Berdan Sarıgöl’den Yeni Saga: Atlantropa – İlk Kitap Bölüm 8

Bunu Paylaşın

Yedinci Bölüm- İntikam

Atlantropa içerisindeki isyancı gruplar, kıta içindeki ordularla baş edebileceklerini ve bunu kurtararak dikkat dağıtabileceklerini düşünmüşlerdi. Bunu kullanarak, toplayabilecekleri kadar büyük bir kuvvet toplayarak Venedik’e doğru yapacakları son bir saldırıyla Medici ailesini de devirmeyi planlıyordu. Bu yüzden Mustafa’nın planladığı yolla ve onun liderliğinde öncü bir kuvvet girecek, bu öncü kuvvet giriş yaparken de şehir içindeki destekçileri de şehri ele geçirip bu savaşı bitirecekti. Mustafa, diğerleriyle konuşurken saraya özellikle gireceğini ve bu konuda yalnız olmak istediğini söylemiş, sorgulayanlara da “Kara Gabriel ile özellikle görmem gereken bir hesabım var. Eğer başarısız olursam gelin, onu da beni de öldürün!” diyerek bu konudaki ciddiyetini belli etmişti. Buna göre de, dışarıda bir kuvvetin Mustafa’yı beklemesi ve bir sıkıntı olursa Pala Gabriel’e saldırmaları için beklemesi karar verilmişti.

Şimdi Mustafa, yanındaki araçlarla birlikte I-5 otoyolu üzerinden Venedik’e doğru yol alıyordu. Yol üzerinde hiçbir direnişle veya engelle karşılaşmamışlardı, zira Pala Gabriel kıta içindeki askerlerini Venedik’e çekmişti. Mustafa büyük bir kuvvetle karşılaşacaklarını biliyordu, ancak bu onu hiçbir şekilde korkutmuyordu. Artık düşündüğü tek şey, intikamını almaktı. Gerisi zerre umurunda değildi. Amelia umurunda değildi, Atlantropa umurunda değildi, kendisi bile umurunda değildi. Umurunda olan tek şey intikamdı. Gözleri kararmış, bilinci bu hırsla sarmalanmıştı, ancak bunun farkında olabilecek düzeyden çoktan uzaklaşmıştı. Sadece kendi intikamını almayacaktı, ağabeyinin intikamını da alacaktı. Pala Gabriel denen herifin de ait olduğu Medici ailesi yüzünden ölen ağabeyinin.

Ağabeyiyle geçen çocukluğunu hatırladı. Aileleri onları o kadar uzun süre önce terk etmişti ki, içerisinde kaldıkları evleri ile birlikte öylece kalakalmışlar, etraflarındaki insanların cömertliği olmasa ölecek hale gelmişlerdi. Onunla beraber Ankara sokaklarında gezdikleri, beraber yemek veya yakacak aradıkları zamanları hatırlıyordu. Ağabeyi onun üzerine titrerdi, hatta çoğu zaman yiyeceği, yakacağı bulmayı bile ona bırakmazdı. Mustafa ısrarla onun yanında kalmak için onunla gider, ona elinden geldiğince yardım etmeye çalışırdı. Seneler boyu böyle yaşadıktan sonra, bir gün ağabeyi onu evde bırakarak kendilerinden uzak bir yerde yakacak odun aramaya gitmişti. Onun dönmesini beklerken, sokakta tek başına gezdiğini gören siyah giyimli iki adam gelip onu yakaladı ve götürdü diğer çocuklarla birlikte. Bu siyah giyimli kişilerin Atlantropa’nın o dönem başladığı bir asker yetiştirme programına çocuk bulmaları için görevlendirilen polisler olduğunu öğrendi sonradan. Giderlerken, ağabeyini tanıyan çocuklardan birine “Abim nerde?” diye sordu. Çocuk ona sadece “Gitti.” diyebildi. Mustafa ağladı, hem de avazı çıktığınca bağırarak. Askerlerden birinin ona sakinleştirici iğne yapmasıyla durdu bağırması.

Uyandığında, diğer çocuklarla birlikte bir koğuştaydı. Koğuşa baktığında, kafası karıştı. Neden burada olduğunu anlayamıyordu, ağabeyinin neden gittiğini anlayamıyordu, her şey karmakarışıktı onun için. Elbette bunların hiçbirine cevap bulamadı. Onu sokaktan alıp kendisine yiyecek, giyecek ve yer vermişlerdi ve şimdi, ondan bunun karşılığını bekliyorlardı. Yıllar içerisinde, bu karşılığın ne olduğunu daha iyi anlayacaktı elbette. Atlantropa ordusunun bir malıydı artık ve buna göre hareket edecekti, yeterince para toplarsa kendisini satın alabilirdi elbette. Yıllar boyunca, özgürlüğünü ordudan geri alıp, ağabeyine kavuşmak için çalıştı ve on yedi yaşında girip altından zorlukla da olsa kalkabildiği bir gizli görevle bunu kazandı.

O yaşına kadar kazandığı askeri tecrübeleri sayesinde, kiralık bir asker olarak çalışmaya başladı. Yıllar boyunca hem ağabeyini aramış, hem de ufak görevlere girip çıkmıştı. Bu görevlerin ona kazandırdığı iş tecrübesi ve ünü sayede, Medici ailesinin polis özel harekat ordusuna girmiş, orada çalışmaya başlamıştı. Pala Gabriel hakkındaki dosyaları bulana dek de orada çalışmaktan mutluydu. Fakat onun için asıl şaşırtıcı olan, Pala Gabriel hakkında bulduğu dosyalar değil, o dosyaların içerisindeki bir araştırmaya ek olarak oraya konulmuş olan Ankara’dan alınan çocukların listesiydi. Her nedense, Gabriel Medici tarafından yapılmış bu araştırma dosyasında bu çocukların detaylı bir listesi mevcuttu, hatta bu liste sadece çocukların o zamanki bilgilerinden ibaret değildi. Her bir çocuğun o günlerden bugüne dek ne yaptıkları, nerede oldukları, her türlü ayrıntıları o dosyada mevcuttu. Yıllar sonra, ağabeyini bulma fırsatı geçmişti eline, an azından onun düşüncesi öyleydi. Ancak maalesef kardeşine dair herhangi bir kanıt bulamamıştı. Her nedense, ağabeyinin ismi bile o listede yoktu. Kaçtığını düşünse bile, ordunun bu programından kaçan çocukların bilgileri bile gayet ortadaydı ve ağabeyi orada da yoktu. Eğer onu buradan da bulamazsa, nereden bulabilirdi ki? Bunlar sadece bir anlama geliyordu.

Ağabeyi ölmüştü. Onu öldürmüşlerdi. Onu öldürenler de, bu şerefsiz Pala Gabriel’in adamlarıydı. Ondan intikam almak için her şeyi halka açtı. Şimdi ise, bütün bunların sonucunda, kovulduğu şehre, ağabeyini öldüren adamı öldürüp, her şeyin intikamını almak için gidiyordu. Üç gün bu otoyolun üzerinden gittikten sonra, Venedik’in duvarlarına vardılar. Bu ana duvarların etrafından dolaşarak hiçbir yere ulaşamazlardı, bu yüzden ana kapının karayoluna çıkan kapısından girerlerse rahatça yola çıkabilirlerdi. Mustafa bu yolun herhangi bir güvenlikle korunmadığını bildiğinden oradan girmeleri gerektiğine karar verdiler. Mustafa, isyancılara “Ana kapıya direkt gireceğiz, oradan hem direkt gireriz, hem de daha az direnişle karşılaşırız.” dedi ve beraber ana kapıya daldılar.

Mustafa’nın öngörüsü doğru çıkmıştı. Karşılarından gelen yüzlerce aracı ve on binlerce kişiyi gören silahsız görevliler, ana kapıyı sonuna dek açmıştı onlara. Şehre girip, yukarılara doğru çıktılar. Mustafa, isyancılara “Ben bu işi kökten bitireceğim, siz şehri temizleyin!” dedi ve aracıyla Medici’lerin kış sarayına daldı. Ön kapıyı tamamen yok ettikten sonra durdu ve araçtan makineli tüfeğiyle indi. Önüne saray korumaları çıkınca onlara ateş etmeye başladı. Onlardan gelen ateşle birlikte de mecburen sütunlardan birine siper aldı ve oradan kendisini çapraz ateşe maruz bırakan korumaları teker teker öldürdü. Sonrasında şarjörü boşalmış olan tüfeği yere atıp hızlıca yukarıya çıkmaya başlamıştı. Üst terasa ulaştığında ise, Pala Gabriel’i arkası ona dönük bir şekilde aşağıya bakarken buldu. Yanlarında hiç kimse yoktu.

Pala Gabriel hiçbir şekilde bir kralmış gibi görünmüyordu. Aksine, yıllar önceki o kibirli ve burnu havada görünüşünden uzaktı şu anda. Üzerinde basit, kompozit malzemeden yapılma bir özel harekatçı zırhı vardı. Mustafa bu zırhın ne olduğunu anlamıştı, zira ordudayken kendisi de benzer bir zırh giyerdi görevlerinde. Yanında getirdiği, ilk düellolarındakine benzer olarak yaptırdığı kısa kılıcı eline aldı. “Seni burada bulacağımı biliyordum.” dedi ve bütün öfkesiyle üzerine atlayıp saldırdı. Pala Gabriel hiçbir şekilde silah çıkarmadan, ön kolundaki zırh ile Mustafa’nın kılıcını savuşturdu, sonra onun savrulduğu yere dönüp ona baktı ve “Korumalara senin hakkında haber vermeyi unutmuşum, umarım zor olmamıştır onları geçmen.” dedi, sonra Mustafa’ya yaklaşıp merhametli bir sesle “Seni o pisliklerin yanında küçük düşürdüm, üzgünüm. Ancak nihai amacıma engel olabilirdin ve bunu engellemem lazımdı.” diye devam edecekti ki, Mustafa’nın bağırmasıyla sözü kesildi.

Mustafa şaşırmıştı. “Ne nihai amacı, neyden bahsediyorsun sen?” dedi sinirle, “Burası mı yani nihai amacın?” Pala Gabriel ona hiçbir yanıt vermeden durdu. Mustafa iyice sinirlenip “O zaman bak nihai amacına! O nihai amacın bir ay bile sürmedi be, bir ay!” dedi. Sesindeki o köklü öfke iyice ortaya çıkıyordu “Şimdi seni öldüreceğim ve her şey bitecek ama-“

“Ancak ne?” Pala Gabriel bir anda sesini yükseltti, “Hala ne yapmaya çalışıyorsun Mustafa? Hala beni öldürmek için neyi aşman gerek içinde?” Mustafa’nın yumrukları sıkılıydı, ona bir şey diyemedi uzunca bir süre. İkisi de birbirlerine bakıp bir sonraki hamlelerini hesaplıyordu. Pala Gabriel ona yavaşça yaklaştı ve “Seni buraya gelmeden önce öldürebilirdim. Seni o düello sırasında da öldürebilirdim. Hatta seni şimdi de öldürebilirim. Bu dediğim yerlerin herhangi birinde ölmen hiçbir şekilde beni kötü etkilemezdi, aksine ailemin ve yönettiğim çevrelerin saygısını kazanırdım senin gibi birinin ölümü ile. Peki neden bunu yapmadım ve yapmıyorum sence?” dedi sakince. Mustafa daha da sinirlendi, olanlara yine anlam veremiyordu. Pala Gabriel ona “Şimdi beni dikkatlice dinle lütfen, ölmeden önce bunları sana aktarmam gerek.” dedi ve ona aldırmadan anlatmaya başladı:

“Dokuz yaşımda aldı beni bu aile. Beni yaşadığım, mutlu olduğum yerden alıp öylece götürdüler. Beni alıp kendi çocukları gibi değil, köleleri gibi büyüttüler. Onlar, evlerindeki her pis işi yaptırdılar bana! Beni her türlü kötülüklerine maruz bıraktılar, onların yüzünden sonsuza dek kötüleştim ben. Bana tecavüz ettiler, beni dövdüler, fakat en önemlisi benden gerçeği sakladılar! Bana seneler boyunca kardeşimin öldüğünü anlattılar, beni hep böyle uyuttular!

Bu durum, bana getirdikleri o listeyle değişti Mustafa. Hiçbir şekilde umudum kalmamışken, Theodore James Mosley ile tanıştım ve onunla birlikte bu ülkenin içerisindeki bütün örgütleri, tarikatları, mafyaları ve çeteleri kontrol altına aldık. Onun sayesinde Atlantropa ordusunun ülke çapında kaçırıp eğittiği ve kendilerine bağladığı çocukların olduğu dosyaları ele geçirdim. O dosyaların ne olduğunu, ne içerdiğini sen de çok iyi biliyorsun, senin eline de geçti çünkü.”

Mustafa hangi dosyalardan bahsettiğini anlamıştı. Ağabeyini göremediği için ölü olduğunu düşündüğü dosyalardı onlar. Yaşadığı karmaşık duygulardan dolayı ayakta durmakta zorlanıyordu artık, vücudunun hakimiyeti elinden gidiyordu. Elindeki kılıca dayanarak yavaşça yere çöktü ve oturdu. Pala Gabriel de yerine oturdu ve anlatmaya devam etti:

“Sen aradığını bulamadın Mustafa, ancak ben buldum. Kardeşimin ismini bir kere görmüştüm orada, hatta o dosyaları keşfettikten sonra nerede olduğunu dahi biliyordum. Onun ordu içindeki ve ordu dışındaki kariyerini görebiliyordum. Meğerse benim kaybettiğimi düşündüğüm, bana öldüğünü söyledikleri küçük kardeşim, senelerce burnumun dibinde açık açık yaşamış, bizim şehrimizde çalışmıştı ve benim bundan hiçbir şekilde haberim yoktu! Üstüne üstlük çalıştığı kişiler, beni bu şekle getiren o lanet aileydi! Onunla tekrardan kavuşmam hemen mümkün değildi elbette, bu hem onun için, hem de benim için çok tehlikeliydi. Bunun yerine, o günden itibaren nihai planımı kurdum ve uygulamaya başladım. O gün, o ‘kazada’ onların öldüğünü görmek o kadar mutluluk vericiydi ki! En sonunda, bana yıllarca tecavüz eden üvey babamı bir kurşun ile öldürüp, hakkım olan intikamı almak, benim nihai amacımın ilk aşaması oldu Mustafa. Şükürler olsun ki, ilk aşamayı başarıyla tamamladım, şimdi ikinci aşamanın başındayız.”

“Ne demek istiyorsun?” dedi Mustafa, artık sözlerinde sinirden çok merak vardı, “Peki nihai amacının ikinci aşaması ne?” diye sordu sonra. Karşısındaki bu herifin ne kadar delice bir planın peşinden gidebileceğini anlamaya çalışıyordu sadece. Pala Gabriel ona baktı, gözlerinde nedense sevecen bir ifade vardı. Anlatmaya devam etti:

“Senin en sevdiğim huyun bu işte Mustafa, hayatının sonunda da olsan, düşmanının kalbinde de olsan, sormaya ve anlamaya devam ediyorsun! Bunu ödülsüz bırakmak ayıp olur açıkçası. Ne olur beni dinlemeye devam et, buradan sonraki kısımda özellikle sen önem arz ediyorsun.

Nihai amacımın ikinci aşaması, kardeşimi bulup, hakkı olan her şeyi ona vermekti. Onun güvenliğini sağlayabileceğim, onunla bu ülkenin başında özgürlüğe doğru yol alacağım bir ortamı sağlamalıydım. Onun gibi özgür çocukların olduğu, özgür bir Atlantropa. O dört aileden bu yüzden kurtuldum, o Mosley’in yer üstündeki mafyalarını bu yüzden birbirine kırdırıp temizledim. O dört aile, bu ülkenin Amerikan güdümünde olmasının en büyük sebebiydi. Onlar yüzünden bu ülke, kendisini bu çöle çeviren sömürgecilere bağlıydı. Şimdi bu bağlar çözülmeye başladı ve kardeşim de bu çözülmenin başında ilerliyor! Ah, ne kadar gurur verici!”

Mustafa’nın jetonu tam da o anda düşmüştü işte. “Yani… Sen…” diyebildi sadece kekeleyerek. Şimdi karşısındaki kişinin gerçekten kim olduğunu görebiliyordu artık. Bu kişi, onun yıllardır ölü bildiği ağabeyiydi işte. Pala Gabriel yerinden kalktı ve onun oturduğu yere kadar yürüdü, onun karşısına çöktü, yüzünü elleri arasına aldı ve “Evet kardeşim, bak ağabeyin burada, yanında.” dedi, “Fakat planımızda ufak bir değişiklik var artık. İstemediğim bir değişiklik bu, bu yüzden birazdan yapacağım şey için beni affet.” Gabriel Mustafa’yı ellerinden tutarak ayağa kaldırdı ve “Aslında normalde burada beni yendiğini ve intikamını aldığını söyleyecektin, sonrasında da buradan çıkıp cezamı çekecektim, ancak yaptıklarımdan sonra kimse bana bu kadar merhametli davranamaz.” dedi hüzünlü bir şekilde, sonra Mustafa’yı yavaş yavaş az önce oturduğu tahta doğru götürmeye başladı.

Mustafa’nın gözleri yaşlıydı, hala kekeliyordu. “Ne demek yani, ben ve sen… Buradan… Beraber…” Bir türlü düşüncelerini ağzından çıkaramıyor, vücuduna hakim olamıyordu. Az önce bütün hayatı birbirine girmişti zira, nasıl bir sarmalın içerisinde olduğunu tam olarak idrak edemiyordu hatta. Gabriel Medici, daha doğrusu Cebrail Akkoyunlu, onun omzuna girdi ve onu dikkatlice tahtına oturttu, sonra karşısına geçip diz çöktü. “Majesteleri,” dedi, “nihai planımın bana düşen aşamasını hakkını vererek gerçekleştirdim, şimdi sıra sende. Buradan sonra ne olacağını sen belirleyeceksin. Hoşça kal kardeşim, seni çok seviyorum.”

Bunları söyledikten sonra belinin arkasından bir tabanca çıkarıp namlusunu ağzına soktu ve orada, Mustafa’nın “Yapma!” diye bağırması eşliğinde hayatına son verdi.

Mustafa ağabeyine baktı. Yüzündeki ifade hala dehşet içerisinde olduğunu gösteriyordu. Ağabeyinin bunca senedir bu karmaşık, muhteşem planı kurup gerçekleştirmesine olanak sağlayan o muhteşem beyni, şimdi yerde, kanlar içinde parçalanmış haldeydi. Ayağa kalkmak istedi, ancak sanki bütün kaslarının kontrolünü kaybetmişti. Üzerindeki ağırlıktan, kulağındaki telsizden gelen uyarı alarmıyla kurtulabildi ancak. Telsizden isyancılara “Bitti.” dedi sadece, “Kendini öldürdü.” Karşısındaki askerler, duydukları bu sözler karşısında şaşırmıştı. “Ne diyorsun? Nasıl oldu o? Nasıl öldürdü kendisini?” Mustafa düşündü. Burada bu askerlere gerçeği anlatamazdı, bir şeyler uydurması gerekiyordu. “Kaçamayacağını anlayınca elimden kurtuldu ve ona müdahale etmeme fırsat tanımadan bir kurşunla kendini öldürdü işte.” dedi sadece. O an için başka yapacak bir şeyi yoktu. Sadece oturdu ve aşağıda olanlara baktı bomboş gözlerle.

“Ağabey,” dedi içinden, “yaptığın şeyi kimse anlamayacaktı zaten, iyi ki bunların elinden kendini kurtardın. Merak etme, nasıl olacaksa olacak ve ben bu kargaşadan bir cennet çıkaracağım.” Ağabeyinin beyni dağılmış, cansız bir şekilde yatan bedenine baktı ve “Artık hayalin benimledir, rahat uyu.” dedi fısıltı kadar sessiz bir sesle.

İçerisindeki kaos, dışarıda olanla birdi, Mustafa dışarıda gördüğü manzara ile rahatlık buldu.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 2

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir