Uyandı, ancak nerede uyandığını anlayamadı ilk başta. Her şey ona fazlasıyla yabancı gelmişti, uyandığı yatak bile. Fakat ilginç bir şekilde, daha önceki günlerde nerede uyandığını, evinin neresi olduğunu hatırlayamıyordu. Gerçi hatırlayamadığı pek çok şey vardı aslında. Örneğin yüzünün nasıl olduğunu hatırlayamıyordu. Yataktan kalkıp aynaya doğru gitti ve karşısındaki yansımayı dikkatle inceledi. Yuvarlak hatlı, mükemmel bir yüzdü. Gerçekten mükemmeldi, herhangi bir eksiği, gediği, farklılığı yoktu diğer yüzlerden. Beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü bir adamı düşündüğünüzde karşınıza gelebilecek ilk yüzdü sanki onun yüzü.
Aynaya bakmaya devam ederken, arkasındaki kapıdan kel, kısa boylu ve tıknaz bir doktor ile, uzun boylu, balık etli bir hemşirenin girdiğini gördü. Doktor, ona hitaben “Günaydın Samim Bey. Lütfen şuraya geçin” deyip, eliyle solundaki koltuğu gösterdi. Hemşire, o, koltuğa oturur oturmaz onu hazırladı ve birkaç tüp kan aldı. Sonrasında, ona bir tabldot içerisinde bir rulo ekmek, üç dilim peynir, bir haşlanmış yumurta ve bir kutunun içerisinde o gün içmesi gereken hapları ve bir bardak suyu bıraktı. İkisi de, başka hiçbir şey demeden odadan çıktılar.
Ekmeği, peyniri ve yumurtayı yedi ve haplarını içti. Odasında bir yatak, bir televizyon ve tuvalete açılan bir kapıdan başka hiçbir şey yoktu. Uğraşabileceği tek şey olarak televizyonu açtı ve izlemeye başladı boş gözlerle. Televizyonda en sevdiği dizi yayınlanıyordu. Diziye daldı ve zamanın nasıl geçtiğini unuttu. Akşam yemeği ve hapları için doktor ve hemşire geldiğinde zamanın nasıl geçtiğini ancak anlayabildi. Getirdikleri yemeği yedi, hapları içti. Hapları içtikten birkaç dakika sonra fena biçimde uykusu geldi, kendini yatağa zar zor attı ve kafasını yastığa koyduğu gibi uyudu.
Uyandı, ancak nerede uyandığını anlayamadı ilk başta. Her şey ona fazlasıyla yabancı gelmişti, uyandığı yatak bile. Fakat ilginç bir şekilde, daha önceki günlerde nerede uyandığını, evinin neresi olduğunu hatırlayamasa da, dün nerede uyandığını hatırlıyordu artık. Yatağı inceledi, dünkü yatak değildi. Odayı genel olarak inceledi, dünkü oda değildi. Televizyon yerine bir kitaplık vardı. Tuvalete giden kapı aynı yerdeydi, ancak ayna içerideydi. Tuvalete gitti ve oradaki aynadan kendisine baktı.
Bu seferki görünüşü değişikti. Kalın, kara kaşlı, kara gözlü, saçı sakalına karışmış bir Ortadoğuluydu. Saç ve sakallarını düzeltmeye çalıştı, ancak çok da iyi bir sonuç alamadı. Tuvaletten çıktı ve yatağına oturdu. Başını ellerinin arasına aldı ve neler olduğunu düşünmeye başladı. Kendini nasıl bu duruma soktuğunu düşünüyordu. Düşüncelerine bir ara verdi ve kitaplığa yöneldi. Gözüne ilk çarpan kitabı aldı ve kapağına baktı. Kapakta “Böyle devam et” yazıyordu. Sayfaları karıştırmaya başladı, her birinde aynı şey yazıyordu: Hatırla. Kitabın arka kapağında “UYU” yazıyordu büyük, neredeyse sonradan kazınmış harflerle. Mesajı almıştı, yatağa yattı, her nasılsa kafasını yastığa koyduğu gibi uyudu.
Uyandı, ancak nerede uyandığını anlayamadı ilk başta, sonra anladı her şeyi. Her şey ona bu sefer yabancı gelmiyordu artık. Etrafına baktı ve her şey uzun süredir ona tanıdık geldi. Artık evindeydi. Yatağından kalktı ve karşısındaki aynada kendisine baktı. Gri tenli, uzun boylu, yüzü olmayan bir yaratıktı. Ayakta durmakta zorlanmaya başladı. Kitaplığın yanındaki koltuğa tutundu ve bir süre öyle durdu. O sırada kapı çalındı ve içeriye birileri girdi.
“Uyanmışsın! Uyanmışsın!” diye sevinç çığlıkları atarak kendisine koştu ve sarıldı annesi. Onu aldı ve odasından çıkardılar. Doktor ona kısaca her şeyi açıkladı:
“O gezegene gittiğin keşif seferinden beri sana bir şeyler oldu. Bir tür nörolojik hasar sanırım, oradaki atmosferde bulunan bir gazdan doğan bir nörolojik hasar, şimdilik Terrazoik zehirlenme ismini veriyoruz buna. Önceleri kendini o gezegende gördüğün bireylerden biri sandın ve bizim tarafımızdan kaçırıldığına dair bir şeyler söyleyip ortalığı velveleye verdin, sonra da hiç beklemediğimiz bir anda komaya girdin. Yaklaşık iki döngüdür komadaydın, uyanabileceğini bile düşünmüyorduk.” Şaşırdı, hala pek çok şeyi hem hatırlıyor, hem de hatırlayamıyordu. “Hafızam hem var, hem de yok gibi, bunu nasıl giderebiliriz peki?” diye sordu merakla. Doktor biraz düşündü, söyleyeceği şeyi söylemenin uygun bir yolunu arıyordu, fakat bulamadı ve dürüstçe söylemeye karar verdi:
“Üzgünüm, bunun için gerçekten bir çözümümüz yok.”
Sonsuza dek böyle kalacaktı demek… Sonra bir anda gelen acı bir alarm sesi duydu. Ses şiddetlendi, şiddetlendi ve…
Uyandı. Bütün bunların bir kabus olmasına sevindi. Hafızası da yerindeydi, evi de. Her şey tanıdıktı artık, üzerindeki beyaz giysi de. Ellerini oynatamıyordu istediği gibi, ama olsundu, yine de hatırlıyordu her şeyi. Bembeyaz, ses geçirmez, yumuşak döşemeyle kaplı duvarlara baktıkça hatırlıyordu her şeyi, bacaklarının arasındaki sarılığa bakınca hatırlıyordu her şeyi. Yıllardır buradaydı. Başka insanlar buraya akıl hastanesi diyordu, ancak burası, onun eviydi.
Mutluydu.
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Tarihin Kayıp Renkleri-2 Ölümsüz Bir Dalkavuk...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Bilim Kurgu Öykü: Doğum

Hayatını bir şeyler anlatmakla geçiren, utangaç bir insanım sadece. Müzik, resim, öykü, ne gerekirse onunla anlatırım. Beni The Writer olarak da bulmanız mümkündür.