Sebt Günü Batıya Doğru Yola Çıkanlara
II.Bölüm
“dünya dikenli bir hayat,
sevenlerde mi kabahat?!”
Üç yüz yıllık kotumu dizlerime kadar sıvadım, “snoopy” desenli solmuş tişörtümün kollarını omuzlarından kestim. Saçlarımı siyaha boyatmak geçti aklımdan ama fikir alabileceğim kimseyi bulamadım etrafta. Göbeğim açıktaydı, küçük bir piercing sallanıyordu üzerinde, ayaklarımdaki sandaletler bir numara büyüktü.
Büyükannemin de bu yollardan geçtiğini düşündüm, yola saçılmış irili ufaklı iskeletler onu hatırlatmıştı bana. Rivayete göre, batıya doğru giderken, bir kamyoncuya rastlamış. Kaytan bıyıkları varmış adamın, elli ikişer santimden olmak üzere toplam kol çevresi yüz dörde dayanmışmış. Issız bir benzin istasyonunda karşılaşmışlar, kamyoncu benzin pompalarken, büyükannem kaslarının inip çıkışına hayran kalmış. Adını bile sormadan atmış kendini kırmızı kürklü koltuklara, bir daha ne büyükannemi gören olmuş ne de kamyoncuyu…
Orta parmağımın tırnağı kırılmıştı, aksiliklerle başa çıkmayı öğrenecektim…
Bir adam yaklaştı yanıma batıya giden, buydu hikâyemiz;
*“Sanki yıllardır bekliyorduk şu lanet olası treni, yüzüm solmuş, kotumun rengine dönmüştü. İki seksen yere uzanmak üzereydim. Havadaki kara bulutlar, az sonra donumuza kadar ıslanacağımızı söylüyordu. Tam önümüzde bir dizel durdu nihayet, hemen arkaya atladık. Neyse ki yağmurdan yırtmıştık. Keyfim yerine gelmişti. Kirli bandanamın altından mızıkamı çıkardım. O blues söylemeye başladı, ben yol boyunca çaldım. Arabanın ön cam silecekleri zamanı tokatlarken, eli elimde benim zamanım durmuştu. Şoförün bildiği tüm parçaları söyledik. Umursamıyordum ne asfalta düşen şimşekleri, ne yarını ne de geleceği.
Özgürsün tatlım eğer kaybedecek hiçbir şeyin yoksa. Bulutların üzerine çıkmak zor değildi o blues söylediğinde ve benim için, iyi hissetmek yeterince iyiydi. Maden ocaklarından yaz güneşine, ıssız bozkırlardan yosun kokularına, ruhumun gizli odalarını keşfetti. Her fırtınada, her doluda sıcak göğsüne yasladı başımı. Soğuk artık uzaktaydı.
Bir gün eski bir dağ kasabasının yakınında ‘gitmem gerek’ dedi usulca. Aradığı bir ev vardı, bacası tüten. İzin verdim ellerimin arasından kayıp gitmesine, tüm iyi dileklerimi öpücüğüme koydum ve kondurdum dudaklarına. ‘Umarım’ dedim ‘bulursun aradığın neredeyse’
Gitti…
“Oysa ben sıcak göğsüne başımı bir kez daha yaslamak için, tüm yarınlarımı tek bir düne değişirdim”
Gün batımına doğru ilerlerken, yolum eski bir köy kahvesine düştü. Çıtır çıtır yanan odun sobasının çevresine gelişi güzel dizilmiş tahta sandalyelerden birine tünedim. Soba üzerinde pişen kestanelerin kokusuna, taze çekilmiş kahveninki karışmıştı, içerisi yeterince sıcaktı.
Cebimdeki tütünü çıkarıp sarmaya başladım, kahveyle iyi giderdi. Kimsenin benimle ilgilenmiyor olması da ayrı bir tat katıyordu bu otantik sahneye. Kucağıma, beyaz tüyleri kirden griye dönmüş bir kedi atladı. Poposunu iki üç sallamada bacaklarımın arasına yerleştirdi. Sıcak, radyodaki ağır müzik, tütün, kahve…
Bir süre sonra ikimizde mayıştık.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözlerimi araladım. Kedi gitmiş, soba sönmüş, hava kararmıştı. Karşımdaki sandalyeden bir çift mavi göz beni izliyordu. Kovboy çizmeli, deri ceketli, beyaz saçlı yaşlı bir kadın… İki örgüsü omuzlarına değiyordu. Fularını düzeltti, sandalyesini biraz daha yaklaştırdı, bir bacağını diğerinin altına aldı.
“Bir cigara da bana sar, anlatacaklarım var”
İnce bir yaprak çıkartıp, tütünü yerleştirdim ortasına. Sardım ruloyu, ucunu tükürükledim ve uzattım kadına. Derin bir nefes çekti, dumanı havaya savurdu.
“Dinle” dedi, radyodan gelen müzikle anlatmaya koyuldu…
** “ Bu boktan dünyada tatlım, gazetelere bak, aptal kutusunu seyret, civcivlerle konuş hepsi hepsi sana tek bir şey söyler: – herkes sikecek delik arıyor, herkes birbirini boğazlamaya çalışıyor, cesetlerle beslenen akbabalar leşlerin üzerine çullanıyor–
Biliyorsun bebeğim güveneceğin hiç kimse yok etrafta; öz kardeşlerin bile.
Bunu aklından sakın çıkarma. Hal böyleyken eğer herhangi biri, ne cehennemdeyse
sana yaklaşır, sevgi ve şefkat gösterirse tatlım sakın aptallık edip sırtını dönme. Zaman varken, ayağına kadar gelmişken sakın geri çevirme. Bilirsin, birini sevmek acıyla oynadığın bir kumardır aslında, yaralarsa, kaybettiğinde ödediklerin. Ama kimin umurunda ki tatlım
yarın burada olacağımızın garantisi yoksa”
Radyo sustu, beyaz saçlı kadın da…
Ben büzüşmüş dudaklarına yapışan tütünlere bakarken, O ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Çıkmadan önce sağ elinin orta parmağını havaya kaldırdı ve arkasını dönmeden bağırdı:
“Dominik Cumhuriyeti vize istiyormuş, siktirsinler!”
***”Bir gün gelecek, ben’in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun daha iyi üstesinden gelecektim. Bir gün gelecek, gülmesini öğrenecektim.”
Şimdi yollar beni bekliyordu…
-o-
*me and bobby mcgee – janis joplin
** get it while you can – janis joplin
*** hermann hesse – bozkırkurdu
İlginizi Çekebilir
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Berdan Sarıgöl’den Saga'nın İkinci Kitabı – U...

“Sadece ‘saçmalıkla’ ilgileniyorum; içinde pratik olarak hiç bir anlam taşımayanla.
Yaşamın sadece absürt göstergesiyle ilgileniyorum.”- DaniilKharms
Uzun zamandır yazıyor, yazmaya çalışıyor, devam etmeye çalışıyor. Deneme, yanılma, oradan, buradan, şuradan. Bu kadar yazan, çizen, onca tanınmış, tanınmamış insan arasında kendisine nasıl bir pay düşer bilmiyor, çok da umursamıyor. Ne önemi var ki! Altı üstü hep birlikte eğleniyoruz canım.
“I‘m one of those regular weird people.”–Janis Joplin and“probably the best one”– Carlsvonberger