Bir Finalin Tüm Özelliklerine Sahip – Venom: Son Dans

Bunu Paylaşın

Marvel‘in ideal kahraman dünyasının karşısında kalan ve daha yetişkin kitleleri hedef alan karakterlerinden olan Venom‘un son filmi Venom: The Last Dance / Venom: Son Dans, doğrusunu söylemek gerekirse Deadpool ve Blade‘i rahatlıkla aşan yer yer X-Men‘i de gölgede bırakan bir final yapıyor. Ama bir şartla… Şimdi spoiler uyarımızı yapalım ve fragmanı da izledikten sonra bu şartı açıklayalım.

Tom Hardy‘nin sadece aktör olarak değil, seslendirme sanatçısı ve senarist olarak da hizmet ettiği ve içselleştirdiği franchise, bu son filminde Venom evreninin süper kötüsü Knull’un (Andy Serkis) evreni yok etmesinin önüne geçmek için simbiyot ve insanların ortak mücadelesini kendisine konu olarak seçiyor.

Artık benim de dahil olduğum ve çoklu evrenlerden bıkan izleyiciye göz kırpan esprili sahne ile açılan filmin sinopsisi de konuyla bağlantılı olarak kısaca şöyle, Eddie Brock, Carnage ile yaptığı savaşta öldükten sonra Venom tarafından hayata döndürülünce bir codex/anahtar ortaya çıkar. Bu codex/anahtar evrenin antik çağlarında simbiyotlar tarafından hapsedilmiş -ve World of Warcraft hayranlarının Arthas‘a benzeteceği bir karakter dizaynı olan- Knull adlı varlığın tekrar özgürlüğüne kavuşma biletidir.

Eddie ve simbiyotunun birleştiği Venom formunda görünür olan bu codex/anahtar, Eddie, Knull’un avcı yaratıkları, 51.Bölge kapanmadan uzaylıları görmek isteyen hippi bir aile, dünyayı uzaylılardan korumaya kararlı bir general ve farklı geçmişlerden gelen farklı karakterlerdeki iki bilim insanının yolunu olabilecek en hüzünlü ve coşkulu şekilde birleştirecektir.

Venom, eğlenceli yapısına bu final filminin hüznünü başarıyla yedirmiş bir yapım. Özellikle Eddie’nin bezgin, yalnız ve kaybolmuşluğu ile simbiyotunun onu ayağa kaldıran canlılığı, birçok sahede izleyiciyi buruk bir mutlulukla gülümsetiyor.

Teknik anlamda Venom bir coşkunluk hissi vermek üzere tasarlanmış. Finaldeki avcı ve simbiyotlar savaşındaki adrenalin, hayalleri yıkılan hippi ailenin hayatlarını boşa harcamadıklarına dair sevinci ve karşılaştıkları şeyden dolayı aynı oranda üzüntüleri, vahşi bir at iken veya Abba‘nın Dancing Queen şarkısı ile dans eden Venom’un tüm bu hisleri yansıtışı taze bir coşku olarak yansımış beyazperdeye.

Bununla birlikte tüm bu coşkuya ayak uyduramayan bir karakter var; Eddie. Aslında simbiyotuna da karakter katan Eddie’nin ruhu hala kapalı ve hala yalnız. Bu hayal kırıklığına bulunan çözüm ise çivi çiviyi söker mantığı ile acı verici bir final oluyor; artık yalnız olan ve coşkuyu aramak zorunda olan Eddie Brock.

Peki yazımızın başlığında bahsettiğimiz ve filmin sınıf atlamasını sağlayacağını düşündüğümüz şart ne? Şart, Venom’un en azından bildiğimiz haliyle geri dönmemesi. Tercihen de hiç dönmemesi. Ama bu hikaye eğer ve aslında tamamen küskün ve melankolik dostumuz Eddie’yi tekrar hayata döndürmekle ilgili ise Dr.Teddy Paine (Juno Temple) ile aralarında kurulacak bir ilişkiye aksiyon kıyafeti giydirilerek bu yapılabilir. Ki filmin finali ve post credit sahnelerinde buna dair nüveler var.

Yine de hem bir arkadaş olarak, hem de bu çılgın roller coaster macerasında kendisine hissettirdiklerini hatırlayacağına dair Eddie’nin verdiği söz ile serinin sonlanabileceği de ciddi bir ihtimal. Bu biraz da gişeyle ilgili bir karar olacaktır.

Oyunculuklar açısından zaten şu ana kadar ismi geçen performanslara ek olarak hippi aile babası Martin rolünde Rhys Ifans ve Dr.Sadie rolünde Clark Backo‘nun rolleri ile özdeşleştiklerini söyleyebiliriz. Özellikle Backo’nun simbiyot sahnelerindeki coşkusu izlemeye değer.

Sonuç olarak Venom, içine büründüğü aksiyon formatı içinde aslında son derece hayata dair bir film ve konu edindiği şey de aslında bir kişinin tek bir kamerayla çekildiği bir sanat filmi kadar derin ve aynı zamanda sıradan.

Peki Venom’u eleştirirsek neler söyleyebiliriz? Venom bir zanaat eseri olarak sınıfının özelliklerini taşıyan ve daha fazlasını da vaad etmeyen bir film. Dolayısıyla kendi sınırları içinde oldukça başarılı bir iş. Hele ki gerçekten bitmişse. Ancak bu jenerasyonun dikkat süresinin kısalığından mı yoksa kadın yönetmenlerin aksiyon anlayışının temsili bir düzeyde olmasından mı bilemiyorum, -çünkü yapacağım bu eleştiriyi Güç Yüzükleri‘nin yönetmeni Charlotte Brandstörm için de yapmıştık- yönetmen Kelly Marcel‘in aksiyonunda, daha doğrusu çatışma sahnelerinin kurgusunda bir kesiklik ve hız var.

Formül şu şekilde işliyor; taraflar görünüyor, birbirleri ile karşılaştıkları sekansa atlanıyor, kazanacak taraf hamlesini yapıyor, kaybedecek taraf çatılmaya dahil olmuyor, çatışma bitiyor ve sonrasında çatışmanın böldüğü düşük tempolu ama ana senaryoya daha eklemli bir sahne ile sekans tamamlanıyor. Bir başka deyişle hikaye ile çatışma farklı düzeylerde ele alınıyor. Çatışma hikayenin bir parçası değil hikayeyi kesen bir anomali muamelesi görüyor. Bir örnekle açıklarsak, bir aşk filminde sevişme sahnesinden önceki öpüşme eylemi ve sahne sonrası mutlu masumiyetin aksiyon versiyonunu izliyoruz genel olarak.

Bununla birikte yazı içinde net olarak vurguladığımız gibi Venom bir 80’ler Stallone veya Schwarzenneger aksiyon filmi değil bu sebeple bu eleştiriyi detaylıca işlesek de filmin genel notuna etkisi çok da fazla değil. Venom bir karakter dramasının aksiyona yedirilmeyi başardığı gerçekten iyi bir film.

Materyalin çizgi roman evrenine dair iyi bir temsil olup olmadığı konusunda ise yorum yapacak durumda değilim. Eğer Venom’u okuyorsanız veya okumuşsanız beklentileriniz ve beğeniniz farklı düzeyde olabilir.

Yine de, materyalin özünden kaynaklanan kan ve şiddet sahneleri haricinde Venom bir aile filmi bile denilebilir. Bu da bizim incelemeyi sonlandıran kapanış esprimiz olsun. Farklı filmlerde görüşmek dileğiyle.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir