İnteraktif Hikaye: Üç Geek-2 Final

Bunu Paylaşın

Pazar sabahı, cumartesi sabahı nasıl başladıysa aynı şekilde başladı. Fark şuydu ki, Tolga biraz bozuktu. Ne jedi numaraları yaptı ne de elindeki kağıtları salladı bu sefer. Hatta o kadar geç bile gelmemişti, ha bir fark daha vardı ki, cumartesi gününe nazaran daha kapalı bir hava olduğu için bu sefer dışarı oturmuşlardı.

Standart selamlaşmalardan sonra Rüya’nın teklifi ile bir önceki okumanın sıralaması ile öykülerini anlatmaya karar verdiler. Söylendiği gibi bozuk olan Tolga, ikiletmeden okumaya başladı,

CYBERPUNK DUDE 2

Tekin bu şekilde üç gece geçirdikten sonra dördüncü sabah kalkıp işine gitti. Başlarda sıradan bir iş günüydü.  Hergün yaptığı şeyleri yaptı, klavyesinde çalıştı, fırsat buldukça internete girdi haberlere baktı, köşe yazılarını okudu, spor yazarlarına göz attı –bu arada bütün bunları, ekranı küçültüp sadece okuyabileceği bir pencereden yapmayı ihmal etmedi- ve ilgilendiği her konu hakkında önce kendisine sonra etrafındakilere ahkam kesti, kendisiyle gurur duydu.

Bir de telefonu vardı tabi, belli aralıklarla whatsapp –çünkü sesini kapatmıştı-, instagram, facebook ve twitterı kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Bütün bunları yaparken biriken işlerini de yine her gün yaptığı gibi öğlen yemeğine kadar toparladı ve yemek saati geldiğinde bir kuş kadar hafif olarak yemeğe çıktı.

Öğlen yemekleri Tekin için asla sadece yemek yemekle ilgili değildi. Ofiste sağında solundaki arkadaşlarını maruz bıraktığı amiyane tabiri ile esir muhabbetini daha geniş kitlelere ulaştırdığı bir tür ayindi bu yemekler. Her fikre karşı çıkar, onların zayıf yönlerini eleştirir, yapılması gerekenleri sıralar ve gerçekte hiçbirşey yapmazdı. Ancak şu kadar var ki arkadaşları arasında ukala olmakla birlikte bilgili ve yüksek kültüre mensup bir birey imajını oluşturmayı başarmıştı.

Yemek dönüşü günün en zor vakti olurdu, tüm haberler okunmuş, telefon iyiden iyiye didiklenmiş, işlerin önemli kısmı temizlenmiş özetle yapacak pek bir şey olmamakla birlikte yeni işlerin gelmesi için ortalama bir saatlik tamamen boş bir zaman olurdu. Aslında her ofiste olduğu gibi Tekin’in de süreli olmayan ofis jargonunda back office diye adlandırılan işleri olurdu…

… Coşkun sonunda dayanamadı ve Rüya’nın da hayretle kafasını sallamasına sebep olan soruyu sorarak öyküyü kesti, “Sen bütün bu ofis hayatını nereden biliyorsun?”

Tolga’nın ilgisizce verdiği cevap ikiliyi utandırmalıydı “İki sene önce staj yaptım ya firmada, hatırlamıyor musunuz?” Sonra da öykünün kesilmesinden falan şikayet etmeden devam etti…

… Ama Tekin esasen tembel birisi olduğu için eli genelde bu işlere gitmezdi, o gün ise beklenmedik bir şey yaptı ve o hafta içinde göndermesi gereken bazı evrakları ve onları içine koyacağı zarfları önüne alarak sistem kayıtlarını yaptı. Ne zamanki zarfların üzerine evrakların gideceği adresleri yazmak için kalemi eline aldı, o an olan oldu… Adresi yazamadı, zarfı yırtıp ikinci zarfı önüne aldı, yine yazamadı. Üçüncü zarfta artık ufak ufak paniğe kapılmaya başlamıştı. Dördüncü zarfı yırtıp çöpe attığında şimşek gibi masasından kalktı ve soğuk terler dökerek kendisini tuvalete attı. Kalbi ağzında klozetin üstünde oturdu, titreyen elleri, “Zarf işini bugün bırakayım daha sonra tekrar denerim.” diye kendisine telkinde bulunduğunda normalleşmeye başladı. Kalbi yeteri kadar yavaşladığında tuvaletten çıktı ve masasına döndü. Klavyesini kendisine yaklaştırdı ve bir şeyler yazmaya başladı, kalemle değilse bile yazabildiği için keyfi biraz daha yerine geldi ve böylece günü bitirdi.

Takip eden dönemde sorun devam edince zarf yazma işini, sevmediği kisvesi altında ve bir araba işi de karşılığında üzerine alarak bir arkadaşına devretti. Bu arada evinde lake masası üzerinde uzay koltuğuna oturarak sürekli denemeler yapıyor başarısız oluyor, dua ediyor, bunun sebebinin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sürekli internetteydi; arama motoruna durumunu yazıyor, benzer hiçbir şeye ulaşamıyor, yine de önüne çıkan tüm sayfalara dalıp yazılanları okuyordu. Söylemeye gerek yoktu ki artık o muzır geceleri yapacak keyfi de kalmamıştı. Kafasında sadece neden yazamadığı vardı. Sonunda artık profesyonel yardım alması gerektiğine karar verdi. Bununla birlikte cuma geceleri ve hafta sonları kendini daha iyi hissediyordu. O günler yazmak zorunda kalmayacağını bilmek onu rahatlatıyordu.

Olaydan tam iki hafta ve profesyonel yardım alma kararından bir seans sonra bir cumartesi günü, adalara denize girmeye gitti. Bütün gün kafası bomboş, eline telefonunu bile almadan denize gire çıka vakit geçirdi. Özellikle güneş tepesinde olmak üzere deniz üzerinde yatar ve tüm vücudunda suyun serinliğini hatta suyun direkt kendisini hissederken, uzun zamandır ilk kez içinde bu sorunu aşabileceğine dair bir ümit hissetti. O akşam evine gitti, yemek yedi ve yorgunluğunun etkisiyle erkenden yattı.

Saat tam 03.32 iken de uyandı; hava sıcak, yatak odasının camı açık ve içerisi normalden daha aydınlıktı. Tekin biraz daha yattıktan sonra yatağından kalktı ve pencereye seğirtti. Hava bulutlanmıştı, gözleri yine sevdiği ışıklı gökdelenlere kaydı, bir süre onları seyrettikten sonra hava tekrar aydınlandı. Aydınlığın sebebi, bulutların ardından çıkan aydı… Ay, bu gece dolunay halindeydi. Tekin bir süre de ayı seyretti, neden sonra tekrar gökdelenlere baktı ama hemen yine aya çevirdi gözlerini. Ay muhteşemdi! Sonunda anlamıştı… Evet ne olduğunu anlamıştı. Artık yazabiliyordu, denememişti ama biliyordu. Yatağına döndü ve sabaha kadar deliksiz bir uyku çekti…

… Coşkun doğru bir tanı koymuştu “Geldiği gibi gitti sorun” Rüya da “Anladım” dedi “Bir derdi, bir meselesi var hikayenin”

Coşkun yine isimden bahsetti “İsmi yine de farklı olabilirmiş, Virtual Dude mesela…”

Tolga çok üzerine alınmamıştı “Olduğu kadar abi, derdimi anlatabildiysem sorun yok benim için.” Bir sorunu vardı ve anlatmayacaktı, üzerine gitmek anlamsızdı. Bu yüzden Coşkun konuyu değiştirdi “Çaysız olmuyor değil mi?” Çay bu grup için gerçekten önemliydi…

Tolga tatsızdı ama hala sohbetin içindeydi “Dışarıdayız ya o yüzden unuttular bizi”

Rüya ise sabırsızdı “Hep size başla diyordum şimdi kendime demek istiyorum, başlayayım mı?”

Tolga kafasını masada birleştirdiği ellerinin üzerine koydu ve dudaklarını büzdü. Coşkun “Lütfen” dedi. Ve Rüya hikayesinin sonunu anlatmaya başladı.

AH ŞU İNSANLAR BÖLÜM 2

Ada duyduklarına inanamamıştı. Aslında düşününce bu, şaşılacak bir şeydi, zira olayların buraya geleceği belliydi. Hakan’ın işler bu noktaya geldiğinde hiç düşünmeden öne atılacağı da belliydi. Ama Ada yine de duyduklarına inanamamıştı. Çaresizce direnmeye koyuldu,

“Hakan bizi savaştan sonra hanelerine alıp baktılar”

“Bir pet olarak…”

“Onlar bizim gibi hissetmiyorlar”

“Onlar hiçbir şey hissetmiyorlar”

“…”

“Yalan mı, hissediyorlar mı, hissetseler bizi milyonlarla katlederler miydi? Neymiş, bizi ve dünyamızı korumak içinmiş. Attıkları nükleer bombalar bizi ve dünyamızı ne kadar korudu acaba.”

“Bu bir ihanet Hakan, bize verdikleri her şeye ihanet”

“Önce onlar bize ihanet ettiler Ada…”

Hakan’ın, söylediği her şeye karşı çıkacağını bilse de Ada ısrarından vazgeçemiyordu, her ne kadar sürekli haneye ihanetten bahsetse de bunun arkasında çok ciddi bir korku da vardı.

“Bir yol daha var.”

“Neymiş?” Hakan ilgili görününce Ada ümitlendi.

“Bu olaylardan hane halkına bahsetmeyiz böylece ne haneye ne de direnişe ihanet etmiş oluruz.”

Bu acınası teklif karşısında şaşırma sırası Hakan’daydı. “Sen ne söylediğini bilmiyorsun” dedi. Ama Ada’nın daha sonra söyledikleri şu ana kadar söylediklerinden de kötüydü, düpedüz ihanetten bahsediyordu artık.

“Başarılı olsak ne olacak ki? Biz dışarıda yaşamayı bilmiyoruz, bize pet diyecekler, dışlayacaklar. Şu halimizden daha kötü duruma düşeceğiz.”

Hakan bunun üzerine iğrenir gözlerle baktığı Ada’ya son derece sakin ve sessizce; “Ben pet olarak doğmadım, pet olarak da ölmeyeceğim. Arada da bu hanede, zorunlu olduğum için bir pet yapmayacağım.” dedi, sonrasında da arkasını dönüp odadan çıktı.

Ertesi gün Hakan son derece gergindi. O kadar ki, ilk başta bu, hanenin diğer üyelerinin de dikkatini çekti. Hakan onlara göre tam bir insandı ve bu gibi günleri daha önce de olmuştu. Yine de dördünün de aynı fikirde olması nedeniyle konu hakkında aralarında konuştular. Fakat Hakan’a bir tepki vermediler. Günün devamında üzerindeki bakışları hissettiğinden olsa gerek, Hakan daha kontrollü davranmaya çalıştı.

Sonunda gece oldu ve plan uygulanmaya başlandı. Aslında bu plan çok basitti; Hakan her gece yattığı saatte yine yatmak için odasına çekilecek, hane halkının offline moda geçmesini bekleyecekti. Hane halkı her gece üç kişi olarak offline moda geçer ve bir kişiyi nöbetçi bırakırdı. Bu gecenin farkı, Hakan’ın uyumak yerine elinde bir ray silahı ile ayakta olacak olmasıydı. Kilit nöbetçiydi, onu hallederse gerisi çok kolay olacaktı.

Offline saati başlayalı 17 dakika olmuştu, önümüzdeki 4 saat 43 dakika boyunca da devam edecekti. Hakan ise erken olmasına rağmen tam bu anda yatağından kalktı, duvarında yaptığı gizli bölmesinden silahını çıkarttı ve bir hışımla odasından çıktı. Öyle bir hali vardı ki; görenlere sakarlıkla kararlılık karışımı bir izlenim veriyordu. Bu şekilde merdivenlerden hızla indi, salona geldi ve şans eseri başka bir yerde değil de orada oturup dışarıyı seyreden nöbetçiye silahını doğrulttu. Onun ifadesiz bakışlarına karşılık “Baban geri geldi” diyerek de tetiğe iki kez bastı. Kolay olmuştu, ardından hızla şarj odasına doğru yollandı. Odaya ulaşıp içeri girdiğinde ise ağzından dökülen kelimeler pek hoş değildi.

“Hay orospu Siri…”

Tam o anda arkasından iki el Hakan’ın silah tutan elini kavradı ve eli bükerek silahı düşürdü. Hakan refleksle arkasını döndüğünde ise aynı eller bu sefer onu yakasından tutup önce havaya kaldırdı sonra da offline moddaki diğer iki yapay zekanın bulunduğu koltuklara fırlattı.

Ellerin sahibi ardından şöyle dedi, “Seni 5 yaşından beri tanıyoruz, bugünkü halini fark etmediğimizi mi sandın? Nabzın, vücut ısın, hormonal seviyelerin… Hepsi seni ele veriyordu.”

Hakan cevap olarak nefretle tısladı “Ada…”

“Ada’nın bu olayla ilgisi yok, biz yalan söylemeyiz bunu bilecek kadar bizi tanıdığını umuyordum.”

Hakan bu sefer hırsla yapay zekaya doğru koşmaya başladı, ama ona ulaştığında yapay zeka onu bir judo hareketi ile yere yatırıp üstüne çıktı. Sonra söyledikleri Hakan için yolun sonu gibi görünüyordu.

“Her ne kadar kendimizi senin verilerini gördükten sonra yedeklesek ve sen bu yüzden hiçbirimize aslında zarar verememiş olsan da, eylemlerinin devam edeceğinden emin olduğumuz ve Ada’yı da tehlikeye attığın için seni konsensusla ölüme mahkum ettik. Üzgünüm Hakan.”

Bunun üzerine yapay zeka koluna yerleştirdiği kaydıraklı bıçak düzeneğini aktive etti ve aynı kolu Hakan’ı öldürmek için havaya kaldırdı. Bu, kafasından bir mermi marifetiyle nano sıvının fışkırarak çıkmasından önceki son hareketiydi, aslında bu her açıdan son hareketi oldu. Ada burada durmadı, koltuklarında offline olan iki yapay zekayı da başlarından vurdu ve sonrasında yerdeki şaşkın Hakan’a dönüp;“Ana bilgisayarı hallet” dedi.

Onbeş dakika sonra herşey bitmişti. Ada da bu arada odasına gitmiş ve elinde büyük bir sırt çantası ile geri dönmüştü.“Bütün gün o kadar gergindin ki anlamadın, çantanı hazırladım. İçinde gerekli herşey var.” dedi.

“Ya sen?”

“Ben bir petim, başka petler de hanesiz kalacaklardır onlarla burada yaşayacağım, sen buraya ait değilsin… Hiç olmadın.”

“Ada!”

“Git artık, senin kaderin dışarıda Hakan.”

Hakan ve Ada birbirlerine son kez sarıldılar. Sonrasında Hakan, hiçbir şey söylemeden çantasını sırtına atıp haneden çıktı. Ne odasına ne de çantasının içine bakmıştı…

Eğer merak ediyorsanız söyleyeyim, isyan başarılı oldu evet. Cami, kilise ve havra cemaatinin sakladığı bir avuç ile insanlarla aşk yaşayan yapay zekaların %5’i dışında tüm yapay zekalar yok edildi. Geri kalanlar, insanlara kin duymadılar ve bir intikam planlamadılar…

… Coşkun sordu “Benim Blücher, Wellington ve küfürlü cümlemden mi etkilendin, Siri’ye küfrettirirken?”

“Neden bahsettiğini anlamadım bile.”

Tolga kafasını kaldırdı ve “Beğendim” dedi, “Özellikle Ada etkileyiciydi”

“Evet biraz erkek düşmanı bir hikaye olmuş gerçi, %5 falan ama şaka maka fena değil” diye katıldı Coşkun, yarım yamalak.

Rüya adeti bozmadı “Sen de oku da tam güzel hikaye dinleyelim.”

Coşkun Rüya’ya göz kırptı ve “Nasıl istersen” diyerek okumaya başladı.

KAYBEDENLER KULÜBÜ 2.BÖLÜM

Coşkun başlığı okuduktan sonra, kağıdını Rüya ve Tolga’ya gösterdi okumaya sonra devam etti.

… “En azından siz kendi kardeşlerinizin ihanetine uğramadınız…” O zamana kadar hiç, ama hiç konuşmamış olan yeni bir ses söylemişti bunları. “Biz sadece Cortes’in conquistadorlarına yenilmedik, onlar bizim insanlarımızla ittifak yaptılar bunu düşünebiliyor musunuz?”

Rıfat cevapladı “Siz de onlara çok etmiştiniz ama, kendi emperyal politikalarınızın kurbanı oldunuz.”

“Ama bizim savaşımızın kodları vardı.”

“Senin seçkin bir gruba dahil olduğunu biliyorum ama sonuç olarak hiçbirşey kendiliğinden olmaz, size karşı düşmanlarla işbirliği yapanların sizden ciddi şikayetleri vardı. Bahsettiğin kod onlara yaşama şansı tanımıyordu.” Sesin sahibi, bunu duyunca bir çığlık atıp ardından çok keskin bir ıslık çaldı ama sonrasında sessizliğe büründü. …

… Tolga araya girdi “Jaguar’ı dinledin değil mi?”

“Evet, anladın mı ne olduğunu?”

“Biraz, ama tam olarak ne olacak kestiremiyorum.”

Coşkun gülümsedi ve başka bir şey söylemeden devam etti…

…Rıfat, bunun üzerine mutfağa gidip yemek hazırlamaya başladı. Yemeği hazırlarken, “hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı” diye başladı ve kafasını salona uzattı, bir tepki alamayınca bu sefer “Çanakkale içinde vurdular beni” diye başladı, beklediği oldu ve o cumartesinin ilk sesi türküye katıldı. Bu keyifle Rıfat da mutfağa döndü ve tekrar yemek yapmaya koyuldu.

Yemekler piştikten sonra Rıfat masaya oturdu ve yeni pişirdiği yemekleri keyifle yemeye başladı, yeni pişmiş yemeği severdi. Etrafın sessizliğini garipsemiş olacak ki ortaya bir laf attı.

“Fazla üzülüyorsunuz, yenilgi anlayış getirir oysa. Sizin fedakarlıklarınız boşa değildi, gelecek nesiller sizi unutmadı ve üzerine koyarak yollarına devam ettiler”

Önce cevap gelmedi, belli bir hüzün vardı odaya hakim olan… Sonra bu ortamı daha da ağırlaştıran bir cümle duyuldu ıslıkçı sesten “Bu benim için de geçerli mi?”

Bu cümle dışarıdan belli olacak derecede sarstı Rıfat’ı. Yemeğini bitirdi ve önce salondan sonra da evden çıktı. Gece olana kadar da geri dönmedi. Gece geri geldiğinde de salona girmedi ve hemen yatak odasına yollanıp soluğu yatağında aldı.

Sabah kalktığında tekrar salona girecek ruh haline ancak kavuşmuştu ve bunu yaptı da, ama salon boştu… Önce gördüklerine inanamadı. Hemen sokak kapısına koştu, alarm hala aktifti. Sonra tekrar salona koştu; elektronik eşyalar, mobilyalar, çekmeceler tamamen yerinde ve dokunulmamışlardı ama yine de salon boştu….

Birinci Dünya Savaşı Osmanlı kabalağı, Japon samuray kılıcı ve bahriye üniforması, Wehrmacht üniforma paltosu, Truva kalkanı, Napolyon Büyük Ordusu göğüs zırhı ve Aztek Jaguarı tahta kılıcı artık yerlerinde değildi. Rıfat ne yaptığını bilmez halde evin diğer odalarını aradı. Bir süre sonra ağlamaya başladı. Tekrar boş salona geçti ve kanepeye oturdu. Telefonunu eline aldı ve bir numara çevirip kulağına götürdü. Karşı taraf telefonu açmamıştı. Rıfat da telefonunu kapattı. Sarp dedi…

Bunun ardından sokak kapısına gitti, alarmı kapattı ve ayakkabılarını giydi. Bu sırada ağzından sürekli belli belirsiz Sarp ismi çıkıyordu.  Alarmı kurmadan evden çıktı ve kapıyı kapattı. Merdivenlerden inerken, seslice ve ağlamaklı bir şekilde Sarp… Oğlum dedi. Sarp, Sarp…

… Coşkun okumayı tamamladı. Rüya “Amour” dedi, sonra açmak gereğini duydu “Haneke’nin filmi”.

Tolga hala ilgisizdi ama izledim demeyi ihmal etmedi “Ben de benzettim. Biraz İskoçyalı ile Batman havası da vardı”

“Yok artık, pul koleksiyonuna benziyor deseydin bari…” Tolga, Coşkun’un bu tepkisi üzerine gülümsedi ve “Evet biraz zorlama oldu” diye cevapladı arkadaşını.

Coşkun belki arkadaşlarını öykü üzerine yorum yapmaktan alıkoymak için belki de meraktan sordu “Peki Rüya, sence bizim bu okumalarımızı yazsak konsept olarak neye benzer?      

Rüya bunu düşünmüştü “Adaptation” dedi. “Sence?”

“Bence de Sekiz Buçuk… Aşağı yukarı aynı düşünmüşüz.”

Tolga kendisine sorulmamasına rağmen cevap verdi “Margaret Atwood’un bir kitabı vardı… Başka Dünyalar… Sanırım”

Biz film söyledik sen kitap!

Yani?

Oğlum sen Le Guin’i eski Fransız futbolcu sanan adamsın sonuçta…

“Senin deyiminle yok artık Coşkun… O değil de sanırım Eylül hikayemin konusunu buldum. Metal dedektöründen telefon ve anahtarı olmadan geçmesine rağmen sürekli öten bir adamın kendisini cyborg sanması ya da gerçekten cyborg olması.”

Tolga bunu söyledikten sonra ayaklandı ve “Hadi artık kalkalım mı?” diye sordu.

“Biz bir çay daha içeceğiz” dedi Coşkun. Rüya da Tolga’ya bakıp gülümsedi. Tolga arkadaşlarına görüşürüz anlamında el salladı ve evine gitmek üzere arkasını dönüp masadan uzaklaştı…

– Son –

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir