Kanadalı yazar Ann Leckie, 2013 yılında ve 47 yaşındayken ilk kitabı Ancillary Justice/Yardımcı Adaleti’ni yayınladığında bilim kurgu dünyasının beş büyük ödülünü birden kazanacağını düşünmüş müydü bilemeyiz, ancak daha sonra yazdığı ve ilki kadar çarpıcı olmasa da, yine de adaylıklar ve ödüller kazanan iki kitabı ile bilim kurgu dünyasını şimşek gibi çarpan bir üçleme bıraktı arkasında; evet Emperyal Radch’tan bahsediyoruz.
Seriyi tanıtmadan önce spoiler/sürprizbozan uyarımızı yapalım ve her ne kadar bu bir film dosyası değilse de, hayran üretimi olup ilk kitabı olağanüstü başarıyla temsil eden bir kurgu fragmana göz atalım.
İlk kitap Ancillary Justice yani ülkemizde Adalet olarak çevrilen Yardımcı Adaleti, üçlemenin kahramanı ve bir ancillary/yardımcı olan Breq’i okuyucuya tanıtıyordu ki Breq’i anlayabilmek demek tam manasıyla Radch serisini de anlamak anlamına gelmekteydi. Buna göre, Breq, bir birlik taşıma gemisidir, materyalin kontekstine göre de bu gemiler Justice/Adalet olarak tanınırlar. Bununla beraber Breq aynı zamanda gemideki on binden fazla mürettebattan biri yani bir “Yardımcı”dır.
Materyalin ilk konsepti böylece kendini hemen gösterir. Yardımcılar aynı zamanda hem birey hem de kolektif varlıklardır. Birey olarak fizikleri, siyahi tene sahip ve organik olmakla birlikte beyinlerine yerleştirilen aparatlar sayesinde birer android yapay zekalardır da. Aslında onlara bu aparatlar dışında ceset demek pek de haksızlık olmaz. Zira bu yardımcılar, işgal edilen galaksilerin benlikleri çalınan bireyleri, savaş esirleridir. Bununla birlikte aparatları çıkartılırsa da hem geçmişleri hem de bir yardımcı olarak benlikleri silinir. Breq kitabın bir aşamasında bunu kendisine teklif eden yardımcı karaktere bunu şöyle açıklar; “Yani benden bütün benliğimi yok etmemi istiyorsun!..”
Önemli bir not olarak yardımcıların insan üstü hıza ve güce sahip fiziksel kapasiteleri olduğunu da belirtmek materyalin içeriği için önemli olacaktır.
Radch’ın imparatoru ve bağımsız benliğini bir çok klona tıpkı yardımcılar gibi üleştiren Anaander Mianaai, Breq’i ve gemisi Toren’in Adaleti’ni -yani yine Breq’i- politik bir entrika için gibi görünen ama birbiri ile kavgalı iki benliğinden birinin kararıyla yok edince, bu saldırıdan tek bir bedeni ile kurtulan Breq – ki operasyonelken sadece bir numaradan ibarettir adı- bir nevi özgür kalacak ve imparatoru son derece soğukkanlı bir şekilde ve imkansız olduğunu da bile bile öldürmeye yemin edecektir. Esasen kitap bu süreci ayrı, Breq’in kazadan kurtulup kendine geldiği on dokuz yıl sonraki haini ayrı olmak üzere iki düzlemde inceler.
Günümüz sekansında, aristokrasi ile yönetilen Radch’ta gününden düşmüş çok büyük bir ailenin yani Vendaai’lerin travmatik ve madde bağımlısı üyesi Seivardeen -ki 1000 yıl önce Breq’in komutanlığını da yapmıştır.- ile karşılaşan ve birbirlerine çeşitli şekillerde destek olarak, imparatora saldırmak için tespit edilemeyen ve olağanüstü güçlü bir Presger silahı edinmeleri işlenirken, geçmiş sekansında, imparatorun iç kavgası ipuçları ile hissettirilip finalde tam manasıyla açık edilir.
İlk kitabın, evreni kuran alamet-i farikalardan ikisini daha kurduğunu söylemek gerekir. Bunlardan biri cinsiyet karmaşası ve diğeri de Presger ırkı şahsında cismanileşen yabancılıktır.
İngilizce veya objelerinin cinsiyetlerinin olduğu dilleri konuşan okurlar için ve İngilizce’deki “She” dişil zamirinin tüm karakterler için kullanılması zaten en başta bir özellik olarak kendisini gösterse de cinsiyetsiz bir dil olan Türkçe çevirisiyle kitabı okuyan bir okur için bu konsept amaçladığından daha bile özgün ve kafa karıştırıcı olur. Örneğin kendi kişisel deneyimime göre Breq her zaman bir kadındı, ama yoldaşı Seivardeen -ki rakipsiz olarak favori karakterimdir- ukala bir mavi kanlı erkekten, duygusal çöküşteki ve her şeyi göze almış bir kadın arasında gidip gelen yapısıyla hep bir muamma oldu. Yine de ukala ve yerleşik düzeni savunan şedid karakterlerin erkek, daha keskin ama aynı zamanda dengeli karakterlerin kadın hissini uyandırdığı söylenebilir. İlkine örnek olarak Uzay İstasyonu ve Konak komutanlarını, ikincilere örnek olarak da yine aynı istasyon ve konakların yapay zekalarını gösterebiliriz.
Presger ırkı ise tam bir gizemdir. İnsanlardan daha üstün teknolojileri ve ele geçirdikleri yerlerdeki insanlardan örnek alarak klonladıkları elçileri ile okuru hem neşelendiren hem de algı düzeylerini zorlayan bu ırk, gerçekten de cinsiyet karmaşasının gölgesinde kalsa da aslında tam tanımlayamadığı ama okuru yabancılaştırmayı başaran gerçekten kayda değer bir konsepttir. Kendi olağanüstü silahlarının -tabancalarının- bir Adalet sınıfı devasa yıldız gemisini yok edebilmesi ile kendi elçilerine bir zarar vermemesinden, ele geçirdikleri insanları, uzay istasyonlarını ve yardımcılarını zevk veya nefret değil öylesine parçalayıp incelemeleri gibi motivasyonlarını anlamadığımız eğilimlere kadar gerçekten başarılı bir olgudur Presger’ler. Presger ırkının binlerce yıl önce imparator Anaander Mianaai ile anlaştığını ve Radch uzayına yaklaşmadığını da belirtmek üçlemenin finali için önemli bir materyal içi bilgidir.
İlk kitap bilim kurgu dünyasına şok bir giriş yapar ve Hugo, Nebula, Locus, BSFA ve Arthur C.Clarke roman ödüllerini aynı anda kazanır.
İlkinden tam bir yıl sonra yayınlanan ikinci kitap Ancillary Sword, yani dilimize Kudret olarak çevrilen Yardımcı Kılıcı, Kılıç sınıfı yani Radch silahlı kuvvetlerinin savaş gemisi sınıfından alır ismini. Kılıçlar ve elbette ki bölünmüş benlikleri kendilerini diğer sınıflardan üstün görürler ve sarkastik aşağılamalarla bunu belli etmekten keyif alırlar. Bununla birlikte, baş karakter Breq, kitap boyunca bir Merhamet, Mercy Of Kalr/Kalr’ın Merhameti adlı bir keşif gemisinin kaptanıdır.
Olaylar ikinci kitapta şöyle gelişir; imparatorun bölünmüş kişiliklerinden yayılmacı olmayanı, Breq’i yayılmacı imparatora karşı savaşında, filo komutanı olarak atar ve onu çay üretimi ile ünlü ve uzak Athoek sistemini korumakla görevlendirir. Hepsi bu değildir, ona yardımcı olmak üzere Teğmen Tisarwat’ı da yanına verir. Tisarwat da bir yardımcıdır ancak özelliği şudur ki, Anaander Mianaai’nin klonlarından biridir. Breq riskli bir operasyonla Tisarwat’ın yardımcı aparatlarını çıkartır ve onu bir bebek gibi karakter gelişimine bırakır.
Bir not olarak yeni Tisarwat’ın, Breq’in hem fiziksel görünümüne hem de otoritesine başkaldıran bir kadın imajı verdiğini ifade etmemiz gerekir.

Athoek’te sürpriz olan şey ise, imparatorun karakter bölünmesinin üst sınıflar ve yüksek rütbeli subaylar için bir sır olmadığıdır. Bunun uzantısı olarak Atagaris’in Kılıcı’nın kaptanı olan Hetnys, yayılmacı imparatorun yanında yer alarak ve ötesinde savaş çıkartmak için Presger elçisi Dlique’i öldürtür. Daha sonra pişman olup korkunca da Presger gazabını önlemek için Breq ile birlikte yas tutar.
Kendisine yapılan bir suikasti kendi elleri ile önleyip suikastçileri de bertaraf ettikten sonra kanlı elleriyle hiçbir şey olmamış gibi çay içecek kadar soğukkanlı Breq’in, bir yardımcı iken bile sevdiğini anladığı eski subayı Basnaaid’i öldüğünü bilmesine rağmen araması güzel bir tezat oluşturduğu kadar, karaktere de derinlik katar.
İkinci kitabın daha yan bir konusu olmakla birlikte final için çok önemli bir olgu da istasyondaki atıl alanlardan, kaçırılan çay işçilerine kadar bağımsız bir yapay zeka veya geminin hayaletinin hissedilmesidir.
Kudret de, BSFA ve Locust ödüllerini kazanırken Hugo ve Nebula ödüllerine aday olmayı başararak ilk kitabın mirasını sürdürmeyi başarır.
İkinci kitaptan da tam bir ve ilkinden de iki yıl sonra, bilim kurgu dünyasına şimşek gibi düşen üçlemenin, son kitabı yayınlanır; Ancillary Mercy yani dilimize Merhamet olarak çevrilen Yardımcı Merhameti.
Serinin bu final kitabı, felsefik olarak seriyi bağlamakla birlikte yüksek tempolu harekatları ile okuru heyecanlandran ve meraka gark eden bir kitap olarak gösterir kendini.
Uzak Athoek İstasyonu’nda, 3.000 yaşındaki geminin varlığının tam olarak ayırdına varan Breq, bu gerçekten hareketle son planını uygulamaya koyar. Bununla birlikte işi zordur çünkü imparatorun saldırgan fraksiyonu Athoek’e gelir. Öldürülen elçi Dlique’nin yerine atanan ve fiziksel olarak onun aynısı olan Zeiat’ın yardımıyla bir Presger görüşmesi ayarlamayı başaran Breq, aynı anda istasyonun yapay zekasının yardımı ile saldırgan Annander’in kontrol ettiği yapay zekaları nötralize edip yine onun yardımı ve eldivensiz Seivarden’in -bu Radch’ta olabilecek en uygunsuz davranıştır- imparatorun karşısına çıkıp bir histeri krizi geçirmesinin de planlı başarısıyla, imparatoru gerektiği kadar makamında hapsetmeyi başarır.
Aynı anda şımarık, asi ve aptal güzellik rolündeki Tisarwat’ın da ekibin bir parçası olmaya karar verdiği aksiyon ve oyalama sekanslarının da yardımıyla saldırgan Anaander ile elçi vasıtasıyla bir araya gelen Presger bilinci, artık bağımsız olan Athoek yapay zekalarının Radch’a ait olmadığında diretir ve zoraki de olsa onlardan korkan Anaander Mianaai’ye fazla bir söz hakkı bırakmaz. Breq, imparatorun saldırgan fraksiyonunu öldürmeyi başaramaz ama kendi türü için bağımsız bir uzay tesis etmeyi başarır.
Locus’u üçüncü kez üst üste kazanan ve Hugo ile Nebula ödüllerine bir kez daha aday olmayı başaran merhamet ile üçleme sona erer.
Evet, cinsiyet karmaşası içeren, kahramanlarının tamamının siyahi olduğu buna rağmen politik doğruculuk gibi bir ajandası da olmayan veya bunu üstten bir bakış ve yüce gönüllükle hissettirmeyen, Presgerler şahsında yabancılığı, tüm yardımcılar ve imparator şahsında tekil ve çoğul benliğin aynı anda var olmasını ve son olarak yapay zekayı çok başarılı işleyen ve bütün bunlara da Aristo dramasının ana öğeleri olan olay örgüsü ve derin karakterler yerleştiren bu üçleme gerçekten de bir yıldırımın ışığı gibi güçlüce parladı ve söndü bilim kurgu dünyasında.
Peki bu kadar başarılı bir işe imza atan Ann Leckie daha sonra ne yaptı? Öncelikle 2017 yılında yine Radch evreninde geçen ve dilimize çevrilmemiş Provenance/Köken adlı bir roman yazdı. 2018’de Hugo ödüllerine aday olan bu romandan sonra daha çok kısa öyküler yazan Leckie, 2019 yılında da ilk fantastik eseri olan The Raven Tower/Kuzgun Kulesi’ni yazdı. Kitap herhangi bir ödüle aday olmasa da, olumlu eleştiriler alan derin ve kompleks bir roman olarak övüldü.
Öyle sanıyoruz ki, Leckie iyi kötü her yazarın meselesi gibi kendi meselesini veya ilgisini çeken ana konuyu Emperyal Radch Üçlemesi’nde anlattı. Kırk yedi yaşında yazdığı bu romanın, o güne kadar ki fikirerinin toplanıp organize edildiği bir tür sanatsal cv olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Zaten yazar çok sevdiği kitapları sayarken verdiği iki kitapla da bu büyük malzeme toplamayı ifşa eder. Bunlardan biri androjen karakterleri ile Ursula K.Le Guin‘in The Left Hand Of Darkness/Karanlığın Sol Eli iken bir diğeri de China Melville‘in Embassytown/Elçilik Kenti olarak kendini gösterir. Elçilik Kenti de, çift vokal/bilinç ile iletişim kuran ve düşünen bir uzaylı ırkın tüm benliklerini değiştiren bir süreç olarak insan iletişim/bilinç sistemine dahil olma sürecini anlatan “yabancı” ve bu zor konseptte dağılmayan bir romandır.
Tıpkı her iki kitaptaki olguyu da başatıyla uyarlayan ve dahası bunlara katan ama dağılmayan Leckie ve eseri Emperyal Radch Üçlemesi gibi…
Başka dosyalarda da görüşmek dileğiyle, hoşça kalın.
İlginizi Çekebilir
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Gökbilimciler Yeni Bir Yıldız Patlaması Türü ...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Kalbinin Eseri: The Silmarillion-J.R.R.Tolkie...
İlk Yıldızlararası Kuyruklu Yıldız Şimdiye Ka...
Edebiyata Saygı; Yüzüklerin Efendisi Serisi K...

Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…