“Yığınların üstünde gezinen tavşanları gördü. Kelebeklerle barış yapmışlardı. Kelebekler Güneş ışığından aydınlıklar sunarken tavşanlar da sevimli varlıklarını melankoliye borçlu olamayacaklarını anlatıyorlardı. Yığınların üzerinde tavşan sürüleri vardı. Oynaşıyordu tavşanlar, kelebeklerle beraber. Sonra sevimli tavşanların karnı acıktı. Dişleri sivrildi. Ağızlarını hırsla gömdükleri ayaklarının altındaki yığınlar leşe dönüştü. İrinli ve kaba etleri iştahla parçalarken yüzleri kana bulanmıştı. Gözleri irileşmiş, gökyüzü kararmıştı. Sabırsızca soluyor, burunlarını titretiyorlardı. Kelebekler uçuştu, mükemmel kanatlarının altına gizlenmiş ürkütücü gövdeleri göründü. Gökyüzü karardı, artık hiçbir şey eskisi kadar sevimli değildi.”
Wilder LA, seksek oynayarak gittiği yolu tam altı saatte bitirebilmişti. Oyun oynamadan, oyalanmadan yürüdüğü zamanlarda bile dört saatten daha kısa bir sürede karşıya geçebildiği görülmemişti. Wilder LA için diğer şehir karşı taraftı. İzbe, kabustan bozma karanlık, çevresinden uğursuz ve yeşil derelerin geçtiği, camları kırık dökük şatosundan çıkmadan önce biricik yaşlı annesinin karnını doyurmuş ve onu küçük çekmecesine kilitleyerek dış tehlikelere karşı korumayı da ihmal etmemişti.
Uzun yolculuğun sonlarına doğru iyice yorulmuş, yüzü gözü toza bulanmıştı. Yorgunluktan ağlayarak bulduğu ilk lavaboya daldı. Aynada akmış rimelini görünce üzüntüden tekrar ağladı. Her defasında onu görmek için bunca çileye katlanmak çok yorucuydu. Dışarı çıkıp etrafı kolaçan etti. İki şehir arasındaki fark onu hep şaşırtmıştı. Biri geceyse diğeri gündüzdü. Bir tarafta ürkütücü binalar, cinayetler, kurt adamlar varken diğerinde masmavi gökyüzü ve güneşin altın rengine bürünmüş bir hayat vardı.
Gözleri kağıt mendil satan bir yer arıyordu. Sonra ceplerini kurcalayarak sahip olduğu tek bozuklukla bu hedefine ulaşamayacağını anladı. ‘Ya erkek arkadaşında da yoksa? İçecekleri kahvenin parasını kim ödeyecekti?’ Bu düşünceyle beraber beyninden vurulmuşa döndü ve yine ağladı. Sonunda kendini hazır hissettiğinde mendil almaktan vazgeçerek buluşacakları kafeye vardı. Boş bulduğu masalardan birine oturarak beklemeye koyuldu. Saatlerce bekledi… Saatler süren yolculuğunun üstüne birkaç saat de bekleyiş ekledi Wilder LA. Onca zahmete boşuna katlanmış olmak onu çok üzmüştü. Hem annesini de çekmecede daha fazla tutamazdı. Kalkıp gitmeye karar vermişti ki oturduğu masa hareketlendi. Tam ortasında kocaman bir ağız belirdi ve Wilder LA’nın zeminine dayadığı sağ kolunu kocaman dudaklarıyla kaptı. Kolu, dirseğine kadar masanın koca dudaklı ağzının içinde kaybolmuştu. Kırmızı ojeli, kadınsı dudaklardan erkeksi bir ses işitildi:
“Bir mesajınız var!”
***
“Tembelliğim motivasyonumdur,” dedi sıska adam. Cüce Sese sessiz kalmayı tercih etti. Sıska devam etti, “O tuhaf rüyaları ne diye görüyorsun acaba? Hem ne diye tüm toplantı boyunca senin şekilsiz şemalsiz rüyalarından bahsedildi ki geçen gün?”
Sese şekilsiz şemalsiz rüya tanımlamasından rahatsız oldu. “Öyle denmez ona,” dedi. “Dur sana ‘Tavşanlar ve Kelebekler’ adlı son rüyamı anlatayım da iyice şaşırıver.”
Sıska adam yerinden doğruldu ve Sese rüyasını anlatırken ona tuhaf el kol hareketleriyle eşlik etti. Biçimsiz vücuduyla sergilediği absürt ve ürkütücü figürler eşliğinde kendinden geçti. Odanın kırmızı, loş ışığı bedeninin en tutarsız kıvrımlarına vururken komik hareketlerine inat ciddi gözleriyle bazen Sese’ye bazen de etrafına bakıyordu. Sese ise hiç oralı olmadan rüyasını anlatmaya koyuldu:
“Yavru tavşan kulaklığından yayılan müziğin ritmine kendini kaptırmış, olduğu yerde keyifle sıçrıyordu. Ebeveyn tavşanlar eserlerine büyük bir merhamet ve sevgiyle baktılar. Kıvançla doldular. Anne tavşan yavru tavşanları neşeli bir sesle masaya çağırdı, beslenme vaktiydi. Kendileri için faydalı olan besinleri tükettiler beraberce. Çatal ve bıçağı kibarca kullandılar. Sandalyelerinde dik oturmaya dikkat ettiler. Anne tavşan ve dişi yavrusu narin tavırlar sergilediler. Baba tavşan ve erkek yavru tavşan daha sertti. Dişi tavşan yavrusu elini kibarca ağzına götürdü, yediklerini sindirirken geğirme gereksinimi hissetmişti. Baba tavşan masadaki yiyecekleri ağzından içeri iştahla sokuyordu. Tükürük salgıları ve sindirim sistemi oldukça sağlıklı görünüyordu.
Kahvaltılarını bitiren tavşan ailesi sokağa dağıldı. Yavru tavşanlar otobüse bindi, ikisi de aynı üniversiteye gidiyordu. Dişi tavşanın elinde bir kitap vardı. ‘Tavşanın Anlam Arayışında Etik ve Dogmalar: Sembolizm Ide’sinde Yapıbozumculuk” adlı kitabını arkadaşının “Modern Zamanlarda Dişi Tavşanların İş Dünyasındaki Yeri” adlı kitabıyla değiştirdi. Cep telefonlarının aynasından kendilerini süzerken kaç erkek tavşanın onlara baktığını merak ettiler. İçleri heyecanla doldu. Gerçekten de birçok genç erkek tavşan onlara bakıyordu. Dişi tavşanlar bu durumdan hoşnut olmadıklarını belirtmek istercesine burun kıllarını titrettiler. Başlarını hızla geriye atıp gözlerini devirdiler. Oysa çok heyecanlılardı.”
Sıska tuhaf dansına bir anlığına ara verdi. Boynunun arkasında bükerek kıvrım verdiği sağ kolu kendiliğinden dönerek düzeldi. Havada hızla süzülen çelik bir halatın sesi duyuldu. Tamamen hareketsiz duruyordu. O ciddi bakışlarını Sese’ye dikmişti. Tuhaf dansının terlettiği yüzü kırmızı ışıkta parlıyordu. Gözlerinde şaşkın ve öfkeli bir ifade belirdi. Sese’ye doğru birkaç seri adım attı. Attığı her adımla beraber yere daha fazla yaklaştı ve Sese’nin yanına vardığında dizleri üstünde durdu. Boyları artık aynı hizadaydı. Gerilmiş dudaklarını araladı ve “Tavşanlarda yapıbozumculuk olmaz ki,” dedi. Bir müddet Sese’nin yüzüne öfkeyle baktı. Sonra beklenmedik bir gülüşle “Çiftleşir onlar, yalnızca çiftleşirler!” dedi.
Sese yerinden doğrularak ellerini arkasında birleştirdi ve odada volta atmaya başladı. Düşüncelere dalmıştı yine. “Seni anlıyorum sıska bey, ancak durum daha vahim, sorun biraz da yer çekimiyle ilgili sanırım. Çoklu evrenlerde enerji transferinin sırrını bulabiliriz belki,” dedi.
Sıska adam bunun üzerine yeniden heyecanlandı ve ayağa kalkarak çevik bir hareketle odanın tavanına sıçradı. Elleri ve ayaklarıyla bir örümcek gibi düz tavana yapışmış, yüzünde çılgın bir gülümsemeyle Sese’ye bakıyordu. Tavanı insanüstü bir hızda baştan sona gezinmekteydi. Ara sıra duraksıyor ve ani baş çevirişleriyle Sese’ye o korkunç gülücüklerinin ardından bakarak onu dinlediğini ima ediyordu. Sese ise yine oralı olmadı. Kaldığı yerden konuşmasına devam etti.
“Yer çekimi kuvvetinin gizemli doğası yadsınamaz. Entropi yasalarına göre işleyen bir evreni statik denklemler üzerinden değerlendirmenin boşluklar doğuracağını da göz ardı edemeyiz.
Ancak diğer temel kuvvetlere göre daha düşük olmasının sebebi yalnızca bu evrende geniş bir alana yayılmasıyla açıklanamayabilir.
Aradaki fark başka boyutlara transfer ediliyor olabilir. Enerjinin korunumu yasasını yalnızca bu evrende değil varsayılan tüm evrenlerde geçerli kılarsak toplam yer çekimi kuvveti evrenler arasında yasalarını henüz belirleyemediğimiz kurallar çerçevesinde dağılıyor olabilir. Bunun tayini, denkleme dökümü ise bizlere ileride diğer boyutların, evrenlerin varlığına; sayısına ve işlev ve/veya enerji miktarlarına dair fikirler sunabilir.”
Sıska adam tavandaki tuhaf gezintisine ara vererek Sese’ye anlaşılmaz bir bakış attı. Burnu kanıyordu. Odanın kırmızı ışığı altında bile yüzünden aşağı akan koyu renkli kanı seçebiliyordu Sese. Yere damlayan kanın ritmik sesi altında konuşmaya devam etti.
“Enerjinin korunumunun diğer evrenlerde geçersiz sayıldığı bir senaryoda ise yoktan var edilemeyen enerji kavramının sorgulanabilmesi durumu ortaya çıkacaktır ki bu da insanoğlunun diğer boyutlarla temasında enerji dönüşümleri yerine fazladan enerjiye sahip olması demektir.
Yani boyutlar arası geçişlerin takas şeklinde yapılması zorunluluğu ortadan kalkacaktır.
Öyle ki, bu durumda ışınlanma ve zaman yolculuğunun yan etkileri ve paradoksları da ortadan kaldırılabilecektir.”
Sıska adamın artık ağzı da açılmış, içinden oluk oluk kan akıyordu. Yere düşen kan damlaları yerini daha keskin bir sese bırakmıştı. Sıska adam bu durumdan şikayetçi görünmüyordu. Aksine hoşlandığı, büyük bir haz duyduğu yüzünden anlaşılıyordu. Sese yine oralı olmaksızın sözlerini tamamladı.
“İşin pratik kısmında böyle ilerlemeler kaydedilebilmesinin yanı sıra teorik olarak da fazladan enerjinin nasıl mevcut olabildiğinin araştırılması faydalı olacaktır. Çünkü bunun tespiti yapılabilirse insanoğlu belki de enerjinin dönüşümü yerine direkt üretimine dair çığır açıcı bir buluşa imza atabilir.
Bir diğer konu da dört temel kuvvetin başka boyutlardaki konumlarıdır. Yer çekimi kuvvetinin onlara kıyasla az olması üzerinden yapılan bu değerlendirmede diğer üç temel kuvvetin farklı boyutlardaki işlevleri de merak konusu olacaktır. İçinde bulunduğumuz evrenin fizik yasalarının diğer evrenlerdeki mevcudiyetine dair çıkarımlarda bu dört temel kuvvetin birbirleri arasındaki bahsedilen ilişkisi ve termodinamiğin yasaları doğrultusunda yapılan değerlendirmeler de yardımcı olacaktır.”
Bu son sözlerden sonra sıska adam Sese’nin bilmediği bir dilde bir şeyler mırıldandı. Hayvani bir hırıltıyla soluk alıp veriyordu. Zemini dolduran kan kendi etrafında dönerek yükseldi ve küçük bir hortum oluştu. Hortum sıska adamın burnundan ve ağzından içeri girerek hızla gözden kayboldu. Kan damlaları da yön değiştirmiş, bu kez yerden yükselerek tavana çarpıyordu.
Sese gözlerini kısarak sıska adama coşkuyla baktı. “İşte, adamım, eğer bunu başarabilirsek yer çekimini tersine çevirmekle kalmaz, ortadan kaldırmayı da başarabiliriz. Bu da bize diğer boyutlara giden kapıları açacaktır,” dedi. Sıska adam sakinleşti, usulca tavandan aşağı sarktı ve dizlerinin üstünde zemine düştü. Sese’ye dönüp “Peki ne yapacağız?” diye sordu. Az önceki çılgın halinden eser kalmamıştı tavırlarında. “Tabii ki Adad Bey’in emri gereğince Otları Kızıla Boyayan OKB’yi ortadan kaldırması için en iyi suikastçimiz Wilder LA ile temasa geçeceğiz,” dedi Sese.
Sıska adam bu kez de “Peki bunu nasıl yapacağız?” dedi. Ziyadesiyle meraklanmıştı. Sese önündeki masaya eliyle birkaç kez vurarak “Ağzını buraya daya ve onu ara,” dedi. Sıska adamın masaya dudaklarını dayamasıyla beraber ahşap masanın ortasında kalın dudaklı, koca bir ağız beliriverdi.
***
Wilder LA kolunu kaptırdığı dudaklardan kurtulmak için çırpınırken çığlık çığlığa “Ne mesajı?!” dedi. Dudaklar sıska adamın sesiyle mekanik bir ritimde konuştu:
“Dizgi- “Şöyle buyurun efendim.” Batarya tarafında soğuk metal sessizdi. Aslında takla atmayı bilen herkes işin bir ucundan tutabiliyordu. “Sizin burada bulunma sebebiniz nedir?” diye sordu bıyıklı adam. Gri suratlı adam bezgin bir halde yanıtladı: “Şimdi herkes bir şey bekler, oysa ben de bilmiyorum neden burada olduğumu ya da nerede olmam gerektiğini,” dedi. Bıyıklı adam gülümsedi, “O iş kolay, hangi duygu verilmeliyse ona çalış,” dedi. Gri surat “Kendi hislerimi aktarmak yerine onlara istediklerini mi vermeliyim yani?” diye sordu. Bıyıklı adam “Evet,” dedi. “İşte böylece basit.”
“İyi de o zaman işimiz zor,” dedi gri adam. “Baksana, yerimizde saymak demek bu.” Yerinden kalkarak sehpanın üzerinde duran gazeteyi aldı, eliyle silkeledikten sonra kendi kendine mırıldanarak aldığı yere geri bıraktı. “İnsanlar… çok şeyler,” dedi. “Neymişler?” diye sordu bıyıklı adam. Gri adam “Bırak şimdi bunu, şöyle fiyaka bir üniformayla yolu baştan başa arşınlasak ne iyi olurdu,” dedi. Ormana bakarak iç geçirdi, “Ağaçların arasında kaybolurduk gerçi ama ne bileyim bir an öyle gözümde canlandı işte, iyi olurdu yani,” dedi. Gri adam ne yaparsa yapsın, ne düşünürse düşünsün daha önce birileri tarafından defalarca tecrübe edilmiş olma ihtimali yüzünden olduğu yerde sayıyordu. Başkalarının ayak izlerini takip etme duygusu onu yaşamın anlamına dair kaygılandırıyordu. Aslında yaşamın anlamına değil de böyle bir hayatta tat bulamamaya kaygılanıyordu.
Bıyıklı adama döndü ve “Senin gibi b.k böcekleri olmasa bu hayatın sürdürülebilirliği büyük yara alırdı,” dedi. Bıyıklı adam öfkelendi ve sağ elini durmaksızın ileri geri hareket ettirirken önündeki boşluğa bakarak söylendi. Bozuk plak gibi göründü bir an gri adamın gözüne, tekrar edip duran bir ses, bir görüntü gibiydi. Aynı anda hem capcanlı hem de karikatürize. Gösterinin devamı için çırpınan bir fedai. Tam bir muhabbet kuşu. Gri adam ayağa kalktı ve bıyıklı adamın suratına sert bir yumruk attı. Adam tiz bir çığlık atarak olduğu yerde sıçradı ve gri adama dehşet dolu gözlerle baktı.
“Yok, bu işte bir tuhaflık var, bu monoton ortama uymuyorsun, bu kurgu için fazla hareketlisin, çok tipsizsin, falan filan,” dedi gri adam. “Gerçi beni de kendine benzettin, heyecanlandım ben de.” Gri adamın aklından bıyıklı adama bir yumruk daha atmak geçti. Onun yerine “Git buradan,” demekle yetindi. “Buraya ait değilsen, gitmelisin. Akışı bozmamalısın.”
Ayağa kalktı ve yatak odasına giderken aniden durdu ve “Hem sen nereden çıktın gecenin bu saatinde sahiden de?” dedi. Arkasını döndüğünde bıyıklı adam yoktu. “Tüh, keşke iyice bir ağzını burnunu kırsaydım da öyle gitseydi,” diye sayıkladı. Yatağa uzanırken dışarıdan gelen sesleri işitti: “Aaabi adamlar şöyle yapmış. Bi’ koymuş var yaa, böyle olmuş. Uffff, ondan da beteri var aslında.”
Gri adam ölmeden evvel pişman olunmayacak bir hayat yaşamanın gerekliliğini düşündü. Sonra ölümün olduğu yerde pişmanlıktan kaçış olamayacağını kabullenip hem rahatladı hem de üzüldü. ‘Uzaya mı gitsem acaba?’ diye geçti aklından. Birkaç saniye sonra hevesini kaybetti. Her hayalinin sonunda ya çoluğa çocuğa karışarak ya da tek başına yaşlanıp ölüyordu. Bu da hiç tatmin edici değildi. Genç ölmeyi düşündüğündeyse bu işlemi hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadığını görüyordu. Kısacık bir ömrü öyle ya da böyle yaşıyor bulmuşken kendini, daha da fazla kısaltmanın pek bir anlamı yoktu sanki. Aslında yine de çok emin değildi bu konuda. Uğruna büyük savaşlar verdiği bir şeyler uydurabilir ve bu vesileyle dolu dolu lüzumsuz bir hayat yaşar, sonunda da çok fazla sıkılmadan erkenden tahtalı köyü boylayabilirdi. Sonra bu düşüncelerden de sıkıldı. Sözler de birbirinin aynısıydı, eylemler de. İnsanlığın kendini tekrar ettiğini ancak bundan habersiz olduğunu düşündü. Hedeflerini heyecandan yüreği titreyerek anlatan bir genç kızın algıladığı zaman daha mı farklıydı ki? Delikanlı için daha mı yavaş ilerliyordu zaman ya da? Hayatını kurmaktan bahseden biri öncesinde bir hayata sahip değil miydi yani? Öyleyse gençliği de alıp götüren ömrün ilk yarısındaki bu evre, bir sonrakini kurmak için bir aracıdan mı ibaretti yani? Fakat son yarısı da yaşlılık ve ölümden ibaret değil miydi? Bir insan yaşlanıp ölmek için mi hayatını kurmaya çalışırdı? Ve bu uğurda gençliği de harcardı. Gerçi ne fark ederdi ki? Öyle ya da böyle göz açıp kapayıncaya kadar geçiyordu ömür. Kaçınılmaz olanla randevuyu çok da geciktirmemeliydi zaten.”
Wilder LA yorulduğu için çırpınmayı bıraktı. Üstelik dudaklardan çıkan sözlerden de hiçbir şey anlamamıştı. Bu durum onu öfkelendirdi ve kalın dudakların ortasına tükürerek “Benden ne istiyorsun, anlattıkların deli saçması!” dedi. Dudaklar konuşmayı bırakarak bir müddet sessizce kikirdedi. Wilder LA serbest elini yumruk yaparak, vurmak için havaya kaldırdı. Ancak dudaklardan son bir söz işitildi ve sonra aniden ortadan kayboldular:
“Wilder LA, çizgi film karakterleri gibisin Wilder LA. Otları kırmızıya boyayan adamı bul ve yok et!”
İlginizi Çekebilir
S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macer...
S.Volkan Gün’den, Galaktik Günceler: Nareed-5
Valkyrie Evreni Hikayeleri-2: Belki Üstümüzde...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – U...
“Yazma serüvenine yeni başladığımı söyleyebilirim. Şimdilik bundan memnunum.”