Nareed kumanda odasına koşarken, arkasında Şooju’nun ayak seslerini duyabiliyordu.
Odaya girdiğinde sesler kesilmişti. Tüm monitörleri ve ısı kameralarını açtı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Dışarıda ısı; eksi iki yüz altmış dört fahrenhaytı gösteriyordu. Sarius Nava için sıcak gecelerden birisiydi. Şooju içeri girdi ve monitörlere dikkatle baktı.
‘Yüzey kırılması olabilir mi?’
Nareed emin değildi. ‘Kırılmalar genelde vadilerde oluyor. Bu kadar yüksekte ve bu kadar düzenli bir aralıkla mı? Hiç sanmıyorum.’
‘Sanırım haklısın’ dedi Şooju.Uzun süredir, belki de ilk defa endişesi her halinden belli oluyordu. Nareed’in söylediklerini haklı bulması bile endişesinin boyutunu gösterir nitelikteydi.
‘Sabaha kadar bekleyelim. Sonra senin kuşla uçup, yukarıdan durumları görebiliriz. Ne dersin?’ Bu da bir seçenekti elbette; ama birden çalmaya başlayan alarmlar var olan ve olası tüm seçenekleri ortadan tamamen kaldırdı.
‘Uyarı, Dört numaralı türbinde güç kaybı yaşanıyor. Isıtma sistemleri devre dışı. Tesisin insan metabolizması için ölümcül seviyeye gelmesine iki standart saat on üç dakika kalmıştır.’
‘Neler oluyor burada?’ diyen Şooju, inanmak istemiyor gibi konsolu yumruklamaya başladı. ‘Ne diyorsun sen?’
Nareed adamın omzuna elini koydu.
‘Gücünü boşa harcama. Belli ki bir sıkıntı var. Onarmamız gerekiyor yoksa…’
Ana reaktörün bulunduğu hangar bölümü bir insan elinin avucu gibi düşünülürse; tesiste bir elin parmakları gibi yerleştirilmiş dört adet türbin vardı. Bunlar; nükleer reaktörün ürettiği buharla çalışan ve üssün tüm ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş askeri sınıf araçlardı. Nareed düşünmek istemese de; esrarengiz sesleri duymaya başladıkları günde, türbinin bozulmasının, rastlantı olamayacak kadar art arda olduğu sonucuna varıyordu.
‘Güneşin doğmasına ne kadar var?’
‘Bakalım. Altı saat yirmi dört dakika on altı saniye.’
‘Dış yüzey kıyafetleri bizi o kadar süre tutmaz.’ Şooju kendi kendine konuşuyor gibiydi. ‘Belki de içeriden halledebileceğimiz bir durumdur? Reaktörün altından geçerek bakım tünellerinden dört numaraya ulaşabilirim.’
Şooju’nun söyledikleri mantıklıydı, ancak; ‘Problem dışarıdaysa?’
Nareed’in aklına bakım onarım robotu geldi. Çok fonksiyonel değildi ama yine de bir seçenekti. Bununla birlikte, gezegenin gece ısısında hiç denenmemişti ve arızalanması vakit kaybından başka bir şey olmayacaktı. Başka bir yol bulunmalıydı elbette sıkıntının ne olduğunu tespit edebilirlerse…
Bunun da tek yolu vardı.
Nareed, 4 numaralı türbinin olduğu bölgenin kameralarını açtı. Gezegen yüzeyindeki kar, geceleri mor bir ışık veriyordu ve aydınlatmaya gerek olmadan kameralara yeterli ışığı sağlıyordu. Gezegenin tek lüksü buydu.
‘Monitörlerde hiçbir şey yok. Dört numaraya biraz daha yakınlaştıracağım. Sistem; altı numaralı kameraya on sekiz odaklanma, kristal berrak.’
Üssün kumanda sistemi, nefes alıp veren iki ayaklı sahibinin dediğini yaptı.
‘Altı numaralı kamera; on sekiz odaklanma, kristal berrak, sağlandı.’
Şooju ve Nareed tüm dikkatleriyle monitördeki görüntüye bakıyorlardı. Dört numaralı türbinin dış yüzeyinde Şooju’nun vücudundan daha kalın bir buz kütlesi saplanmış duruyordu. Türbini koruyan ve hangar kapıları kadar sağlam olmayan bölmenin dış yüzeyini kuvvetli bir fırtınada bu kalınlıktaki bir buz kütlesi delebilirdi. Ya da en azında Nareed buna inanmak istiyordu.
‘Demek gürültünün sebebi buymuş.’ Şooju rahatlamış gibiydi. Eli çenesinde bir şeyler düşünüyordu. Nareed, Uzakdoğulu adamın yüzündeki ifadeyi iyi biliyordu.
‘Aklından bile geçirme.’
‘Neden? Yoksa odada ateş yakıp öyle mi ısınmayı düşünüyorsun?’
‘Şooju!’ Nareed, endişesini gizlemeye çalışmamıştı.
‘Nareed, Başka şansımız olmadığını biliyorsun. Dış yüzey elbisesi on standart dakika dayanabilir ve bu kadar süre buzu kesip deliği yamamak için yeterli.’
Şooju, zengin bir Uzakdoğulu tüccarın beş çocuğunun en küçüğüydü. Nareed’e anlattığı kadarıyla; disiplin bağımlısı ve şefkat yoksunu bir babadan kaçmanın en iyi yolu kendisinden nefret ettirmekti. Şooju’da öyle yapmıştı. Bitiremediği üç üniversite, bir askeri lise ve sayısız işten sonra, yaptıklarının aşırıya kaçtığını fark etmişti; ama Şooju için çok geçti. Babası onu mirasından ve evlatlıktan reddedmişti.
O andan sonra, hayatı hafife alan adam için her şey zorlaşacak ve sonunda maddi gücün galakside yaşamak için ne denli önemli bir olgu olduğunu anlayacaktı. Nareed’le hayatları iş görüşmesinde kesiştiğinde, düzinelerce işte çalışmış, elinden her türlü iş gelen; fakat hiçbirisinde kusursuz olmayan bir adamdı. Bu ana kadar, geçmişinde öğrendiklerinin çoğunu Sarius Nava’da uygulamak zorunda kalmamıştı.
‘Isı gittikçe düşüyor ve orada en ufak bir aksilikte anında ölürsün.’
‘Ölmem’ dedi Şooju; ‘Sen varsın ya.’ Gülüşünde farklı bir şeyler vardı; ama Nareed isimlendiremedi, belki samimiyet? Belki de Şooju, düşündüğü kadar bencil bir adam değildi.
Geçiş odasında her şey hazırdı. İki yüz altmış kiloluk dev kıyafetin içinde küçük bir çocuk gibi görünen Şooju gülerek kameraya baktı.
‘Beni duyduğunu söyle.’
‘Açık ve net.’ Nareed bir yandan da elbisenin içindeki sistemin uzaktan kontrol logunu giriyordu. Dev elbise, içindekine bir şey olması halinde uzaktan kontrol ile hareket ettirilebiliyordu. Hiçbir şeyi şansa bırakmak istemeyen Nareed, Şooju’nun konuşmasını cevaplamadan işine devam etti.
‘Sana en sevdiğim şarkıyı mırıldandığımda duymanı istiyorum.’
Şooju, gerginliğini yaşamı hafife alan, alaycı tarzıyla örtmeye çalışıyor olabilirdi ya da gerçekten; geçmişinde bir noktada yaşamı ciddiye almayı unutmuştu. Nareed ise tam aksine çok gergindi. Göstergede gezegenin şu anda ki ısısı eksi iki yüz seksen fahrenhaytı gösteriyordu ve ne olduğunu bilmediği; ama rastlantısal olmak için fazla düzenli ve daha önce hiç duymadıkları sesler duymuşlardı. Sanki birisi ya da bir şey kapıyı çalıyordu.
Gezegende hiçbir yaşam formunun olmadığı kendilerine söylenmiş olsa da, Nareed, belli bölgelere düzenli keşif uçuşları yapmıştı. Uçsuz bucaksız beyazlıktan başka bir şey görmemiş olsa da; Sarius Nava’nın bütünüyle keşfedilmemiş bir gezegen olduğunu biliyorlardı. İlaç firması buraya çok değerli keşiflerini toplamak için üs kurmuşlardı. Gezegenin geri kalanı firma için sadece detaydı.
Üssün ana işlemcisinin sesi duyuldu.
‘Geçiş odasının ısısı, bulunulan koordinatlardaki dış yüzey ısısı ile eşitlenmiştir. Dış kapının açılması için sesli onay gerekmektedir. Odadaki personel sayısı; bir, ağırlığı üç yüz otuz dört kilodur.
Kendi ağırlığının neredeyse dört katı ağırlığındaki elbisenin servo motorları ahenkli sesler çıkartmaya başladı ve Şooju kapının önüne geldi. Geçiş odasında, kütle ağırlığına göre; hipotermiyaya maruz kalmadan, düzenli geçiş ile personelin ısısı ayarlanıyordu. Şooju’nun sesi duyuldu.
‘Yetkili isim Şooju Maramatu, dış yüzey elbisesinin tüm kontrolleri yapıldı. Sistemler en uygun etkinlikle çalışıyor. Kapının açılmasını onaylıyorum.’
‘Sesli onay sağlandı. Kapı açılıyor.’
Derinden gelen bir klik sesi ile kalın kapı yavaşça açılmaya başladı, Üssün içinde çalan alarm, kapı kapanıp Şooju dışarı çıkınca sustu. Nareed, monitörden gelen servo motorlarının sesiyle ve Şooju’nun nefesiyle baş başa kalmıştı. Tesis soğumaya başlamıştı ve alt katlardan, genleşen metalin homurtuları duyuluyordu.
‘Şooju, beni duyabiliyor musun?’
‘Evet, duyuyorum güzellik.’
Şooju’nun yaşamsal verileri Nareed’in önündeki monitörde görülüyordu.
‘Şimdilik durumun iyi görünüyor.’
Bir yandan da geri sayım saatine baktı. Yaşanabilir ısı seviyesi bir saat on altı dakika sonra geçilecekti. Sonrası… Sonrasının hiçbir önemi yoktu.
Doksan altı metre. Geçiş odasının kapısı ve dört numaralı türbin arasındaki mesafe tam bu kadardı. Şooju, engebesiz zeminde ve ağır elbisesiyle bu mesafeyi dört dakikada aldı. Servo motorlarda soğuktan etkilenmişe benziyordu. Kol hareketlerini sağlayan üç çift motor isteksiz çalışıyorlardı.
‘Servolarda sorun olabilir’ dedi Şooju, normal bir şeyden bahsediyormuş gibiydi. Kafasının iki katı büyüklüğündeki başlığın içinde; ensesindeki mini kameradan gelen görüntüleri görebiliyordu.
‘ Isı devamlı düşüyor. Elbisenin test edilmiş alt sınırı üç yüz elli. Unutma.’
Şooju, sanki güzel bir espri duymuş gibi kahkaha attı.
‘Tamir edemezsem farkı olmayacağını biliyorsun değil mi?’
Adam, her ne kadar sinir bozucu olsa da haklıydı. Üssün içindeki ısı da giderek düşüyor ve vakitleri daralıyordu, buna ek olarak gezegenin ısısı hiçbir şeyin hareket etmesine izin vermeyecek kadar düşüktü.
‘İşini yap zevzek.’
‘Biliyor musun siz kopyaların sorunu nedir? Her şeyi çok fazla ciddiye alıyorsunuz.’
Nareed sinirlendi. Kopya olarak çağrılmaktan, tanıdığı bazı Tozumblar gibi rahatsız olmuyordu. Ama içinde bulundukları durum gerçekten ciddiye alınması gereken bir durumdu ve Şooju her şeyi kocaman bir şaka olarak görüyordu.
‘Hey dur bir dakika, bir şey gördüm.’
Nareed’in gerginliği Uzakdoğulunun söyledikleriyle farklı bir seviyeye geçti.
‘Ne gördün? Neler oluyor?’
Şooju’nun başlığındaki kameranın verdiği görüntülere dikkatlice baktı; ama bir şey göremedi. Şooju, bacağındaki kılıfta duran silahı çıkartınca Nareed yerinde doğruldu.
‘Şooju, ne gördüğünü söyle?’
‘Sanırım cesaretini gördüm Nareed. Bu durumun kanyonda uçmaya benzemediğini söyleyerek kaçıyordu.’ Ve Şooju kahkahayı patlattı.
Bu kadarı Nareed için çok fazlaydı. Basit, hatta sıkıcı bir işin rutinini kırmak amacıyla; kendi hayatı üzerine, kontrolünde, kumar oynaması ayrı bir durumdu, içinde bulundukları ise bambaşka bir durum…
Şooju’nun bağırsaklarını bıçağıyla deşip ayaklarının hemen dibine dökmek istedi; ama onun yerine ‘Umarın donarak ölürsün Şooju’ diyerek monitörü kapattı.
Dışarıda ne olduğunun hiçbir önemi yoktu. Sakinleşmek için bir süre yalnız kalması gerekiyordu. Üzerinde eksi yüz fahrenhayta kadar dayanıklı özel kıyafetiyle kumanda odasının nispeten sıcak ortamında bir süre öylece durdu. Korktuğu şey ölüm değildi. Hayır, kesinlikle değildi… Onun korktuğu şey; burada ölmekti. Sadece iki kişinin yaşadığı, bu zavallı gezegende, bir zavallı gibi ölmek. Parası yüzünden kabul ettiği bu işin karşılığını, karşılığında feda ettiklerini geri alamadan ölmek… Vücuduna yayılan soğukluğun öfkesinden mi yoksa giderek soğuyan havadan mı olduğunu bilemiyordu.
Sinirlerine tekrar hâkim olup Şooju’nun monitörünü açtığında, aradan yedi standart dakikanın geçtiğini gördü. Şaşırmıştı; ama bir şey söylemedi. Uzakdoğulu adamın başındaki kameradan türbinin dış yüzeyine saplanmış buz kütlesini görüyordu. Lazer kesici ile buzu kesmiş Şooju’nun durup etrafına baktığını gördü. Sessizliğini korudu.
‘Hey orada mısın Nareed? Özür dilerim. Biraz iyimserliğin havayı ısıtacağını düşündüm tamam mı? Nareed?’
Daha fazla suskunluk…
Şooju’nun kestiği buz ayaklarının dibindeydi. Oluşan deliğin üzerine koyduğu metal yamayı, bölmenin dış yüzeyine kaynatan lazerin mavi ışığı güçlükle yanıyor gibiydi. Şooju’nun durup tekrar etrafına baktığını gördü. Bir şeyler Uzakdoğulunun huzurunu kaçırmışa benziyordu. Nareed’in bağlantıyı tekrar kurduğundan habersiz olan Şooju kendi kendiyle konuşmaya başladı. Tabi tüm bunlar adamın saçma espri anlayışının yeni bir ürünü de olabilirdi.
‘Evet becerikli. Çabuk bitir ve eve dön. Burası ürkütücü olmaya başladı.’
Bu, Nareed’in nefesinin hızlanmasına neden olmaya yetmişti. Bu adamı heyecanlandıracak hatta korkutacak bir şeylerin var olduğunu bilmek güzel bir histi; ama bunu kutlamak istemiyordu.
‘Nareed!’ dedi tekrar Şooju, nabzı biraz artmıştı. Monitörden görülüyordu.
‘Hadi ama, nedir bu kadar kızdığın?’
Nareed, adamın gerçekten bir şeylerden tedirgin olduğuna ikna olmuştu.
‘Sensin beyinsiz insan. Neler oluyor orada?’
Kısa bir şaşkınlıktan sonra Şooju güldü. Ama gülüşünde Nareed’e her zaman çekici gelen umursamaz ve içten olan o hal yoktu.
‘Bilmiyorum. Sanırım sessizlik rahatsız edici oldu.’
Nareed tam adamın cesareti ile ilgili bir şeyler söyleyecekken durumu fark etti. Dışarıda gerçekten de tam bir sessizlik vardı. Fırtına, rüzgâr, esinti, hiçbirisi… O zaman buz parçası buraya nasıl saplandı?
‘İşini çabuk bitirmeye bak ve buraya dön. Tam üç dakikan kaldı. Servolar donarsa canlı olarak gömüldün demektir.’
‘Cesaret veren sözlerin için teşekkürler. Bitmek üzere.’
Yama bitmek üzereydi. Birden Nareed’in aklına çok basit bir hesap geldi. Şooju dört numaralı türbine dört dakikada varmıştı. Bu da dönüşünün aşağı yukarı bir bu kadar daha süreceği anlamına geliyordu; ama şu anda Şooju’nun tam iki dakika kırk üç saniyesi kalmıştı.
‘Şooju, bir problemimiz var.’
‘Şimdi bitiyor güzellik. Geldiğimde söylesen?’
‘Gelebilirsen!’
Bu yorum Şooju’yu, dışarıdaki ölümcül soğuktan daha çok etkilemiş gibiydi.
‘Ne demek istiyorsun Nareed?’
‘Geri dönmek için vaktin kalmadı.’
Nareed bunu başka türlü nasıl söyleyebileceğini bilmiyordu. Şooju, yaptığı işi bir an için bırakarak başlığın içindeki kameraya baktı. Sonra birden Nareed’in söylediklerini duymamış gibi kaldığı yerden işine devam etti.
‘Şooju beni duydun mu?’
‘En azından birimizin sağ kalma ihtimali var. Şimdi şunu bitirmeme izin verecek misin?’
‘Aptal insan. Bırak ölsün’ dedi içinden bir ses, ‘Kapat monitörü ve ölmesine izin ver.’
Ama ‘kopyaların’ iradeleri, taklit ettikleri söylenen insanlardan çok daha güçlüydü. Nareed’in aklına bir anda bakım robotu geldi. Hemen kumanda konsolunun başına geçti ve on tekerlekli robotun sistemini aktif hale getirdi. Hangarın ana kapısının yanındaki bölmeyi açtı ve robotu eline taktığı kumanda ile hareket ettirdi. Çıktığı bölmeye adamentium kablo ile bağlı araç, düz zeminde zorlanmadan ilerlerken, Nareed bir taraftan Şooju’nun durumuna bakıyordu. Birden adamın elindeki lazer kaynağı düştü ve Şooju titremeye başladı.
‘Şooju! Beni duyuyor musun? Şooju, biraz daha dayanmalısın. Bakım robotunu yolladım. Bir şansımız daha olabilir.’
Nareed, kendi ağzından çıkanların tek bir kelimesine bile inanmıyordu. Şooju hipotermiya halinde, şoka girmeden önceki son evreyi yaşıyordu. Başlıktaki kameralarda adamın istemsiz titremesine ayak uydurmuş, titriyorlardı.
Şooju ‘Naa-rrr-eeddd’ dedi fısıldayarak ‘Yyyyy-ama tammm…’ sözleri yarıda kaldı. Nareed Uzakdoğulunun ne demek istediğini anlamıştı.
‘Dört numaralı türbin sistem kontrolü, öncelikli başlama protokolü.’
‘Protokol başlatıldı. Kontroller yapılıyor. Oda içi basıncı…’
Nareed gerisini dinlemedi. Hala, az da olsa vakti olduğunu biliyordu. Tek yapması gereken; bir buçuk dakika içinde Şooju’yu geri getirmekti. On tekerlekli bakım robotu Şooju’nun yanına vardı. Dev elbise donmuş gibi öylece duruyordu.
Şooju’nun nabzı yavaşlamıştı ve elbise test edilen minimum seviyeye yaklaşan ısıya hala dayanıyordu.
‘Sistem kontrolleri tamamlandı. Dört numaralı türbine buhar akışı başladı. Tahmini iç ısınma süresi iki dakika on dokuz saniyedir.’
Bu haber bugün yağan kardan bile daha güzeldi. Robotun yapay kollarıyla elbisenin bel kısmındaki standart kanca yerlerinden tuttu ve dev elbiseyi geri çekmeye başladı. Tek bir deneme şansı olacaktı. Elbise, robotun ağır yük taşımak için hazırlanmış üst kısmına düşmezse, üç yüz otuz dört kiloluk ağırlığı bu soğukta tekrar kaldırması imkânsız olacaktı. Nareed, giydiği özel kıyafeti adeta delerek, kemiklerine işleyen soğuğa rağmen terlediğini hissediyordu.
Tüm dikkatini vermiş elbiseyi ve içindeki baygın ‘iş’ arkadaşını robota çekiyordu ki, konsoldaki dört monitörün görüntüleri aynı anda kesildi. Nareed gergin ‘Neler oluyor?’ dedi. ‘Sistem?’ Sesindeki annesinin otoriter tonlamasını duymazdan geldi.
‘Düşük ısı yüzünden kameraları koruyan bölmeler çatlamıştır. Kameralar soğuğa maruz kaldılar. Dört monitör kullanım dışıdır.’
Sarius Nava gecelerinin, insanın kanını gerçek anlamda donduran ısısında kameraları kullanmalarına gerek olmadığı için özel koruma bölgelerinde saklı kalan kameralar zarar görmemişti. Ama bu gece…
‘Hadi Şooju inat etme. Hadi, hadi.’ Klang. Elbise, tüm direnişine rağmen robotun üstüne düştü. Saate baktı, elbisenin hayat destek sistemlerinin durmasına sadece elli beş saniye kalmıştı.
Makara sistemine maksimum süratle geri sarma komutu vererek kumanda odasından çıktı. Şooju’yu karşılaması gerekiyordu. Tesisin dar koridorlarından geçen buhar dolu borular, ısınmaya başlamıştı bile. Yüzüne belli belirsiz vuran ısıyı memnuniyetle karşıladı. Geçiş odasının kapısına vardığında, elindeki kumandanın ekranında otuz üç saniye gösteriyordu. Arka arkaya bağlı çift motorlu makara şikâyet eder gibi homurdanarak, robotu ve üzerindeki ağır yükü üsse doğru çekiyordu.
‘Sistem, hipotermiya için altıncı seviye alarm. Sağlık robotunu geçiş odasına gönder.’
Nareed’in sözleri elindeki kumandadan gelen uyarı ile yarıda kesildi. Makara sistemi durmuştu. Olabilecek en kötü şey; Şooju’nun yirmi saniye uzağındayken ölmesiydi. Kumandanın üzerindeki, makara sistemini çalıştıran düğmeye basmaya başladı. Bir taraftan küfür ederken, bir taraftan da delice düğmeye basıyordu.
On dört saniye, on üç, on iki…
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Karayiplerden Bir Korsan Öyküsü-2: Denizin Ru...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Araf (6.Bölüm)
Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.