Milenyumun İlk Çeyreğine Girerken Geleceğe Dair Uçuk bir Deneme: Yeni Bir Rönesans mı Yeni Bir Bilinmeyen mi?

Bunu Paylaşın

İnsanlığın her döneminde, o sırada hayatta olan üç kuşak arasında yaşananlar ortaktır. Her kuşak bir üst kuşağına isyan eder ve alt kuşağını beğenmez. Bundan altı bin yıl önce yaşayan Sümerlerin ünlü Gılgamış Destanı‘nda artık insanların değiştiğinden, gençlerin eski değerlere ve bilgeliğe değer vermediğinden bahsedilir.

Fakat öyle bazı dönemler vardır ki, kuşaklar arası çatışma dünyadaki büyük değişikliklere denk gelir. Tarım Devrimi‘nde kuşaklar arasında ne yaşandığı konusunda elimizde fazla bir veri yoksa da, özellikle batı paradigmasının doğduğu dönem olan Rönesans ve bilimin artık tamamen klase etmeyi başardığı Sanayi Devrimi‘nin bu kuşaklar aras çatışmayı ne boyutlarda etkilediğini biliyoruz.

Bugün yaşadığımız süreç, yani Bilişim Devrimi ise diğerlerinden daha farklı bir karaktere sahip, zira sadece fiziksel dünyada gerçekleşmiyor: sanal bir gerçeklik ile bir tür olarak Artifical Intelligence (AI) / Yapay Zeka‘nın dahil olduğu yeni bir boyut getiriyor bildiğimiz hayata.

Teorisi çok daha eski olsa da yarı iletkenler ile İkinci Dünya Savaşı‘nda, Alman şifre cihazı Enigma‘yı çözmek için inşa edilen Ultra‘nın inşası ile hayatımıza giren Bilgisayar‘ın, milenyumun başında kitlelere sunulan internetin ve onun 3.versiyonunun ürünü olan Sosyal Medya‘nın öyküsünü burada tekrar etmenin çok da gerekli olmadığını düşünsek de, bazı noktalarda artık kaçınılmaz şekilde girdiğimiz bu yeni dönemin neye benzeyeceğine dair bir tahminde bulunacaksak birkaç noktaya değinmemiz gerekecek.

Bu noktalar da sırasıyla; bilginin üretimi, erişilebilirliği, bağımsızlığı ve sağlığı ile yapay zeka ve robotlar başlığında üretim ilişkileri ve nihayet tüm bu yeni dönemin kendine bir yol, bir felsefe ve bir amaç bulup bulamayacağı olacak.

Peki bütün bunların Rönesan’sla ilişkisi ne? İşte denememizi deneme yapan olgu da bu. Şimdi kısaca bu başlıklara değinerek denememizin savını ortaya atalım.

Bilginin üretimi, erişilebilirliği, bağımsızlığı ve sağlığı başlığı yerine sadece “İnternet” de yazabilirdik. 2000’lerin başında hayatımıza giren ve üç versiyonu ile farklı özellikler kazanan internetin, şeylerin interneti olarak 4.versiyonuna mı ulaşacağı yoksa Ölü İnternet Teorisi’nin mi gerçekleşeceği ve hatta her ikisinin aynı şey olup olmadığına dair spekülasyonları bir yana bırakırsak internetin bilgiyi yaymak konusunda “Matbaa” ile aynı özellikleri taşıdığını iddia etmek son derece kesin ve doğru bir yargı olacaktır.

Matbaa, Avrupa’da -ve ilk icat edildiği Çin’den farklı olarak- tüm dünyayı etkileyen bir icat olarak ortaya çıktığında, sadece basım ve baskının hızlanması veya seri üretimi anlamına gelmemiş, fikirlerin yayılmasında dönemin Avrupası’nda Kilise’nin, manastırların ve üniversitelerin tekelini de kırmıştı. Ortaçağ Avrupası’nın kanonik metinlerini önce yayan sonra çeşitlendiren ve nihayet değiştiren bu bilgi devrimi, iyi veya kötü birçok etkiyi de beraberinde getirmişti. Çünkü sadece bilginin yayılmasındaki tekel kırılmış olmamıştı matbaanın icadı ile… Sağlıklı ve doğru bilginin teminatına dair otorite de ortadan kalkmıştı.

Bu sebeple matbaanın icadını internetle denk tutmak yanlış olmayacaktır. Ancak bilgi üretimi ve bilgiden para kazanmak gibi matbaanın daha sonra kazandığı işlevleri Web 3.0 ve daha özelde Sosyal Medya ile eşleştirmek yerinde olacaktır.

Yapay zeka ve robotlar konusu çok daha efektif bir biçimde bir ekonomi politik konusu olarak görülmeliyse de -bugün know how ve sanal dünyadaki kazançlar ile yönetimsel işlevleri hızla devralan yapay zekanın, robot teknolojisinin yaygınlaşması ile fiziksel boyutta da tüm ekonomik işlevleri hızla devralacağı varsayılabilir. Bu noktaya döneceğiz.- Hümanizma ve insan merkezli dünya algısına geçen Rönesans gibi, üretim ilişkilerini tamamen değiştiren bu teknoloji de yeni bir türe hayat vermeye kadar giden yarı ekonomik yarı egosal psikolojisi ile incelenmeyi hak ediyor.

Kendi içine dönen insanın fiziksel ve ruhsal en iyi versiyonuna ulaşmak için başvurabileceği -ve onu aynı anda her anlamda yoracak- tüm bilgiye ulaşabilmesine imkan tanıyan enstrümanları ile günümüz, yeni bir çağa kapı açmak konusunda artık durdurulamaz şekilde devinim halinde. Post insan geliyor gibi görünüyor.

Bir başka deyişle, yeni milenyumla birlikte bu sanal dünyayı da kucaklayan Z Kuşağı ve özellikle yakın zamanda birey olarak hayatta yerini alacak Alfa kuşağı, ortaçağ insanının gözünden “zıpır” görülen “yeni” Rönesans insanından farklı değerlendirilmeyebilir.

Ancak belirtmek gerekir ki belirsizlik bu devrimde daha baskın. Birkaç paragraf üstte döneceğimizi ifade ettiğimiz üretim ilişkilerine bir göz atalım mesela; şeylerin interneti, 3D yazıcılar ve yapay zeka desteği ile yeni nesil kendi kendine yeterli ve tekil bir sisteme mi yol alacaktır yoksa tüm üretimin yapay zeka ve robotlara devri ile büyük bir devletin standart uygulamaları ile korunacak mıdır? Peki ya korporatizmin bireysel milyarderlerinin elindeki sermayenin bu büyük devleti ne kadar etkileyeceği konusu hakkında ne söylenebilir? Hele ki dünyanın Çin başta olmak üzere “diğer” ağırlık merkezinin aynı süreçleri yaşamayacağını düşünürsek…

Ancak bizi bu denemede daha çok ilgilendiren konu bu devinimin maneviyatı aslında. Çünkü öyle görünüyor ki, eğer insan kalacaksak bu, bu konu başlığı üzerinden tanımlanacak.

Rönesans, aslında dünyaya bakışın odağını insana çevirmek olan işlevinden ziyade geride bıraktığı sanat eserleri ile bilinir. Sanatçılar yeni kaynaklar olarak antik çağdan ilham alsalar da, din ve dini konular hala sanatlarının ruhunu oluşturur. Bir coşkunluk halidir Rönesans, bir ruhu vardır ve ruha dair herşeyi içinde barındıran bir derinliği bulunur. Yani çevreye ve olaylara insan merkezli bakıyor olabilir ancak bu bakış kendisinden farklı olan şeylere bir bakıştır ve onlara bir hayranlık içermektedir. Yeni insan kendisinden farklı olanı tanır ve bilir, ona hakim olmaktan ziyade ona anlamak ondan ruhen beslenmek ister, Rönesans insanı başta dünya olmak üzere etrafındaki her tasarıma saygılı, meraklı ve hatta aşıktır. Bu dönemin büyük eserlerindeki dini temalar ne tesadüf eseridir ne de sadece zanaatkar statüsünden kaynaklanır.

Bugün ise insanın merkeze koyduğu şey kendi bilinçaltı ve bu merkez kendisi dışında her şeye karşı aslında ilgisiz ve yabancı. Sosyal medya kitleleri sadece libidolarından yakalamakla kalmıyor, kadın erkek ilişkileri merkezli bir yeni insan inşa sürecini de besliyor. Bağımsız, materyalist, pragmatik ama aynı zamanda kendi bilinçaltından beslenen post bir insandan bahsediyoruz. Ve biz post insanın ne olduğunu bilmiyor, sadece seziyoruz ve sezgimiz içimizde alarm zilleri çalıyor.

Yakın zamana kadar, bilimsel anlamda gelecek vizyonları, temel olarak aynı derecede bilinmezlik içeren üç ihtimal üzerinde durulmaktaydı. Muhafazakar teknoloji -yüksek teknoloji içeren enstrümanlara sahip insan- , sibernetik teknoloji -insan ile makinanın işlevsel birleşimini tanımlayan durum- ve genetik teknoloji – insanın genetik geliştirmelerle ulaşacağı noktayı tanımlayan teknoloji-.

Bununla birlikte bu teknolojik safhalara ulaşacağı tahmin edilen insanın psikolojik olarak farklı bir canlıya dönüşmesi olgusu son derece yeni ve işgal edici bir konsept olarak insanlığın gündemine hızla girdi. Bilinçaltını rehber edinen ve sadece bakışı değil baktığı da sadece kendisi olan bir insanın ne olacağını ve dolayısıyla insanlığın -hele ki bu değişim ivmesi ile- macerasını nasıl bir boyutta devam ettireceğini bilemiyoruz ama en iyimser senaryoda bile, geçmişe bakacak olan kuşakların bu dönemi incelerken içinde ruh barındıran herhangi bir tasarım göremeyeceğine dair bir iddiayı hiç şüphe ve endişe duymadan ortaya atabileceğimizi biliyoruz.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir