Dönemlerin Sıradan Bir Görsel Temsilcisi mi, Yoksa Dönemlerin Ruhunu Üfleyen Büyülü Bir Rüzgar mı? Varoluşçuluktan Ruha, Aşktan Savaşa: Alex Proyas

Bunu Paylaşın

Bugün beyazperde kategorimizde, özellikle seksenli yılların sonundan yeni milenyumun başına kadar ana akım sinemanın hem özel hem de butik temsilcisi Alex Proyas‘ı konuk edeceğiz; bir kuşağın kafa karıştıran dahisini…

Proyas, 1963’de Mısır’ın İskenderiye şehrinde dünyaya geldi. Babası Yunan asıllı bir Mısırlı, annesi ise Kıbrıslı bir Rum’du. Aile belki de, hem Mısır’ı hem de ataları Büyük İskender/Alexandros Megas‘ın kurduğu İskenderiye/Alexandria şehrini aynı anda anmak istedikleri için oğullarına Alexander ismini koymuşlardı. Çift, oğulları üç yaşındayken Avustralya’ya göç edince, Proyas’ın ingilizce ve dolayısıyla dünya çağında sanat günleri bir nevi başlamış oldu.

On yedi yaşındayken, Avustralya Film Televizyon Ve Radyo Akademisi’ne giren Proyas, okuldan sonra klip ve reklam yönetmenliğine yöneldi ve dönemin bir çok önemli müzik figürü markası için çekimler yaptı. Müzik figürleri içinde INXS, Sting, Alphaville ve Crowded House‘u sayabiliriz.

Peki, daha ziyade ticari çalışmalar olan bu işlerde Proyas’ın vaad ettikleri nelerdi? O dönemi yaşamayanlar için anlatması zor olsa da, ülkemizin batıya bir şekilde erişimi olan kitlelerinin bile aşina olduğu bir başka deyişle özellikle Anglo-Sakson etkisinin Amerikan dağıtım kanalı ile dünyaya yansıttığı herşeyi temsil eden işlerdi. Aslında bir klip daha açıklayıcı olabiilir.

Ya da bir seri resim…

1980’lerin efsane erkek parfümleri; o dönemde bu markalar ve ikonik şişeleri sadece kimyasal bir karışım değil bir karakter ve statü ayracıydı.

Daha ileri gidersek ve biraz da özelleştirirsek, saçma da olsa Mel Gibson’da ifadesini bulan -Mad Max, Gelibolu, Bounty-o Anglo-Sakson menşeli Amerikan dağıtım kanalı ürünü bir çağı yansıtır Proyas.

Bununla birlikte Proyas, 1989’da ilk uzun metrajlı filmi olan post-apokaliptik Spirits of the Air, Gremlins of the Clouds ile izleyicilerin karşısına çıkınca, birçok ödül kazanmakla kalmaz, aynı zamanda tek kaygısının ticari bazlı olmadığını da ispatlar. Özellikle yazımız açısından bakarsak, yine görsel olarak döneminden ve Avustralya çöllerinden -bir noktada da Mad Max filminden- esinlenilmiştir. Ancak bu bağımsız film ve yönetmen, zamanın ruhunu görsel olarak yansıtmayı zaten başardığı o bahse konu “ruhu” hissedebildiğine dair de işretler verir.

Ancak yönetmenin dünya çapında üne kavuşması, 90’lı yılların karanlık ve emo ruhunu yansıtan ve film noir‘in efsanelerinden olan 1994 yapımı The Crow/Ölümsüz Aşk ile olur. Yine karanlık bir gelecekte, nişanlısının ve kendisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan bir saldırı sonrasında bir karga vasıtasıyla hayata dönen ölümsüz intikamcının -Eric (Brandon Lee)- hem intikamını alması hem de uzantısı olan suç imparatorluğunu yıkmasını anlatan çizgi roman uyarlaması film o kadar başarılı oldu ki, hemen bir kült haline geldi. Filmin kült haline gelmesinde etkili olan ana olay ise büyük bir trajediydi. Brandon Lee çekimler sırasında boş olması gereken bir silahla vuruldu ve hayatını kaybetti. Bu acı olaydan sonrasında anması bile abes olmakla birlikte, filmin ana kadın kahramanı da Yunan asıllı bir Kanadalı olan Sofia Shinas’tır. Proyas daha sonra Mısır’a dönecektir, daha önce de hemşericilik yapmış olması muhtemeldir.

Crow’un kült yapısı ve karanlık 90’lar atmosferinden bahsetmişken, filmin sadece görsel olarak bir dönem temsili olmadığına bizi inandıran bir yönünden bahsetmekte fayda var. Evet kahraman intikamını aldığı katillerin kanıyla veya onları yaktığı aracın yakıtıyla bir karga çizerek, 90’lı yıllar heavy metal kliplerine benzeyen ambianslar yaşatmaktadır. Ancak asıl konsept, kahramanın kargasını dolayısıyla ölümsüzlüğünü ve güçlerini kaybettikten sonra, aşkını ve hayatını kaybetmesini bir başka deyişle salt ölümü düşmanı Top Dollar’a/Michael Wincott tattırmasıydı. Bu hisse dayanamayan düşman bir şiddete maruz kalmaksızın yenilmişti.

Bir de aşk vardır tabi… Proyas için, ruh ve aşk önemli görünmektedir.

Yıllar sonra The Crow’un neden devam filmi çekilmediğine dair kendisine sorulan soruya -bu arada bir çizgi film uyarlaması olarak daha düşük çaplı devam filmleri vardır materyalin- Proyas’ın “O film Brandon’un destanıdır” özetindeki cevabı, bize göre kendisini 1998’deki ikinci baş yapıtını çekmeye zorlar; yönetmenliğine ek olarak yapımcılığını ve senaristliğini de üstlendiği Dark City/Gizemli Şehir‘e…

Film, hiçbir zaman gündüz olmayan ve kimsenin gündüzü hatırlamadığı ancak gece gündüzün devam ettiğini düşünen insanların yaşadığı bir şehirde, gizemli güçler edinen bir adamın; John Murdoch (Rufus Sewell) önce farkındalığa ulaşmasını sonra da savaşmaya başlamasını anlatır. John’un farkındalığa varması, eşi olduğunu bildiği ancak kanıtlayamadığı Emma (Jennifer Connelly) sayesinde bir başka deyişle yine aşkı sayesinde olur. Tıpkı The Crow’daki gibi, aşkının kaybını kabullenmeyen bir ruhun özel güçlerle donanmasını anlatan bu film muhtemelen Proyas için kendi kapasitesini aslında kendisine kanıtladığı bir yapımdır. Ayrıca bu filme yönetmen John Hurt ve Kiefer Sutherland gibi kalbur üstü isimlerle de çalışır. Burada ilgi çekici bir not olarak oyuncu kısmetinden de bahsetmek faydalı olabilir. Edward Norton ile Sam Rockwell, Owen Wilson ile Matthew McConaughey arasında yaşanan “ün” halef selef ilişkisi Rufus Sewell ve Joaquin Phoenix arasında da yaşanmış görünmektedir.

Proyas’ın bir sonraki filmi 2004 yılı yapımı I, Robot‘tur. Isaac Asimov‘un kült eserinden uyarlanan ve başrolünde Will Smith’in boy gösterdiği film, özellikle yazımızın içeriği açısından kafa karıştırıcıdır. Bir yanda ününün zirvesinde olup, bilim kurgu ve noir eserleri ile bu ünü yapan yönetmenin bir başka bilim kurgu efsanesini büyük bütçe ile ele alması gibi açıkça görünen bir Hollywood konsepti vardır. Bir yanda ise robotların ruhuna dair Alex Proyas’ın her zaman ilgilendiği bir konuyla da yönetmenin sanatsal duruşu hissedilmektedir. Sonuç olarak, teknik anlamda eli yüzü düzgün bir iş çıkar ortaya. Ancak hem entelektüel kitleler için yazılmış bir efsanenin daha orta düzey kitleler için modifiye edilen bir versiyonu olduğu için hem de yönetmenin bağımsız duruşunun sınırlarını göstermesi açısından, orta üstü bir film olarak tanımlanır yapım.

Aslında öyle görünmektedir ki, hem bu projeyi reddetmek, hem de bu projeyi kendi karakteristiği içinde bir külte çevirmek yönetmen için mümkün değildir. Proyas rekabetçi bir kişiliktir ve bu yapımın altından kalkmak isteyecektir. Ancak çok büyük bütçeli bir filmin bu maliyeti kaldırmak için kitlelere ulaşması gerekir. Ve iyi kitaplar iyi filmler olamazlar. Bunun için çok derin ve çok kendilerine yeter durumdadırlar. David Lynch‘in Dune ve Stanley Kubrick‘in Spartacus maceraları bu konuda özellikle yardımcı olabilecek örneklerdir.

Belki de sadece bu yüzden, yani paradoksal olarak kaderi belli olduğundan ya da bir başka deyişle yapabileceğine yaptığına inandıktan sonra Proyas bir üretim durdurma dönemine girer. Beş yıl sonra iddiasız ve öylesine ama eli yüzü düzgün bir film olan Nicholas Cage‘li Knowing/Kehanet‘i çeker. Film yine döneminin teknik özelliklerini aynen taşır ve Proyas’ın pek göstermediği ancak aslında son derece de önemsediği özel efektlere dair iyi bir sınav olur.

2016 yılında, bu sefer de Knowing’den yedi yıl sonra Proyas, teknik yeterliliğini, köklerini ve bir noktada geek kültürüne bağlılığını taçlandırmak istercesine dev bir prjeye soyunur; Gods Of Egypt/Mısır Tanrıları… Film, Nikolaj Coster-Waldau, Gerard Butler, Rufus Sewell ve merhum Chadwick Boseman gibi dönem itibariyle A sınıfı etrafında dolaşan aktörlere ek olarak B’den A’ya çıkma şansı olan birkaç da çok güzel aktrisin ve çok ciddi bir özel efekt çalışmasının sonucu olarak 140 milyon dolarlık bir bütçeyle çevrilir ve 155 milyon dolar kadar da brüt kazanca erişir. Bu, büyük bir zarar demektir… Belki Proyas’tan beklenmediği için, belki aşırı plastik görünümünden dolayı belki de tamamen görsel bir deneyim olması sebebiyle, film bir faiysko olur sonuç olarak. Her ne kadar Proyas eleştirmenlere çok yüklense de filmin kaderi çizilmiştir.

Bu ele aldığımız son filmden sonra ve yönetmenin eleştirmenlere yüklenmesinden hareketle Proyas’ın bazı açılardan “bitirmiş de kalmış” bazı açılardan ise Matrix‘in, Dark City’den ilham aldığını söyleyecek kadar ben merkezci olduğunu söylemek gerekir. Esasen The Matrix konusunda, özellikle set çalışanları, test izleyicisi ve yapımcıları içeren mantıklı bir açıklaması olsa da, her iki eserin de aslında bir çok kaynaktan beslendiğini kendisi de belirtse de ve benzerliği görsel öğelerle sınırlı tutmak istese de, hem filmlerin paradoksal bir biçimde içerik olarak da birbirine benzemesi hem de Matrix karakterlerinin uzun deri pardösülerinin de The Crow’dan esinlenmesi gibi dip notları ile ciddi ciddi kendisine inandığını söylememizde fayda görüyoruz. Aslında tam olarak kafa karıştırıcı husus şudur. Alex Proyas, bu filmler benzese de ve hatta Proyas’tan ilham alsalar da, bizce yönetmen böyle bir iddiada bulunacak sıradan bir yönetmen değil gerçek bir sanatçıdır. Ya da belki de değildir…

Buradan, yazımızın başlığının sorusuna veya konusuna gelelim; zamanın ruhundan beslenen bir zanaatkarla mı, yoksa zamanın ruhunu üfleyen bir sanatçı ile mi karşı karşıyayız? Bu sorunun cevabı elbette subjektif olmakla birlikte, hem bizim gençliğimizdeki kült statüsü, hem işlediği konular ve yine paradoksal olarak Mısır Tanrıları’nın felaket kaderi sebebiyle Proyas’ın gerçek bir sanatçı olduğunu ve bu olguyu kanıtlayan bir performansla perdeyi kapatacağını düşünüyoruz. Çünkü yönetmen New Country adında nihai gerçeklik ve paralel evrenlerle ilgili bir film yapmanın hazırlığında. Bu iki tema özellikle ruha inancı olan Proyas’ın kendi meselesine bir kez daha döndüğünü gösteriyor. Hatta geçtiğimiz yıl filmin en azından fikirsel öncülü olan ve pek çok ödül kazanan Strange Nostalgia adlı bir deneysel kısa film de yaptı. Bu proje hayata geçer ya da geçmez bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz, eli tekrar rahatlamış yönetmenin bağımsız sanat icra etme isteğinin üst düzeyde olduğu…

Yeni dosyalarda görüşmek dileğiyle, esen kalın…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir