Fantastik Bir Dizi Öykü – Kutsal Bilge Bölüm 3

Bunu Paylaşın

Her zaman ki yağmurlu ve kapalı havalardan birinde tırını kenara park etti. Bara girene kadar geçen sürede fırtınanın etkisiyle havalanan eski, deri ceketine inat purosunu içmeye de yürümeye de devam etti. Hemen barda yalnız takılan adamlardan birinin yanına gitti. Bira istedi. Kafaya dikerken yanındaki adamı pis pis süzdü. Adam rahatsız olmuştu. Yandaki iskemleye geçti. O da yanına gitti. Pes etmeye niyeti yoktu. Bunun üzerine diğer adam ürkek ürkek bir şeyler söylemeye hazırlanırcasına boğazını temizledi ve deri ceketli adama dönerek ağzını açtı fakat adamın yüzündeki ifadeden, berbat bakışlarından korkmuş olmalıydı ki onunla konuşmak yerine barmene dönüp “Bi’ bira daha alabilir miyim?” dedi.

Barmen birkaç seri hareketten sonra önüne birayı koymadı da sanki fırlattı. Yüzüne bile bakmamıştı. Deri ceketli adam mayışmış, asık bir suratla “Yalnız mısın?” diye sordu. Adam gerilmişti. Önündeki biraya bakarak iç geçirdi. “Bu seni ilgilendirir mi?” dedi. “Top musun?” diye sordu deri ceketli adam bu defa. Yok artık diye geçirdi içinden adam, bu nasıl bir cüretti böyle. Öfkeyle deri ceketli adama dönerek “Koskoca adamsın ama i.nelik peşindesin öyle mi? İyi madem öyle olsun. Ama ben normal bir adamım,” dedi. Birkaç saniye öylece birbirlerine baktılar. Deri ceketli adam iyice yüzünü astı. Diğer adam bu işin sonunun iyi bitmeyeceğinden şüphelenmeye başladı. Deri ceketli adam aniden şiddetle kahkaha attı,

“Merhaba, ben denetmen!” dedi ve tokalaşmak için elini uzattı. Diğer adam denetmenin havada duran eline bir müddet ne yapacağını bilemeden baktı. Donup kalmıştı. Denetmen “Hadi ama akıllı adamlar ele değil, nereyi gösterdiğine bakar,” dedi. Diğer adam daha fazla dayanamadı ve denetmenle sert bir şekilde tokalaştıktan sonra “Elin gösterdiği yer b.k çukuru da mı olsa?” diye sordu. Denetmen “Gerçeklerden kaçmak gibi bir adetin mi var?” dedi. Adam “Sen kimsin ya?” diye çıkıştı tiz bir sesle.
“Ağır ol, adetli olduğunu ifşa etmem mi canını sıktı yoksa?” diye sordu denetmen. Adam ağzı açık bir şekilde kalakaldı. Tam bir sürü şey söylemeye hazırlanıyordu ki o da dayanamayıp kahkahayı bastı. Stres boşalması gibi bir şeydi bu. Biraz rahatlamıştı gerçekten de. Derin bir nefes aldıktan sonra “Bak adamım, sahiden kimsin sen? Olayın nedir? Tanımadığın biriyle bu kadar laubali olmaman gerektiğini biliyor olmalısın, değil mi?” diye sordu gülen bir yüzle. Denetmen kötü bir sürpriz yapar gibi aniden yüzünü tekrar astı. “Kendince kontrolü ele aldığını mı sanıyorsun?” dedi.

Adamın sırıtışı yüzünde donmuştu. Bu kadar ani gelişen duygu dalgalanmalarını daha fazla kaldırabilecek gibi hissetmiyordu kendini. Denetmenle uğraşabilecek güçten de yoksun olduğunu düşünüyordu. Cebinden titreyen elleriyle çıkardığı kağıt paralardan birini cilalı ahşabın üstüne bıraktı. Robot gibi duygusuz ve durmaksızın çalışan barmen hızla kağıt parayı alıp yerine bir miktar metal para bırakarak rutinine devam etti. Adam metal parçalarını cebine sokarak uzaklaştı. Bunun üzerine denetmen de oradan ayrılıp aheste aheste iç kısımlardaki cam kenarı bir masaya yöneldi. Elbette adamın arkasından seslenmeyi de ihmal etmedi. “Bir daha kirpi kafanla dolanma ortalarda, tam bir i.neye benziyorsun. G.tümün i.nesi, bi’ de adam diye dolanıyor. Yalnızca i.ne olsa neyse, aynı zamanda o.uruktan halüsinasyonlar gören bir kaçık!!” diyerek kocaman bir kahkaha patlattı.

Bu söylenenleri herkes duymuştu. Adam utancından yerin dibine girerek barı hızla terk etti. Denetmen cam kenarındaki masada oturan çifte dik dik baktı. Çift, kendi arzularıyla olmuş gibi oradan kalktı ve bir yandaki masaya oturdu. Hararetli konuşmalarına ara vermeye bile gerek görmemişlerdi. Denetmen konuşmalarına kulak misafiri oldu. “Annem de beğenmedi o kızı,” dedi erkek. “Yaaa evet, kız bi’ acayip, ukala bir şey. Her şeyi ben bilirim havalarında dolanıyor ortalarda. Bi’ de çocuğu da olmuş ya, hiç çekilmiyor.
Ay sanki doğurmuş da bana mı doğurmuş? Kocası da ne anlıyorsa ondan,” dedi kadın. Erkek coşkuyla içkisine yüklenirken “Kocası da mal onun kızım, konuşmasını duymadın mı hiç? Övü övü, öööö övü!!!” dedi ve kahkaha attı.

Denetmen camın ardından yıldızlara baktı. Fakat içeriden cama vuran görüntüleri de ister istemez görüyordu. Barın kapısı açıldı ve içeri biri girdi. Islanmış, boynu içeri göçmüş, öfkeli ve şaşkın bir yüzle kapının önünde dikilen kirpi kafalı adamı gördü. Gözleri birini arar gibiydi. Belli ki az önce denetmenle aralarında geçen diyalogla ilgili kafasına takılan bir şeyler vardı. Denetmeni görünce hızla yanına gitti. Masanın başında biraz dikildikten sonra denetmenin karşısındaki boş sandalyeye oturdu ve,

“Eeee, tuhaf gelecek ama, nasıl desem, sen nasıl oldu da şu halüsi…” diye söze başlamıştı ki denetmen yavaşça işaret parmağını ağzına götürerek sus işareti yaptı. Adam bir an kafa karışıklığıyla sağa sola baktı. “Ne, ne var? Yanlış bir şey mi söyledim? Bu konuyla ilgili ulu orta konuşamıyor muyuz yani? Sanki az önce çığlık çığlığa tüm ülkeye ben duyurdum ya!” dedi. Denetmen sinirli bir yüzle ona yaklaşarak “Hayır g.t kafa, yalnızca arkandaki masada konuşulanları duymaya çalışıyorum. Barın gürültüsü zaten yeterince büyük bir sıkıntıyken bir de senin sesinle uğraşmak zorunda bırakma beni,” dedi. Adam ağzı bir karış açık bir halde denetmene bakakaldı, “Biliyor musun? Bir arkadaşım bana yaşadığımız hayatın ölülerin düşleri olduğunu söylemişti,” dedi. Denetmen söylediklerinin anlamını bilmeyip, ezbere konuşan birine bakar gibi alaycı bir ifadeyle “Şimdi de filozof mu oldun?” dedi. “Senin yüzünden kızın son söylediği cümleyi kaçırdım işte. Ayrıca ölülerin hayallerine bakılırsa yaşadıkları onlara hiçbir şey öğretmemiş olmalı. Baksana dünyan b.k içinde yüzüyor.”
Adam “Dünyamız demek istedin sanırım,” diye düzeltti.

Denetmen kısa bir an dikkatlice adamın yüzüne bakarak “Bir arkadaşım son yemeğinde ağaç kökü ile ıstakoz gözü yemek istemişti. Görüyorsun ya tuhaf arkadaşlar yalnızca sende yok,” dedi. Adam ağzını açtı fakat ne söyleyeceğini bilemedi, üzgün ve bitkin gözlerle cama bakarak konuştu, “Bak adamım, söylediklerin deli saçması olduğu için alay ettiğinin farkındayım. Yani beni adam yerine koymuyorsun. Bu umurumda bile değil. Sonuçta birbirimizi tanımıyoruz. Hiç tanımadığın birine bu kadar pervasızca yaklaşman, tüm o hakaretleri edecek hakkı kendinde bulman falan… bunları affedebilirim. Ya da affetmeyebilirim de. Bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan şu söylediğin tek bir cümle. Hani halüsin…”
Denetmen tekrar adamın sözünü keserek “Deli saçması mı? Bunu senin gibi bir çatlak mı söylüyor?” dedi. Adama yaklaşarak “Ne yani senin her söylediğin doğru muydu? Homofobik misin sen yani? Çünkü top musun diye sorduğumda normal biri olduğunu söylemiştin, bu durumda onların anormal olduğunu iddia etmiş oluyorsun,” dedi. Adam kızgın ve heyecanlı bir şekilde aslında öyle demek istemediğini anlatmaya çalıştı. Denetmen yine adamın konuşmasının ortasında araya girerek büyük bir ciddiyetle “Şuraya yazıyorum bu adam kızı aldatıyor, hem de deminden beri çekiştirip durdukları kadınla. Hatta seninle iddiasına varım, korkak bir deli değilsen tabii,” dedi.

Adam denetmene kızgın bir yüzle baktı ve ellerini havaya kaldırarak, “Pes ediyorum, tamam. Söylediklerine katıldığımdan değil ama konuşmanın da anlamı yok belli ki. Ayrıca politik doğruculuk yapmaya en uygunsuz kişisin, onun için bana küçümseyerek bakma. Ben yalnızca şu halüs…” dedi ve bir müddet sessiz kalarak sözünün kesilmesini bekledi. Fakat onun yerine kendisini dikkatle dinlemeye hazır bir çift gözle karşı karşıya kaldı. Denetmen dirseklerini masaya koymuş dikkatle adamı inceliyordu. “Devam et, yan masadakiler az önce gittiler, sen hararetli hararetli bir şeyler zırvaladığından bundan haberin yok tabii. Sanırım sözünün kesilmesinden korktuğundan lafın ortasında sustun. İşte bu öğrenilmiş çaresizliğe iyi bir örnek adamım,” dedi. Adam ellerinin havada kaldığını fark ederek masaya indirdi ve olabildiğince sakin ve tane tane “Halüsinasyonlar dedin… bunu nereden biliyorsun? Yani salladın da tuttu mu yoksa bir şey mi biliyorsun? Yani eğer öyleyse… bir şeyler biliyorsan bu gerçekten de ilginç olurdu,” dedi. Heyecanla kendisini denetmen diye tanıtan adama baktı. Kaba suratlı ama oldukça karizmatik bir adamdı denetmen. Ayrıca dev gibiydi. Keskin bakışları vardı.

Adam onun ağzından çıkacak sözleri beklerken heyecandan yerinde duramıyordu. Bir yandan da denetmenin yine saçmalama ihtimalini düşündükçe sinirleniyordu. Fakat denetmen bu defa konuşacak gibi duruyordu. Yalnızca konuşmayacak ve şu halüsinasyon mevzusuna da değinecekti. Adam nedense denetmenin bir büyü etkisiyle bunu yapmaya razı olduğunu varsayarak durumun bozulmaması adına diken üstündeydi. Nefesini dahi yavaş yavaş alıp veriyordu. Çevresindeki canlılık ağırlaşmıştı. Zaman da öyle. “Halüsinasyonlar görüyorsun demek?” dedi denetmen.
“Bunu sen iddia ettin,” dedi adam. Denetmen bu defa lafı dolandırmaya gerek görmedi. Belli ki bu oyundan o da sıkılmıştı. “Senin şu meseleyi çözmek için danışmamız gereken birileri var,” dedi. O ana dek çalan bebop müzik yerini rap müziğe bıraktı. Önden de güçlü bir bas vererek dinleyiciyi varlığından haberdar etti. Denetmen cebinden bir puro çıkardı. Başını sağa doğru eğip yakarken kirpi kafa “İçeride sigara içmek yasak,” dedi. Aslında bununla ilgilendiği yoktu. Fakat çok gergindi ve bu duruma anlam veremiyordu. Stresini azaltmak istiyordu yalnızca. Denetmen hafif eğik başını yukarı kaldırmadan yalnızca gözlerini adama sinsi bir sırıtışla dikti, “Puro bu,” dedi. “Yasak sayılmaz yani. Hatta bara girerken de elimde bir tane vardı ve hiç sorun yaşamadım.”

Birkaç saniye sonra tepelerinde bir garson belirdi. “Sizden gitmenizi istiyorum. İnsanları oturduğu masalardan kaldırdığınız yetmiyormuş gibi şimdi de tütün mamullerini kapalı alanda içme suçu işliyorsunuz. Bunun cezası var,” dedi. Denetmen garson kıza bir aptala bakar gibi baktı. Başını cama dayadı ve purosundan aldığı bir nefesi kızın yüzüne üfleyerek “Ve Universe Cafe ne zamandan beri mamul kullanımını yasaklıyor?” dedi. Kirpi kafa içinden ‘Hadi adamım, kalksak iyi olur, sorun çıkarmaya gerek yok,’ diye geçirdi. Denetmen aniden kafasını ona doğru çevirerek “Hadi adamım, kalksak iyi olur, sorun çıkarmaya gerek yok,” dedi. Adam şaşkın gözlerle denetmene baktı. Denetmen göz kırparak başını oynattı, adamın neden şaşırdığını merak etmişti. Adam zihninin okunmuş olma ihtimalini gerçekçi bulmayarak bu düşünceyi başından savmayı başardı. Tamamen bir tesadüf olduğuna kanaat getirmişti sonunda. Fakat sonra ikinci bir şaşkınlık daha yaşadı. “Buranın adı Multiverse Cafe değil miydi?” diye sordu. İçinden burada neler oluyor diye geçiriyordu. Denetmen, “Sen sarhoşsun, aklın karıştı sanırım. En iyisi gidelim artık,” dedi ve kalktılar.
Barın dışına çıktıklarında adam temiz havayı içine çekerken arkasını döndü ve mekanın ışıklı dev tabelasına baktı. Gerçekten de Universe Cafe yazıyordu. Fakat adının Multiverse Cafe olduğundan o kadar emindi ki bu sarhoşlukla açıklanabilecek bir durum değildi onun için. Barda çalan müzik, boğuk bir bas sesiyle dışarı taşıyordu. Kurtulmaya çalışan bir mahkum gibiydi ve henüz yalnızca elbiseleri bunu başarabilmişti. Yemek artıklarına da benzetilebilirdi. Barın camlarından dışarı vuran turuncu ışık da içeride bir yangın çıktığı izlenimi veriyordu. “Vahşi bir köpek gözlerinden alev saçarak hırlıyor, kulübesinde çok huzursuz,” diye sayıkladı adam. Sonra aniden kulak tırmalayıcı, şiddetli bir korna sesiyle irkildi. Hızla arkasını döndü ve farlarından ışık saçan tırı gördü. Denetmen tırın içinde onu beklemekten sıkılmış gibiydi. Küçük ayaklarıyla seri adımlar atarak tıra doğru yürüdü. Açık kapıdan denetmene seslendi, “Ne yani bir tırın mı var? Tır şoförü müsün sen?”
“Atla,” dedi denetmen. “Hey, düşündüm de bu iyi bir fikir değil sanırım. Gelmesem daha iyi olur. Ben zaten gideceğimiz yerin yürüme mesafesinde olduğunu sanmıştım,” diye yanıtladı adam. “Senin adın ne bu arada?” diye sordu denetmen. “Felix,” dedi adam. “Bak Felix, yıldızın parladığı anlarda çok da naz yapmamak gerek. Hayat öyle senin düşündüğün gibi mükemmel bir yaşam amacı için burada bulunduğun ve de ölmeden önce er ya da geç o amacı gerçekleştirebileceğin bir şey değil. Şimdi açlıktan ve son nefesine dek işkenceden başka bir şey bilmeden yaşayıp ölen insanları hatırla ve bin şu tıra,” dedi denetmen. “Haa, yok eğer ayağın tırın basamağına ulaşmıyor diye bekletiyorsan bilemem tabii.”
Felix birkaç saniye düşünceli ve heyecanlı bir halde öylece durdu. Tırın yavaş yavaş hareket etmeye başladığını fark edince de koşarak yetişti ona. Hiç düşünmeden içeri daldı. Koltuğa yaslanınca rahatlamıştı. Az kalsın kaybetmek üzere olduğu değerli bir eşyasını bulmuş gibiydi.

Ağzında puroyla “Mandela etkisi,” dedi denetmen. Tır anayola girmişti. “Bildiğinden çok emin olduğun şeylerin bir anda farklı olduğunu fark etmen, asla ispatlayamazsın, hiç olmamışçasına,” dedi ve sırıtarak Felix’e döndü. “Bir zamanlar Multiverse Cafe’ydi ama artık Universe. Bunun böyle olmadığını söyleyecek senin gibi çok insan olacak. Ancak ondan çok daha fazlası da yanıldığınızı iddia edecek ve konu da bir süre sonra kapanacak. Hep öyle olur,” dedi. Yola bakarak “Ayağının altında duran Magnum’u bana uzatır mısın?” diye devam etti. Felix komutları yerine getiren bir makine gibi eğildi ve elleri ayağının dibinde duran silahı buldu. “Bunun burada ne işi var adamım?” diye sordu. Denetmen purosunu camdan dışarı fırlattı. Felix yüzüne gelmemesi için koltuğa gömülürken denetmen Magnum’u elinden alarak “Orada çünkü birazdan namlusu g.tüne girecek ve patladığında iç organların parçalanarak öleceksin,” dedi. Felix o an ilk kez heyecandan tamamen arındı. Yerini salt korku almıştı. Konuşamadı, yalnızca mide bulantısının eşlik ettiği derin nefes alışverişleriyle yanıtladı onu. Denetmen öfkeli bir yüzle devam etti. “Mandela etkisi yaşarsın, gerçekleşen, hatta akışa yön veren rüyalar ve halüsinasyonlar görürsün, her türlü lanet olasıca pisliğin altından sen ve senin gibiler çıkar. Hiç durmazsınız değil mi? Eskiden böyle şeyler olmazdı. Artık indigo çocuklar, kristal bebekler derken her şeyin tadı kaçtı. Yeni neslin nesi var böyle?” dedi yüzünü ekşiterek Felix’e bakarken. Felix kalbi durmak üzere olan bir tavşan gibiydi.

Denetmen tırı durdurdu. “Yol kenarındaki toprak alanı görüyor musun?” diye sordu. “Orada zaman durur. Elektronik cihazlar durur. Mekanik aksamlarla sorun yaşarsın. Aracın geri geri gitmeye başlar. UFO’ların saldırısına uğrarsın. İşte o bölge boyutlar arası geçişin yapıldığı yerlerden biridir. Ben de izinsiz geçişleri engelleyen bir denetmenim. Her nasıl oluyorsa o aptal halüsinasyonların bu geçişlerin dengesini bozuyor. Üstelik bunda yalnız da değilsin. Senin gibi sürüyle b.k torbası türedi. Geçiş transferleri kontrolsüz yapılamaz. Yapılabilir ancak buna izin verilmez. Bu saklıdır, sırdır bu. Kontrol edilmezse gri adamlar, sıska adamlar, cüceler birbirine karışır. Herkes kendi boyutunda kalmalı. Birbirlerine karışırlarsa bu kaosa sebep olur. Biz kaos sevenlerden değiliz. Şimdi seni bu arazide öldürüp, cesedini patronlara götüreceğim. Diğer boyutlardan birine, yani aslında olduğun yere gideceksin. Sen buraya ait değilsin ve bundan haberin bile yok. Oraya sızan kaçakları da buraya getireceğim. Canlı da geçiş yaptırabilirim ama size güvenemem, yaptığınız bunca pislikten sonra bu olmaz. Hem patronlarım böyle istiyor. Sistem böyle işliyor. Bunu anlamayan herkesin bilmesi gerekli. Adad ve Asum bile kurallara uymuyor gibi artık, anlıyor musun? Size neler oldu böyle? Ne zaman bu kadar saygısızlaştınız?”
Felix ağzı açık ve gözü yaşlı bir şekilde denetmeni dinliyordu. Denetmen Magnum’un ucuyla Felix’e tırdan inmesini işaret etti. Bir yandan da cebinden çıkardığı telefonunu kurcalıyordu. “’Eric Prydz’ sever misin?” dedi. Felix’in yanıtlaması için sormamıştı bunu. “Dışarıda biraz yürüyeceğiz, ‘The End’ adlı parçasını seviyorum. Bu duruma da uygun hem, anlarsın ya. Gece, ıssız arazi, Magnum, ölüm…” dedi sırıtarak.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir