On Dördüncü Bölüm- Savaş (Kısım 1)
Atlantropa Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri’ne resmen savaş ilan etmişti. Dünyanın geri kalanı için bu bir sürpriz olmamıştı aslında, zira bu ülkenin kuruluşu bile Amerika Birleşik Devletleri’nin planlarına ve güvenlik anlayışına tamamen aykırıydı. ABD, ilk başlarda bu ülkeyi tanımamaya çalışmış olsa da, bu savaş ilanı ile resmen Atlantropa Cumhuriyeti’ni tanımak zorunda kalmıştı. İlk adım olarak, İber Yarımadası sömürgelerinden bütün askerlerini geri çekmiş, nedense oradaki her şeyi Atlantropa Cumhuriyeti ile bir oldukları belli olan isyancıların kontrolüne bırakmıştı. Bununla birlikte, Atlantropa Cumhuriyeti’ni uluslararası arenada terör destekçisi konumuna getirmeyi ve bu savaşta başka ülkelerin de desteğini alabilmeyi planlıyorlardı. Ancak bu plan, Mustafa Akkoyunlu’nun dünya uluslarına yaptığı ilk konuşma ile sekteye uğradı. Mustafa’nın konuşması şu şekildeydi:
“Dünya’nın bütün halkları!
Bu savaş, diğerleri gibi sadece iki devletin arasında olan bir savaş değildir. Bu savaş, Atlantropa Cumhuriyeti’nden de, Amerika Birleşik Devletleri’nden de daha büyüktür! Bu savaş, sizin tarafınızdan öyle görülmese de, bir çevresel felakete yol açacak. Bu çevresel felaketin boyutları, kimin kazandığına bağlı olacak şekilde onarılabilir bir durumda olacaktır. Eğer Amerikalılar bu savaşı kazanırsa, yaratabilecekleri çevresel felaketin ne kadar büyük bir duruma gelebileceğini göstermek adına bütün dünya devletlerinin büyükelçiliklerine elektronik posta ile bir rapor gönderdim. Bu rapor, iki devletin de çevresel olarak yaratabileceği etkileri bütün boyutlarıyla size açıklayacaktır. Ayrıca bunun dışında, Amerika Birleşik Devletleri’nin İber Yarımadası sömürgelerinde yürüttüğü bütün projeler de ikinci bir rapor olarak gönderilmiş olacak. Bunların hiçbir şekilde engele takılmadığını ve ben bu konuşmayı yaparken çoktan gönderildiğini ve okunduğunu size bildirmekten mutluluk duyarım.
Bunları size bizimle ititfak kurmanız için değil, durumu daha iyi bir biçimde değerlendirebilmeniz için gönderdik. İstediğimiz desteğiniz değil, sağduyunuzdur. Bunu en iyi şekilde değerlendireceğinize inanıyor ve güveniyoruz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.”
Atlantropa Barajı’nın açılması ile birlikte, bütün kıtadaki internet bağlantısı da geri geldiğinden, Amerika’nın durumunu daha rahat takip edebiliyorlardı artık. Bu sayede o elektronik postaları gönderebilmişlerdi zaten. Bu elektronik postalar, dünya çapında infial yaratmış, bu elektronik postalar sayesinde ortaya çıkan dosyalar ile diğer devletlerin Amerika’ya olan destekleri sekteye uğramaya başlamıştı. Bu durum uzun sürmeyecekti elbette, ancak yine de bu kısa aralıkta bir şeyler yapılabilirdi.
Bu dosyalar sayesinde Amerika Birleşik Devletleri’ne aradıkları savaş fırsatı bulan Meksika, Pers Cumhuriyeti, Turan Federasyonu ve o dönemler hala Birleşik Krallık ile yakın bağları olan Kanada, bu savaşta Atlantropa Cumhuriyeti’nin yanında olduklarını bütün dünyaya bir ortak bildiri ile ilan ettiler. Bu bildiri sonucunda, iki devlet arası olan bu savaş, Dördüncü Dünya Savaşı’na dönüşmüştü bile. Şimdi bu dört devlet, Atlantropa Cumhuriyeti’ne karşılıksız olarak silah ve para yardımı yapıyor, Atlantropa Cumhuriyeti de bu yardımları kullanarak halihazırda olan orduyu daha da güçlendirmeye başlamıştı bile. Her ne kadar savaş ilan edilmiş olsa da, kimse ilk kurşunu atıp savaşı fiilen başlatmak istemiyordu. Atlantropa Cumhuriyeti de bu durumdan yararlanıyordu.
Şimdi, isyandan günler sonra, 25 Aralık 2313’te, Mira, Amelia ve Mustafa, barajın okyanusa bakan ana kulesinin en tepesindeki odadaydılar. Artık eskisi gibi Amerikan devriye gemileri yüzmüyordu kıyılarında, şimdi oradan gelecek gemileri ve uçakları bekliyorlardı. Kendi kuvvetlerinin kurdukları savunma hatlarını kontrol etmek için gelmişlerdi, ancak Mira ve Amelia burada başka bir şeyin döndüğünün farkındaydı artık. Mustafa, sanki ağır bir hastalık geçirmiş gibiydi, kendisini tam olarak kontrol edemiyordu artık. “Size bir şey söylemek istiyorum.” dedi Mustafa, “Bunu anlayabileceğinizi umduğum için sizinle konuşabilirim. Fazla vaktim yok maalesef, bu yüzden lütfen beni iyi dinleyin.” Mira ve Amelia onu dinliyordu. Mustafa konuşmaya devam etti:
“Bakın, Theodore James Mosley artık bir insan değil. Her ne yaptıysa, her ne uyguladıysa kendine, hem kendisini gençleştirmeyi başardı, hem de ben dahil bütün bir meclisi savaş ilan etmemiz için ikna edip hepimizi kontrol altına alabildi. Belki bunun ne olduğunu siz çözebilirsiniz ama ben ne yapabileceğimi bilmiyorum artık. Ben kurtulsam bile geri kalan herkes ve her şey onun kontrolünde. Bu savaşı durdurmazsak, hepimiz bunun içinde yok olacağız. Şu anda bile beni kontrol etmeye çalışıyor ve bundan kurtulmak beni tüketiyor, ne olur yardım edin!”
Mira ne olduğunu anlamıştı, bu yüzden Mustafa’nın yanına gelip “Pekala, sakin ol ve benimle kalmaya çalış.” dedi ve onun elini alıp üzerinde ufak bir yara açtı, “Buradan sana ulaşmaya çalışacağım. Eğer başarılı olabilirsem, hem senin, hem de bütün dünyanın Mosley’in kontrolünde olmasını engelleyebilirim.” Mira’nın elinde de benzer bir yara kendi kendine açıldı ve onu Mustafa’nın elindeki yaranın üzerine koydu. “Bu yara bende yüzyıllar önce açıldı, yararı olur diye aklımda kalmıştı.” dedi buruk bir sesle, “Şimdiye kısmetmiş.”
İkisi de Mustafa’nın akıl sarayındaydı şimdi. Sarayın içerisindeki deniz fazlasıyla dalgalı ve kızıldı. Denizin bazı yerlerinden kana benzer bir renk ve kıvamda sıcak lavlar çıkıyor, bunlar da kan rengindeki dalgalı denizle karışıyordu. Oluşan ufak adacıklar hemen denizle birlikte yutuluyor ve bu süreç, her bir turu bir öncekinden daha şiddetli olacak şekilde devam ediyordu. Eğer bay Kalinmann’ın defterinde yazdıkları doğruysa, şu anda Mustafa’nın vücudu ve beyni çöküşün eşiğindeydi ve kontrolü ellerine almadıkları sürece bu akıl sarayıyla birlikte yok olabilirlerdi.
“Pekala” dedi Mira, “bundan kurtulmamızın tek yolu, senin kontrolü eline almandan geçiyor. Şimdi burayı sakinleştirmek için önce derin nefes alıp vermelisin. Ben bizi korumak için bir kubbe hazırlayacağım.” Mira bunları derken gerçekten de altlarından bir cam kubbe yükselmeye başladı. Kubbenin içindeki su da yavaş yavaş çekilmeye başlayınca Mustafa yere oturdu, bağdaş kurdu ve derin nefes alıp vermeye başladı. Her bir nefesiyle, içerisinden bir şeylerin gidip geri geldiğini hissedebiliyordu. Kubbenin tamamlandığını görünce güvende hissederek gözlerini kapattı.
Gözleri ile birlikte kulakları da kapanmıştı. Şimdi artık tamamen boşluktaydı. Bu boşlukta sadece onun nefes alıp verme sesleri vardı şimdi. Buna odaklandı ve nefesine tutunarak boşlukta süzülmeye başladı. Süzülürken, herhangi bir işaret aradı boşlukta. Boşluğun her tarafına bakınıyordu, ancak hiçbir şey göremiyordu. Aramaya inatla devam etti, hiçbir şey bulamayacağı düşüncesi onun beynine yerleşiyordu. Bu düşünce yerleşirken, aradığı onun karşısına çıktı.
“Merhaba kardeşim.” Ağabeyi Cebrail’di karşısındaki. “Sonunda buraya ulaşabildin.” Mustafa üzerine bindiği nefesten indi ve ayaklarının sert bir yere bastığını hissedince şaşırdı. “Nasıl abi, sen nasıl buraya gelebildin?” dedi şaşkınlıkla, sesi titriyordu “Nasıl bunu aşabileceğim?” Ağabeyi ona yaklaştı ve sımsıkı sarıldı. “Biliyorum, bunların hepsi senin için çok zor. Ama buradan çıkacak ve kendi kontrolünü eline alacaksın. Bunu yapmak zorundasın.”
Mustafa ne yapacağını biliyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Bu düşünce beyninin içine gelmişken, ağabeyinin yanında olmadığını gördü. Bunun ne olduğunu dahi anlayamadan, yine kendi derin nefesini hissetti ve ona bindi. O nefesiyle birlikte boşluğun sonunda parlamaya başlayan ışığa doğru son hızla yol aldı ve…
Tekrar akıl sarayındaydı. Şimdi akıl sarayı sakin ve bembeyazdı. Az önce kan kırmızı bir şekilde dalgalanan deniz, şimdi bembeyaz göğün altında bembeyaz ve çarşaf gibiydi. Mustafa bunun nasıl olduğuna şaşırırken ikisi de akıl sarayından çıktılar. Mira ve Amelia ona bakıyordu. “Ben bu savaşı bir şekilde durdurmaya çalışacağım.” dedi Mustafa, “Bana az önce çok önemli bir şey öğrettiniz ve bu sayede dünyayı kurtardınız. Peki siz ne yapacaksınız?” Mira ona sevinçli bir ifadeyle baktı ve “Biz de Mosley’i bulup onu durduracağız.” dedi. Mustafa kulenin asansörüne bindi ve aşağı inmeye başladı. Amelia ve Mira, Mosley’i bulmalarının en kolay yolunun, kendi akıl saraylarından onu aramak olduğunu biliyorlardı, bu yüzden vakit kaybetmeden hemen akıl saraylarının içine daldılar.
Kendi akıl saraylarının içinden diğer akıl saraylarının içlerine bakmaya başladılar. Her birini tarayıp onu bulmaları gerekiyordu, illa ki buradaydı bu Mosley.
Onu aramaya devam ederlerken, Mira’nın akıl sarayının içindeki denizden Mosley çıkageldi. Her zamanki gibi, siyahla mor karışımı saçları, sağdakinin daha kısık olduğu kırmızı gözleri, genç, ölü gibi bembeyaz ve köşeli yüzü, mor pantolon askılarıyla bölünmüş çimen yeşili gömleği, hakiye çalan koyu yeşil pardösüsü ve pantolonuyla bu ikilinin önünde arzı endam eyliyordu. Şimdi Mira’nın akıl sarayında onun karşısında olan ikiliye baktı ve psikopatça gülümsedi.
“Üç asırlık uykudan uyandınız ve birkaç ayda ne yaptığımı anında çözebildiniz. Sizi işte tam bu yüzden o uykuya koymuştum bayan Mira, beni hiç yanıltmadınız. Size gelince bayan Amelia, sizden daha iyisini beklerdim doğrusu, jetonun bu kadar geç düşeceğini düşünmezdim.” dedi şeytani bir gülümseme ve kibir dolu bir sesle. Önündeki bu iki kadının yüzlerine gülümseyerek baktı, sonra gülümsemeyi bıraktı ve ciddi bir ifade ve sesle sözlerine devam etti:
“İkinize de, planıma yaptığınız katkılardan dolayı teşekkür ederim. Sanırım Amerika Birleşik Devletleri ve Atlantropa denen ve kendi topraklarının efendisi olduğunu düşünen bu iki devletin arasında çıkardığım danışıklı dövüş, ikinizi de bir süre oyaladı. Barajı açmanız muhteşem bir adımdı ama, onu yapmasaydınız asla diğer tarafı etkim altına alamazdım. İzlemesi hoş bir eğlence olacak, bu iki devletin insanlarının nasıl birbirlerini öldüreceğini görmek ve size de göstermek isterim. Merak etmeyin, işimiz bittiğinde, ölüler krallığım, olması gereken mükemmel dünyayı yaratacak. Bu mükemmel dünyayı sizin de görmenizi isterdim ama bunu yaparsam bu mükemmel dünyayı yaratamam. Üzgünüm ama ölmelisiniz.”
Mira ve Amelia’nın etrafında zincirler dolanmaya başlamıştı. İkisi de, sanki bir şeye bağlanmış gibi, hareket edemez haldeydiler. Yavaş yavaş aşağıya, suyun içine çekilirlerken Mira, sesini duyurmaya çalışarak “Peki ya sen Mosley? Bu dünyada sen tek başına olduğunda ne yapacaksın?” dedi. Mosley, artık sadece başı suyun üzerinde olan Amelia ve Mira’nın yanına geldi, Mira’nın çenesinden tutup onu süzdü. Bir süre süzdükten sonra onu bıraktı ve “Merak etme Mira,” dedi Mosley, “ben senin aksine, gerçekten yalnız var olabilirim.” İkisi de, Mosley’in onlara şeytani bir gülüşle baktığını görerek bu suyun içerisine battılar.
Mosley şimdi tamamen boş olan akıl sarayına baktı ve içindeki seslerin sustuğunu fark etti. “Demek ihtiyacım olan şey buymuş.” dedi kısık bir sesle, “Diğer insanların burada olmaması ne kadar da iyiymiş meğerse!” Mira ve Amelia’nın az önce battıkları yere baktı. “Size gerçekten de en iyi locadan yer ayırdım, bütün krallığımı yöneteceğim Venedik Sarayı’ndan!” dedi Mosley, sonra hafifçe gülerek “İkinizin bu akıl sarayı olayında bedenen ne durumda olduğunuzu çok iyi biliyorum. Şu anda, burada konuşurken, adamlarım sizin trans halindeki bedenlerinizi aldı ve saraydaki yerlerinize koydu bile. İnanın bana, buradan çıkıp bedenlerinize döndüğünüzde, heyecandan nefesinizi tutamayacaksınız!” dedi, sonra muzip bir şey düşündüğünü belli eden bir ifadeyle, “Gerçi sıvı bir ortamda olduğunuzdan dolayı nefesinizi tutmanızı tavsiye ederim, sonra tatsızlık çıkmasın.” dedi ve geldiği havuza girerek kayboldu.
Mira ve Amelia, şimdi nerede olduklarına baktılar. İkisi de ayaklarının altından yükselen suya baktılar ve ne olduklarını anlamaya çalıştılar. Normalde akıl saraylarındaki gibi bembeyaz değil, yeşil tonlarındaydı ve inanılmaz bir hızla yükseliyordu. Önlerindeki manzara da değişiyordu, şimdi gerçekten de Venedik Sarayı’nın taht odasında, oradaki devasa pencereden şehre bakıyorlardı. Şehir gözlerinin önünde yanıyordu. Ani bir refleksle ikisi de nefeslerini tutup gözlerini kapadılar. Gözlerini açtıklarında, gerçekten de Mosley’in dediği gibi suyun içinde olduklarını gördüler. Yan yana duran iki silindir tankın içerisinde, ayrı ayrı duruyorlardı. Burunlarının ve ağızlarının üzerinde bir nefes alma-verme borusu vardı, tuttukları nefesi verdiler. Mira hareket etmeye çalıştı, ancak her nasılsa, su onu sanki kendi bilinci varmışçasına engelledi. Sakinleşti ve suyun kendisini bırakmasına izin verdi.
Vücudu, suyun içindeki nano robotlara karşı kendisini savunuyordu, zira bir defa girerlerse, çıkmaları imkansızdı. Ancak Amelia’nın savunması, daha önce bu nano robotları vücuduna aldığı için daha zayıftı. İkisinin de bundan kurtulması için acilen bir şeyler düşünmek zorundaydı, yoksa orada ölecekler ve Dünya’daki diğer insanlar gibi Mosley’in kuklalarına dönüşeceklerdi. Mira’nın aklına bir fikir geldi, daha doğrusu çaresizlikten yapabilecekleri son hamleydi bu.
Eğer hesaplaması doğruysa, bu nano robotlar onun ve Amelia’nın içindekiler ile benzer yapıdaydılar, sadece onların içindekiler gibi evcilleştirilmemişlerdi. Bu yüzden, tıpkı bir parazit kolonisi gibi kendilerine yabancı olan her yapıyı etkilemeyi ve kendilerine katarak büyümeyi amaçlıyorlardı. Mira da, Amelia da Mustafa’da yaptıkları gibi bunu kontrol edebilirlerdi teoride, ancak bu kadar çok ve yoğun bir vahşi nano robot kolonisini gerçekten kontrol edebilmeleri mümkün müydü, orası muammaydı. Yine de, bunu denemekten başka çareleri yoktu. Vahşi nano robotların onların bedenine girmesine izin vermelilerdi, sonra da bu girişten yararlanarak onları kontrol etmeye çalışacaklardı. Eğer başarılı olurlarsa, bu noktadan sonra onları hiçbir şey durduramazdı. Başarısız olurlarsa, Mosley kazanacaktı.
Mira bu düşüncelerden sonra bunu yapmak için cesaretini toplamıştı, Amelia’ya döndü ve onun beynine erişti. “Sanırım bir çarem var, ancak çok riskli. Ya batacağız, ya da çıkacağız.” dedi Amelia’ya düşünceleriyle. Amelia onun ne düşündüğünü, onun beynine dahi bakmadan anlamıştı, zira kendisi de aynı çareyi düşünmeye mecbur kalmıştı. “Tamam, yapalım bunu.” dedi ona telepatik olarak. İkisi de, bunun son hamleleri olabileceğini biliyorlardı.
Mosley sarayın taht odasına girdi ve Mira ve Amelia’nın içerisinde oldukları tanklara baktı. İkisinin de gözleri kapalıydı, bu yüzden kuvvetle muhtemel onu göremiyorlardı. Tahta oturdu ve yangınlar içindeki şehre baktı. “Ölülerin krallığında yeni bir gün.” dedi kendi kendine, “Eğer hesaplarım doğruysa, Mustafa ön cephelerden birine gidecek ve orada onu bekleyen bir keskin nişancı tarafından öldürülecek. Bunu hallettikten sonra kalan meclisi rahatlıkla kullanabilirim. Oraya başkan adayı olarak girdiğimde büyük bir çoğunluğun beni seçmesini sağlayıp son hamle için onları kullanabilirim.” Yüzü yapacaklarının düşüncesiyle hem üzgün, hem de mutlu bir ifadeye bürünmüştü.
İlginizi Çekebilir
S.Volkan Gün'den, Galaktik Günceler: Nareed-2
Valkyrie Evreni Hikayeleri-2: Belki Üstümüzde...
Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl'den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Sebt Günü Batıya Doğru Yola Çıkanlara - Bir Y...
S.Volkan Gün'den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.