S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macera: Ejderhanı Nasıl Öldürürsün-Bölüm 4

Bunu Paylaşın

Eğer tek başına yolculuk yapsaydı ölü kralların vadisini fark etmeden yoluna devam ederdi; fark etse bile yolunu değiştirip bu ürpertici yere girer miydi, cevaptan emin değildi. Vadi çok sessizdi, Kyal için fazla sessiz…

Göz alabildiğine uzanan düzlüğün ortasında, yaratıcının sanki kudretli yumruğu ile açtığı çukurun dibine doğru ilerleyen grup; şaşkınlık içinde etrafı seyrediyordu. Birkaç büyük kayanın arasından tatlı bir meyille inen yolu görmek bu toprakların yabancısı olanlara çok zordu.

Markus mağrur bir tavırla konuşuyor, buranın tarihini anlatıyordu.

‘Muhtemelen bu topraklarda yaşayan tüm insanların soyu burada başladı. Söylentilere göre Rytalli dağlarının bu tarafındaki insanların çoğu bu yüce kralların kanından geliyor.’

Raimark etrafına bakarken ilgisiz bir tavırla Markus ’un sözlerini böldü.

‘Sanırım her kasaba kaynağın kendisi olduğunu düşünüyor.’

Bu sözler gülüşmelere neden oldu; ama herkes Markus’ un yas tuttuğunu bildiğinden kimse uzatmadı.

‘Burası bizim için kutsal bir yerdir’ diyerek devam etti Markus, Raimark’ın söylediklerini duymamış gibi davranarak.

‘Eğer öleceksem, buradan daha güzel bir yer olamaz.’

Ve sessizlik tekrar vadinin üzerine çöktü. Ölümün bahsi bile grubun burada bulunma nedenini hatırlamasına neden olmuştu. Kyal ise neden burada olduklarını hiç unutmamıştı.

Kyal başını kaldırdığında farkında olmadan çok aşağıya indiklerini fark etti. Çukurun kenarları yıkılmaz duvarlar gibi etraflarında yükselmeye başlamıştı. Nal sesleri ve zırhların tıngırtıları vadinin duvarlarında büyüyerek etrafa yayılıyordu.

Bir süre sonra grubun önündeki Markus atından indi.

‘Buradan sonrasını yaya gitmemiz gerekiyor. İleride atlar için yürümenin imkânsız olduğu bir patika var. Hayvanları burada bırakalım.’

‘Malzemeler?’

Fredik daima hızlı düşünürdü.

‘Alabildiğimiz kadarını alıp devam etmekten başka yolumuz yok gibi.’

Kyal isteseydi oluşan durum planına bu kadar uygun olamazdı. Yaya haldeki bir av atlı bir avdan çok daha kolay bir hedefti. Hele bir de ejderha altın göz ise…

‘Ne dersin ejderha avcısı?’

Raimark ve diğerleri Kyal’a bakıyorlardı.

‘Sadece silahları almalıyız. Geriye kalanlar yalnızca yorulmamıza neden olacaktır.’

‘Ama yiyecekler?’ Rasmus hep açtı.

‘Eğer altın gözü bulursak ve işler istediğimiz gibi gitmezse…’ Kyal cümlesini yarıda bıraktı, tamamlamaya ihtiyaç yoktu.

Yaşlı avcı Stikkard gülmeye başladı.

‘Hepiniz ne kadar ciddisiniz. Altı üstü öleceksiniz.’

‘Bu adamın içtiği nedir? Biraz ben de içsem fena olmayacak.’

Raimark’ın sözleri bir anda oluşan gergin havayı dağıtmaya yetmişti. Kahkahalar ardı ardına patladı.

‘Evet arkadaşlar; Kyal’i duydunuz.’

Grup sadece silahları ve gerekli malzemeleri alarak yola koyuldu.

Kimi yerde, zamanla kayarak birbirine dayanan kayaların arasından emekledikleri zorlu patikayı geçtiklerinde güneş yüzünü batıya çevirmişti. Arada sırada karşılaştıkları yaban tavşanlarından ve keçilerden başka bir canlıya rastlamadılar.

Önlerinde uzanan yolun kenarında genişçe bir dere akıyordu. Çeyrek fersah yol gittikten sonra derenin büyük bir gürültü ile aşağıya döküldüğü şelaleye yaklaştılar. Sağlı sollu, suyun iki yanına bırakılmış eşyaları görünce Fredik sormadan edemedi.

‘Bunlar nedir?

Dere boyunca etraf bırakılmış eşyalarla doluydu. Üzerindeki yosundan uzun süre önce bırakıldığı anlaşılan bir sandık, paslanmış bir kılıç, doldurma bebekler, çizmeler, yelekler, hayvan postları…

‘Bunlar; atalarımıza minnettarlığımızın göstergesi olarak bırakılmış eşyalardır. Bazı kışlar o kadar soğuk olur ki yiyecek bulmak imkânsız hale gelir. Öyle zamanlarda kuyularımızdaki sular bir karış buz tutar. İşte o zamanlarda ölü kralların vadisi, bu kutsal yer, bize hem yemek hem de su verir. Burası daima daha sıcaktır. Biz de karşılığında…’

Markus’ un konuşması şelalenin döküldüğü yerden gelen bir gürültü ile yarıda kesildi. Tüm grup sağa sola dağılarak kayaların arkasına saklandı.

‘O neydi?’

Bu sorunun cevabını Kyal çok iyi biliyordu.

‘Ejderha hırıltısı. Ölüm kusan boğazlarını temizlemek için çıkarttıkları bir sestir. Ateşin sesi denir buna.’

Kyal söylediklerini ezberinden söylediğini fark etti. Soğuk bir kış gecesinde ateşin etrafına toplanmış, kendisini dinleyen ahmaklarla dolu kalabalığa anlattığı ürkütücü ejderha hikâyelerinde sık sık kullandığı tanımlamaydı.

‘Vadinin altında olmalı’ dedi Markus, eli kılıcının kabzasındaydı ve parmaklarındaki kan çekilecek kadar kuvvetle sıkıyordu. Kyal diğerlerinin yüzlerinde de aynı gerginliği görüyordu. Ne kadar çok korku ve heyecan olursa hata yapma ihtimali o kadar artacaktı ve bu; bir ejderha karşısında tek bir manaya geliyordu.

Yaşlı Jung’un söyledikleri aklına geldi. Yaşlı adam yılların yorduğu sesiyle genç Henrun’a;

‘Bu lanet kuş irilerini ne şekilde avlarsan avla asla unutma; mangadan bir kişi bile zayıfsa ölümden ancak başka bir güne söz vererek kaçabilirsin.’

Henrun zayıftı ve yaşlı Jung ve diğerleri bunu hayatlarıyla ödediler. İçlerinden ilk olarak hangisinin kırılacağını merak etmeden duramıyordu. Yüzünde, düşündüklerini yansıtmayan bir ifade ile ‘Gidip bakalım ve son planımızı yapalım’ dedi.

‘Son plan? Bu ifade hiç hoşuma gitmedi.’ Fredik’in ölecek olmasına üzüleceğini fark etmişti; ama bu andan sonra geri dönüşü yoktu.

Grup, büyük bir dikkatle derenin döküldüğü yamaca yaklaştı. Aşağıda, şelalenin döküldüğü yerde oluşan gölün hemen kenarında duruyordu; tüm ihtişamı ve heybetiyle.

Herkes nefesini tutmuştu. Kyal avuçlarının terlediğini hissetti. Sorens’in belalılarını öldüren ejderha çok daha büyüktü; ama nedense bu ejderhanın çok daha ölümcül bir hali vardı. Arkası dönük bir halde yere doğru eğilmiş bir yaban öküzünü sömürüyordu. Ölü hayvanın arka bacakları her ısırıkta oynuyor, ejderhanın uzun kalın pullu kuyruğu da sağa sola sallanıyordu.

Yaşlı Stikkard içki kokan nefesiyle fısıldadı.

‘Vay canına bu çok güzelmiş.’

Kyal yaşlı adama katılmadan edemedi. Ejderha genç ve çok çevik görünüyordu. Zırhı ya da diğer adıyla pulları koyu yeşil ve kahverengi tonlarındaydı. Bacakları kaslı ve bir atlayışta fersahlarca öteye sıçrayacakmış gibi güçlü görünüyorlardı.

Genç olmasına rağmen vücudunun pek çok yerinde derin yara izleri vardı.

Raimark yandaki kayanın arkasından fısıldadı.

‘Ne yapacağız?’

Aşağıya düşen suyun sesinin konuşmaları ve zırhların çıkardığı istemsiz sesleri bastırdığı kesindi. Yaratık keyfini bozmadan yemeğine devam ediyordu.

‘Şunu öldürelim hadi’ dedi Markus dişlerini sıkarak.

‘Uğursuz hayvan kral mezarlarını kendisine mesken edinmiş.’

O ana kadar tüm dikkati ejderhanın üzerinde olan Kyal, ilk defa etrafa bakmayı akıl etti. Vadinin dibi, gerçekten yaratıcının yumruğunun değdiği yer olmalıydı. Ağaçların ve gölün uzun süredir karşılaşmadığı bir güzelliği birlikte oluşturdukları çukur, bir kabın dibi gibiydi ve o kabın bir kenarında kayalara oyulmuş eski saray sislerin arasında öylece duruyordu.

Markus’ un anlattıkları şimdi mana kazanıyordu. Bu gözden ırak topraklarda gerçekten bir zamanlar krallar hüküm sürmüştü. O zaman yaşayan insanlar acaba bu güzel yere böyle bir yaratığın girdiğini görseler ne yaparlardı?

Luca, heybesinden kendisine ait olan zinciri çıkarttı. Amcası Mindar Marburg’un parasıyla yapılmış zinciri sırıtarak sallamaya başladı. O ana kadar yolculuğun sakin yüzlerinden birisi olan Luca, yolculuklarının asıl şimdi başladığını kavramışa benziyordu. Heyecanına yenilip ejderhanın üzerine atlayacak gibi duruyordu. Beklemenin bir faydası olmayacağını düşünen Kyal, ejderhanın yemek yiyor olmasının bulunmaz bir fırsat olduğunu fark etti.

Beraberindekiler ölümcül bir tuzağa sürüklemek ayrı bir şey, o tuzağa kendi de girerken sağ çıkma şansını arttırmak için avantajları kullanmamak bambaşka bir şeydi.

‘Şimdi herkes beni dinlesin. Fazla vaktimiz yok. Aşağıdaki yaratık çok çevik ve güçlü. Bir avantajımız varsa o da karnının tok olmasıdır; ama daha önce tokken adam yutan ejderhalar görmüştüm. O yüzden rehavete kapılmayın.

‘Sen hiç merak etme’ dedi Markus dişlerini sıkarak, gözlerinde intikam duygusunun canlı ateşi yanıyordu.

Kyal, tüm yakınlarını kaybetmiş adam için üzüntü duydu; ama sadece bir an için… Halletmesi gereken çok önemli bir işin en önemli anındaydı. Buradan sonra vereceği kararlar onu da diğerlerinin yanına; ölüme sürükleyebilirdi.

‘Soldaki kayalıkları kullanarak etrafından dolaşmamız lazım. Onu bir daire içine almalıyız. Hızlı hareket edersek kanatlarını açıp havalanmasına fırsat vermeden işini bitiririz.’

‘Ağaçlardan faydalanarak vadinin tabanına inmemiz gerekiyor.’

Kyal konuşurken grubun nefes almadan kendisini dinlediğini görünce aklına ister istemez Kaptan Sorens geldi. Kyal’ın soysuzları olabilirdi isimleri… Kaptanlarının geçmişinde kaç adamın ölümüne neden olduğunu öğrendiklerinde ise üzerine tükürüp lanetler okurlardı.

‘Fredik, arbaletler hazır mı?’

Genç adam kafasıyla yerde duran çuvalı işaret etti ve güldü.

‘Umarım çalışırlar.’ Kyal bunları söylerken ciddiydi. Birkaç nefes alımlık zaman hayatını kurtaracak şansı kendisine sunabilirdi.

‘Umarım öldürürler.’

Kyal, daha önce arbaletten atılan bir okun ejderha derisini delerek yaraladığını duymuştu; ama o arbaletin Fredik’in yaptığından çok daha büyük boyutlarda olduğunu da duymuştu.

‘Onlara güvenmeyin. Arbaletler sadece zaman kazanmak için.’

Kyal bunları söylerken yılların eskittiği sesiyle yaşlı Jung’un cümlelerini duyuyordu. O da aynen tekrarladı;

‘Bir ejderhanın en güçlü yanı aynı zamanda onun en zayıf noktasıdır. Kanatlarına saldırırsan ve başarılı olursan hayatta kalma şansın Laural’in evinde bedava kız bulma şansın kadar artar.’

‘Kim bu Laural?’ Lark merakla açıklama bekliyordu; ama Kyal fırsat bulamadan araya giren Raimark ciddiyetin bozulmasına izin vermedi.

‘O zaman planımız hazır. Geriye sadece uygulamak kalıyor.’

Kyal başıyla tasdik etti.

‘ Gidip öldürelim şu garabeti.’

Kayalık ve ağaçlarla dolu yamacı dolanarak ejderhanın yüzünün dönük olduğu tarafa vardıklarında, dev yaratık yemeğini bitirmiş olduğu yerde uyuyordu. İnsanoğlunun yaptığı hiçbir kılıcın işlemeyeceğini düşündüren derisi, batan güneşin donuk ışığında parlıyordu.

Cehennemden çıkan şeytani figürlerin tasvirlerinin çizildiği kitaplardan fırlamışçasına, uyurken bile insanın kanını donduran bir hali vardı. Kyal eliyle dağılmaları için işaret verdi. Şelalenin uğultusu bu adamları hayatta tutan tek şeydi. En azından şu an için. Artık her şey hazırdı ve Kyal için her şey kısa hayatının bir tekrarı haline gelmek üzereydi. Hırsızlık yapan, çalarken birisini öldüren ve sonrasında kanundan kaçarken aralarına katıldığı bir avuç maceraperestin ölümünü neden olan genç Henrun, ölü kralların vadisinin tam ortasında durmuş bir saldırıya liderlik yapıyor ve yine bir grup maceraperestin ölümüne neden oluyordu.

Hem de cehennemden çıkmış bir yaratığa karşı.

Kyal başını kaldırıp şelalenin kenarında duran Rasmus ve yaşlı avcı Stikkard’a baktı. Önlerinde, ucu ‘V’ şeklinde kesilmiş kalın sopaların üzerine dayadıkları kocaman arbeletlerle Kyal’ın işaretini bekliyorlardı.

Herşey hazır gibiydi. Ejderha ile aralarında elli adımdan biraz fazla mesafe vardı. Etrafına dağılarak yerlerini alan adamlara baktığında içinde hiç istemese de başarabileceklerine dair bir ümit yeşerdi. Bir an sonrasına kadar…

Dağılmakta olan adamların çakıl taşlarına basarken çıkarttıkları sesi duyduğunu fark ettiğinde ensesinden yayılan soğukluk birden tüm vücudunu kapladı.

‘TUZAK’ diye bağıracak oldu; ama geç kalmıştı.

Altın gözün ismini aldığı sarı renkli gözleri birden açıldı ve ejderha yeni uyanmış bir canlının gösteremeyeceği bir çeviklikle ayağa kalktı. Kyal yaratığın kendilerini aşağıya çekmek için oyun oynadığını farketmişti. Artık çok geçti.

Ellerini kaldırarak yamacın üstünde donmuş gibi bekleyen ikiliye çılgınca el sallamaya başladı. Kyal’ın yaptığı planda ejderhanın kontrolü ele geçirdiği an bu an değildi. Bu; bundan sonraki birkaç kalp atışı süresinde olacakları bilmemesi anlamına geliyordu.

Kyal’ın işaretini ilk farkeden yaşlı avcı Stikkard oldu. Arbalete sarıldığı gibi oku fırlattı. İri ok havayı yararak uçtu ve tam isabetle hedefini vurdu. O ana kadar sadece etrafındakilere göz dağı vermek için bağıran altın göz bir anda delirmişçesine önüne gelen ilk adama gırtalğındaki ateşin tamamını kustu. Derler ki ejderha ateşi etleri kemikten ayıracak kadar güçlüymüş. Az konuştuğu için ‘dilsiz’ lakabıyla çağırılan Olof dizlerinin üzerine çöktü ve cayır cayır yanarken gölün kenarına yığıldı. Genç adamın acı dolu haykırışları ölü kralların kemiklerini bile titretmiş olmalıydı.

Kyal’ın aynı sonu yaşamaya hiç niyeti yoktu. Sol yanına giren okun acısıyla etrafına ateş kusan yaratık, kendisini yaralayan okun geldiği yöne dönmüştü. Aynı anda ilk şaşkınlığını atlatan Rasmus’ta okunu yolladı. İki göz kırpma süresinde iri ok hedefine varmıştı; ama altın göz çok çevikti. Hayvan birden iki ayağının üzerinde doğruldu ve ok az önce ejderhanın durduğu yere düştü.

O anda Raimark’ın sesi duyuldu.

‘Tek kanatla uçamaz saldırın.’

Kyal bir an için bağıracak oldu. ‘Durun’ diyecekti.

‘Yaralı bir ejderha çok daha tehlikelidir ve o ok onu fazla tutamaz.’

Ama bunları söylemeye fırsat bulamadı. Zincirler çıkmış başların üzerinde sallanmaya başlamıştı. Altın göz, ölüm vaat eden gözleriyle etrafını saran zavallı insanlara bakıyordu. Her biri bıçak kadar sivri ve uzun olan dişleriyle sonlarının nasıl olacağını hatırlatmak ister gibiydi.

Kyal o an gerçeği gördü. Raimark tüm cesaretine ve liderlik vasıflarına rağmen grubun sonunu getiren adam olacaktı, manganın en zayıf üyesi. Tıpkı Henrun gibi…

Pervasızlığı tecrübesizliğiyle birleşince, beraberindekileri ölüme sürükleyecekti. Kyal içinde bulunduğu durumdan sıyrılmanın eşiğinde olduğunu biliyordu; ama ölümün kendisine elli adım kadar yakın olduğunun da farkındaydı.

Eliyle Stikkard ve Rasmus’a ikinci okları arbaletlere yerleştirmeleri için işaret verdi. Havada ıslık çalan ucu çapalı zincirler Raimark’ın ‘Şimdi’ işaretiyle havaya, ejderhanın üzerine doğru her bir yönden fırlatıldı. Plan çok basit ama işe yararsa çok etkili bir plandı. Uçlarına çapa şeklinde demirlerin takıldığı zincirler ejderhaya veya dev yaratığın üstünden aşarsa toprağa takılacak, dokuz adamın tüm güçleriyle yerde tutmaya çalışacağı ejderhayı büyük arbaletlerin fırlattığı demir uçlu oklar mıhlayacaktı.

Plan işe yarayabilirdi. Yarayabilirdi…

Altın göz birden etrafını çeviren insanların niyetini anlamışçasına tüm heybetiyle dikildi ve sol yanındaki oka rağmen kanatlarını açtı. Şeffaf kanatlar batan güneşi kapatırken okun yırttığı yer rahatlıkla görülebiliyordu. Kanadındaki yırtığa rağmen ejderhanın uçabileceği çok belliydi. Bir an sonra başının üstünden geçen bir zinciri çenesiyle yakaladı ve kafasını savurarak zinciri tutan Raimark’ı ağırlığı olmayan bez bir bebekmiş gibi en az otuz adım havalandırdı.

Kyal’ın yüzünde beliren tebessüm sadece bir an sürdü. Altın gözün heybetli kuyruğu çakılı, suyu ve çamuru kaldırarak savruldu ve karşı konulmaz bir dalga gibi Kyal’a vurup geriye doğru fırlattı.

Havada uçarken hissettiği acı gözlerinin kararmasına neden oldu. Duyduğu çatırtının kaburgalarından geldiğini biliyordu. Nefesi kesilmişti ve uğuldayan kulaklarına boğuk sesler geliyordu; Telaşlı ve düzensiz.

Yaklaşık yirmi adım geride, bir kayanın üstüne düştüğünde öldüğüne yemin edebilirdi. Öldüğüne ve Kaptan Sorens ve diğerleri ile buluşacağına… Ama bir an sonra gelen acı dolu çığlıklar ve telaşlı bağırışlar tam tersi olduğunu gösterdi.

Hala yaşıyordu ve üstüne giydiği zırh hayatını kurtarmıştı. Çarpmanın şiddetiyle kırılabilecek olan belini zırhı korumuştu. Vücudunda hissettiği acı ise sonsuza kadar bir lanet gibi tüm kemiklerinde kalacak gibiydi.

Ağzına gelen kanın tadını aldığında darbenin ciddi bir yaralanmaya neden olduğunu anlamıştı. Yavaşça doğrulmaya çalıştı. Kaburgası büyük acı veriyordu. Önündeki manzara ise durumuna sevinmesi gerektiğini gösteriyordu.

Kanatları güneşi gölgeleyen garabet, acımasızca ölüm saçıyordu. Raimark görünürde yoktu. En son havada uçarken gördüğü adamı arka tarafta bulunan ağaçlık alana doğru fırlatmış olmalıydı.Bacağına saplı bir ok vardı ve acı verdiği çok açıktı. İki ayağının üstünde dikilmiş alev kusuyordu. Grubun tamamı zincirlerini bırakmış hayatları için kaçıyordu.

Ejderha öne doğru bir hamle yaptı ve alevlerin arasından ağzından bir çift bacakla uzun boynunu doğrulttu. Kyal kim olduğunu bilmiyordu; her kimse bu günün yaşadığı son gün olduğu açıktı. Ejderha ölümcül dişlerini kapadı ve çırpınan bacaklar bağlı olduğu üst gövdeden ayrılarak vadinin şu anda alev alev yanan zeminine düştü.

O anda birisinin ‘Luca’ diye bağırdığını duydu.  Kyal adamın bu ölümü hak etmediğini düşündü; fakat artık her şey için çok geçti. Yukarıda, arbaletlerin başında Stikkard ve Rasmus hala oklarını altın göze atıyorlardı; ama şimdi etrafı saran alevden duvar herşeyi daha da karmaşık bir hale getirmişti.

Kaçmak için herşey mükemmeldi. O anda alevlerin arasından Markus’un koşarak çıktığını gördü. Kılıcı başının üzerinde bağırarak ejderha’ya doğru koşuyordu. Ölümüne doğru koşuyordu. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamın yapabileceği türde bir haraketti. Ejderha kendisine doğru koşan zavallı adamı fark edene kadar, Markus canavarın karnına kılıcını saplayacak kadar yaklaşmıştı.

Ejderha aniden hissettiği acıyla vadiyi inleten bir çığlık attı. Uzun boynunu yan çevirerek altına doğru baktı ve o büyüklükte bir canlıdan beklenmeyecek bir çeviklikle bir adım gerileyerek boynunu Markus’un durduğu yere doğru indirdi.

Kümesin önündeki solucanları toplayan tavuklara benziyordu. Gerçekten de Markus onun için bir solucandan farksızdı. Başını tekrar kaldırdığında yastaki adamın artık orada olmadığını gördü. Altın göz adamı bütün olarak yutmuştu. Canını yaktığı için ona biçtiği ceza buydu.

Kyal, kayalardan destek alarak oradan uzaklaşmaya çalışıyordu. Göz ucuyla ejderhanın hareketlendiğini gördü. Nefesini tuttu. Acaba korkunç yaratık kendisini farketmiş miydi?

Korkarak o yöne baktığında rahatladı. Tam düşündüğü gibi etrafındaki hareketle meşgul olan dev yaratık Kyal’ın kaçışını fark etmemişti. Yinede çok vakti olmadığını biliyordu, acele etmeliydi. Duyduğu acıları duymazdan gelerek vadinin tabanından şelalenin döküldüğü yükseltiye doğru koşmaya başladı.

Kyal’in soysuzlarının çok fazla zamanının kalmadığını biliyordu. Trondaam kasabasının cesur adamlarının hayatlarının son günü burada bitecekti. Duyduğu acı dolu haykırışlara ve ejderhanın kan donduran çığlıklarına aldırmadan koşmaya devam etti.

Yukarıya ulaştığında soluna, Stikkard ve Rasmus’un arbaletleriyle durdukları yöne baktı. İki adam hala oradaydılar. Stikkard arbaletinin başındaydı; ama Rasmus elinde kılıcı, şelalenin kenarına kadar ilerlemiş aşağıya bağırıyordu.

Bir an sonra Kyal hayatında gördüğü en ürkütücü manzaralardan birisiyle karşılaştı. Altın göz birden Rasmus’un baktığı yönden tüm haşmeti ve vahşeti ile yükselmeye başladı.

Rasmus, kanatlarını çırparak havalanan dev yaratığın karşısında tek kelimeyle aciz duruyordu. Ejderha iri kafasıyla önce Rasmus’a sonra da Sitkkard’a baktı. O sırada yaşlı adam arbaletindeki oku fırlattı ve iri yayı bırakarak kılıcına sarıldı.

Fırlattığı ok ejderhanın acı dolu çığlığıyla birlikte hayvanın göğsüne saplandı. Kyal’ın bir nefeslik ümidi, ejderhanın uzun boynu ile oku saplandığı yerden çıkartıp gökyüzüne doğru attığı ikinci çığlıkla sona ermişti.

Altın göz, adeta zaferini eski krallara ilan ediyordu. Kyal için orada durmak sadece ölüme sokulmak demekti. Arkasını dönerek derenin içinden geldikleri yöne, atları bıraktıkları boğaza doğru koşmaya başladı.

Arkasında duyduğu ejderha hırıltısı ve ateşin sesi, ardından yükselen haykırışlar Stikkard ve Rasmus’un kaderlerini anlatmaya yetiyordu. Bacakarında kalan son kuvvetle koşuyordu. Ciğerleri acıyla yanıyordu. Kaburgasının her adımda ciğerlerine batışını hissedebiliyordu.

Bir an sonra tüm acısına yeni bir anlam katan bir şey oldu. Etrafı karardı. Sanki uğursuz yağmur bulutları başına üşüşmüş onu korkutmaya çalışıyorlardı. Ama Kyal bu karaltının bulutlar kadar masum olmadığını biliyordu. Derenin üzerinde suyu titreten dev kanatların sesi Kyal’ın kalp atışlarını bastırıyordu. Birden ayakları yerden kesildi ve havada süzülerek yirmi,otuz adım ileride dere kenarına sırt üstü düştü. Zırhı olmasa tüm kemiklerinin birbirine gireceği kesindi.

Acıyla kıvrandı ve inledi. Ağzından kan geliyordu. Gözleri kararmaya başlamıştı. Altın göz birkaç adım uzağına konarak mağrur adımlarla kendisine doğru yaklaşmaya başladı. Ejderhanın kendisiyle oynadığını o an fark etti. Bu sonu hak ediyordu; ama ölmeye hazır değildi.

Yüzü ejderhaya dönük geriye doğru sürünmeye başladı. Ellerini kesen çakıl taşlarına aldırmadan hayatı için sürünüyordu. Tıpkı bir zavallı gibi, tıpkı bir korkak gibi… Bir an için; ejderhanın sadece ölümü anımsatan yüzünde gülümseme gördüğüne yemin edebilirdi. Altın göz onunla alay ediyor gibiydi.

Sürünmeye devam etti. Ejderha da sıcak nefesiyle onu takibe devam ediyordu. Birden elini attığı yerde bir şeyi tuttu. Ne olduğunu anlaması sadece bir nefes sürdü. Buraya gelirken gördükleri paslı kılıcın başıydı.

Hangi savaşçı tarafından ne zaman bırakıldığını bilmediği kılıç karanlığa gömülen ümitlerine ufakta olsa ışık vermişti. Tek yapması gereken, benliğinde olan ve kalan tüm cesareti toplayarak kılıcı kendisi ve ejderha arasına tutmaktı.

Yapamadı. Biliyordu ki yapacağı hiçbir şey artık Kyal’i kurtaramayacaktı. Paslı bir kılıcın bu canavarı öldürmesine imkan yoktu. Tam o anda bir mucize gerçekleşti. Bu bir mucize olmalıydı. Başka izahı olamazdı. Genç Fredik iki elinde yanıcı karışımlarıyla dolu şişeleriyle durmuş altın göze meydan okuyordu.

‘Hey çirkin yaratık bu tarafa bak!’

‘Hey!!!’

Ejderha uzun boynunu yön değiştiren bir yılan gibi çevirerek sesin geldiği yöne baktı. Fredik elindeki şişeyi ejderhaya doğru fırlattı. Canavarın kuyruğuna isabet eden şişe kırıldı ve içindeki karışım mucidi Fredik’i onurlandırmak için alev alev yanmaya başladı.

Göklerin dev kanatlı sahipleri birbirleriyle dövüşürken içlerinde yanan ateşi rakiplerine boşaltır ve kalın derileri bu ateşe dayanabilirdi. Fredik’in bulduğu şey ise farklıydı; olduğu yerde yanmaya ve kavurmaya artarak devam ediyordu.

İlk anda önemsemediği insanın canını yaktığını fark eden ejderha o tarafa doğru dönmüş bir yandan da yanan kuyruğunu çılgınca sallıyordu. Kyal’in kılıcı saplaması için en uygun zamandı.

Fredik bağırdı.

‘Şimdi Kyal!’

Kyal kılıcı bıraktı ve kalkarak koşmaya başladı. Hem de arkasına bakmadan…

Ejderha Fredik’e yöneldiği sırada Kyal bir an için genç adamla göz göze geldi.

Fredik hiçbir şey söylemedi ve elindeki diğer şişeyi kendisine yaklaşan ejderhaya doğru fırlattı.

Kyal dizlerinin üzerinde sürünerek ölü kralların vadisinden çıkarken ejderhanın çığlıkları Fredik’in haykırışlarına karışmıştı. O an Kyal, az önceki mucizenin başına gelen ilk mucize olmadığını fark etti. Kaptan Sorens ve adamları cehennemi yaşarken kendisi yine mucize eseri kurtulmuştu. Bu ikinci seferdi. İçinde üçüncü bir şansının olmayacağına dair kuvvetli bir his vardı ve Henrun aksini yapmaya hiç niyetli değildi.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir