Her şeyi riske attığının farkındaydı. Biraz daha… Biraz daha…
Uzayan takip liman bölgesindeki terkedilmiş bir depoya kadar sürmüştü. Saklandığı yerden sinsi yaratıkların konuşmalarını duyabiliyordu.
‘ Gitmek gerek’ dedi diğerine göre daha kambur olanı sivri dişlerinin arasından konuşarak. Nedense, Rams bu yaratığa karşı ilk andan itibaren özel bir nefret duymuştu.
‘Efendiden haber gerek’ dedi yüzü yaralı olan.
İkisini de öldürmek vardı aslında; ama bu olayın arkasında kimin olduğunu bulmak için biraz daha sabretmesi gerekiyordu. Bulunduğu yerden; iki büyük sandığın arasından bebeği görebiliyordu.
Ağlamıyordu. Tüm o koşuşturma sırasında uyumuş olmalıydı. Sepetinde hareketsiz yatıyordu. Bebek güvende olduğu sürece kovalamacanın devam etmesini kabul edebilirdi.
İki goblinin sağa sola sallanarak yaptıkları konuşmayı daha iyi duyabilmek için biraz daha ilerledi. Yarı karanlık depoda gölgeleri dans ediyordu.
‘Beklemek istemem ben.’
‘Gelmesi gerek her an’ dedi yaralı yüz. Bir yandan da üst dudağındaki irini yalıyordu çatal diliyle.
Rams’ın bulunduğu yerden, alt katta göremediği bir noktadan deponun kapısı açıldı ve içeri biri girdi. Sokak lambalarının aydınlattığı binanın içine gölgesi uzayan her ne ise uzun ve iriydi.
‘Efendi’ dedi kambur olan, daha da eğilerek. Goblinler her anlamda umarsız yaratıklardı. Bu çeşit saygı gösterisine mazhar olmak için; ya çok zengin olmak ya da iki boyuta göre de çok ikna edici biri olmak gerekiyordu. Rams’ın bu özelliklere sahip, bildiği çok fazla varlık yoktu. Zengin ve güçlü olmak her iki boyut içinde gıpta edilen özelliklerdi.
Gölge, kapının hemen iç kısmında durdu ve boğuk bir sesle konuştu.
‘Bebeğin yeri değişecek. Size verdiğim adres artık güvenli değil. Evinize götürün.’
Rams, duyduklarına inanamamıştı. Harekete geçmesi gerekiyordu. Tam o anda kambur goblin konuştu. İğrenç yaratıkta Rams’le aynı fikirdeydi.
‘Efendi zoru ister. Bizim yuvada güvenlik olmaz bu küçük insan için.’
Efendi hırlayan bir ses çıkardı. Hiçbir şey söylemedi. İnsansı bir ses değildi.
‘İki boyutun efendisi kızmasın. Biz sadece endişemizi bildirdik.’
Sağa sola sallanan goblinler tedirgindi. Küstah goblinler yaradılışları gereği çok fazla şeyden korkmazlardı. Rams, gölgelerdeki yabancının kim olduğunu çok merak etmişti. Sivri dişlerinin arasında fısıldayarak hemcinsini teyit etti diğer goblin.
‘Bebeği bana verin’ dedi sözde iki boyutun efendisi.
İşler kontrolden çıkmaya başlamıştı. Müdahale etme zamanı gelmişti, aldığı altınların hakkını verme zamanıydı. Olduğu yerden kalkıp atlamak için korkuluklara yöneldiğinde geç kaldığını fark etti. Kont DeMarcos’un bebeği el değiştirmişti.
Bir ok gibi fırlayarak aşağı bıraktı kendini. Rams, çevik bir hareketle düşüşün verdiği ivmeyi kullanıp öne doğru takla attı. Doğrulup az önce iki goblinin olduğu yöne doğru ok atarını nişanladı. Az önce bebek ve yabancının durduğu yerde sokağa açılan kapıdan başka bir şey yoktu. Goblinler bir anlık şaşkınlıktan sonra açık olan kapıya doğru koşmaya başladılar.
Rams’ın ok atarı arka arkaya dört tane demir ok fırlattı. Çirkin yaratıklar hızlıydı; ama Goblin Katili daha hızlıydı. Rams’ın oklarından ikisi boşa gitmişti; ancak üç ve dördüncü ok sırasıyla baldır ve bacağa saplandı.
Düşen goblin yüzü yaralı olandı. Kambur olan kapıda bir an için geri dönüp türdeşine yardım etmeyi düşündü; ama Rams’ın geldiğini görünce kaçmayı tercih etti. Rams, yaralı goblinin suratını olanca gücüyle tekmeledi. Garip bir çatırtının ardından bacağındaki yaralardan dolayı cıyaklayan goblin bilinçsiz yatıyordu. Şimdi kovalama zamanıydı.
Rams dışarı çıktığında bir parça yemek için cirit atan fareler dışında sokakta kimse yoktu. Liman bölgesi gecenin bu zamanında hiç güvenli değildi. Bu saatte burada dolaşan biri ya belaydı, ya da belasını arıyordu. Bebeği alan yabancıdan eser yoktu. Kontun bebeğini kaybetmişti; ama kambur goblini yakalarsa her şey değişebilirdi.
Koşmaya başladı. Goblin katili elinde, diğer eliyle büyülü gözlüğünü düzeltti. Kedigözünden yapılmış mercekler insan gözüne görünmeyen tüm varlıkları gösteriyordu. Boyutlar arasında dolaşabilen yaratıkları görmenin en basit yolu buydu. Diğer yöntemler insanlarda kalıcı değişikliklere neden olan cinstendi. Birkaç sokak sonra kambur gobline yetişmişti.
Gecenin içinde amansız bir kovalamaca başladı. Yeşil yaratık, önüne çıkan her şeyi devirerek ilerliyordu. Rams, yaratığın varmaya çalıştığı yeri biliyordu. İki boyutun varlıklarının buluşup, her türlü pisliği yaptığı bir han vardı; Kaptan Oozu’nun İni. Konsey buranın varlığını biliyor; ama görmezden geliyordu. Kana susamış yaratıkların nerede olduklarını bilip görmezden gelmek yeryüzüne dağılıp insanları öldürmelerinden çok daha mantıklı bir çözümdü.
Rams, kambur goblini oraya varmadan yakalaması gerektiğini biliyordu. Orada, o uğursuz mekânda, Rams’ı sevmeyen o kadar çok canlı vardı ki…
Hızlandı. Az önce goblinin devirdiği iki boş fıçının arasından atladı. Döndüğü sokak diğerlerine göre biraz daha geniş ve uzundu. Goblin’in çevik kasları sayesinde sokağı yarıladığını gördü ve olduğu yerde durup silahını doğrulttu. Yeşil yaratık, bir sandığa basarak atladığı sırada Rams tetiği çekti. Demir ok, goblinin sırtına saplandı ve yaratık çığlık atarak dengesizce yuvarlandı. Rams koşmaya başladı. Yaratığı bir an önce yakalayıp bebeğin yerini ve o yabancının ne olduğunu öğrenmek istiyordu.
O anda goblin beklenmedik bir şey yaparak pislikten rengi kaybolmuş tulumunun cebinden bir çuvaldız çıkardı. Rams, nefes nefese ‘ Nereden buldu bunu?’ derken goblin büyülü kelimeleri söyleyerek havada dik bir çizgi çekti ve yırtılan boyut perdesinin içine atlayarak kayboldu. Bir an önce goblin’in olduğu yerde; kapanan boyut perdesinden arda kalan ışık kırıntıları kalmıştı.
Her şey tersine gidiyordu. Önce kontun bebeğini kaybetmişti, şimdide goblini. Aklına depoda bıraktığı yaralı goblin geldi; ama kovalamaca Rams’ı limanın uzak bir yerine getirmişti. Karar vermesi gerekiyordu. Pelerininin cebine elini attı ve çuvaldızı çıkardı. Yaptığı şeyin çılgınca olduğunu biliyordu; ancak başka çaresi yoktu.
‘Rrsantum portalaniu tum’
Büyülü sözcüklerle birlikte havaya başının üzerinden yere kadar dik bir çizgi çekti. Çuvaldızın ucuyla yırtılan boyut perdesinden süzülen ışık, kedigözüyle daha da parlak görünüyordu. Gözlerini kapadı ve açılan yarıktan içeri daldı. Karşısında beliren manzara, daha önce görmüş olmasına rağmen her defasında aynı tiksinme hissini uyandırıyordu.
Araf, tüm ıssızlığı ve çoraklığıyla her yöne uzanıyordu. Her şeyin gri olduğu bir toz bulutu ve içinde yaşayan binlerce lanetlenmiş yaratık. Goblinler, troller, vampirler, sıkışmış ruhlar, şeytanlar, ifritler ve kandralar, ghullar ve diğerleri… Hayata dair tüm izler bu diyara yasaktı.
Havadaki ağır leş kokusu Rams’ın midesini bulandırdı; ama kusmaya vakit yoktu. Kambur goblini muhtemelen tepelerde bulunan evine varmadan önce yakalaması gerekiyordu. Araf’ta hava daima puslu ve kapalıydı. Güneş’in doğmadığı ve batmadığı bu boyut için yaşlı Rivani’nin söylediklerini hatırladı.
‘Evlat’ demişti yaşlı adam elindeki kabzası fildişinden oyulmuş bıçağını bilerken.
‘Araf’ın ışığı bizim Güneşimizin yansımasıdır. Perdenin arkasında yanan gaz lambasının diğer tarafa verdiği cılız ışık gibi düşün.’
Ona her şeyi öğreten yaşlı adamı özlüyordu. Burada olduğunu görse ‘ Seni yarım akıllı ahmak’ derdi. ‘O kadar yaratığın arasına tek başına dalarken ne düşünüyordun?’
Ayağının altında ezilip toz olan kemiklere aldırış etmeden koşmaya başladı. İleride, sağda vadinin tam ortasında, Dünya’nın ve bilinen bilinmeyen tüm boyutların yaratıldığı zamanlardan kalma, düştüğü yerde can vermiş bir devin kaburga kemiklerinin arasına kurulmuş bir kasaba vardı. Tüm sakinlerinin hem avcı hem de av olduğu bir kasaba.
‘Asla kanama’ demişti Rivani. ‘Araf’ta insan kanı, Dünyadaki altından daha değerlidir.’
Goblin gözden kaybolmuştu; ama kanıyordu. Sırtındaki demir ok kanını zehirleyecek ve onu öldürecekti. Yeşil yaratığı ölmeden bulması önemliydi. Bebeği alan iki boyutun sözde efendisine ulaşması için bu şarttı.
Rams, damlaları takip ederek ilerliyordu. Yaratık, kasabaya yönelmemişti. Bu iyi bir şey diye düşündü. Belki de günün sonunda, ucunu kaçırdığını düşündüğü olayları hala kontrol altına alabilirdi. Tek avantajı goblinin takip edilmediğini düşünmesiydi.
Takip tepelere kadar devam etti. Goblinin siyaha çalan kanı zikzaklar çizerek bir çukurun başında son buluyordu. Rams kafasını çukurdan içeri soktu. Derinlerden, goblin dilinde konuşmalar geliyordu. ‘Sevimsiz yaratıkların sevimsiz lisanı’ diye mırıldandı.
Kemerinden çıkardığı piyano telini, çaktığı makaralı kazığa taktı ve zorlukla sığdığı delikten içeri daldı. Çok iri bir köstebeğin kazabileceği türden bir tüneldeydi.
Goblinin kanı tünelin duvarlarına da bulaşmıştı. Doğru yoldaydı. Rams, botundan bıçağını çekerek dişlerinin arasına aldı. Sağdan soldan çıkmış ölü bitki köklerine takılarak aşağıya doğru inmeye başladı. Konuşmalar daha net duyulur hale gelmişti. Kadim olmasına rağmen hiçbir güzelliği olmayan hırıltı ve hıslamlardan oluşan dili anlamak oldukça zordu.
Rams’ın söylenenleri anlamaya ihtiyacı yoktu. Birazdan kambur yaratığı ele geçirecek ve konuşturana kadar uğraşacaktı. Eğimin azaldığı bir noktada tünel dört tane girişe ayrılıyordu. Goblin yuvasına girdikten sonra geri dönüş yoktu. Gördüğü her yeşil yaratığı bu çukura gömecekti. Kokunun en rahatsız edici olduğu deliğe yöneldi. Mide bulandıran koku şifacı goblinin yakınlarda olduğunun habercisiydi.
Yaşlı Rivani ile goblin yuvasının başında durdukları günü çok net hatırlıyordu.
‘İçeri girmeden öldürebildiğini öldürmen gerekir. Goblin yuvaları uzun ve karmaşık tünellerden oluşur. İçeri girince çıkış yolunu bulamayabilirsin. Ne kadar az goblin o kadar iyi.’
Sonrasında yaşlı adam elindeki demir sülfat bombalarını delikten aşağı salmıştı. Yaratıkların çığlıklarını hala hatırlıyordu.
İçeri girmeden öldürebildiğini öldürmen gerekir. Goblin yuvaları uzun ve karmaşık tünellerden oluşur. İçeri girince çıkış yolunu bulamayabilirsin. Ne kadar az goblin o kadar iyi.’
Sonrasında yaşlı adam elindeki demir sülfat bombalarını delikten aşağı salmıştı. Yaratıkların çığlıklarını hala hatırlıyordu.
Beraberinde demir sülfat bombası yoktu ama yine de delikten içeri süzüldü. Kaynayan kazanın ateşinin aydınlattığı odaya baktı. Yaralı goblin karşı köşede, yerde hareketsiz yatıyordu. Demir, goblinler için en büyük düşmandı. Sırtına saplanan oktan kanına karışan demir tozu yaratığı çok geçmeden zehirleyerek öldürecekti.
Ağzında tuttuğu bıçağı eline aldı. Yavaşça goblinin yattığı tarafa ilerlerken kulak tırmalayan bir çığlıkla üzerine bir şey atıldı. Rams, ne kadar tetikte olsa da bu ani saldırı şaşırtmıştı. Toprak rengi cübbesiyle karanlık bir köşede saklanan şifacı goblin, yaşından hiç beklenmeyecek bir çeviklikle atılmıştı. Hedefi Rams’ın gözleriydi. Elindeki bıçağı bırakmak zorundaydı. Sivri tırnaklarını ellerini tutarak son anda engelleyen Rams, goblinle birlikte geriye doğru yuvarlandı.
Yaratık hedefine ulaşamamıştı; ama odasına giren davetsiz misafirin yüzünü tırmalamayı başarmıştı. Ağzından tükürükler saçarak ve cıyaklayarak bağırıyordu.
Rams, yaratığı susturmazsa bütün yuvanın başına toplanacağını biliyordu. Yaşına rağmen güçlü olan goblin çılgınca çırpınıyor bu da Rams’ın yaratığı zapt etmesini zorlaştırıyordu. Şifacının ellerini önce yukarı sonra yana doğru açtı. Bacaklarını kaldırarak yaratığın koltuk altı boşluklarına yerleştirdi ve olanca gücüyle iler fırlattı. Goblin ciyaklayarak odanın diğer köşesine doğru uçtu ve karşı duvara vurarak yere düştü.
Rams doğruldu. Burnuna gelen kan kokusu kendisine aitti. Yanağının iki tarafı birden kanıyordu, canı yanıyordu; ama kaybedecek vakit yoktu. Yaşlı Rivani olsa, yüzünde sarı dişlerini gösteren kocaman bir gülümsemeyle ‘ Seni fena benzetti’ derdi.
Üç uzun adımda sıkışık odanın diğer ucuna vardı ve bilinçsiz yatan goblini kaldırdı. Yaratığı omzuna attı. Goblinler boydan kısa; ama vücutları sadece kastan oluşan yaratıklardı. Göründüklerinden daha ağırdılar. Odadan çıkmak için girdiği deliğe yönelmişti ki sol baldırında korkunç bir acı hissetti. Bağırma sırası Rams’deydi.
Bacağını ısıran yaşlı gobline öfkeyle baktı. Acı, kontrolden çıkmış sel suyu gibi beynini doldurdu ve öfkeyle bağırarak bacağını sallamaya başladı. Yaşlı goblin bırakmıyordu. Biraz daha zorlarsa etinin kopacağını fark etti. Etrafına baktı ve az önce düşürdüğü bıçağı gördü. Can havliyle birkaç adım atarak yerdeki bıçağı kaptı ve hala bacağında olan goblinin kafasına olanca gücüyle sapladı. Yaratık anında ölmüştü; ama dişleri hala Rams’ın etindeydi. İki elini yeşil yaratığın iğrenç ağzına soktu ve sivri dişlere rağmen çenesini ayırdı. Elleri, yüzü ve bacağı kanıyordu.
‘Asla Araf’ta kanama’ Rivani çiğnediği tütünü yere tükürüp genç Rams’ın gözlerinin içine bakmıştı. ‘Gece yaratıklarının hepsi peşine düşecektir.’
Rams, diğer goblinlerin seslerini duyabiliyordu. Çok fazla vakti yoktu. Baygın goblini belinden bağladı ve telin diğer ucunu çekmeye başladı. Elleri kanıyor, canı yanıyordu; ama acıya aldırış etmeden çekmeye devam etti. Bir süre sonra yükü yukarı çıkmıştı. Tünellerden birinden birkaç goblinin geldiğini gördü. Karanlıkta parlayan gözleriyle ve çığlıklarıyla ürkütücüydüler.
Rams, yukarı doğru sürünmeye başladı. Bacağındaki acı çok fazlaydı ve hareket etmesini zorlaştırıyordu. Goblin gölgelerinin aşağıda bir sağa bir sola hareket ettiğini görebiliyordu.
‘Az kaldı’ diye düşündü.
Tünelin sonuna vardığında goblinler Rams’ın yerini bulmuşlardı. Kan kokusu her yanı sarmış olmalıydı. Çığlıklar atarak yuvalarına giren yabancının peşinden tırmanmaya başladılar Kendini son bir gayretle yukarı çektiğinde nefesini tutarak olduğu yerde dondu. Tam karşısında, birkaç adım ötesinde bir ghul duruyordu. Nereden çıkmıştı bu yaratık? Ghul, dev kanatlarını açmış gözsüz kafasını ve uzun boynunu sağa sola sallayarak havayı kokluyordu.
Goblinler ve Rams’ın arasındaki mesafe birkaç metreye düşmüştü ki yeşil yaratıklar ghul’ü görüp oldukları yerde kaldılar. Dev yaratığın ayaklarının dibinde hemcinsleri hareketsiz yatıyordu. Arada kalmışlardı. Ghul’ler gözleri olmadığı için diğer duyuları son derece gelişmiş ürkütücü yaratıklardı. Ghul, bir süre daha aynı hareketi yaptıktan sonra ayağının dibindeki goblini tek bir hamlede yuttu.
Rams, sıranın kendisinde olduğunun farkındaydı. Elini cebine attı ve çuvaldızı aradı. Yok… Telaşlandı. Kaçması hiçbir şey ifade etmeyecekti. Ghul, dev kanatlarıyla onu açık arazide her şekilde bulurdu. ‘Araf’ta kanama!’
O anda işinin bittiğini anladı. Yaşlı Rivani ‘Seni aptal!’ diyordu kaşlarını çatmış bir halde. Ghul, hantal hareketlerle yeni avına doğru yöneldi. Rams telaşla diğer cebine soktu elini. Oradaydı. Çuvaldızı telaşla çıkardı. Kanlı elleri kesiklerle doluydu.
‘Rrsantum portalaniu tan’
Havadaki yırtığın içine kendisini attığı anda
Ghul’un dev kafasının az önce durduğu yere vurduğunu gördü. Ucuz atlatmıştı.
Kendisini liman bölgesindeki bir sokakta buldu. Etrafta kimse yoktu. Kalktı ve yürümeye başladı. Çok kan kaybetmişti. Liman’ın diğer ucuna gidemeyeceğini biliyordu. Depoda bıraktığı baygın goblinin orada olup olmadığından emin değildi. Başı dönmeye başlayıp bir duvara yaslandığında daha fazla devam edemeyeceğini anlamıştı. Elini boynuna götürdü ve bulduğu kolyenin ucundaki düdüğe üfledi. Kendinden geçmeden önce gördüğü son şey Misa’nın dev köpeğiydi.
İlginizi Çekebilir
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Berdan Sarıgöl’den Üçlemenin Final Kitabı – U...
Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İl...
S.Volkan Gün’den Karanlık Bir Fantastik Macer...
Valkyrie Evreni Hikayeleri-2: Belki Üstümüzde...
İnteraktif Hikaye: Üç Geek-2 Final
Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.