Ahorii’nin ölüm çukurları sadece en iyi dövüşçüleri belirlemez. Aynı zamanda en acımasızlarının da ilan edildiği yerlerdir. Yüzbinlerin seyrettiği dövüşler bir gün döngüsü boyunca devam eder. Tetta Prime kıtasının yağmur mevsimine denk gelen dövüşlerde, ölümün kara lekesini topraktan silmek istercesine durmadan yağan yağmur dövüşçülerin işini zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu zorlu şartlarda dövüşçülerin sadece marifetleri değil, dayanıklılık ve psikolojik sağlamlıkları da hayati önem taşır.
Konforlu koltuklarında oturmuş ve dövüşün sadece bir gününü seyretmek için binlerce Lahiy ödemiş seyirciler ustalık bekler, acımasız olunmasını bekler ve en önemlisi kan bekler. Dövüşenler onların gözünde canlı değildirler. Birazdan ölümü kucaklayacak olan birer cesettirler.
Bazı izleyiciler sadece bahislerden para kazanmak için gelir. Bazıları sadece kendisine sosyal bir çevre ve çıkar sağlamak için buraya gelmiştir. Bazıları da kendilerine veya kıymet verdikleri her ne ise ona; Ahorii’nin ölüm vaat eden çukurlarından çıkmış mahir bir koruma bulmak için…
Kalabalığın içinden birisi ise bu sebeplerden hiç birisinin peşinde değildi. Arenaya toplanan kalabalığın hayatları boyunca göremeyeceği kadar çok kan görmüş birisi olarak aradığı şey çok daha farklıydı ve aradığını bulmak üzere olduğunun farkındaydı.
Genç kadın geriye doğru takla atarak kalktı. Kalabalıktan büyük bir alkış koptu. Az önce yattığı yerde Sifrenks’li savaşçının kalın mızrağı saplıydı. Yağmur, çukurun içini çamurdan bir mezara dönüştürmüştü. Kadın sağ dizi üzerinde, iki eli yanlarda ve yerde, rakibinin bir sonraki hamlesini beklerken sol eliyle zeminde bulduğu sert cismin çene kemiği olduğunu fark etti. Çamura bulanmış kemik daha önceki zamanlardan kalan ismi kayıp bir dövüşçüye aitti kuşkusuz…
Eflatun gözlerini rakibinden ayırmadan çamura gömülmüş kemiği kavradı; ama kaldırmadı. Kullandığı silah Tozumb ırkının özel silahı olan bıçaktı ve uzun bir mızrak karşısında çeviklikten fazlasına ihtiyacı olduğunun bilincindeydi. O fazlalık pekâlâ bir sürpriz; beklenmedik bir silah olabilirdi.
Sifrenkis’li insansı, mızrağını kaldırarak bağırdı. Kalabalık dövüşçüye aynı şekilde karşılık verdi. Yağan yağmurun altında sarı renkli insansı çok caydırıcı görünüyordu. Çukurun insanları, ölümün uzaktan güzel görünen yüzünü selamlıyorlardı. Gökyüzünde beliren mavi şimşek altında Sifrenks’li savaşçı bir kâbusun vücut bulmuş hali gibiydi.
Kadın, sağ eliyle tuttuğu bıçağı iyice kavradı. Gelecek birkaç saniyenin yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi çekeceğini biliyordu. Kütlesi kendisinin iki katı olan yarı vahşi bir canlıya karşı bir plan yapmadan karşı koyamayacağını çok iyi biliyordu. Sakin kalarak reflekslerinin ezberlediklerini yapmasına izin vermeliydi. Bu çukurdaki en büyük düşman korkunun savaşçılara verdiği hantallıktı.
Gövdesi sivri dişlerle kaplı mızrak üzerine doğru gelirken, bıçağını kaldırdı ve Sifrenkis’li insansının ivmesini kullanarak bıçağı yardımıyla saldırıyı geçiştireceğini düşündü; ama yanılmıştı. Mızraktaki dişler birden insansının bastığı düğme yardımıyla gövdenin içine girdi ve Sifrenkis çeliğinden yapılmış mızrak, bıçağın üzerinden kayarak genç kadının omzuna saplandı.
Yüzbinler aynı anda bağırdı. Biraz sonra kan göreceklerini ve bahislerini kazanacaklarını bilmenin keyfiyle daha çok gürültü çıkartıyorlardı. Genç Tozumb’lu için verilen galibiyet oranı hakaretten farksızdı. Büyük Arena’nın üzerinde bulunan holotabloda Tozumb’lu kadının galibiyet şansı düştükçe sağ kalması halinde kazandıracağı para artıyordu. Kadın, acıyla sırt üstü düştü. Sarı savaşçı olanca gücüyle bastırıyordu. Bıçağını bırakan Tozumb’lu mızrağı sağ eliyle itebildiği kadar geri itiyordu.
Sifrenkis’li avantajının farkındaydı ve sonuna kadar kullanmak niyetindeydi. İki adım attı. Şimdi, rakibi olan zayıf kadının beli hizasında, tepesinde dikiliyordu. Cildi kadar sarı dişlerini göstererek güldü. Kadın kendisinden beklenmeyecek kadar dayanıklıydı. Sifrenks’li cesur savaşçı rakibinin omzundan akan kanın pıhtılaşmaya başladığını görebiliyordu.
‘Lanet Tozumb’lu’ diye gürledi ve yüklendi.
Rakibi tüm kuvvetini vererek mızrağı itmeye başladığında genç kadın daha fazla dayanamadı ve mızrağı bıraktı. Büyük bir acı vücudunu esir almıştı. Sırtından çıkan mızrağın yere saplandığını hissedebiliyordu. Aynı zamanda hareket zamanının geldiğini de hissediyordu. Mızrakla birlikte öne doğru eğilen Sifrenkis ’linin hayati organları artık erişebileceği mesafedeydi.
Sol elinde tuttuğu kemiği birden kaldırdı ve olanca gücüyle rakibine batırmaya başladı. Bir kez, bir kez daha ve bir kez daha… Sarı insansının yüzündeki şaşkınlık bir an sonra acıya dönüştü. Arka arkaya karnına yediği darbelerle dizlerinin üzerine çöktü. Bir anda arenayı büyük bir sessizlik esir aldı. Yağmurla birlikte akan giden servetler bir hayattan çok daha önemliydi.
Son darbenin zamanı gelmişti. Tozumb’lu kadın, dizlerinin üzerine çökmüş rakibinin boynuna yaptı son hamlesini. İri dövüşçü hırlayarak yere düşerken Ahorii’nin ölüm çukuru bir canı daha almıştı. Pek çok canlı para kaybetmişti. Az önce kahramanları olan savaşçının yerde yatan cansız vücudundaki kasılmaları bir tek onun katili görebiliyordu.
Kalabalıktan; şaşkınlıktan öfkeye, sevinçten üzüntüye farklı tepkiler duyulurken yaralı kadın omzunda saplı mızrakla yerinden kalkmaya çalışıyordu.
Tüm sesleri bastıran anons duyulduğunda kalabalığın içindeki adam yerinden kalkmış aradığını bulmuş olmanın tatminiyle dövüşçülerin tedavi edildiği revirin yolunu tutmuştu.
‘Kazanan Ramus gezegeninden Tozumb’lu Nareed!’
Nareed, türüne bahşedilen özellik sayesinde diğerlerine göre çok daha çabuk ayaklanmıştı. Oturduğu yerde omzunu kontrol ederken kapıda orta yaşlı bir insan belirdi. Adam elindeki paraları sayarken yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Nareed adama baktı; ama bir şey söylememeyi tercih etti.
‘Biliyor musun?’ dedi adam, saydığı Lahiy’leri sallayarak, ‘Sanırım sana oynayan bir tek ben vardım.’
‘O zaman tam bir ahmakmışsın’ dedi Nareed. Ağrıyı alması için verilen ilacın etkisi azalmaya başlamıştı. Acı yavaş yavaş geri geliyordu ve hiç hoş gelmiyordu.
Adam, söylenenleri üzerine almaz bir tavırla revire girdi.
‘Kendini bu kadar hafife alma Nareed.’ Nedense adamın sözlerinde, çok şey bilen bir bilgenin ağırlığı vardı.
‘Zor kurtuldum. Beni haklıyordu.’
Nareed’in sözleri daha çok kendisine yaptığı bir itiraftı. Sağ omzu, sağ kolu ve eli acının etkisiyle sızlıyordu. Tozumb ırkının özelliği; kanlarının havayla temas ettiği anda hızla pıhtılaşmasıydı. Bu sayede kan kaybının yol açtığı etkileri yaşamıyorlardı. Karşılığında pek çok canlıya göre çok daha büyük bir kalp ve genelde kalp yetmezliği ilen biten bir hikâye sonu onları bekliyordu.
Yakında düzelecek diye düşündü insansı kadın. Adam düşüncelerini okurmuş gibi konuşmaya başladı.
‘En az bir hafta sağ tarafını kullanamayacaksın.’
‘Kimsin sen?’ dedi Nareed. Oldu olası dolaylı konuşmalardan hoşlanmazdı. Annesi, küçük Nareed’i çok uyarmıştı. Yaptığı şey annesine göre kabalıktı. Ama büyüyen Nareed annesinin yanıldığını gördü. Evrende o kadar çok kabalık vardı ki, kendi yaptığının aşırı olmadığını zaman içerisinde kötü tecrübelerle öğrenmişti.
Adam, gri ceketinin kolunu dirseğine kadar sıyırarak, iç kolunda bir damga gösterdi. Nareed nefesini tuttu; ama yabancıya fark ettirmedi.
Umursamaz bir tavırla ‘O damganın sahtelerini pek çok canlıda gördüm’ dedi. Endişe umarsızlığın yerini alıyordu. Bu adam kendisinden ne istiyordu? Adamla arasına yatağı almak üzere ters tarafa doğru yürümeye başladı.
‘Gerçek olsaydılar şu anda burada, bu konuşmayı yapıyor olmazdık.’ Adam çok sakindi. Kolunu kapattı ve elini cebine attı. Nareed, istemsiz elini belindeki bıçağına doğru uzattı.
Cebinden bir kredi bankası çıkartan adam, yatağa doğru fırlatarak Nareed’e baktı. Sanki genç Tozumb’lunun tepkisini görmek ister gözlerini kırpmadan bakmaya başladı.
‘Biliyor musun? Hayatta kalma içgüdüsüne sahipsin. Ve bunu yaparken ırkının özelliğine güvenmeyecek kadar akıllı davranıyorsun.’
‘Bu nedir?’ Yorgunluktan ayakta zor duran Nareed, kendisinin iki katı bir canlıyı öldürmüş özgüvenli bir savaşçıdan, bir anda ürkek bir Sssiyan yavrusuna dönüşmüştü.
‘ Parmak izinle açılacak. İçerisinde tümüne olmasa bile, sorularının bir kısmına cevap bulabilirsin. Bu arada, o yatağın beni yavaşlatacağını düşünmedin değil mi? Bu, bana hakaret olurdu.’
Nareed, ne söyleyeceğini bilemez bir halde öylece adama bakarken, kapıya varan adam devam etti.
‘Ramus’a birkaç kez gittim. Çok güzel bir gezegen. Eminim oraya bir gün daha zengin ve itibarlı dönmek istersin.’
‘Güzeldir.’ diyebildi sadece eflatun gözlerini kırparak.
Adam arkasını dönmüş çıkmak üzereyken birden aklına bir şey gelmiş gibi dönerek sordu.
‘Bu arada merak ettim. Sol elinle de sağ elinle olduğu kadar başarılı mısın onunla?’ Cümleyi bitirirken Nareed’in farkında olmadan sapını sıktığı bıçağını gösteriyordu.
Bu bir meydan okumaydı. Nareed, meydan okumaları bilirdi ve daha da kötüsü küçüklüğünden beri hiçbir meydan okumadan kaçmamıştı. Yenileceğini bilse bile.
Sol elini gevşetti ve olanca hızıyla bıçağını çekerek adamın olduğu yöne fırlattı. Bıçak, adamın yanağını sıyırarak kapının pervazına saplandı. Gözünü bile kırpmayan adam bir an için genç Tozumb kadınına baktı ve sonra yüzünde bir tebessüm belirdi.
‘Ders bir. Asla silahsız kalma. Ve aklınla oynanmasına izin verme.’ Silahı saplandığı yerden kuvvetle ve tek seferde çekti ve yatağa fırlattı. Ardından da Nareed’in arenada, Sifrenks’liyi öldürürken kullandığı çene kemiğini yatağın üzerine attı.
‘ İki gün daha bu bok çukurundayım. Sonrasında gidiyorum.’ Ve gitti.
Nareed, farkında olmadan vücudunda oluşan gerginliği adam gittikten sonra yeni fark ediyordu. Adam haklıydı. Bilerek ıskalamıştı; ama ıskalamıştı ve o andan sonra tek kolla ve silahsızdı. Kendisine küfür ederken, bir yandan gözü adamın bıraktığı kredi bankasına takıldı. Bu ufak aletler tam birer baş belasıydı. Parmak izi en kolay kopyalanabilen şey olduğu için, sahibinin hücre izi ve vücut kimyasalı ile aynı anda çalışan kombine bir kilit sistemi ile çalışıyordu. Pek çok canlı, güneş sistemleri arası dolaşırken; yanında para taşımak yerine bu cihazı kullanıyordu. Bu aletlerin baş belası oldukları bölüm ise; sahiplerinin elinden iradeleri dışında çıktıkları anda başlıyordu. Ya sahipleri tarafından uzaktan patlatılabiliyorlardı, ya da cihazı elinde bulunduran canlı bilgilere girmek istediğinde güvenlik sistemi devreye giriyor ve kendisini imha ediyordu. Her iki durumda da sonuç; yarım blokluk etki alanı olan bir patlamaydı.
Genç kadın yatağa oturdu. Bu sırada arenada bir kapışma daha bitmiş, birileri zengin, birileri de fena halde ceset olmuştu. Revire getirilen galip savaşçının sol bacağı, kesik bir halde göğsünün üzerinde duruyordu. Irkı klimar olan canlı, hala şokta gibi titriyor, revirin robotları iri canlıyı tutmaya çalışıyorlardı. Nareed, bir süre olayları izledikten sonra tekrar önünde duran cihaza baktı fakat dokunmadı. Önünde hala iki günü ve iyileştirmesi gereken bir omzu vardı. Dinlenmesi gerekiyordu. Kaldığı odaya gitmeden önce kazandığı parayı alması gerektiğini hatırladı. Yaklaşık yüz yirmi kiloluk, iki standart metreden uzun bir canlıyı öldürmüştü. Dişe değer bir şeyler kazandığını umarak idarenin yolunu tuttu.
Kaldığı oda şehrin en seçkin bölgesinde sayılmazdı; ama yorgunluktan zor yürüyen güzel vücutlu bir Tozumb dişisine bela çıkartacak pisliklerden uzaktı. Kapıyı açıp girişte bekledi. Dışarıdan gelen holo reklam ışıkları tüm odayı aydınlatıyordu.
Ölüm çukurlarında günün dövüşlerinden önemli anları gösteren kesitler Ahorii gezegeni ve içinde bulunduğu sistemle birlikte toplam dört güneş sisteminde yayınlanıyordu.
‘Ölürken ünlü olmak için en ideal yol’ diye söylenerek içeri girdi. Bugün revirde karşılaştığı adam kendisini öldürmeye çalışan devden çok daha fazla canını sıkmıştı. Odada sürpriz bir misafiri olmadığından emin olmalıydı.
Yatağa uzandığında aklına annesi geldi. Yatağa böyle pis bir halde girdiğini görseydi… Ama annesinin küçük Nareed’i olmayalı çok uzun zaman olmuştu. Kazandığı kredileri, adamın bıraktığı kredi bankasını dikkatlice başucundaki rafa bıraktı. Bıçağını sıkıca kavradı ve gözlerini kapattı. Dinlenmesi gerekiyordu. Silahsız yatmanın cezasını en ağır şekilde ödediği o gün geldi aklına. Bıçağın sapını biraz daha sıkı tuttu.
‘Hayalarınızı keseceğim hepinizin’ diye haykırmıştı. Annesinin küçük kızını kimse umursamamıştı. Sonunda da dediğini yapmıştı. Ne teselli ama diye düşünerek kafasından geçen düşünceleri kovaladı ve uykuya daldı.
Rüyalar yaşananların ve duyguların tezahürüdür derdi büyükannesi, küçük kızın saçlarını tararken. O zamanlar kâbuslar deniz kabukları gibiydi. Uyandığında hatırlamak, hatırladıklarından korkmak için düşüncelerinde ısrarla onu hatırlamak istemen gerekirdi. Dalga sesleri gibi yavaş ve derinden gelirdi hatıralar. Şimdi ise gerçekler bazen kâbuslardan daha uzak geliyordu Nareed’e.
Derin bir acıyla uyandı. Şimşeğin aydınlattığı gökyüzünün önünde kocaman bir karaltı giderek yaklaşıyordu ve Nareed kıpırdayamıyordu. Gölge tepesine dikildiğinde kendisini revirde ziyaret eden insanın yüzünü gördü. Gözleri açık, tavanı seyrederken hala kâbusun etkisinde vücudu istemsiz kasılıyordu. Parmaklarını hareket ettirdi. Derin bir nefes verdi. Kasları tepki veriyordu. Kâbus bitmişti.
Yerinden kalktı ve duşa girdi. Bir gün öncesinin tüm pisliği normalden uzun süren bir duşla çıkmıştı ama huzurlu olmaktan çok uzak hissediyordu. Derinlerde bir yerlerde, uzayın boşluğuna göndermek istediği kırılganlığının, ruhundaki en ufak bir çatlaktan dışarı çıkacağını hissediyordu ve bu histen nefret ediyordu. Kendisinin iki katı canlıları öldürse bile o küçük Tozumb’lu kız orada durmuş; ‘Sana ihtiyacım varken neredeydin?’ diyordu.
Odada durduğu sürece kafasındaki seslerin kendisini rahat bırakmayacağını anladığında karnı da guruldamaya başlamıştı. Dün yaptığı ölüm dövüşü tüm enerjisini almıştı. Irkının özelliğinden dolayı kendisine kimyasal doku yapılandırma ilacı verilemiyordu. Güzel bir kahvaltıyı hak etmişti. Üzerine yağmurluğunu alarak sokağa çıktı ve kalabalığa karıştı.
Bulunduğu bölge kesinlikle Ahorii’nin en seçkin yeri sayılmazdı; ama en kötü yeri de değildi. Gezegenin çok yağış alması nedeniyle bulunduğu bölgede de pek çok yerde olduğu gibi şehir ana sistemine bağlı koruyucu çatılar bulunuyordu. Yağış miktarı belli bir seviyeye geldiğinde meydanlarda bulunan koruma sistemi devreye giriyor ve yaşayan canlıların sonsuz bir yağmurdan etkilenmesini önlüyordu. Bu sistemlerde toplanan yağmur suları ana toplayıcıya gönderiliyordu. Canlıların yaşadığı pek çok güneş sisteminde suya hala çok ihtiyaç duyulan gezegenler vardı.
Nareed kendisine sağlanan konfordan faydalanmayı hiç düşünmüyordu. Biraz ıslanmak iyi gelebilirdi. Yağmur mevsimi gezegenin bu bölümüne yine cömert davranıyordu. Sokak satıcıları, ölüm çukuru dövüşleri için gelen turistler ve yerel halkın büyük bölümü koruyucu çatıların altında kalmayı tercih ederken, Nareed için yağmurda yürümek tedavi gibiydi.
Ağrıyan kaslarına aldırmadan bir süre amaçsızca gezdikten sonra asıl dışarı çıkma nedenini midesi sayesinde hatırladı. Güzel bir kahvaltı neşesini yerine getirebilirdi. Uzakta duyduğu sokak satıcılarının sesleri, üzerinden geçen hava trafiğinin hareketliliği ve etrafta dolaşan pek çok güneş sisteminden gelmiş canlı dikkatini dağıtıyor, uzun süredir aradığı huzuru burada da bulamayacağını anlatıyor gibiydi.
Eflatun gözleriyle meydanda bulunan yemek istasyonlarına baktı. Yerel bir şey istemiyordu. Ahorii mutfağı Tozumb’lu kadın için yeteri kadar lezzetli değildi. Kendisine bir istasyon seçti ve içeri girdi. Üzerindeki yağmurluğun yarı organik kumaşı suyu çoktan emmiş ve buhar olarak atmosfere salmıştı.
İstasyon, günün bu saati için kalabalık sayılırdı. Kendisine herkesten uzak bir köşe seçti ve yağmurluğunun kapüşonu takılı halde oraya yöneldi. Oturduğunda istasyonun her yerinde bir önceki günün dövüşlerinden özetler gösteriliyordu. Kendisinin de bu özetlerin bir yerinde olduğuna emindi. İstasyonda bulunanların kendisini tanımasını istemiyordu. Gereksiz ve aşırı bir ilgi şu anda en son istediği şeydi.
Oturduğu ünitenin masasına dokunarak seçenekleri aktif hale getirdi. Tozumb mutfağını seçti. Ritua kuşu yumurtası ve quwella meyvesi püresi ısmarladı. Quwella meyvesinin çekirdeğinden elde edilen bu püre, çocukluğundan beri en sevdiği yemeklerden birisiydi.
Masanın üzerinde ısmarladığı yemeklerin fiyatları belirdi ve ödeme yapmak için elini cebine götürdü. O anda tün vücuduna ciddi bir acı yayıldı. Sağ omzunu kullanmaması gerektiği unutmuştu. Duyduğu acıya rağmen cebinde bulduğu şeye şaşırmıştı. Elini cebinden çıkardığında dün akşam kendisini ziyaret eden adamın bıraktığı kredi bankasını aldığını fark etti. Küçük siyah cihazı tekrar cebine koyup nakit olarak ödeme yaptı.
Tam o anda arkasında ki holo tablolarda kendisinin yarısı cüsseye sahip bir dişi savaşçıya yenilen Sifrenks’li hakkında konuşan yorumcuların konuşmalarını duydu. Kapüşonu biraz daha çekerek yüzünü iyice kapattı.
‘Bazıları meşhur olmayı sevmez’ diyerek masanın karşı tarafına oturan adam, Nareed’in irkilmesine neden oldu. O anda çatlaktan çıkmak isteyen kırılganlığı, bir kez daha oralarda bir yerlerde olduğunu hissettirdi. Bu insan, Tozumb’lu genç kadına nedenini anlayamadığı bir şekilde zayıf olduğunu hissettiriyordu.
Nareed, yüzünü sakladığı için çok memnundu. Zira adamın Nareed’in yüzündeki ifade değişikliğini fark edeceğine emindi. Hele bir de kim olduğunu söylediği kişiyse…
‘Beni mi takip ediyorsun?’ dedi, sesinin titremediğini umarak.
‘ Diyelim ki yatırımıma göz kulak oluyorum.’
Kırklı yaşlarındaki adamın üzerinde öyle bir özgüven vardı ki; Uzay’da yürüyüşe çıkıp geleceğim dese inanılabilirdi. Yüzünün sağ tarafında kaşının hemen altında belli belirsiz bir yara izi vardı. Nareed, adamın bu ezici özgüvenini kırmak için hücuma geçmesi gerektiğini hissetti.
‘Yara’ dedi yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, ‘Nerenin hatırası?’
Adam hiç istifini bozmadan elini yaraya götürdü; ama dokunmadı. Onun yerine masaya dokunarak bir smesa çayı sipariş etti. Arkasına yaslandı ve etrafını süzdü.
‘Biliyor musun? ‘ dedi sadece parmağıyla istasyonun içini işaret ederek, ‘Burada, bu anda bulunan her hangi bir canlının benden kaçma ve saklanarak yaşama ihtimali yok.’
Tam bu anda oturdukları ünitenin uyarı ışıkları yanmaya başladı. Siparişler hazırdı. Masanın ortası iki yana ve aşağı doğru kayarken alttan yemeklerin de üstünde olduğu başka bir parça yükseldi ve masanın üst kısmında durdu.
Standart dil de ve onlarca ayrı dilde ‘İyi yemekler’ ifadesi masanın her iki yanında belirdi ve birkaç saniye sonra kayboldu. Adamın söyledikleri bir anda Nareed’in iştahını kapatmıştı. Quwella püresi bile cazibesini kaybetmişti.
Smesa çayını yudumlayan adam samimi bir gülümsemeyle baktı ve ‘Lütfen yemeğini ye. Dün gece de bir şey yemedin’ dedi.
Nareed’in pembemsi tenindeki tüm hücreler aynı anda isyan etmiş gibi harekete geçti. ‘Beni mi izliyorsun’ dedi sessiz ama kızgın bir fısıltıyla.
‘Dediğim gibi yatırımlarıma dikkat ediyorum diyelim.’
O anda Nareed’in aklına gece gördüğü kâbus geldi. Bir an için acaba gerçekten bu ürkütücü insan dün gece odada mıydı diye düşündü.
‘Rahat uyuyamadın değil mi’ dedi adam, çayından bir yudum daha alarak. Bu kadarı yeterliydi. Nareed hızla masadan kalktı ama adamın kendisine uzanması ve yaralı kolundan tutması bir oldu. Adam o kadar hızlı uzanmıştı ki Nareed kıpırdayamadı bile. ‘Otur’ dedi adam, sesinde nezaketten eser yoktu.
Nareed şaşkın tekrar oturdu. Bir süre ikisi de konuşmadı. Nareed tekrar konuşacak gücü topladığında içindeki kırılgan küçük kız, kan kokusuna gelen Zambiza gece hayvanları gibi Nareed’in yalnızlığına çöreklenmişti.
‘ Benden ne istiyorsun? Sana hiçbir faydam dokunamaz. Eğer iddia ettiğin kişiysen zaten bunu biliyorsun ve bana ihtiyacın yok.’ dedi. Sesinin titremesini kontrol edemediğini fark etti.
Aregu töreni sonrası babasıyla konuşurken aynı hisse kapıldığını hatırladı. Orada babasını ve ailesini utandırmıştı. Kızgınlığı tüm benliğini sarmış babasının yüzüne bakamıyordu. Galaksinin bilinen kısmını gezen profesyonel bir savaşçı kimliğinin altında, geçmişten gelen pek çok anının tek başına kaldığı anlarda üstüne çullandığı biri vardı. Şimdiyse; bir gün önce kendisinin iki katı bir devi öldürmüş bir savaşçının ruh halinde çok uzakta, bilmediği bir kara deliğe çekiliyormuş gibi hissediyordu.
Adam ‘ Her canlının bir yararı vardır.’ diyerek elindeki bardağı bıraktı. Bardak otomatik olarak çayı tekrar ilk servis edildiği ısıya getirmek üzere çalışmaya başladığında, ürkütücü yabancı öne doğru eğilerek Nareed’in eflatun gözlerinin içine bakmaya başladı. Genç Tozumb’lu gözlerini kaçırmak istedi ama saldırıya uğradığı o gecedeki kadar çaresiz hissediyordu kendisini. Nefesini tutarak dolmaya başlayan gözlerini kapattı.
‘Ne istiyorsun benden?’
‘ Ağlıyor musun sen?’
Bu hazzı yaşatmayacaktı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. Gözlerini adamınkilere kilitledi. İşte bu anda esrarengiz adam gülmeye başladı ve arkasına yaslandı. Birkaç saniye kadına baktıktan sonra elini cebine attı. Nareed’in aklından o anda pek çok şey geçti ama hepsinin sonunda tek bir sonuç vardı. Yaralıydı ve kendisini ruhsal anlamda hiç iyi hissetmiyordu. Kıpırdayacak hali yoktu ve eğer hayatı burada sona erecekse bunu engellemek için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Hele bir de adam olduğunu iddia ettiği kişiyse.
Adam cebinden avuç içi büyüklüğünde bir cihaz çıkartarak masanın üzerine koydu. Nareed ne olduğunu anlamaya çalıştığı cihaza baktı.
‘ Korkma, alıp bakabilirsin’
Kendisine izin verilen bir oyuncağa çekinceyle uzanan küçük bir çocuk edasıyla sol elini cihaza doğru uzattı ve aldı. Daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Teknolojiyle arası çok iyi sayılmazdı. Nihayetinde Galaktik Konsey tarafından ilkel kabul edilen bir silahı kültürlerinin en büyük parçalarından birisi olarak gören bir dünyadan geliyordu. Babasının eline bıçağı verdiği ilk an geldi aklına ve gözleri yeniden dolmaya başladı.
Ailesini, evini çok özlemişti. Duygularını kontrol etmesi gerektiğini hatırladı ama kendisini bu yabancı karşısında yeteri kadar küçük düşürmüştü. Cihazı masaya sertçe koydu ve derin bir nefes daha aldı.
‘Eğer beni öldürmeyeceksen daha fazla burada kalmak istemiyorum’ dedi.
Adam sanki Nareed bir şaka yapmış gibi gülmeye başladı ve masaya bıraktığı cihaza uzanarak cihazın üzerindeki bir yere dokundu.
‘Bir süre daha etkisinde kalacaksın. Ama temiz havaya çıktığında etkisini çabuk kaybedecektir.’ Nareed boş bir ifadeyle adama baktı.
‘Bu bir reseptör iletkeni’ diyerek cihazı cebine koydu. Nareed böyle bir şey duyduğunu hiç hatırlamıyordu. Ne demek istiyordu bu adam? Ne istiyordu ondan?
‘Kısaca senin duyularına etki etmesi için özel bir proteini hava yoluyla yayan bir cihaz.’
Nareed hala anlamamıştı. ‘Yani? ‘ dedi üzerinde hissettiği duygusal ağırlığın azaldığını hissederek.
‘Yani’ dedi adam tekrar ısınmış çayından bir yudum daha alarak. ‘ Bu cihaza beynine özel bir kimyasalı hava yoluyla göndererek senin duygularını karıştırıyor. Korku, pişmanlık, yetersizlik gibi duyguları, eğer varsa, tetikleyerek dengeni bozuyor’
Sonra cihazı tekrar eline aldı ve gülerek ‘Gerçekten işe yarıyor. Özellikle işkence sırasında’ diyerek cebine koydu. ‘Tabii bu cihazın kullanımının yasak olduğunu söylememe gerek yok sanırım’
İşkence? Bu adam gerçekten iddia ettiği kişi olabilir miydi?
‘Neden?’ dedi Nareed, düşüncelerini daha rahat topladığını fark ederek, ‘ Buna neden gerek duydun?’
‘Çünkü’ dedi adam biten bardağı masaya koyarken ‘Bu testi geçebildiğini görmem gerekiyordu. Zorlandın ama kırılmadın. Biraz çalışmayla daha iyisini yapabilirsin.’
Nareed şaşkın bir ifadeyle adama baktı. ‘Ne testi? Neler oluyor? Beni neyin içine çekmeye çalışıyorsan asla olmayacak’
Daha kararlı ve kendisinden emindi. İçindeki kırılgan kızın sesini duymuyordu.
Adam ayağa kalktı ve üniteden çıktı. Sonra tekrar döndü ve cebinden bir şey çıkartarak masaya bıraktı.
‘Unutma, kaçma ve saklanma ihtimalini düşün’ dedi. Sonra Nareed’e bir iletişim pedi verdi. ‘ Zaten içindesin’ diyerek istasyondan çıktı ve gözden kayboldu.
Nareed, bir süre tüm olan biten anlamaya çalıştı. Hiçbir şey mantıklı değildi. Adamın sözleri büyük kalbinin pompaladığı kanın damarlarında donmasına neden olmuştu. Önce iletişim pedine baktı sonra da bir beze sarılı olan cisme. Bezin üzerindeki desenler tanıdık gelince bir anda yutkundu. Bez, gezegenin kadınları tarafından On beşinci doğum günlerinde; özgürlüklerini kazanmak için yapılan ‘Aregu’ töreninden önce evlatlarına verilen bıçakların kılıflarıydı.
Elini istemsiz uzattı ve kılıfı açtı. İçerisindeki bıçak babasına aitti. Nefesini tuttu ve sonrasında dakikalardır tuttuğu gözyaşları dışarıda durmadan yağan Ahorii yağmuruna nazire yaparcasına yanaklarından aşağıya süzülmeye başladı.
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Yapay Zeka ve Günlük Yaşam Hakkında Bir Bilim...
Berdan Sarıgöl’den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.