzerine kapı onlara açıldı. Kapının ardında, on altı yaşında, cinsiyeti görünüşünden seçilemeyen, parlak mavi saçlı bir genç duruyordu. “Sanırım siz stajyersiniz.” dedi Mira. “Evet öyleyim.” dedi genç, sesi kadınsıydı. “Hala içerideler, değil mi bay, bayan, şey…” dedi Amelia, karşısındaki bireye nasıl hitap edeceğini bilemediğinden kafası karışmıştı. Karşılarındaki genç gülümsedi, belli ki bu tarz durumlara alışıktı. “İsmim Amelia.” dedi genç, “Bana Amy diye hitap edebilirsiniz.” İkisi de rahatlamıştı, bu garip durum ortadan kalkmıştı artık. Amelia elini uzatıp “İlginç bir tesadüf, benim adım da Amelia. Memnun oldum Amy.” dedi. Amy de Amelia’nın elini sıkıp “Ben de memnun oldum, bayan Amelia.” dedi. Mira da aynı şekilde kendini tanıttı ve el sıkıştılar, sonra beraber toplantı odasına girdiler.

Toplantı odasında oturup konuşan on kişi vardı, onların dışındaki kişiler, bir elleri silahlarında, ayakta ve gergin bir vaziyette duruyorlardı. Her kişi, farklı renk ve şekillerde giysilere sahipti, korumaların ayırt edilmesini de bu sağlıyordu zaten. Tartışan kişilerden sadece biri rahatça oturuyordu. Bu kişi, zayıf yüzlü, ince bıyıklı ve top sakallı, siyah yakasız takım elbiseli bir erkekti. Bu gerginliğin ne kadarı bu kişiyle ilgiliydi bilemiyorlardı, ancak her ne oluyorsa bu kişi, bir koruması dahi olmamasına rağmen hiç de rahatsız değildi. Her ne olmuşsa ortam fazlasıyla gerilmişti, bu yüzden yumuşak yaklaşmaya karar verdiler. Onları fark eden kişilerden biri, “Merhaba bayan Earheart, sizi ve hanım arkadaşınızı bekliyorduk biz de.” dedi ve boşta kalan iki sırayı gösterip, “Buyurun şöyle oturun.” dedi. Amelia ve Mira, teşekkür ederek kendilerine gösterilen yerlere oturdular.

“Pekala, şu ana kadar konuştuklarımızı, yeni gelen bu iki destekçimiz için toparlayalım.” dedi aynı kişi. Kendisi ve askerleri, kırmızı tonlarında giyinmişlerdi. “Öncelikle kendimizi tanıtalım.” dedi bir diğeri, erguvan giyimliydi. “Adım Randolph Maurice, Atlantropa Reddi İlhak Ordusu’nun başkumandanıyım.” Daha sonra yanındaki kırmızı giyineni göstererek, “Melanie Sarah, Özgür Atlantropa Kadınları Derneği’nin başkanı.” Melanie’nin yanındaki gri kıyafetli kadını göstererek, “Derya Sergün, Güney Atlantropa Kültürü Koruma Derneği’nin başkanı.” Herkesi tanıtırken rahat ve iyi bir şekilde konuşurken, en sondaki siyah takım elbiseli adamı görüp, onu huzursuz bir sesle “Mark Decke.” diyerek tanıttı. Herkes tanıtımları esnasında teker teker kalkıp onları eğilerek selamladı, Mark hariç.

Amelia bu adamın kendilerine sıkıntı çıkarabileceğini düşündü, belli ki kendisini diğerleriyle bir görmekten imtina ediyordu. Siyah ceketinin üzerindeki armaya bakınca bunun neden olduğunu anlamıştı. Bu Mark denen herif, Veba Doktorları denen bir tarikatın başıydı. Bu tarikat, üyelerinin gerçekten de isimlerinin hakkını vererek dolaşmalarıyla tanınıyordu. Kendilerinin Kara Güneş’i çökertmesinden sonra ortaya çıkmaya başlamış olsalar da, elli-altmış senelik bir geçmişleri mevcuttu. Dünyanın bir akli vebaya yakalandığına inanıyorlar, bunun tedavisinin de kendilerinde olduğunu iddia ediyorlardı. Bu Mark da, tarikatı daha iki sene önce babasının elinden almış, şimdi onların karşısında duruyordu.

Şimdi böyle bir şeye gelebilmiş olmasının tek sebebi, muhtemelen bu mücadeleden kaldırabilecekleri insanları fark etmesiydi, bu yüzden buna pabuç bırakmamalıydılar. Amelia Mira’ya telepatik olarak “Bunu nasıl lehimize çevirebileceğimizi buldum. Veba Doktorları, liderlerine güçlü oldukları sürece itaat ederler, bu yüzden mevcut lideri yenebilirsek direkt olarak bize itaat edeceklerdir.” dedi. Mira onu onaylar şekilde başını hafifçe salladı, sonra yine telepatik olarak Amelia’ya “Buradaki herkesin en nihayetinde amacı bir, bu durumda bu kadar koruma getirmelerine sence gerek olur mu? Üstüne üstlük, şu ana dek bu korumaları gerektirecek bir şekilde kavga etmediler ve uzun bir süre boyunca etmeyecekler de.” dedi. Amelia onun şüphesinin ne olduğunu anlamıştı, “O zaman bunlar kesinlikle Mark’ın adamları. Bunları sen halledersin diye düşünüyorum, ancak gerekirse yardım ederim.” dedi Mira’ya beyninin içinden. Mira hiçbir şey demeden başını onaylar bir şekilde salladı ve hafifçe gülümsedi. Beraber odadaki diğer insanlara döndüler.

“Pekala, elimizde bir saldırı planı var mı? Halkı yanımıza çekmek için bir strateji planı? Veya nereden başlayacağımıza dair bir planınız?” Amelia bunları dedikten sonra bir süre etrafındakilere bakındı ve “En azından bir konuda dahi olsa birleşebildiniz mi?” dedi sinirle. Hiçbiri bir şey söylemedi. “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedi Amelia, “İyi ki gelmişiz, belli ki bize ihtiyacınız varmış.” Masadaki diğer üyeler de onu sessizce onaylamıştı. “Haklısınız.” dedi Derya Sergün, “Buradaki insanları nasıl çekebileceğimize dair bir planımız yok henüz. Sadece bizimle olan insanlarla birlikte bir strateji geliştirebiliyoruz ve bu anlayabileceğiniz üzere uzun vadeli değil.” Amelia onu onayladı ve “Bunun için size yardım edebilirim, kısa bir süre içinde beraber her şeyi toparlayabiliriz.” dedi rahat bir sesle, “Ancak öncelikle ilgilenmemiz gereken ufak bir sorun var.”

Diğerleri Amelia’nın ne dediğini anlamamışken Mira önce etrafındaki korumaları, sonra da Mark’ı şüpheli bakışlarla süzüp, “Aynı amaçla toplanan insanlar için fazla koruma getirmişsiniz.” dedi. Mark ilk başta, saniyenin yarı hızında dahi olsa afallamış ve bunu yüzüne yansıtmıştı, ancak kendisini çabucak toparladı ve az önceki kayıtsız ifadeye geçti. “Haklısınız.” dedi Mark, “Gördüğünüz gibi, burada gerçekten bu niyette duran benim. Benim hakkımda ne deniyor biliyorum, fakat sizi temin ederim ki burada olabildiğince-” derken Mira’nın müdahalesi yüzünden sözlerine devam edemedi.

Mira yavaşça ayağa kalktı, gücünü kullanarak hem Mark’ı, hem de diğer korumaları yavaşça havaya kaldırdı. Hiçbirinin hiçbir şekilde hareket edemediğini görünce yavaş yavaş ayağa kalkarak “Ağzın iyi laf yapıyor Mark, ancak yeterince iyi değilsin.” dedi yavaşça. Askerlerin bedenlerini kontrol ettiğinden emin olduktan sonra, hepsinin giysilerini çıkarmalarını sağladı. Her birinin sol omzunun üzerinde Veba Doktorları’nın simgesi vardı.

Mira korumalara baktı. Her birinin belinde birer küçük silah bulunuyordu. Bu silahların ne olduğunu çok iyi biliyordu elbette, zira ta Valkyrie döneminde bunu geliştirmişti kendisi. O zamanlar Valkyrie ajanlarının sahada hızlı müdahale edebilmelerini sağlayan, geri tepmesi az, mermisi iyi vuran bir tabancaydı bu. Hatta o zamanlar bunun komik olduğunu düşündüğü için bu silaha Bal Porsuğu ismini vermişti. Elbette bu silahın burada geliştirilmesi normalde mümkün olmamalıydı, ancak yine de şimdi karşısındaydı işte.

“Pekala Mark Decke, bu ufak güzellikleri nereden aldığını söylemek ister misin?” dedi Mira telepati ile, “Yoksa ben senin beyninden onu söküp alayım mı?” Mark az önceki kayıtsız ifadesinden çıkmış, şimdi Mira’ya büyük bir öfke ile bakıyordu. “İstediğin gibi bak ölümsüz orospu, benden bir gram hayır gelmeyecek!” dedi Mark kendi beyninin içerisinde, “Beni duyduğunu çok iyi biliyorum, bu yüzden bunu asla senin gibilere açık etmem! İstediğin gibi al şu siktiğimin tarikatını, zerre umurumda değil!” Mira bunun karşısında şaşırmıştı.

“Açıkçası senin korkakça teslim olacağını düşünmüştüm, beni o kadar yanılttın ki. Seni bu durumda olması gerektiği gibi öldüreceğim: Kendi ellerimle.” dedi Mira telepatik bir şekilde, “Hoşçakal Mark Decke.” dedi ve onun bütün damarlarını çatlatarak ufak bir kan sıçraması ile ölmesini sağladı. Odadaki diğer insanlar ona şaşkınlık ve korkuyla bakarken, korumalardan biri Mira’ya doğru dönmeye çalışınca, tıpkı efendileri Mark gibi içindeki damarların patlamasıyla oracıkta öldü.

Diğer askerler Mira’nın onları serbest bırakmasıyla onun önünde eğildiler. Mira, üzerinde Mark’ın kanıyla onlara bakıyordu. Bu askerler, kuvvetle muhtemel diğer tarikat üyelerine de bunu anlatacak ve onu yeni liderleri olarak kabul etmelerini sağlayacaktı. Mira, tatlı bir gülümseme ile Derya Sergün’e döndü ve “Sanırım sizin için büyük bir orduyu az önce ayarlamış olduk.” dedi sakince, “Eğer şaşkınlığınız geçtiyse konuşalım.”

Herkes yerlerine oturmuştu, ancak az önce gördükleri şeyin şokundaydılar hala. Karşılarındaki bu iki genç kadın, nasıl olmuştu da böylesi korkunç bir yeteneğe sahip olabilmişlerdi? Nasıl olmuştu da, az önce bu iki genç kadından biri, bir kelime dahi etmeden bu kadar insanın üzerinde anında tahakküm kurabilip, bu kadar kolay bir şekilde birini öldürebilmişti? Melanie Sarah o şokun etkisi geçince yavaş yavaş ne olduğunu anlamıştı. Bu olan şeyin bir benzerini bir defa daha yaşamıştı geçmişte.

Bir hafta önce, ordusu için silah satın alabileceği bir tüccarın yanındayken bunu yaşamıştı tam olarak. O tüccar, kendisinin Theodore James Mosley için çalıştığını söylemişti. Özellikle HB-120 sınıfı küçük ve güçlü tabancaları için bu kişiye gitmesi önerilmiş ve o da gitmişti işte. Her ne olduysa bu ufak toplantıda bir şeyler ters gitmişti ve bu tüccar, tıpkı Mira gibi onun üzerine saldıran askerleri, hiçbirine dokunmadan oracıkta öldürmeyi başarmıştı. Melanie o an içinde hissettiği şeyi çok iyi hatırlıyordu, sanki içinde kendisine ait olmayan bir güç tarafından sıkıştırılıp kontrol ediliyordu.

Şimdi, bu toplantı odasında, o zaman yaşadığı sıkıştırılma hissinin aynısını yaşamıştı. Ne olduğunu bilmiyordu, ancak ne olabileceğine dair bu iki kişiye yardımcı olabilirdi. Belli ki, onların da tehlikede olduğu, geniş çaplı bir komplonun içerisindeydiler ve bu komplo, ülkelerinin özgürlüğünden veya kendilerinin kazanabileceği herhangi bir zaferden çok daha önemliydi. Ayağa kalktı ve “Plan yapmadan önce, sizinle konuşmak istediğim bir şey var.” dedi Mira ve Amelia’ya. Kimse ne olduğunu anlamamıştı, ancak Mira ve Amelia bu kişinin beynine baktıklarında ne demek isteyebileceğine dair bir fikir edinebilmişlerdi. “Dinliyoruz.” dedi Amelia sakince. Melanie Sarah onlara baktı, acı bir şekilde gülümsedi, sonra da onlara bakarak konuşmaya başladı:

“Güçlerinizin geldiği kaynak, sadece sizin kontrolünüzde değil ve bu durum, bütün dünyayı etkileyecek devasa bir komplonun parçası.”

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 2

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir