Sekizinci Bölüm- Aşıklar
“Günaydın hayatım.” dedi Amelia, Mira’ya arkadan sarılmış halde onun yanağından öptü. Mira arkasına dönüp onu dudaklarından öptü ve “Sana da günaydın bebeğim.” diyerek yataktan kalktı. “Bugün çıkıyor muyuz buradan?” diye sordu. Amelia telefonuna baktı, Mosley’in mesajını gördü ve “Belgelerimiz hazır, bu yüzden şimdi hazırlanıp çıkalım.” dedi, “Bugün çıksak oraya varmamız birkaç günümüzü alır. O süreçte Mustafa’nın yarattığı karmaşadan ancak yararlanırız.” Mira ona katıldığını ifade edercesine başını salladı, gülümsedi ve kendisinin ve Amelia’nın eşyalarını toparlamaya başladı. Eşyalarını toparlarken, “Dün uzun süredir hissetmediğim bir şekilde gücümü duyumsadım.” dedi Amelia’ya, “Sanki bir düğmeye basılmış gibiydi.” Amelia sevinmişti, fakat merak edip sordu, “Neden ilk geldiğimiz zamanlarda bu olmadı peki?”
“İlk başta ben de çözememiştim ama şimdi olayı çözdüm diyebilirim.” dedi Mira, “İlk geldiğimiz zamanlarda, ikimiz de bu boyuta maddesel olarak uyum sağlayamamıştık, bu yüzden bu mümkün değildi. Ancak boyut atlama aygıtım elimden alındığından beri, vücudum bu. boyuta uyum sağladı ve güçlerim bu boyuta da adapte oldu.” Bunu yaparken, telekinetik güçlerini kullanarak bütün eşyaları toparlamıştı bile. “Vay be!” dedi Mira, “Ben bu kadar da güçlü bir geri dönüş beklemiyordum kendimden.” Amelia ona doğru bakıyordu, gözleri hafiften yaşarmıştı. “Haydi gidelim, yoksa ben ağlayacağım şimdi.” dedi Mira’ya, şakadan bir kızgınlıkla. Mira hiçbir şey demedi, sonra kendisini toparlayıp “Bir şey diyeceğim, bu güçlerinin normalden daha etkili olması sana da garip gelmiyor mu?” dedi. İkisi de bu sorunun cevabını bilmiyordu elbette, ancak bunun önemli bir yere çıkacağını kestirebiliyorlardı.
Bir saatlik yolculuktan sonra Mosley’in apartmanına vardılar ve onun hazırladığı belgeleri aldılar. Ancak Mosley’e veda etmek için onun yanına gitmek istediklerinde, görevliler onlara Mosley’in iyi bir durumda olmadığını, bu yüzden kendileriyle görüşemeyeceğini söylediler. Mira ve Amelia da üstelemeyip apartmandan ayrıldılar. Arabayla şehir içinde yol almaya başlamışlardı. Mira “Ya soracağım soracağım ama bir türlü fırsatım olmadı, sen bu Moslee’yi nereden tanıyorsun?” dedi Amelia’ya merakla. Amelia direksiyonda, gözlerini yoldan ayırmamaya çalışarak anlatmaya başladı:
“Seni kaybetmiş ve İsveç’e gitmek zorunda kalmıştım. Orada birkaç şirkete yatırım yapıp kendime iyi ve uzun süreli bir hayat için sağlam bir temel kurmaya çalışıyordum. Asıl amacım seni bulup bunları düzeltmekti elbette, ancak bunun için yeterince güçlü değildim. O sıralar pek çok suçluyla ve yeni oluşmaya başlayan tarikatlarla içli dışlı olmak zorunda kalmıştım, ancak hiçbiri ciddi derecede büyük suçlular değildi, daha çok ufak kaçakçılar ve sahtecilerdi. Bunların yavaş yavaş bir kişinin kontrolüne girmesi sıkıntı olabilirdi benim için, bu yüzden ilk başlarda bunun kontrolünü alan kişi olmak için bayağı çalıştım. Bu mücadelemde de önce rakip, sonra da müttefik olabileceğim biriyle tanıştım, adı Theodore James Mosley’di. O zamanlar da, bugünkü gibi sahte belgeler yapıp satardı ihtiyaç sahiplerine. Önceleri Amerika Birleşik Devletleri’nde bu işle uğraşırdı, ancak Avrupa Birliği yıkıldıktan ve Atlantropa kurulduktan sonra, Amerika’dan Avrupa’ya kaçmak isteyen insan kalmamıştı. Ancak tam tersi yöndeki ihtiyacın arttığını gören Mosley, o dönemlerde bu fırsatı görüp buna balıklama dalmış ve sadece birkaç senede bu yeni kurulan ülkedeki organize suçluların büyük bir kısmını tamamen kendi eline almıştı. Ben de bunu kullanmaya karar verdim.
Hatırlıyor musun, bu savaş patlak vermeden önce, beraber birkaç iş yapmıştık. İşte o işlerin parası hala duruyordu o zamanlar. Ben de Mosley ile ilk defa karşılaştığımda, kendisi benden borç istemeye gelmişti. Ona hem borç para verdim, hem de o zamanki askeri teknoloji işine ortak oldum. Bunu yapmasaydım, Earheart Holding’i kuracak param olmazdı ve suç dünyasından çıkıp normal bir şekilde yaşayamazdım. Ona yaptığım yatırım sağ olsun, şimdi ikimizin de maddi dertleri yok. Bana o zamandan beri çeşitli şekillerde borcunu öder dururdu. Bu belgeler de, onun borcunun son ödemesiydi, bunları yaptırmanın değeri aşağı yukarı beş-altı bin dolar ediyor zira. Şimdi gidelim buradan, zira bu adamlar bize Mosley’in emrinden dolayı hiçbir zarar vermediler. Eğer belirlediğimiz saatte yolda olmazsak, ne bu şehirde, ne de buranın dışında bize saldırmadan durmazlar.”
“Saldırmak mı?” diye sordu Mira, “Neden saldırsınlar ki?” Amelia sevgilisine baktı, nasıl hala bu kadar düz mantıkla ve nahiflikle düşünebildiğine şaşırdı ve hafifçe gülerek, “Bu şehir Mosley’e ait, hem de tamamen, ancak bu şehirdeki insanlar hala belli bir dereceye kadar otonom hareket edebilen suçlular. Bunların büyük bir kısmı da fazlasıyla tehlikeli ve yetenekli katiller olduğu için bu konuda tetikte olmamız lazım.” diye cevapladı, sonra elini tutup “Arkana yaslan ve bir süre hareket etmemeye çalış, zira hızlı gideceğiz.” dedi. Mira’nın kendini güvenli bir pozisyona aldığından emin oldu ve birden gazı köklemeye başladı. Her ne kadar tek bir şehir olarak nitelendirilse de, eski Avrupa ülkelerinin birkaçını rahatlıkla içine alabilecek bir yerdi bu bölge, bu yüzden en yüksek hızla arabayı süren Amelia bile, bu şehirden ancak beş-altı saat içinde çıkabilirdi, ki öyle de oldu.
Şehirden çıkıp, O-66 otoyolu üzerinde eski Fransa topraklarına doğru yol almaya başladılar. Moslee’nin şehrinin çıkışından iyice uzaklaştıklarından emin olduklarında, havanın kararmaya başladığını görüp ışıkları yanan tek yer olan Meville isimli bir vaha köyünün yakınında durup kamp kurmaya karar verdiler.
Meville, Atlantropa içerisindeki pek çok köy gibi, havada kalan nemi toplayıp bununla toprak altındaki kubbe benzeri büyük seralarda kurulan tarımsal ekosistemlerden ve bu seraları çevreleyen penceresiz, topraktan yapılma evlerden oluşuyordu. Bu evler, genelde en güvenilir enerji kaynağı olan güneş enerjisini kullanarak hem seralara, hem de kendi içlerine elektrik enerjisi sağlayacak şekilde inşa edilirdi. Hatta bu tip köylerde en önemli iki meslek, güneş paneli bakıcısı ve seracıydı. Bu köyde de durum farklı değildi. Yirmi bir haneli bu ufak köyde iki büyük sera kubbesi, tam olarak ortada duruyorlardı. Amelia ve Mira bu köyün az dışındaki bir tepeye çıkıp arabayı orada durdurdular. Arabanın içerisinden büyükçe bir çadır çıkardılar, beraber oradaki ufak otları ve hafiften kömürleşmiş ağaçları toplayarak bir kamp ateşi yaktılar.
Gece bütün serinliğiyle ve sessizliğiyle, huzurlu bir karanlığı getirmişti ve bu iki aşık, yan yana oturmuşlar, yıldızlara ve karşılarındaki köy manzarasına bakıyorlardı. “Ne düşünüyorsun Amelia?” diye sordu Mira, onun yüzüne merakla bakarak. “Seni düşünüyorum, Mira. O kadar uzun süredir yoktun ki, o kadar uzun süredir sensizdim ki, şimdi ne yapacağımı bilemiyorum.” dedi Amelia, gözleri dolu dolu. “Şu anda yan yana olmamız bile yeterli benim için.” dedi Mira, “O uyku şeyinden çıkabileceğimi bile düşünmemiştim biliyor musun? Orada sonsuza dek uyuyacağımı, her şeyin orada biteceğini ve seni sonsuza dek yalnız bıraktığımı düşünmüştüm ve korkmuştum.”
Birbirlerine daha çok sarıldılar. “Bu iş temelli bittiğinde, burada uzun bir süre dinleneceğiz. Sana bu gezegenin gerçek güzelliklerini göstermek istiyorum, anne ve babamın anlattıkları cinsten.” dedi Amelia, Mira’yı yanağından öpüp. Mira’nın yüzü kızarmıştı. “Ben sensiz ne yaparım?” dedi sevgi dolu bir şekilde. Bir süre durdular öylece, hiçbir şey demeden.
Mira’nın içine bir kurt düşmüştü, Amelia’ya aklında olan soruyu sordu:
“Sence Mustafa başarmış mıdır?” Amelia düşündü. O zamana dek onun hakkında bildikleri, onunla olan ufak yolculuklarında öğrendikleri, Mustafa’ya güvenmesini sağlamak için yeterliydi aslında. “Bence başarmıştır, onun bunu yapabileceğine inanıyorum.” diye cevapladı Amelia. “Peki ona kardeşinin kim olduğunu söyledin mi?” diye sordu Mira. Amelia, ona baktı, biraz düşündü ve yüzü düştü. “Hayır, söylemedim.” dedi. Mira üzüldü, “Umarım öğrendiğinde çok geç olmamıştır.” dedi, sonra oturduğu yerden kalkıp “Bir şey diyeceğim, sanırım köyde bir kutlama var, bir gidip bakalım mı?” dedi heyecanla. Amelia başıyla onayladı ve ateşi söndürüp köye yürüdüler.
Gerçekten de Mira’nın tahmini doğruydu. Köy ahalisi, meydanda devasa bir kutlama yapıyorlar, yiyip içip, şarkılar ve danslarla eğleniyordu. İkisini gören köylülerden biri, “Étrangers!” (Yabancılar!) diye bağırdı, diğerleri de o bağrışa cevaben bir anda savunmaya geçtiler. Amelia, olayın nereye varabileceğini anladığından sakince yaklaşıp, bildiği kadar Fransızca konuşarak derdini anlatmaya başladı:
“Köyünüzün yakınında kamp kurduk, buradan gelen kutlama seslerine bakmak için geldik sadece. Merak etmeyin, sizden bir isteğimiz falan yok, sadece ne olduğunu öğrenip gideceğiz.” Bunun üzerine köylülerin içinden uzun boylu, iri yapılı ve orta yaşlı bir adam çıktı ve “Bize kimlerden olduğunuzu söyler misiniz hanımlar? Sanırım şu kiralık yolculardansınız siz de.” dedi. Amelia bu sözün ne manaya geldiğini biliyordu. Dış dünyayla fazla bağlantısı olmayan bu köylüler, bu lafı kiralık katil olduğunu düşündükleri kişiler için kullanırdı. Mathilda’nın cehaleti yüzünden, ellerinde olan tek kıyafetler onları ölüme götürebilirdi şimdi. Bunun için, dikkatli davranmaya çalışarak “Biz o kiralık yolculardan değiliz, bunlar onlardan bulduğumuz kıyafetler sadece. Bizler isyancılardanız.” dedi. Son cümlesinden sonra bütün köylüler gardını indirdi. İri yarı adamın yüzüne devasa bir gülümseme yerleşti ve:
“Demek isyancısınız ha? Biz de Gabriel denen o şerefsiz herifin kafasının dağılmasını kutluyorduk! Mustafa ve adamları sağ olsun, sonunda Atlantropa özgür kalacak!” dedi. Halihazırda sarhoş olan köylüler de bu iri yarı herifin bu lafı üzerine iyice coşarak sevinç naraları attılar.
Mira ve Amelia ise duyduklarına inanamamış bir şekilde birbirlerine baktılar. İkisi de, Mustafa’nın ağabeyini öldürmüş olabileceğine inanamıyordu. Beraber meydanın yanındaki masalardan birine geçtiler ve oturup ziyafete katıldılar. “Nasıl ölmüş peki?” diye sordu Mira. Adam ona İngilizce olarak “Mustafa ve adamları saraya dalıp kralı yakalamaya gittiklerinde kralın çoktan kafasına sıkmış olduğunu görmüşler. Korkak herif, yargılanmamak için kendini öldürmüş yani.” diye anlattı her şeyi.
“Ondan da bu beklenirdi zaten.” dedi Amelia, rahatlamış bir halde kendisine verilen kırmızı şaraptan bir yudum alırken. “Biz de Atlantropa Barajı’nın oradaki New Denver’a gidiyoruz, oradaki isyancıları toplayarak Amerikan güdümünü bitirecek, barajı açarak suyu geri getireceğiz.” dedi sonra. Bunu demesiyle birlikte köylüler heyecanlandı. Yüzyıllardır yıkılmaz bir duvar olan o baraj, sonunda yıkılacak mıydı yani? İri yarı adam onlara heyecanla sarıldı, sonra geri çekilip “Bizden kimi isterseniz alabilirsiniz. İsterseniz ben de gelirim sizinle!” dedi çocuk gibi.
“Hayır, teşekkür ederiz.” dedi Mira, “Bunu yapmanıza gerek yok gerçekten, yeterince kuvvetimiz var.” Adam kendilerine elini uzattı ve “Yine de yardıma falan ihtiyacınız olursa ne olur söyleyin, orada oluruz bir şekilde. Ben Jean de Launay, bu köyün muhtarıyım. Ne ihtiyacınız olursa, lütfen söyleyin.” dedi. Mira ve Amelia da onunla tanıştılar ve el sıkıştılar. “Teşekkür ederiz bay de Launay, şimdilik iyiyiz.” diyip bu teklifi kibarca geri çevirdiler, “Bu kutlamanıza katılmaktan mutluluk duyarız.” diyerek onlarla birlikte isyanın başarısını kutladılar.
O gece ziyafetle ve danslarla geçti, hele Mira ve Amelia’nın acemice köyün geleneksel toplu danslarına katılmaya çalışmaları herkesi güldürmüştü. İkisi de, bu güzel kutlamadan kamplarına çakırkeyif dönerken, Mustafa’nın ağabeyinin kim olduğunu öğrenmemiş olduğunu düşünerek rahatlamışlardı. Buradan sonraki yollarında Mosley’in onlara herhangi bir sorun yaratmayacaklarından emindi ikisi de. Ancak gerçek, onların düşündüğünden çok daha farklı ve daha karanlıktı. Belgelerin içerisinde olduğu çantaya, bu ikilinin asla fark edemeyeceği bir takip cihazı koyan Mosley, bu sayede onların nerede olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. Şu anda yakınında oldukları Meville köyünde kendileri için çalışan muhtar Jean de Launay’i aradı.
“Merhaba bay Mosley, isteğiniz nedir?”
“Merhaba Jean. Şu son iki gün içerisinde sizin köyün yakınlarından kimler gelip geçti, hiç bilgin var mı?” diye sordu Mosley, “Birilerini arıyorum, bu yüzden nereden geldikleri ve nereye gidecekleri kesinlikle çok önemli.” Jean de Launay “Son iki gündür sizin adamlarınızdan başka gelen sadece iki kişi var.” dedi ve o gelen kişileri anlatmaya başladı:
“İsimleri Mira ve Amelia Earheart. İlk başta kiralık yolcu olduklarını sandık ama isyancılardan olduğunu söylediler. Venedik’ten gizli bir şekilde, isyan öncesinde yola çıkıp gelmişler. Hatta yanlış bilmiyorsam sizin şehrinizden de geçmişler, çünkü anlattıkları sürede buraya varabilmeleri için yeraltına girmiş olmaları lazım. Şimdi Atlantropa Barajı’nın yakınındaki New Denver’a, oradaki isyancılarla buluşmaya gidiyorlarmış. Birkaç adam vermeyi önerdim, istemediler. Sanırım orada yeterince insan toplamışlar. Şimdi ne yapalım?”
Mosley bir süre durdu ve düşündü. Şimdilik bu ikili planına göre ilerliyordu ve Jean’ın anlattıklarına göre şüpheli bir hareketleri de yoktu. Kendisinin gerçek amacından da bihaber oldukları ortadaydı, bunu olabildiğince kendi lehine kullanmaya karar verdi. “Bir şey yapmanıza gerek yok. Bugüne dek yaptıkların karşılığında sizden aldığım haraçları kaldırıyorum. Yarın, bugüne dek verdiğiniz haraçların yüzde yirmisini size geri vereceğim. Verdiğiniz hizmet için sana ve muhteşem köyüne teşekkür ederim.” dedi.
Jean de Launay aldığı bu haberle sevinmişti. “Tanrı sizden razı olsun bay Mosley, siz çok iyi bir insansınız!” dedi sevinçli ve heyecanlı bir sesle “Yolunuz ve bahtınız açık olsun!”
Telefonu kapatan Mosley gülümsedi kendi kendine. “Aldığımın karşılığında ufacık bir bedel.” dedi, sesi mutlu bir biçimde çıkıyordu. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve şoförünü çağırıp “Barrio’ya gidiyoruz, yapmamız gereken rutin bir kontrol var.” dedi. Şoförü bunun üzerine arabayı hazırladı ve birlikte yeraltı şehrinden çıkarak yol almaya başladılar.
Yolda gitmeye devam ederlerken Mosley planının bundan sonraki adımını düşündü. Mira’nın üzerinde yapılan deneylerle ilgili dosyaları ve onların boyut atlama cihazlarından birini ele geçirmeyi başarmış ve bunların sayesinde şu anda içerisinde olan nano robotların asıl niteliğini biraz daha iyi bir şekilde anlamıştı. Bu nano robotları doğru bir biçimde yayıp kullanmak, hem bunun etki ettiği çevrenin kontrolünü arttırıyor, hem de etki ettiği canlı sayısı kadar büyük bir telekinetik alan sağlayarak insanların beynine hükmedebilmesine olanak tanıyordu. Bunu değerlendirebilmek için de bu nano robotları en iyi şekilde yaymanın bir yolunu bulmalıydı. Bu yolun ne olabileceği hakkında uzun süre düşündükten sonra, Atlantropa Barajı’nı açıp oradan gelecek suyu kullanarak bunu gerçekleştirebileceğini anlamıştı. Şimdi Mira ve Amelia onun için suyu sağlayacak, o da bu gelen suya nano robotları karıştırarak bu suyun geçtiği her yere kendi kontrolünü yayacaktı. Yüzeyinin dörtte üçü su olan bir gezegende bunu yapması fazlasıyla kolay olacaktı. Bunu yaptığında da, Mira ve Amelia’yı ortadan kaldırıp onların boyut cihazlarını kullanarak diğer evrenlerde aynısını yapacaktı.
“Evet” dedi içinden, “Bundan alacağımın karşılığında verdiğim her şey benim için küçük bir bedel.”
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Tefrika Öykü: Bu Yangın Hepimizi Yakar - 2.Bö...
Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İl...
S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.