Büyük Bir Savaşın İçindeki Daha Büyük Bir Ailenin Hikayesi: Peçe

Bunu Paylaşın

Navaria ile Rhozgar arasındaki savaş on yıldır sürüyordu. Ama artık sona yaklaşılmıştı. Navaria, Rhozgar’ı adım adım geriletmiş, topraklarına girmiş ve şimdi de başkentine ulaşmıştı. Rhozgar için yenilgi kesin, bunun ilanının eli kulağındaydı…

Eski bir Rhozgar askeri olan Dang, ailesiyle sıkışıp kaldığı evinde artık bu manasızlaşan savaşın bitmesi için dua etmekteydi. Çünkü savaş oğlunu talep ediyordu, oğlu da savaşı… Şöyle diyordu çocuk babasına,

“Sizler de zamanında benim kadar kararlı olsaydınız benim şimdi savaşmam gerekmezdi. İstesen de istemesen de bu savaşa katılacağım, başkenti alamayacaklar, evimizi kirletemeyecekler.”

Bu yaralamıştı Dang’ı, ama belli etmedi. Zaten kolay kolay edemezdi de; yüzünü tamamen kaplayan siyah peçesi tüm mimiklerini ve bakışlarında yakalanabilecek düşünceleri saklıyordu. “Zearp!” dedi oğluna “Bu savaş çoktan bitti, başkent çoktan düştü ve evimiz çoktan kirletildi. Bir de senin kaybını tattırma bize, on üç yaşında kendini bana gömdürme!..”

“Ben ölmeye gitmiyorum, öldürmeye gidiyorum!”

“Tüm askerler gibi…”

“Sen bir korkaksın! Bu halde yaşamanın ne anlamı var ki?”

Bu sefer saklayamadı duygularını Dang. Zearp’ın üzerine yürüdü. Çocuk ne kaçtı, ne de kendini savundu. Öylece durdu. Dang da yakasına yapıştı oğlunun, ama karısı girdi aralarına. Kadın, oğluna, “Odana git!..” dedi müşfikçe. Oğlan gidince de, “Neden ona engel oluyorsun?” dedi kocasına, “Çocuk haklı, köle mi olacağız?”

“Sen hiç savaş alanı gördün mü?” diye sakince sordu Dang.

“Hayır. Ama havadan bombalanmak nedir gördüm, karşılık verememek nedir gördüm. Eğer savaşırsa, en azından karşılık verecek. Koyun gibi öldürülmeyi beklemeden, bir erkek gibi karşılık verebilecek…”

Dang bir şey söylemedi. Kadına arkasını döndü ve koltuğuna oturdu. Karısı da söylediklerinden pişman olmuştu; “Sen en azından…” Ama Dang eliyle dur işareti yaparak kadının sözünü kesti, “Gitmeyecek!” dedi, “Benden nefret etmekte özgür ama onu ben gömmeyeceğim…”

***

O gece Dang erken yatmıştı, bu sebeple sabah da erken kalktı. Şehrin kuzey ve batısından sürekli patlama sesleri geliyordu. Navaria uçakları şimdi de şehrin bu kesimlerini bombalıyor olmalıydılar. Şehir merkezinin bombalanması durmuştu çünkü…

Tecrübeli asker Dang’a göre, çatışmanın bitmesine yaklaşık üç gün vardı. Muhtemelen kuzeyden ve batıdan gelen askeri birlikler şehir merkezinde birleşecekler, sonrasında Rhozgar’ın teslim olmasını isteyeceklerdi. Eğer Rhozgar bunu reddederse, Dang ve ailesi için başka bir seçim şansı kalmayacaktı; onları doğudaki dağlık bölgeye götürecek ve orada başkente saldırmayan ama şehre giriş çıkışları kontrol eden Navaria güçlerine ailesiyle teslim olacaktı.

Henüz ailesinden kimseye açmadığı bu düşünceyle yatağından kalktı ve evinin salonuna geçti. Kimseyi uyandırmak istemiyordu. Camdan baktığında ellerinde silahlarıyla tek tük gençleri cephelere koştururken gördü. Bir süre izledi onları. Oğlunu cezbeden de bu manzara olmalıydı. Bu çocuklar da Zearp yaşlarındaydı.

Yalnız olduğu için peçesini alnının üstünden başına attı. Sonra koltuğuna oturup düşünmeye başladı; Zearp haklı mıydı? Gerçekten kararlı bir şekilde savaşmamışlar mıydı? Tam sekiz sene cephede kalmış, her tür çatışma ortamını görmüştü. Pusuya düşmüştü, pusu atmıştı, hava saldırısı görmüştü, zırhlılara karşı savaşmıştı, zırhlıların eşliğinde savaşmıştı, baskın yemişti, baskın vermişti… Gerçekten kazanabilirler miydi, suç onların mıydı, yoksa bu baştan beri kaybedilmiş bir dava mıydı? Bunları düşünerek bir saat kadar oturduktan sonra, karısının kalktığını duydu. Ve peçesini tekrar yüzüne indirdi. Bu peçe aslında onu rahatız ediyordu ama başka bir yol düşünemiyordu.

“Günaydın.” dedi salona giren karısı ona…

Karısının adı Beaura’ydı…

***

Beura, kahvaltı için evdeki son kalan bir avuç zeytini ve kurumuş ekmekleri masaya koyduktan sonra oğluna seslendi; “Zearp!.. hadi kalk artık oğlum…”

Beş dakika içinde üç kez seslenip cevap alamayınca da, “Uykucu şey, uyan bakim!” diyerek çocuğun odasına yollandı.

Döndüğünde, elinde bir kağıtla ağlıyordu, “Zearp gitmiş Dang.” dedi. Dang hızla koltuğundan doğruldu “Ne! Ne zaman?” diye sordu.

“Yazmıyor, sadece savaşa gittiğini yazmış. Bizi çok seviyormuş ama gitmek zorun…” Dang kağıdı hızla Beaura’nın elinden çekti ve yazanları okuyarak iki defa odayı turladı. Sonra da karısına dönüp öyle bir bağırdı ki peçesi neredeyse yüzünden uçacaktı. “SENİN YÜZÜNDEN!”

Beaura, “Ben, ben gitmesini istemedim. Ben göndermedim onu…” diyebildi ağlayarak.

“Ona cesaret verdin. Gerçek bir erkek olmasından, karşılık vermekten bahsettin. Evde oturan bu korkaktan başka bir şey olması için kulağına fısıldadın zehrini…”

“Yapmam, yapmadım. Ben yapmadım.” Beaura artık saçmalıyordu.

Dang yatak odasına gitti ve yüksek sesle eşyaları dağıtmaya başladı. Beaura, Dang’ın hırsla topak yapıp yere attığı notu, yerden alıp tekrar tekrar okudu. Dang geri geldiğinde, üzerinde eski savaş üniforması ve elinde tüfeği vardı. Hızla ve hışımla kadının üzerine yürüdü, kadın tepki verememişti, sadece yaşlı gözlerle ona baktı. Dang sakin çıkması için zorladığı sesiyle konuştu.

“Yarın akşama kadar dönmezsem öldüm demektir. O zaman kardeşine git ve biraz aklınız çalışıyorsa şehri doğudan kuşatan Navaria güçlerine teslim olun. Muhariplerin buraya ulaşmasını beklerseniz başınıza ne geleceğini biliyorsun…”

Sonra yine zoraki olarak elini karısının omzuna koydu, “Bari o zaman geldiğinde sözüme güven Beaura!” dedi. Ve… On sene öncesinde olduğu gibi sessizce evden çıktı…

***

Böyle bitmemeliydi hayır, bir tane bile Navaria’lı öldüremeden, bu şekilde yakalanmamalıydım. Şimdi aralarında konuşan ve beni infaz etmeye götüren üç tanesinin arasında olmamalıydım. Olmamalıydım ama oldum işte. Kendimi iyi hissetmiyorum, başım dönüyor, kusmak istiyorum, “Durun alçaklar!”

Ben kusarken aralarında gülüyorlar. Ben onlar için hiçbir şey değilim. Beni bu gece öldürecekler ve gömmeyecekler bile, şu bitmeyen yağmurun altında bir leş olacağım. Ama en azından babamın dileği yerine gelecek, beni gömemeyecek; beni bulamayacak ki gömsün…

Bunu itiraf etmek çok zor ama, çok korkuyorum. Daha on üç yaşındayım ben lanet olsun! Lanet olsun size, tüm Navaria’ya. Savaşı kazansanız da umarım üçünüz de sonunu görmezsiniz.

Bir evin duvarının dibinde durduk. İşte bu… Beni burada öldürecekler. Adamlardan bir tanesi bana bir gözbağı vermek istedi, reddettim. Omuz silkti. Sonra ellerimi bağladı. Olsun… Gözlerinize bakarak öleceğim, beni hayatınız boyunca hatırlayacaksınız. Ama dizlerim titriyor, aslında tüm vücudum titriyor, engel olamıyorum, ıslak bir köpek gibiyim. Bir korkak olarak öldüğümü düşünecekler.

Ne! Sadece biri mi öldürecek beni, idam mangası olmayacak mı? Bu kadar mı değersizim, bir çocuğum ben daha, bana onurlu bir ölümü bile mi çok görüyorsunuz? Diğer ikisi yağmura siper ettikleri elleriyle birbirlerinin sigaralarını yakıp tüttürürken karşımdaki bana nişan aldı. Bitiyor!..

Tanrım affet beni.

Ateş etti…

Hala yaşıyorum!.. Önümdeki askerin kafasından bir parça koptu ve devrildi. Diğer ikisine bakıyorum, onlar da arkadaşlarına bakıyor. Ben titriyorum, kaçamıyorum bile, neler oluyor? İşte sigara içenlerden biri daha yığıldı yere, yığılırken tok bir “hımph” sesi çıkartarak…

Üçüncüsü yere yattı ve ateşin geldiği yeri taramaya başladı. Kaçmalıyım, bacaklarıma hükmetmeliyim ama yapamıyorum. Üçüncü adam şarjörünü değiştirirken bana baktı. Şimdiye kadar kaçmalıydım… Silahını bana çevirdi, kendi dilinde bir şeyler söylüyor. Hayır! Beni o öldürecek. Ama o da ne? Ateşin geldiği yerin tam tersi yönden atılan bir kurşun sağ gözünden dışarı çıktı. Kurtuldum! birileri beni kurtardı…

Tanrım! Şükürler olsun sana.

Bu da nesi şimdi? Elinde keskin nişancı tüfeği olan bir Rhozgar askeri bu, ama ya yüzü? Hiç normal görünmüyor. Bu da nesi?! Çakan şimşekte görüyorum o yüzü; tamamen yanmış, yer yer kemikleri görünen irinli bir surat bu, ölümün ta kendisi…

Asker yaklaşıyor, bana doğru geliyor. Ne yapmalıyım, kaçmalı mıyım? Bu asker, bu canavar beni kurtardı ama ya ben sadece onun dördüncü avıysam?

Artık çok geç; çok hızlı… Neredeyse koşar adımlarla geliyor üzerime. Sadece bir adım geri atabildim korkuyla ve o… Durdu! Bir an elini yüzüne götürdü, sonra çekti elini. Aynı eliyle kafasının üzerinden bir örtü, bir peçe indirdi yüzüne. Sonra tekrar hızlandı, yanıma ulaştı. Ben kendimi ondan uzak tutmaya çalışırken yakamdan tuttu beni tek eliyle… Ben direnince tüfeğini bir tarafa fırlattı ve iki eliyle tuttu beni bu sefer. Direnemedim, o kadar güçlüydü ki… Beni tamamen kendine çekti ve sarıldı bana, o büyük gücüyle… O an, bu gücün düşmanca olmadığını sezdim belli belirsiz… “Zearp!..” dedi bana!

Bu canavar, bu Rhozgar askeri…

“Baba?!”

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir