Rita Monaldi ve Francesco Sorti’den Hırslı Bir Kurgu ve Tarihsel Arka Planı: Imprimatur

Bunu Paylaşın

Bugün, yaklaşık çeyrek asır önce İtalya’da basılan ve dönemin konteksinde aslında önemli yer tutan bir roman serisinin ilk kitabını inceleyeceğiz. Ayrıca kitap politik bir iddia taşıdığı için de, kitabın değindiği iki konuya dair de açıklamalarımız olacak; II.Viyana Kuşatması ve 1690 yılında Hollandalı Oranj hanedanının İngiltere’nin kontrolünü ele geçirdiği Boyne Savaşı.

Kitap perdesini 1683 yılında Roma’da, sıradan denilebilecek bir handa açar. Neredeyse hepsi gerçek kimliğini gizleyen ve Avrupa’nın dört bir yanından gelen misafirler, aralarındaki yaşlı bir Fransız asilzadesinin ani ölümü nedeniyle, veba şüphesi altında karantinaya alınır.

Anlatıcının adı söylenmeyen bir karakter olarak hancının çırağı olduğu kitapta, hanın içinde kalan karakterlerin sırları yavaş yavaş açığa çıkacaktır, çünkü ölen De Mourai adlı asilzadenin zehirlendiği konusunda bir şüphe vardır ve karantina altında kalmış bu kişilerin hem düşünecek çok fazla şeyi yoktur hem de zamanları boldur.

İngiliz bir gezgin, Fransız bir müzisyen, Venedikli kaçak bir zanaatkar, Toskanalı bir doktor, Napolili bir astrolog, bir Jansenist -Katoloisizm içinde muhalif denilebilecek bir tarikat mensubu- ve nereli olduğu anlaşılamayan bir hayat kadını zaten yeterince ilgi çekici bir gruptur ancak bir kişi vardır ki, diğerlerinin çok daha önünde bir ün ve ağırlığa sahiptir. Fransız Kralı XIV. Louis‘in ajan/diplomatlarından biri olan rahip Atto Melani.

Anlatıcıyı çocuğu gibi görüp kullanan, güneş kralın hizmetindeki bu üstün zekalı rahip, çok geçmeden hanın altında olup Roma zamanından kalan tünelleri bulacak ve burayı tek kullananın kendileri olmadığını anlayacaktır. İkili, tünellerde Roma’nın saklı hazinelerini arayan ve artık insanlıktan çıkmış hazine avcılarını da ortak edip çıktıkları yolculuklarda okuyucuyu Roma’nın antik görkemi ve ruhuna götürmekle kalmayacak, çok sevimli olerak her kelimeyi “ş” ile söyleyen biri Alman diğeri de her şeyin kokusunu alan adeta bir yaratık haline gelmiş iki karakterle de tanıştıracaktır.

Handa ise Toskanalı doktorun özellikle şüphelendiği zehirlenme konusu, zaten çok kurnaz ve güvenilmez biri olarak tanınan rahip Melani üzerine oklarını çekmekle kalmayıp, Fransız asilzadesinin gerçek kimliğinin de ortaya çıkması yönünde yeni bir süreç başlatacaktır.

Her iki araştırmanın da giderek geliştiği ve bulunan argümanların gittiği yere varmadan önce, kısaca kitabın yazılış sebebine ve olayların önünde gerçekleştiği arka plana gidelim.

Kitabın ana konusu, bir rahibin Vatikan’a 2041’de yazdığı bir mektuptur. Mektup, kendisine aziz statüsü verilmesi gündemde olan Papa XI. Innocent yani ünlü bir banker ailesinin ileri gelen figürü Benedetto Odelscalchi hakkında rahibin bulduğu birtakım bilgilerdir. Bu bilgiler, 1683’deki II.Viyana Kuşatması sırasında, Avrupa’nın son kalesi durumundaki Viyana’nın düşmemesi için sağladığı finansal ve siyasal destekle şehrin düşmesini önleyen figürün bu hareketi ile kazanacağı statüye gölge düşürecek bazı hareketlere dairdir ve rahip bu bilgilerin basılması için izin, yani kitabın adı olan Imprimatur istemektedir.

Bu hareketlere biraz sonra değineceğiz ancak kitabın yazılışı aslında gerçekten de XI.Innocent’in aziz statüsüne yükseltilmesine karşı bir çabadır. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında gündeme gelen bu talep, 2002’de yazılan kitabın da etkisiyle askıya alınır.

II.Viyana Kuşatması, bir Osmanlı inisiyatifinden ziyade sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından başlatılan bir hareket olarak, açıklanması güç bir harekattır. Ancak şehrin, daha ilk gün şehre yayılmak üzere çıkan yangın dahil birkaç kez düşme noktasına gelip düşmemesi akabinde harekat, Avrupa’nın koalisyon gücünün yetişmesi ile -bu noktada günümüz Hollywood filmlerindeki neredeyse tüm “The cavalry has arrived / Süvari yetişti” sahnelerinin kaynağı olarak tarihte bilinen en büyük süvari hücumu olan Jan Sobieski‘nin Kanatlı Hussarl hücumundan da bahsetmek faydalı olacaktır.- Osmanlılar açısından bir felakete dönüşür.

Devam edecek olan on altı yıllık bir savaşın sonunda ve özellikle 1697 yılındaki Büyük Zenta Bozgunu sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki macerasının sonunu belirleyen 1699 Karlofça Anlaşması ile süreç sona erer. Kuşatma Avrupa’yı birleştirmiştir.

Burada tekrar esere dönelim. Eser işte bu stresi ve Avrupa’nın yaşadığı endişeyi okuyucuya çok iyi yansıtır. Farklı ülkelerden ve mezhepsel düşmanlıklardan gelen misafirlerin gözünden bize dönem Avrupa’sını gösterse de, aslında hepsi -en azından ikisi hariç hepsi- bir noktada Viyana’nın düşmesinden endişelidir ve yine hepsi bu durumun uzantısı olarak bir kişi ile tüm temsilcilerinden nefret eder; Osmanlıların müttefiği olarak Avrupa’yı yönetmeye talip Güneş Kral XIV.Louis ve onun son derece tehlikeli ajanı Atto Melani.

Ancak kitap bu noktada bir başarıya imza atar ve Jansenist karakterin tünellerdeki faaliyetini, Osmanlıların çoktan alabilecekleri şehri neden almadığına bağlar. Jansenistler katolik hükmünün ve özellikle XI.Innocent’in yıkılması için her yolu denemeye hazırdırlar ve Osmanlılar şehirde bir veba salgını beklemektedirler. Bu vebanın kaynağı da handaki bu karakterdir.

Okuyucunun hain olarak anladığı bu karakterin, motivasyonun kaynağı olan aile trajedisi ve handaki bağlantısı ile olduğu kadar Katolik kilisesi ve papa ile olan düşmanlığı açıldıkça ise konu çok daha girift bir hal alır. Evet handa bir veba yayılacaktır ancak bu vebanın ilk kurbanı İngiliz kaçak olur. Çünkü Fransız soylu vebadan değil zehirlendiği için ölmüştür.

Fakat vebanın bir de panzehiri vardır, Alman bir simya dehasının uzun yıllar sonra ulaştığı çözüm bir Rondo yani melodidir ve notaları yine handaki yolculardan biri ile taşınmaktadır. Sonuç olarak Viyana düşmez, İngiliz kaçak melodi ile iyileştirilir ve XIV.Louis’in baş veziri olan sürgündeki asilin öldürüldüğü anlaşılır. Öldürenin kim olduğu da açıktır.

Jansenist, papayı öldürmek için hazırladığı ve İngiliz kaçakta denediği kısa süreli zayıflatılmış veba örneğini öldürmeyi kafaya koyduğu papaya ulaştıramayıp, bir de rahip Melani ve anlatıcıdan kaçarken düşüp belden aşağısı da felç kalınca kitap pratik olarak biter.

Melani anlatıcıya veda bile etmeden handan ayrıldığında kitabın bir başarısı olarak, anlatıcıyı bir oğul gibi gördüğünü hissettirmeyi başaracaktır. Unutmadan, Melani bir kastrato/hadımdır, o yüzden bu “oğul” hissi kitaba gerçekten dramatik bir üçüncü boyutu “majestik” şekilde katar.

Anlatıcı, annesi Türk çıkan handaki gizemli kız ve babası olduğu Jansenist’in kitabın epiloğu şeklinde yaşadığı rehabilitasyon bir başka deyişle evlilik hayatı ise kitabın politik ajandasının ve amacının aslında ilanı olur.

Jansenist’in 1688’de aldığı bir haberle deliye dönüp damadı olan anlatıcıya anlattığı ve “Başardı işte!” diye kendisini yeyip bitirdiği şey şudur; Papa XI.Innocent aslında ve hep Benedetto Odescalchidir ve tüm eylemleri de tefecilik içindir. Jansenist’in aldığı habere değinelim şimdi de.

1688 yılında Stuart soyundan katolik II.James Stuart, protestanlarla katoliklerin yaklaşık yüz yıldır rakip olarak bölündüğü İngiltere’yi katolikliğe döndürmek isterken tahttan indirilir. Taht kardeşi Mary’ye devredilirken Mary de protestan olan Oranj hanedanından Hollanda Kralı III.William ile evlendirilir. James ise iddiasından vazgeçmez ve Jacobite adı verilen hareketi ile yavaş yavaş ülkede üstünlüğü ele geçirmeye başlar.

Fakat 1688’de Hollanda Kralı III.William bizzat İngiltere’ye çıkacak ve Jacobiteleri durduracaktır. Mücadelenin sonucunu belirleyen savaş 1690’da yapılan Boyne Savaşı olur, ilginç bir şekilde İrlanda adasında yapılan savaşı kazanan William olacaktır. Stuartların yenilgisi ile İngiltere’nin katolik kimliği de kesinleşmiş olur.

İşte bu noktada Jansenistin açıklaması, kitabın iddia ve yazılış sebebini verir: III. William Oranj, İngiltere’yi protestan yapan bu harekatı katolik dünyasının ruhani lideri XI.Innocent yani banker Odescalchi ailesinin reisi Benedetto Odescalchi’den aldığı büyük miktarda borçla başarıya ulaştırabilmiştir.

Gerçekten de, ortaçağdan, ulus devletlerin tam olarak oturmasına kadar bankerler, kralların bile çekindiği ve ihtiyaç duyduğu güç odaklarıdır ve Papalık da özellikle reformdan itibaren nepotizm adıyla alınan bir dönemde neredeyse tamamen İtalyan yarımadasındaki büyük aileler tarafından elde edilen bir iktidar odağı haline gelir.

Bununla birlikte konsept, ilk okunduğu kadar bilinçli bir kötülük veya sömürüden ileri gelmez. Reform ve Protestan devriminden sonra papalık, dini anlamının yanında taşıdığı ve aslında Roma İmparatorluğu‘nun meşruiyet dağıtan mirasçısı sıfatını kaybeder. Papalık siyasi olarak artık neredeyse sadece bir devlettir ve bu devletin de gücü, güçlü aile/hanedanlardan gelmek zorundadır. Yani Papalık gerçekten de dini bir iddiayı sürdürmek için siyasi bir güce sahip olmalı ve onu da korumak için somut bir finansal/askeri varlığa ihtiyaç duymaktadır. Bu, tarihi bir zorunluluktur.

Kitap ise 11 Eylül saldırılarının akabinde aziz statüsüne eriştirilmek istenen XI.Innocent hakkında attığı bu iddiayla süreci gerçekten de durduracaktır. Bu iddialar kanıtlanmış veya kanıtlanabilecek durumda değildir ancak tam olarak çürütülememişlerdir de. İddianın da, tersinin de gerçek olabileceğini gösterecek somut ve birbiri ile çelişen büyük bir bulmaca söz konusudur ve süreç sonlandırılmasa da askıya alınarak gündemden çıkartılır.

Kitap ve serisi ile ile ilgili olarak son sözlerimizi söylersek; Rita Monaldi ve Francesco Sorti ikilisi bu seriyi aslında zaten beş kitap olarak en baştan tasarlamışlardı. “Imprimatur Secretum Veritas Mysterium. Unicum! / Sırları İstediğiniz Kadar Yayınlayın, Gerçek Esrarını Korur. Tek ve Özel Kalır!” olarak adlandırdıkları serinin ilk kitabı belli bir açıdan gerçek hayata etki etse de, örneğin ikinci kitap Secretum‘da İspanya Halef Savaşı‘nı (1701-1714), sahte bir imzaya dayandırarak biraz fazla kurguya sapmış ve eğer amaçları gerçekse, tersine biraz komplo teorisyeni sınıfına düşmüşlerdi.

Dolayısıyla belki ilk andan itibaren kurgu olarak ele aldıkları ya da politik bir tepki ile başlayıp, kurguya bilinçli veya hayata bakış nedeniyle kayan bu ikilinin serisini biz yine de tam kurgu olarak değerlendiriyoruz, bununla birlikte kurgularının da yüksek seviyede bir zeka ve edebi kabiliyet gösterdiğini de belirterek… Bir başka deyişle, ikiliyi okuduğunuzda Dan Brown‘un Da Vinci Şifresi veya Assassin’s Creed‘den daha az keyifli bir eserle karşılaşmayacağınızı belirtmek faydalı olacaktır, ama elbette onlar kadar kurgu bir eser arıyor olmanız şartıyla…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir