Güneşin geceye karışan ışıkları, yüzümü yalıyordu. Denizden gelen rüzgar, bütün vücudumun yorgunluğunu alıp götürüyor, beni uzun süredir yaşamadığım bir mutluluk anına doğru muhteşem bir yolculuğa çıkarıyordu. Denizin kokusu, etrafımdan geçen insanların tatlı telaşlı halleri, beni mest ediyor, bu anın sonsuza dek sürmesini istememe sebep oluyordu. Güneşin kaybolmaya başladığını hissettiğimde, her şeyi tekrardan geriye aldım. İnsanlar geri geri gitmeye, kuşlar geriye doğru uçmaya, güneş battığı yerden geri çıkmaya başladı.
Her şey tekrardan gurubun başına dönene dek geriye aktı, tam o anda elimle durdurdum ve gün batımını tekrardan izlemeye başladım. Bununla birlikte, tam yüz yirmi yedinci kez aynı zaman aralığında durmuş oluyordum. Yine de, ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın, hep aynı zevki ve huzuru veriyordu bu an. Bu zevk ve huzurdan çıkmak istemiyordum.
Ama daha ne kadar sürebilirdi ki bu? Sonrasında ne olacağını biliyordum, bu anda sonsuza dek yaşayamazdım da. Bir an, sadece bir an buradan çıktığımda her şey bitecekti benim için. Yıllardır peşimde olan herkes, bütün düşmanlarım ve dostlarım, beni bu günbatımı sefasından sonra, evime adım attığım gibi avlayacaklardı.
Bunu yaşadığım ilk an, tam ölecekken bir anda buraya geri zıplamıştım. Elbette bu zıplama bedensel değil, zihinseldi. Yani burada, o andaki bedenimle var oluyordum. Bunu değiştirmemek için, o an yaptıklarımdan başka bir şey yapmıyordum. Bu zihinsel yolculuğun zaman içerisinde bir değişiklik yaratıp yaratamayacağını bilmek istemiyordum çünkü. Şimdi ise, bununla ilgili bir deney yapmaya hazırdım.
Ayağa kalktım, yola doğru yürüdüm. Oradan geçen bir taksiyi elimle işaret ederek durdurdum. Taksiye bindim ve bugünün başladığı yere, yani evime sürmesini istedim. Taksi hızlıca evime doğru götürürken beni, birkaç dakika sonra bir yerde durmak zorunda kaldı. O zamana dek biraz uyumak için gözlerimi kapamış olan ben, gözlerimi açtım ve “Neden durduk?” diye sordum. Taksici ise, “Abi bugün ne olduysa trafik Arap saçına dönmüş. Normalde bu saatte böyle olmazdı.” diye cevapladı beni. Ben de “Tamam o zaman, ben burada ineyim.” dedim, paramı ödedim ve indim.
Evime doğru koşmaya başladım, ne kadar hızlı gidebilirsem, o kadar olacaklardan kaçabilirmişim gibi hissediyordum. Güneş batmadığı sürece zamanım vardı hala. Evimin önüne gelmiştim, aramızda birkaç metre vardı ancak, koşmaya devam ederken arkamdan gelen bir sesle durdum:
“Sonunda vaktinde gelebildin, Maple. Kaç döngüdür seni bekliyorduk.”
Sesin geldiği yöne döndüm ve kim olduğuna baktım. Kaçtığım kişiler beni bulmamıştı, bu seferki ses bambaşka bir insana aitti. Resmen her kimse bu kişinin istediği yere gelmiştim. Fakat kafamı kurcalayan bir soru vardı: Benim zamanı kontrol edebildiğimi nasıl bilebiliyorlardı?
“Sorularını cevaplayayım” dedi bana seslenen kişi, silahını yüzüme doğrulttu. “Ben zamanda yarattığın çatlağın peşinde koşan ajanlardan biriyim. İsmim Belem, işim zamandır benim. Şimdi senden, zamanda yarattığın bu kırılmayı düzeltmeni istiyorum, yoksa seni aradan çıkarır, ben düzeltirim.” Bu sözlerin etkisiyle kafam karışmıştı, ancak toparlanmaya çalışarak “Peki, bunu nasıl yapabileceğimi biliyor musun? Bütün bu kırılma falan, hepsi isteğim dışında gelişiyor farkındaysan.” diye sordum.
“İlginç, genelde zaman kıranlar yakalandıklarında bu kadar işbirliği içinde olmak istemezler. Sanırım sen gerçekten de dediğin gibi kazara zaman kırmışsın.” Bir süre keçi sakalını ovuşturarak düşündü ve “Tamam, sana yardım edeceğim, Maple. Şimdi seninle bir yere gitmemiz lazım.” diyip elimi tuttu. Beraber bir anda her şeyden uzaklaşmış, başka bir boyuta ışınlanmıştık sanki.
Etrafıma bakındım. Bir geminin güvertesindeydim, bildiğimiz gemilerden ama, öyle uzay gemisi tarzı garabetlerden değil. Geminin yüzdüğü deniz veya her ne su kütlesi ise, hiçbir şekilde hareket etmiyor, dalgalanmıyordu. Çarşaf gibi dümdüz bir su, ufukta çarşaf gibi dümdüz, bulutsuz, güneşsiz bir gökyüzüyle birleşiyordu resmen. Ben bunlara bakarken isminin Belem olduğunu öğrendiğim zaman polisi –veya her ne görevdeyse işte-, beni içeriye doğru elimden tutarak sürükledi.
İçeriye girdiğimizde bizi üç beyaz koruma elbiseli kişi bekliyordu. Önce kendi aralarında konuştular, sonra bana işaret ettiler. Belem beni ortada, elektrikli sandalyeye benzer yapıya oturttu ve ellerimi, ayaklarımı ve boynumu kemerlerle sandalyeye sabitledi.
Sabitlendiğim sandalyeden çıkmak için kendimi zorladığımı gören Belem, gözüme bir yumruk attı ve bütün her şey karardı.
Uyandığımda, yatağımdaydım. Tavana bakacak şekilde, sırt üstü yatırılmıştım. Ne olduğunu hala çözmeye çalışıyordum, acaba bu olanlar garip bir rüya falan mıydı? Bütün bu yaşadıklarımı ben rüyamda mı görmüştüm? Eğer onlar bir rüyaysa, neden normal rüyalardaki gibi rüya olduğunu anlayamamıştım?
Ben bu sorularıma kafamda cevaplar bulmaya çalışırken, odamın kapısı açıldı. Kapıdan kimin girdiğine bakmak için kalktım, Belem’di gelen. “Uyanmışsın.” dedi sevecen bir yüz ve sesle, “Yaptığımız şey için senden çok özür dileriz öncelikle.” diye devam etti ve ne olduğunu anlattı:
“Rahat duramıyordun, bu yüzden seni yumrukla bayıltmak zorunda kaldım, kusura bakma. Ancak işlem düşündüğümüzden daha az zahmetliydi ve sana daha az zarar verdi. Merak etme, oraya girdiğin gibi çıktın, hiçbir eksiğin veya fazlan yok.” Ben bunun üzerine meraklanıp, “E peki ne yaptınız bana? Bütün o karmaşa ne içindi?” diye sordum.
“Kırılma yaratmanın sebebi, bulunduğun boyuta uyum sağlayamamandı, biz de seni bu boyuta, yani orijinal boyutuna getirdik. Her nasıl olmuşsa, orada yaşayan kişiliğin ile buradaki yer değiştirmiş. Bu yüzden, seni asıl boyutuna, orada gördüğün boyut görevlileri sayesinde getirdik.” Belem bu sözlerinden sonra karşımda dikilmeyi bırakıp, kapıya yöneldi ve “Şimdi gitmeliyim, hoşça kal Maple. Biraz sonra hafızanı sileceğiz.” diyerek çıktı.
O çıktıktan sonra ne oldu, gerçekten de hatırlamıyorum. Ancak her nasıl olduysa, burada size anlattıklarımı hatırlayabiliyorum. Yaptıkları her neyse, her şeyi silmeyi başaramamışlar. Bu yüzden size geldim, belki bu konu hakkında bir şey biliyorsunuzdur diye. Acaba bunun sebebi, hafızamın o kısmının başka boyutta yaşanması olabilir mi? Mümkün diyorsunuz yani.
İyi o zaman, peki bunu çözmenin bir yolu var mıdır?
Yok mu? E ben ne yapacağım şimdi? Ömrümün sonuna dek böyle mi yaşayacağım?
O zaman sizinle birlikte olmalıyım, yoksa bu bilgiler bir şekilde benden kaçar. Gizliliğe önem verdiğinize inanıyorum.
Tamamdır efendim, teşkilatınızda çalışmaktan büyük onur ve gurur duyarım.
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl'den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
90'lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İl...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.