Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İlk Kitap Bölüm 5

Bunu Paylaşın

Dördüncü Bölüm- İstanbul’a Varış

Kara Güneş’ten kurtulmalarından dört gün sonra, İstanbul’a varmışlardı. Şehir, karmaşık bir binalar topluluğundan fazlası değildi ilk görünüşte. Bizim yirmi birinci yüzyılda gördüğümüz ve belki de içerisinde yaşadığımız İstanbul’dan daha düzgündü bu şehir, çöp dağlarına benzeyen binaların yerini, yeşil tepelerde yerleşen dümdüz, temiz görünüşlü gökdelenler almıştı. İstanbul Boğazı, her nasılsa daha temiz görünüyordu artık. Şehir, yaşanan pek çok felaketten sonra yeniden yapılmış, bazı tarihi binalar haricinde bütün dokusu değişmişti. O hantal, çirkin İstanbul’un yerini, daha modern, ancak yine çirkin olan bir İstanbul almıştı.

Mustafa daha önce bu şehre gelmişti, bu yüzden gördükleri onu çok da fazla şaşırtmıyordu, ancak Amelia’nın İstanbul’a en son gelişi üzerinden belki de bir asır geçmişti. Eski şehrin yok edilmiş olduğunu görünce üzülmüştü. Her ne kadar karmaşık ve sıkıntılı bir yer de olsa, eski İstanbul’u görmek, onun içerisindeki kültüre tanıklık etmek, insanlarıyla iletişimde olmak hoş bir deneyimdi. Şimdi bunun en büyük parçalarından biri gitmiş gibi hissediyordu. “Mustafa” dedi hafif üzgün bir sesle “sence Karaköy aynı kalmış mıdır?” Mustafa onun ne demek istediğini anlamamıştı ama yine de olumlu bir yanıt vermeye çalışarak “Bilemiyorum, en son gittiğimde bir şey değişmiş gibi gelmedi.” dedi. Amelia hiçbir şey demeden etraflarındaki her şeye bakmaya devam etti, baktıkça üzülüyordu.

Karaköy’e doğru girdiklerinde binaların şekli değişmeye ve eski İstanbul’un görünümüne kavuşmaya başlamıştı. Amelia tanıdık bir manzara gördüğü için sevinerek “Şuradan gir diyip sağa doğru ayrılan bir yolu gösterdi. Mustafa oradan girip ana yoldan çıktı ve daha dar bir yoldan devam ederek ağaçlı bir yola çıktı. Bu ağaçlı yolun sonundaki büyük bir villayı işaret eden Amelia “Burası.” dedi. Mustafa Amelia’nın işaret ettiği evin önüne kadar girdi ve orada beklemeye başladı. Amelia çantasından cep telefonunu çıkardı ve bir numaraya dokunarak aramaya başladı. Telefonuna çıkan kişiye evinin önünde olduklarını söyledi ve garaj kapısını açmasını rica etti.

Garaj kapısı açıldı ve kapıdan içeri girip arabayı birkaç arabanın sığabileceği kadar büyük bir otoparka bıraktılar ve asıl eve girdiler. Bir haftadır yaptıkları yolculuk, en sonunda burada son bulmuştu. Ev büyük bahçeli bir villaydı, hatta bahçenin kendilerine göre sol tarafında bir sera vardı. Evin ana binasına iki hizmetçi eşliğinde girdiler. Hizmetçiler misafir odalarına kendisinin ve Amelia’nın eşyalarını yerleştirdi, bu sırada Amelia üzerine daha rahat bir elbise giyip ev sahibinin yanına inerken, Mustafa ise banyoya girdi ve tadını çıkara çıkara bir duş aldı ve üzerine rahat bir şeyler giyip, yatağa yattığı gibi uyudu.

Mustafa’nın uyumasını fırsat bilen Amelia aşağıya, büyük karşılama salonuna indi ve orada kendisini bekleyen hizmetçiyi takip ederek seraya girip kendisini bekleyen ev sahibi Mathilda M. Motz’un yanına geldi.

Mathilda, kendi bölgelerinde olan bu güzel şehirde kendisi için bir sokak rica etmişti ailesinden. Onlar da bunu kabul ederek, kendisine bu sokağı ve evi vermişler, hatta şehir meclisinde olmasına da izin vererek kendi aile kurallarını ilk defa delmişlerdi. Motz ailesi içerisinde bu kadar rahat bir biçimde ilerleyebilmesi bile onun nasıl bir dahi olduğunu gösteren bir şeydi. Evindeki bütün hizmetçilerin özellikle erkek olmamasına dikkat ederdi, bazıları bunu o hizmetçilerle ilişkiye girdiği için yaptığını söylerdi ama bu bir şehir efsanesinden ileriye gidememişti.

“Mira’nın nerede olduğunu bulabildiniz mi?” dedi Amelia, Mathilda’nın onun telefonuna mesaj atıp onu çağırmasının nedeninin bu olabileceğini düşündüğü için bu şehre gelmişti. Mathilda, bu konuda yaptığı şeyleri platonik aşkı Amelia’ya göstermenin heyecanıyla anlatmaya başladı:

“Mira’nın izini bütün Atlantropa boyunca sürdük, hatta başka bir yerde olabilir diye komşu ülkelerdeki birkaç varlıklı dostumla da bu konuda irtibata geçtim. Bana bununla ilgili anlattığın ilk günden beri araştırıyorum ve sonunda nerede olduğunu buldum, ancak onunla ilgili bazı kötü haberlerim var.”

“Ne kötü haberi? Neyden bahsediyorsun?” diye sordu Amelia, yüzünde korku, heyecan ve endişe bir arada gidiyordu. Mathilda onu sakinleştirmeye çalıştı ve “Her nasılsa, onu Yerebatan Sarnıcı’nın içerisinde, bir derin uyku ünitesinde bulduk. Hala hayatta, sadece uyandırmayı beceremedik.” dedi. Amelia’nın tepkisinin ne olacağını tahmin ettiğinden, bunu alıştıra alıştıra söylemeyi planlıyordu aslında ama ağzından bir defa çıkmıştı işte. Ancak Amelia’nın tepkisi, tahmin ettiği gibi öfkeyle olmamış, aksine yüzünde büyük bir rahatlama ve sevinç ifadesi oluşmuştu. “Mathilda” dedi, “sana çok teşekkür ederim. Şimdi onun yanına götürür müsün beni lütfen?” Mathilda onun bu heyecanını kırmak istemedi, ancak bunu yapmak zorunda olduğunu hissederek “Amelia, uzun bir yoldan geldin. Lütfen dinlen biraz, yarın gideceğiz ve bunun için enerjiye ihtiyacın var.” dedi.

Amelia onu onayladı ve seradan çıkarak odasına gitti. Odasındaki kişisel banyoda temizlendi ve üzerine geceliğini giyerek Mathilda’nın odasına girdi. Mathilda, onu o şekilde gördüğü için şaşırmıştı. “Hayırdır, bir şey mi oldu?” diye sordu. Amelia ona gülümsedi ve arkasındaki hizmetçiye kapıyı kapamasını rica etti. Hizmetçi kapıyı kapattı.

“Mathilda” dedi Amelia, “bizim için yaptıklarına minnettarım ve bunu neden yaptığını biliyorum. Bugünlük hayalini gerçekleştirmek istiyorum.” Mathilda onun ne demek istediğini anlamamıştı. “Benden hoşlandığını biliyorum Mathilda, sen de neden Mira’yı aradığımı biliyorsun. Ancak bugünlük senin istediğini gerçekleştirmek istiyorum.” dedi Amelia ve Mathilda’nın yanına gelip onu dudağından öptü. Mathilda’nın yüzü tamamen kızarmıştı. Amelia Mathilda’ya sarıldı ve “Utanmana gerek yok.” dedi, “Sadece bunu Mira’ya söylemeyeceğine söz ver.” Mathilda başını onaylarcasına salladı ve ona sarıldı…

Ertesi sabah, güneş doğmadan önce uyandılar. Mathilda’nın aracına bindiler ve beraber Yerebatan Sarnıcı’na gittiler. Sarnıç, yıllardır halka açık olmadığı ve içerisinde bir hayaletin dolaştığına dair efsaneler olduğu için oraya kimse girip çıkmıyordu, bu sayede Mira’nın içerisinde olduğu derin uyku ünitesi güvende kalmıştı. Bu efsaneleri Amerikalıların çıkardığı çok belliydi, zira her tarafa bilgisayarlarını, cephanelerini ve biri keşfederse kendi kendini imha etsin diye bombalarını yerleştirmişlerdi. Şimdi, Amelia, Mustafa ve Mathilda üçlüsü, bu sarnıca girmişler, Mira’nın tutulduğu üniteye doğru yavaş yavaş ilerliyorlardı.

Amelia üniteye yaklaştı, kontrol paneline bir şifre girdi. Bu şifreyi eski bir Amerikan askeri olduğunu iddia eden bir Kara Güneş tarikatı üyesinden almıştı. Tarikat üyelerinin pek çoğu gibi artık o da Amelia’ya bağlı olduğu için bu bilgiyi rahatlıkla verebilmişti. Ünite açıldı, ancak Mira’dan herhangi bir tepki gelmedi. Mustafa ve Mathilda, Amelia’ya bakıyorlardı, Amelia ise bakışlarına aldırmadan çantasından ufak bir şırınga çıkardı, iğnesini yerleştirdi, sonra da çıkardığı ufak bir ilaç kutusundan ilacı çekti. Mira’nın üstünü çıkaracaktı ki, arkasındakilere dönerek “Lütfen gözünüzü kapayın, rahatsız oluyorum.” dedi. İkisinin de gözlerini kapadığından emin olduktan sonra, Mira’nın göğsünü açtı, şırıngayı ani bir hamleyle göğsünün tam ortasına sapladı. Mira anında ayağa kalkmıştı.

Fakat ayağa kalktığı gibi düşeyazdığı için, hemen Amelia’ya tutundu. Amelia, onu kucağına alıp arkasını döndüğünde, Mustafa ve Mathilda’nın hala gözlerini kapadığını gördü. “Açın gözlerinizi, şaka yapıyordum.” dedi onlara. İkisi de gözlerini açtıklarında, Mira’nın ikisine merakla baktığını gördüler. Ancak bu bakışlar uzun sürmedi, gözlerini kapadı, nefesini verirken sessizce “Ne kadardır uyuyordum?” dedi Amelia’ya. Amelia, gözlerinde yaşlarla ona baktı ve “Sonra açıklarım sana her şeyi, şimdi buradan gidelim.” dedi. Mira, tekrar gözlerini açmaya çalıştı, ancak başaramayınca yine fısıltıya yakın bir sesle “Boyut atlama makinesi oralarda mı?” diye sordu. Amelia bakındı, ancak hiçbir şey göremedi, “Hayır.” dedi. Mira, yüzünde büyük bir hüzün ifadesiyle “Gerçekten de götürmüşler demek.” dedi. Hepsi beraber sarnıçtan çıktılar ve Mathilda’nın evine geri döndüler.

Mira’yı bir yatağa yatırdılar ve serum bağladılar. Yüzyıllar süren derin uykusu, onu fazlasıyla zayıflatmıştı, ayağa kalkacak durumu yoktu neredeyse, hatta enerjisini harcamasın diye konuşturmuyordu onu Amelia. Onun yüzüne son defa baktı, elini tuttu kısa bir an, sonra da herkesle birlikte odadan çıkıp Mira’yı dinlenmesi için yalnız bıraktı. Salona geçip, koltuklara karşılıklı olarak oturdular. Amelia, Mustafa ile Mathilda’ya dönüp “Bugünden sonra farklı bir yöne doğru gidiyoruz artık.” dedi. İkisinin de dikkatinin kendisinde olduğunu gördükten sonra sözlerine devam etti:

“Basitçe söylemem gerekirse, şu anda benim tek derdim Mira’dır. Onun sağlığından emin olana dek başka bir şey yapacağımı sanmıyorum. Bu yüzden, biraz kendini toparladığında onunla birlikte Stockholm’e geri döneceğiz. Mustafa, sanırım birkaç ay buradayız, istersen sen dönebilirsin ancak.”

Mustafa ona baktı, sonra başını ellerinin arasına alarak düşündü. Mathilda ise, “Şimdilik dönmeyi düşünmenize gerek yok bence, hatta istersen burada daha fazla da kalabilirsin.” dedi Mustafa’ya. Mustafa koltuktan kalktı ve odasına doğru gitti. Başbaşa kalan Amelia ve Mathilda ise başka bir konudan konuşmaya başladılar:

“Mathilda, buralarda ne kadar insan toplayabiliriz?”

“Neden soruyorsun bunu?”

“Bir isyan başlatma niyetinde olduğumu biliyorsun, ülkenin üzerindeki Amerikan güdümünü kaldırmamız gerek. Bunun için de ilk adımımız, uygar olan her şehirde bu uyanışı gerçekleştirmek. Merkezi yönetim ne kadar güç kaybederse o kadar iyi bu aşamada.”

“Peki ya sonrasında ne olacak?”

“Basit. Bu ufak hareketleri bir bayrak altında toplayıp işi kökünden bitireceğim. Bak Mathilda, seni severim. Ancak bu aileler oligarşisine son vermemizin zamanı çoktan geldi de geçiyor.”

“Haklısın Amelia. O zaman bununla ilgili bir şeyler yapmaya çalışayım, sana bu konuda da yardım ederim. Fakat senden sadece bir isteğim olacak.”

“Nedir bu isteğin?”

“Beni ve ailemi affetmen. İstersen burada kalırız, istersen burada kalmayız, bu senin tercihin. Ancak ne olur her şey bittikten sonra benim ve ailemin yaşamasına izin ver.”

“Elbette, hatta bu af yetkisi senin olacak her şey bittikten sonra, bu konuda endişelenmene gerek yok.”

İkisi de endişelerini, korkularını, planlarını döktüler birbirlerine bütün gece boyu. İkisi de, önlerinde duran bu büyük belirsizliği çözmek için yollar arıyordu. İkisi de, o gecenin sonunda bir plan üzerinde kararlaştılar. Her şey, Amelia’nın planına göre ilerleyecekti artık.

Tam beraber yatmaya giderlerken, Mustafa telaşlı bir biçimde yanlarına koştu. Elindeki tableti onlara verip “Bakın şuna lütfen!” dedi. Baktıkları habere göre, Venedik Koalisyonu’nun dört ailesinden biri olan Motz ailesinin babası Michael B. Motz, geçirdiği uçak kazası sonucu, eşi Melinda Motz, oğulları Nathan E. Motz ile William Motz ve kızı Alita Motz ile birlikte hayatını kaybetmişti. Bu ani kayıpların sonucunda, Motz ailesinin geri kalanı da koalisyondan çekilme kararı almıştı.

“Uzun süredir aileden dışlandığımı zaten biliyordum ama bu kadar da değil yani.” dedi Mathilda, “Bana ne amcam hakkında, ne de bu karar hakkında haber vermemişler! Şuna bak, kendi ailemin başına gelenleri gazeteden okuyorum!” Fazlasıyla sinirliydi, oradan bir hışımla uzaklaştı, odasına gitti ve telefonda ailesinin çeşitli üyelerini aramaya başladı. Ne söylediği tam olarak anlaşılmıyordu, ancak sesindeki öfke bütün villayı sarmıştı.

Amelia ve Mustafa ise bir süre şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, sonra Amelia “Sanırım buradan sonra planımızda sen de olmak zorundasın. Beraber bir yolculuğumuz daha olabilir.” dedi ona, “Buna göre her şeyini hazırla, zira bu yolculuktan sonra hiçbirimiz eski hayatlarımıza dönemeyeceğiz.” Mustafa bunun ne demek olduğunu anlamış gibiydi, yolda konuştukları o mevzular artık birer gerçekliğe dönüşecekti. “O zaman yolculuğumuzun tamamlandığını bildireiblirim, değil mi?” dedi Amelia’ya. Amelia onun ne demek istediğini anlamıştı, Mustafa’nın yolculuğunun ne durumda olduğunu İsveç hükümetine bildirmesi gerekiyordu anlaşması gereği. “Evet, ilk safhanın tamamlandığını bildirebilirsin.” dedi, sonra biraz düşünüp “Hatta benim dönüş için de seni tuttuğumu bildir ki sonrasında da rahat olalım.” dedi. Mustafa da onaylarcasına başını salladı ve arabasına doğru gidip bilgileri girdi. Amelia’nın ikinci yolculuğu için onay gelince de “Tamamdır, oldu bu iş.” diyerek onun yanına geri döndü.

Amelia, Mira’nın kaldığı odaya geçmiş, onun yanında kalıp ona göz kulak olmaya karar vermişti. Özlediği sevgilisinin tekrardan kendisine ve hayata dönmüş olması onu çok sevindirmişti. “Seni özlemişim.” dedi Mira’nın elini tutarak, “Seni çok özlemişim.” Mira onun gözlerine baktı, gülümsedi ve “Ben de seni çok özlemişim.” dedi.

İkisi de birbirlerine hiçbir şey demeden baktılar, sonra Mira Amelia’ya muzip bir bakış atarak “Mathilda hoş bir kadınmış.” dedi. Amelia’nın yüzü suçluluktan kızardı ve “Evet, öyledir.” dedi kekeleyerek. Mira yatağında doğruldu ve Amelia’nın omzuna dokunup “Muhtemelen ben de senin için buna benzer bir şey yapardım.” dedi, “Ayrıca seni üç asırdır yalnız bırakmıştım, böyle bir şey yapmandan daha doğal hiçbir şey yok.” Amelia onun nasıl bu kadar anlayışlı olduğunu anlayamamıştı, ancak bu onu mutlu da etmemişti.

“Bazen senin benimle aynı dünyada yetişmediğini unutuyorum Mira.” dedi “Böylesi bir durumu bu kadar anlayışla karşılamak Elphine kültürüne has bir şey midir?” Mira sessizce, kendisini zorlamamaya çalışarak güldü ve “Hayır, alakası bile yok.” dedi gülmesini durdurmaya çalışırken, “Bunu bana senin annen söylemişti.” Amelia’nın şaşkın bakışlarına gülüp, sonra da kendisini toparlayarak devam etti:

“Bedenlerimiz, her ne kadar ölümsüzmüş gibi görünseler de hala ölümlüler ve ölümlü bir bedenin ihtiyaçlarına ve bazı kurallarına bağlılar. Bu her şey için geçerli, bu yüzden bu ihtiyaçlarımızı ve bizi saran kuralları bir yere dek reddedebiliriz. Bana vücudumu dinlemeyi asla bırakmamam gerektiğini söylemişti hatta, bu sayede beni öldürmeye çalışan Amerikan ordusuna karşı hayatta kalmayı becerdim. Bu yüzden böyle bir şey yapmana kızsam da seni tam olarak suçlayamıyorum. Merak etme Amelia, bir daha asla bu kadar yalnız kalmayacaksın.”

Amelia ağlamaya başladı. Mira’ya sarıldı ve onun dengesini bozmamaya çalışarak “Özür dilerim, çok özür dilerim!” dedi. Mira ona sıkı sıkı sarıldı ve “Hala birbirimizi seviyoruz, önemli olan da bu bebeğim.” dedi en tatlı sesiyle “Özür dilemen gereken bir şey yok yani, merak etme.” Birbirlerine tekrardan sıkı sıkı sarıldılar ve birbirilerini ne kadar özlediğini anladılar.

Amelia ve Mira, buradan sonra ne yapacaklarını, nasıl bir şekilde hareket edeceklerini konuşmaya başladılar ve gidecekleri yerleri belirlemeye başladılar. Hem Mustafa’nın kaderini gerçekleştirmesini sağlamalılardı, hem de bütün bir dünyayı tekrardan dengeye kavuşturmalılardı. Ancak ikisinin de bilmediği şey, bu hedeflerde yalnız olmadıklarıydı. Onlardan başka kişiler de bu hedeflerin peşindelerdi…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir