Kitap ve Film Bazında Bir Değerlendirme: Blade Runner – Do Androids Dream Of Electric Sheep?

Bunu Paylaşın

Blade Runner… Başlığın İngilizce olmasının sebebi… Ridley Scott’un 1982 yılı yapımı olan filmi, dünya çapında orijinal adıyla o kadar ağırlıklı bir yere sahip ki biz de filmin esinlendiği kitabın Türkçe ismi yerine orijinal adını kullanmak zorunda hissediyoruz kendimizi… Ancak yeni bir başlangıç ve tanımlama yapmak gerekirse bugün “Bıçak Sırtı” filmi ile, filmin esinlendiği “Do Androids Dream Of Electric Sheep/Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” kitaplarını karşılaştırmalı olarak inceleyeceğiz.

Philip K.Dick, 1968 yılında yazdığı kitabı “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” ile kara mizah ve aksiyon unsurlarını mükemmel bir üslupla harmanlayarak yaşamı ve gerçekliği konu edinen distopik bir gelecek sunmuştu okurlara.

Kitap; 1992’de, 3.Dünya Savaşı’ndan sonra, çoğunlukla terkedilmiş dünyada efendilerini öldürerek insanların arasına karışan androidleri “emekli ederek” hayatını kazanan ödül avcısı Rick Deckard’ın gözünden bir günlük son derece komplike ve konsantre bir macerayı anlatmaktaydı.

Buna göre, Rick Deckard San Francisco’da bunalımdaki karısı Iran ile yaşayan ve tek derdi soyu tükenmemiş hayvanlardan bir tane edinmek olan bir ödül avcısıdır. Çift, nükleer toz yüzünden ölmekte olan San Francisco’da, duygularını bile beyinsel uyarıcı makinalarına bırakmış mutsuz bir hayat sürmektedir. Bununla birlikte tam olarak da bir altüst oluş içinde değildirler, hala dengeli ve tanıdığımız insani dürtülere göre yaşamlarına devam ederler.

Eserin yazarı; Philip K.Dick

Kitabın konu edindiği günde Deckard, amiri Bryant’tan bölgenin en ünlü ödül avcısı Dave Holden’ın bir Nexus 6 tarafından yaralandığını ve Holden’ın emekli ettiği iki android dışında kalan altı androidlik bir grubun peşine takılması gerektiğini öğrenir. Holden’ın dosyasını Deckard’a veren Bryant, androidleri insanlardan ayıran Voigt-Kampff adlı bir empati ve tepki testini uygulaması için Deckard’ı önce Seattle’daki android üreticisi Rosen şirketine gönderir.

Deckard, burada firmanın CEO’su Eldon Rosen ve yeğeni Rachael Rosen tarafından testin doğruluğu hakkında bir kumpasa düşürülse de kısa zamanda kendini bu durumdan kurtarıp Rachael’in bir android olduğunu açığa çıkartır. Bu buluşu, sadece testin doğruluğunu kanıtlamakla kalmaz Rachael gibi bir düşmanı da katabildiği kadar saflarına katmasını sağlar.

Deckard’ın bundan sonraki android avı standart aksiyon süreçlerine oldukça yabancı bir tempoda, hatta yavaş seyretse de biraz yardım, biraz şans ve biraz da beklenmedik bir kolaylıkla peyderpey nihayete erer. İlk avı, Dave Holden’ı test sırasında vuran Polokov’dur. Polokov ise sürpriz bir adımla Sandor Kasai adında bir Rus ödül avcısı kılığında önce Bryant ile sonra da Deckard ile irtibat kurar. Deckard, Polokov’un gerçek kimliğini anladığında onu ölmekten kurtaran şey basitçe, Polokov’un silahının tutukluk yapmasıdır…

Deckard Polokov’u arabasının bagajına atar ve ikinci avının peşine düşer; opera sanatçısı Luba Luft… Luft’a ulaşır ve onu provada dinlerken alışık olmadığı bir şekilde androide sempati duyduğunu fark eder. Yine de bunun daha ziyade sanat eseriyle ilgili olduğuna kendini ikna ederek işine devam eder ve ona da testi uygular. Ancak testin ortasında soruların bazılarının erotik olduğu gerekçesiyle Luft polisi arayıp Deckard’ı tutuklatır. Nasıl Polokov’un silahı tutukluk yaptığı için Deckard onu avlayabildiyse, bu avda da ilginçlikler silsilesi devam eder. Yazar Dick’in ustaca kotardığı bir nezaket içinde Luft, Deckard’ı vurmayıp onu polise teslim eder. Gelen memur da bir androiddir ama o da Deckard’ı vurmaz hatta ona amirine telefon etmesi için fırsat verir. Ama amiri Bryant’a ulaşan Deckard, ona ulaşmasıyla aynı anda iletişimi kaybeder ve merkeze götürülür. Burada işler daha da groteskleşir, yazar gerçekliği çalkalamaya başlar. Buna göre onu merkeze götüren polis memuru, Deckard dahil hiçbir ödül avcısını ve polisi tanımamaktadır. Ayrıca gittikleri merkez Deckard’ın çalıştığı yer değildir. Bagajında ölü bir adam olan bir katil durumundaki Deckard, adaletin pençesine düşmüş bir şizofren olmaya doğru adım adım götürülmektedir böylece.

Zhora… Filmdeki karakter, kitaptaki Luba Luft’un yansımasıdır.

Polis merkezinde Deckard bu sefer eşine ulaşmaya çalışır ve karşısına görüntülü telefonda çıkan kadının daha önce görmediği birisi çıkmasıyla, onu sorgulayan polis şefi Garland, onun android olduğundan şüphelenerek kendi ödül avcıları Phil Resch’i çağırır. Deckard’ın sonu gelmiş görünse de beklenmedik bir gelişme olur ve Deckard’ın arabasındaki Polokov’un cesedinin laboratuvar incelemesi sonucunda Polokov’un gerçekten de android olduğu doğrulanır. Sonra peyderpey sürrealleşen hikaye tekrar eski rotasına oturtulur. Resch kendi kullandıkları android testini Deckard’a uygulamayı teklif eder, Deckard da Voight-Kampff testini onlara uygulaması şartıyla kabul eder. Resch, malzemeleri almak için odadan çıktığında Garland lazerini çekip Deckard’ı öldürmek için hamle yapar ama tüm bu kriz anındaki inanılmaz nezaket ve medenilik bozulmadan devam eden konuşmada Deckard, Garland’a bunun kendisini kurtarmayacağını Resch’in durumu anlayacağını belirtir. Garland ikna olmuş görünmektedir. Garland bir androiddir hatta Deckard’ın listesindeki androidlerden biridir. Bütün bina androidlerle doludur ve Resch de bilmemekle beraber bir androiddir. Resch odaya girer girmez Garland lazerini çeker ancak tecrübeli Resch onu vurmayı başarır ve Deckard ile birlikte binadan kaçıp Luba Luft’un peşine düşerler.

Opera binasına gidip onun müzede olduğunu öğrendiklerinde Deckard, aslında iyice kafası karışmış bir haldedir. Dakikalar önce android olmak veya ölmek arasında kalmıştır, yanındaki ödül avcısı bir androiddir ve Luba Luft hem operada hem de müzede Deckard ile aynı temalara ilgi duyuyor görünen güzel bir bayan şeklinde dizayn edilmiş bir androiddir. İkili, Luft’u müzeden çıkartır ve Luft’un da android olduğunu yüzüne söylemesi ile soğukkanlılığını kaybeden Resch marifetiyle kadını emekli eder. Deckard hem görev icabı hem de Luba Luft’u öldürmesinden dolayı tiksindiği Resch’e, android çıkması umuduyla testi uygular ama onun android olmadığını öğrenir. Garland ve Luft ikiliyi kandırmaya çalışmıştır. Deckard, Luba Luft olayından sonra mesleğinden ve kendisinden soğusa da Resch bunun normal olduğunu muhtemelen Luft’u cinsel olarak beğendiğini kendisine söyler. Bu Deckard’a daha iyi gelmez aslında ama 3.000 dolarlık bir ödülü de hak ettiğinden doğru hayvan pazarının yolunu tutar ve 3.000 doları peşin, gerisi taksitle olmak üzere gerçek bir keçi alıp eve götürür.

Kitabın Deckard’a ait ilk sahnesini böylece kapatarak, androidler ve dünyanın halini daha çok betimleyen elektrikli hayvan tamiri şirketinin şoförü J.R.Isidore’a dönmekte fayda var. Isidore, şehir dışında ve özellerin yaşadığı bir alanda tek başına yaşayan bir “özel””dir. Yani zeka düzeyi radyoaktif serpinti yüzünden düşmektedir. Bu sebeple Mars’a göç etmesine izin verilmemektedir.

Isidore yalnız yaşadığı apartmanda birgün tv sesi duyar ve yeni komşusuna merhaba demek için aşağıya iner. Komşusu ise Rachael Rosen ile aynı tipte olan ve Pris Stratton adlı bir Nexus-6 androiddir. Ukala, çekici ama aslında son derece de korkmuş olan Pris’in korkmasının sebebi diğer beş arkadaşının emekli edildiğini bilmesidir. Isidore, Pris’i görür görmez ona aşık olur ve onun için elinden ne gelirse yapar. Pris ise bir tür lütfetme edası ile Isidore’un yakınında durmakla birlikte aslında tam bir androiddir.

Pris ve Issidore arasındaki ilişkiyi çok iyi özetleyen bir çizgi roman karesi…

Isidore’un felaketi ise hayatta kalan androidlerin son ikisi olan Irmgard ve Roy Batty çiftinin çıkagelmesi olur. Irmgard iyi huylu bir karakter olmakla birlikte Roy ve Pris hem kötüdürler, hem yan yana geldiklerinde sinerjik olarak daha da kötü tipler olmuşlardır. Bir özel ve üç androidden oluşan grubun duygusal kopuşu Pris’in bir örümceğin bacaklarını kesmesi ile olur. Bu üç android, oldukları yerde tuzaklar kurarak avcıyı beklemeye başladıklarında, Isidore artık onlardan hiç hazzetmemektedir. Bu önemsemedikleri detay, androidlere pahalıya mal olacaktır.

Deckard ve Isidore’ın hayatlarını birleştiren son perde aslında ilginç bir mutlulukla başlar. Deckard gerçek keçisi ile karısı Iran’a döner ve birlikte hoşça vakit geçirirler. Ama Bryant, Deckard’a ulaşıp son üç androidin yerini bildirir ve işlerini bitirmesini ister. Deckard kafası karışık ve yorgun olduğu halde keçinin parasını ödeyebilmek için bunu yapmak zorunda olduğunu bilir. Bildiği diğer şey ise, kesinlikle bu işten sağ çıkamayacağıdır. Bu noktada kendisine daha önce yardım teklif eden ancak kabul etmediği Rachael’e ulaşır ve teklifini kabul eder. İşin esası Deckard Rachael’e ilgi duymaktadır, Rachael’in ise bambaşka bir tasarım amacı vardır; buna göre Rosen Şirketi hem tüm testlerden geçmeyi başaracak androidler üretmeye çalışmakta hem de varolan androidlerini korumak için taktikler geliştirmektedir. Rachael/Pris modeli de bu taktiklerden biridir. Bu modeller ödül avcılarını hedef alıp onları kendilerine aşık ederek androidlere karşı duygu beslemeye teşvik etmektedirler. Rachael de Deckard’a aynısını yapar ve sonrasında da Deckard’a bunu yaptığı tüm avcıların – bir tanesi hariç – emekli olduğunu anlatır. O bir kişi de Phil Resch’dir. Rachael’in acımasız soğukluğu, Phil Resch antipatisi ile birleşince Deckard Rachael’i öldürmeye kalkar ancak sonra vazgeçip onu Seattle’a geri gönderir.

Deckard, androidlere karşı kin dolsa da hala Rachael’i düşünür bir halde Isidore’un apartmanına gittiğinde kapıda karşılaştığı ve bir başka Rachael, yani Pris modeli kurbanı Isidore, örümceğin başına gelenlere kızgınlığının da etkisiyle Deckard’a bilgi verir. Deckard apartmanda Pris ile karşılaşıp onu Rachael zanneder ancak gerçeklikle soyutluğun arasında gidip gelen bir ruh hali ile onun Pris olduğunu anlayıp kendisini emekli eder. Isidore’un dairesinin kapısında ise harika bir Isidore performansı ortaya koyup son iki androidi de kandırır ve istemeyerek de olsa Irmgard’ı ve sonrasında oldukça çekindiği grubun lideri Roy’u kısa sürede emekli eder.

Bir günde altı androidi emekli ederek rekor kırmış ve keçisi için ekstradan 3.000 dolar daha kazanmış olmakla birlikte Deckard, arafta kalmış gibidir. Ne şefi Bryant’a, ne de yaralı ödül avcısı Dave Holden’a ulaşabilir. Sonrasında kuzey California’da terkedilmiş radyoaktif ve çöp kaplı topraklarda bir tür şizoid deneyim yaşar. En sonunda kendine gelir ve bir kara kurbağa bularak evine gider. Karısını evin çatısında şok içinde bulur. Zira keçileri, Iran tanımasa da Rachael tarafından çatıdan aşağıya atılmıştır. Deckard olayı önemsemez zira nesli tükenmiş bir hayvan bulmuştur. Karısı onun elektrikli olduğunu anlayınca biraz bozulsa da hem yorgunluğu hem hayatın mahiyetine dair gün içinde yaşadığı deneyimlerin etkisiyle çok da kafaya takmadan yatağına yatar ve beyin uyarıcısını kullanmaya bile gerek kalmadan uyuyakalır. Karısı Iran da bir elektrikli hayvan dükkanını arayıp bu kurbağayı beslemek için gerekli bilgi ve malzemeleri sipariş ederek kitabı bitirir.

Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? Philip K.Dick’in başyapıtlarından biri. Öncelikle belirtmeliyiz ki bunu da hak ediyor. Kitabın kurduğu gelecek hem kendi tarihçesine ve çevresel özelliklerine sahip olmakla kalmıyor, bu geleceğin insanları da kesin bir şekilde bugünün insanlarından farklı resmediliyorlar. Bütün bu tasvir de hiçbir zaman basit tanımlamalarla yapılmıyor. Yazarın kendisinin bilimkurguyu tanımlamasındaki temel kriterinin de okuyucuya yabancı bir şeyle karşı karşıya olduğunun hissettirilmesi olduğunu hesaba kattığımızda, bu özellik kesinlikle çok önemli yer tutuyor kitabın başarısında. Karakterlerin ve yazarın üslubunun, hafif ve satirik unsurlarla örülmesine rağmen son derece sembolik ama ağır mevzulara değinebilen mahiyetinin alkışa değer olduğunu söylemek gerekli.

Hele yaşam ve gerçeklik konusundaki geçişler, hatta karışmışlık o kadar inceden ama o kadar esaslı verilmiş ki, belki de kitabın temel başarısı da bu özelliğinden kaynaklanıyor. Bunu; yeri geldiğinde empatik bir paylaşım, yeri geldiğinde bir TV programı, yeri geldiğinde romantizm ve hatta dedektiflik öğeleri vasıtasıyla çok başarılı şekilde kotaran yazar, aşağıda inceleyeceğimiz ve kitabın film uyarlaması olan Blade Runner’a göre de çok daha ustaca anlatıyor derdini. Örneğin Deckard’ın bir şizofren mi, bir android mi yoksa normal bir insan mı olduğu konusu asla kitabın merkezinde olmasa da çok derinden bir akımla kitapta önemli yer tutuğunu anlayabiliyoruz. Yine, Deckard’ın Rachael tarafından kalbinin acımasızca kırılmasının akabinde Rachael’in kıskandığı keçiyi çatıdan aşağı atması empatik olarak birşeyler söylüyor okuyuculara. Kısaca hayatın farklı formlarından, ego veya empatiye kadar geniş bir yelpazede çokça şey söyleyen eser bunu büyük bir ustalıkla yapıyor.

Gerçeklik konusunda da kitap, okuyucuyu çatıdan atıp tuttuğu Deckard-Garland-Resch sekanslarında sanatının zirvesine çıkıyor ve hatta sorduruyor Deckard-Bryant-Holden ilişkisi de aynı mı diye. Hatta bu, tüm karakterler için de geçerli mi? Diye…

Blade Runner’dan bahsetmeye başlayalım… Her ne kadar genelde bilimkurgu filmi listelerinde,  2001 Bir Uzay Macerası’nın arkasından ikinci sırada anılsa da, bu filmin şahsi listemin ilk sırasında olduğunu söyleyerek sözlerime başlamam yerinde olur. Blade Runner, her ne kadar bahse konu kitabın film adaptasonu olsa da “Based Upon” ifadesinin daha uygun olduğu bir eserdir ve esasen de yönetmen Ridley Scott’tan çok ciddi parçalar almıştır.

1982 yapımı filme göre, olaylar artık çok yakın olan bir tarih olan 1992’de değil 2019 veya 2020’de geçmektedir. – Resmi olarak 2019 ama dönemin tüm oyuncuları olayların 2020’de geçtiğini ifade etmektedir.- Yine, mekan San Francisco yerine daha popüler olan bir başka önemli ve yapaylığıyla bilinen Los Angeles olarak değiştirilmiştir.

Rick Deckard (Harrison Ford) yine bir ödül avcısı olarak resmedilir, ancak ödül avcıları artık “Blade Runner” olarak anılmaktadır. Deckard, emekli olmuş olmasına rağmen son bir görev için üsleri tarafından ikna edilir. Buna göre dört yıllık yaşam süreleri olan “Replicant/Kopya”lar, mürettebatını öldürdükleri bir uzay gemisini ele geçirerek dünyaya gelmişlerdir ve amaçları bu dört yıllık süreyi uzatmaktır. Filmin Deckard’ı, kitaptakinden farklı olarak klasik bir kahraman polis ve işinin en iyisidir. Kitaptaki Deckard ise Dave Holden’ın varlığında para kazanamayacağını bilen sıradan bir avcıdır. Yine kitabın androidleri de kopya olarak anılır olmuşlardır. Buradaki tek farkın isim olmaması ise önemlidir, kitabın androidleri elektronik devrelerle tanımlanırken, filmin kopyaları genetik üretimler olarak daha gerçekçi bir bilimsel kurguyla resmedilmişlerdir.

Deckard, başta görevi kabul etmek istemez, ancak şefi Bryant (Emmet Walsh) tarafından ikna edilerek görevine başlar. Deckard’ın çalışmasında karşılaştığı ilk veri, kitapta bulunmayan robot bir karakter olan Leon’un – ki Polokov’un alternatifidir – Dave Holden’i Voight-Kampff testi sırasında vurmasıdır ve durumun ciddiyetine dair önemli bir veridir. Her ne kadar ilk olarak Leon’u görse de, çalışması kitapla paralel olarak kopyaları üreten şirkette başlar. Kitabın Rosen Şirketi, filmin Tyrell Şirketi haline gelmiştir ve Eldon’un yeğeni kılığındaki kendisinden haberdar Rachael de yine Eldon’un asistanı ve kendisinden bihaber olan Rachael (Sean Young) haline gelmiştir. Burada kitapta zımnen hissettirilen bir olguyu yönetmen Riddley Scott açıkça göstermeyi yeğlemiştir. Buna göre, kitaptaki Rachael/Pris son derece minyon ve korunmaya muhtaç bir fiziksel yapıya sahiptir ancak tasarlanma sebebini de bir robot soğukluğuyla yerine getirir. Filmdeki Rachael ise kitaptan farklı olarak bekar olan Deckard’a eş olarak tanımlanmıştır ve fiziksel küçüklüğü yerine içinde bulunduğu psikolojik durumun narinliği ile korunmaya muhtaç olarak resmedilir.

Deckard, Leon’u bulamasa da kitabın elektrikli hayvanlarını temsil eden yapay bir yılanın pullarından ikinci kopyaya ulaşmayı başarır; Zhora’ya (Joanna Cassidy)… Zhora her ne kadar başlarda soğukkanlı kalsa da kısa süre içinde soğukkanlılığını yitirerek kaçmaya çalışır ve son derece etkileyici ve yıkıcı bir sahne ile Deckard tarafından emekli edilir. Bu sahne; kitapta Deckard’ın özellikle Luba Luft’u emekli ettiği sekansta hissettiklerini, kelimeler olmadan çok özel bir sinematografi ve Vangelis’in mükemmel müzikleri ile izleyiciye hissettirdiği, çok başarılı bir sahne olarak göze çarpar.

Bu olayın hemen sonrasında Zhora’nın ölümünün intikamı değil de kendi hayatınının garantiye alınması için Deckard’a saldıran Leon’u durduran kişi ise korunmaya muhtaç rolünden hayat kurtaran rolüne geçen Rachael olur. Kitapta Rachael’in yapmayı taahhüt ettiği bir aksiyonla filmde Leon’u vuran Rachael, böylelikle kitapta çok daha yukarıdan geçilen bir ilişki sezdirilişini, Hollywood standartlarında bir klişeyle onurlandırır.

Kalan iki kopya ise grubun bir amaç dahilinde hareket eden, planlı ve zeki ikilisidir. Grubun lideri Roy (Rutger Hauer) ve Pris (Daryl Hannah). Pris’in kitaptaki ağırlığından olsa gerektir ki ismi değiştirilmemiştir ancak kitapta Rachael ile aynı model olan Pris’in filmde sarışın bir amazon kadını tarafından canlandırılması tabi ilginç olmuştur. Kitabın ana öğelerinden Isidore ise antisosyal bir dahi ve erken yaşlanma sorunu olan J.F.Sebastian (William Sanderson) olarak resmedilir. Genetik olarak göz tasarlayan bir bilimadamı olan Sebastian, Pris tarfından tuzağa düşürülür ve yalnızlığından yararlanılarak, Tyrell Şirketine bir anahtar olarak Pris ve sonradan aralarına katılan Roy tarafından kullanılır. Sebastian olanları anlamakla birlikte tuzak artık tehdide döndüğünden sürece müdahale edemez.

Pris’i evde bırakan ikili Tyrell şirketinin sahibi Eldon’ı ziyaret ederler. Ancak Eldon, Roy’a yaşamını uzatmak için yapabileceği bir şey olmadığını kesin bir dille ifade edince, Roy onu öldürür. Bu sırada Deckard da Sebastian’ın evini bulur ve zorlu bir mücadele sonunda Pris’i emekli eder. Eve geri dönen Roy ile Deckard arasında yaşanan ve avcının ava döndüğü son aksiyon sekansı ise bilimkurgu sinemasının kült sahnelerinden biri ile sona erer; “I’ve… seen things you people wouldn’t believe…/ Ben… öyle şeyler gördüm ki inanamazdınız…” diye başlayan ve Rutger Hauer’in mükemmel performansı ile dile gelen kelimeler eşliğinde Deckard’ın hayatını kurtaran Roy’un sahneden çekilmesinin akabinde Deckard Rachael’i alarak hem maddi hem de manevi olarak artık sıtkının sıyrıldığı dünyadan ayrılır ve film de böylece sona erer.

Riddley Scott’un Blade Runner’ını başlı başına bir klasik yapan iki unsurdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, ambiyanstır. Scott – ki yönetmen, dünya kurmanın kendisi için en keyifli deneyim olduğunu kariyerinde birçok kez tekrarlamıştır. – 1982’de, bugün bile geçerli bir gelecek ambiansını; dekordan teknolojiye, insanlardan bilime, müzikten ruha kadar mükemmel kotarmıştır. Antonio St.Ella’nın tasarımlarından, arkadaş canlısı Buster’ın ruhunu yakalayan Uzakdoğulu kadının rahatsız edici LED reklamına kadar filme özgü bir ruh yakalamıştır yönetmen. Filmde bundan çok daha fazla alegorik semboller de var tabi ama kastımız daha ziyade filme yönetmence kazandırılmış ve sonrasında filmi cyberpunk’ın başat eserlerinden biri olarak da kabul ettiren ruhu tanımlamak olduğundan bunlara detaylıca değinmiyoruz.

İkinci unsur ise, kitapta çok hafifçe geçiştirilen ve daha çok gerçekliğin tanımı içinde bir alt başlık olarak sezdirilen Deckard’ın mahiyetini başarılı bir şekilde speküle etmiştir. Yani, “Deckard kimdir, ya da Deckard nedir?” şeklinde tanımlanabilecek bir şüpheyi koymuştur izleyicilerin önüne. Memur Gaff’ın (Edward James Olmos) origamisi ve Deckard’ın “unicorn” rüyasında sembolize edilen bu durumun kitabın ustalığına ulaştığını söylemek zorsa da kitaptaki birçok öğeyi birkaç saniyelik ambiyanslarla tanımlayan Scott’un bu olguyu göz önüne bu kadar açıkça sermesi tesadüf değildir.

Açıklayacağımız bu seçimin en büyük başarısı, yönetmenin kendi ifadesi ile “Deckard’ın içinde bulunduğu paranoid durumu” çok iyi analiz etmesidir. Deckard’ın kitapta girdiği bunalım, androidlere olan empatisi, hafif psikolojik krizleri; Resch ve Garland ile yaşadığı macerasından sonra başlamış ve her tür hayatı kabul etmek suretiyle de üstesinden gelinmiştir. Scott ise bunun yerine kopya Rachael’le yaşanan bir aşk koyarak bir filmde olabilecek “farklı” ama geçerli bir çözüm koymuştur ortaya. Sonuç olarak yönetmenin bir türün klasiğinden bir başka türün klasiğini… Çıkartabileceği en iyi şekilde çıkarttığını inkar edemeyiz. Üstelik bunu yaparken de yaşamın mahiyeti konusundaki yapay zeka, organik zeka konusunu kitapla aynı çizgide işlemeyi seçerek kitabın varisi olduğunu da ilan etmiştir izleyicilere…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 4

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir