R.A.Salvatore… Fantastik ve bilim-kurgu dünyasının en çok okunan, en çok takip edilen yazarlarından ve onun ‘Unutulmuş Diyarlar’ evrenine kazandırdığı efsanevi savaşçı: Drizzt Do’Urden. Yirmi yılı ve yirmi kitabı aşan efsanevi Kara Elf’in ağzından anlatılmış bir hikaye olan ‘Taşlar ve Kemikler’, yazarın Unutulmuş Diyarlar’ın büyü ve kanla yoğrulmuş topraklarında geçen hikayelerini topladığı antolojiden alınmıştır.
Savaşı ve ork öldürmeyi çılgınca seven bir cüceyle; kurnaz ve atik bir orkun kendi gözlerinden savaş ve bedelleri üzerine kurulu etkileyici hikayesi….
TAŞLAR VE KEMİKLER
Maşrapanın Yılı(1370 DR)
O öğleden sonra Thibbledorf Pwent’e Mithral konağının dışına, içindeki huzursuzluk eşlik ediyordu. Kral Obould’un güruhu batıda ve kuzeyde baskılarını artırırken; Bruenor, o bölgelere kimsenin yaklaşmamasını buyurmuştu. Sağduyu ve en basit tarifiyle mantık da kesinlikle Bruenor’la taraf olmuş gibiydi.
Bruenor’un maiyetindeki bir subay olan Savaş delisinin, sevgili kralının fermanına karşı gelmesi pek sık rastlanan bir durum değildi: ama bu sıra dışı bir durumdu. Pwent kendi kendine, birden fazla heceli sözcükleri içermeyen bir dille de olsa, söyledi: “Yapmak lazım.”
Buna rağmen, sevgili kralına karşı gelmenin ağırlığını içinde hissediyordu ve bu durumun uyumsuzluğunun farkında olması üzerinde baskı yapıyordu. İçindeki kasveti yansıtır gibi gri gökyüzü basık, yoğun ve uğursuz öylece duruyor, yağmur vaat ediyordu.
Gendray Hardhatter’in üzerine düşecek yağmur ve bu yağmurun her damlası Thibbledorf Pwent kalbine vurup acıyla tınlatacaktı.
Konu Gendray’ın savaşta öldürülmüş olması değildi-kesinlikle değildi! Böyle bir kader kabul edilmişti, hatta insafsız ‘Karındeşen birliği’nin lideri Thibbledorf Pwent de dâhil her bir üyesi tarafından her daim beklenirdi. Gendray birkaç ay önce birliğe katıldığında Pwent, uzun yıllardır dostu olan sevgili Honcklebart’a, Gendray’in güvenliğini kesinlikle garanti edemeyeceğini kati olarak söylemişti.
‘Ama ben, kalbim bilir ki, iyi bir amaç için ölecek’ demişti Honcklebart Pwent’e, her ikisi de bal şarabı şişelerinin diplerini gördükleri sırada.
‘Soydaşlar ve soy için, kral ve kavim için’ diyerek Pwent uygun bir şekilde kadeh kaldırmıştı ve Honcklebart kadehini coşkuyla tokuşturmuştu, hakikaten, bir cüce daha fazla ne isteyebilirdi ki?
Ve böylece rüzgârlı bir günde, Muhafız vadisinin kuzeyinde bulunan sarp kayalıklarda, Mithral Konağının batı verandasında, ork güruhunun saldırısına karşı, Gendray için beklentiler gerçek oldu ve asla daha iyi bir nedenden olmayacak şekilde, bir savaş çekici şehit düştü.
Savaş alanına yaklaştığında, Pwent nerdeyse savaşın gürültüsünü yeniden duyar gibiydi. Karındeşenleri’yle hiç bu kadar gururlanmamıştı. Onları, orkların hücum gücünün tam kalbine götürmüştü. Kral Obould’un en acımasız savaşçılarından sayıca birkaç kat azınlıkta olmalarına rağmen; Karındeşenler korkmamışlar, duraksamamışlardı. Pek çok cüce o gün şehit düşmüştü; ama kendi sayılarından çok daha fazla ork cesedinin üstüne düşmüşlerdi.
Pwent de, görünüşte intihar saldırısı olan hücumda ölmeyi beklemişti; ama her nasılsa ve kahraman arkadaşları ve zeki bir gnom’un yardımlarıyla, kendisi ve birkaç Karındeşen sarp kayalıklara ulaşmış oradan da aşağıya, Mithral Konağının batı kapılarına ulaşmışlardı. Şerefli ve kabul edilebilir fedakârlıklar sayesinde kazanılmış buruk bir zafer olmuştu.
O gerçeğe rağmen, Thibbledorf Pwent, Honcklebart Hardhatter’in ikinci kadeh kaldırışının yankılarını hala içinde hissediyordu, şişesini gururla tekrar havaya kaldırarak ‘Ve ben biliyor ki ölü ya da yaralı, Thibbledorf Pwent benim oğlu geride bırakmaz’ demişti.
Kadeh kaldırma sırasında şişeyi tokuşturmak Pwent için zor verilen bir söz olmamıştı.
’Eğer bir ejderha onu yiyorsa, o halde ben onun karnında bir delik açıp kemiklerini dışarı çekeceğim.’Yürekten söz vermişti ve her kelimesini kastederek söylemişti.
Ama Gendray, ölü Gendray, o akşam eve gelmemişti.
‘’Sen benim oğlu bıraktın’’demişti Honcklebart çarpışmadan sonra dehlizlerde. Sözlerinde garaz yoktu, suçlamada yoktu. Sadece kalbi kırık bir cüce tarafından hakikatin ifade edilmesiydi.
Pwent, neredeyse eski arkadaşının burnuna bir yumruk atmasını dileyecekti; çünkü Honcklebart’ın sertliği ile bilinen sağ direği bile, savaş delisinin canını, hakikatin bu basit anlatımının acıttığı kadar acıtamazdı.
‘’Sen benim oğlu bıraktın.’’
***
Kuşların haricinde şu an sessiz olan yamaçtan bakıyorum. Görünenin hepsi bu. Kuşlar, durmadan gaklayan ve gagalarını artık görmeyen göz çukurlarına sokan… Kargalar, ölülerle kaplı bir alana konmadan önce daireler çizmezler. Çiçeğe uçan arı gibi, önlerinde böyle büyük bir ziyafet varken, doğrudan amaçlarına uçarlar. Onlar, asla dinmeyen rüzgârla, yağmurla ve sürüngen böceklerle birlikte temizleyicilerdir.
Ve zamanın bölümü. Her daim o var. Günün, mevsimin, yılın dönümü.
***
G’nurk yarılmış olan dağın sırtını gördüğünde yüzünü buruşturdu. Taarruzları ne kadar da görkemliydi. Obould’un buyruğundaki mağrur ork savaşçıları, kayalık yamacı müstahkem cüce kuvvetlerinden temizlemişlerdi.
G’nurk oradaydı, en ön saflarda, o taarruzdan sağ kurtulan birkaç orktan biriydi. Ama ön saflardaki kayıplarına rağmen, G’nurk ve yoldaşları yolu temizlemişlerdi, ork ordusunu cüce kuvvetlerinin kampına götürmüşlerdi.
Kesin zafer önlerinde duruyordu, uzanılsa tutulacak mesafede, ya da öyle görünmüştü.
Sonra bir şekilde, bir cüce hilesi ya da şeytani bir büyü vasıtasıyla, dağın yamacı infilak etti ve kuvvetli rüzgârdaki tahıl tarlası gibi, yardıma gelen ork kitleleri biçilip yerle bir oldular. Çoğu hala oradaydı, taarruz sırasında gururla durdukları yerde ölü yatıyorlardı.
Tinguinguay, G’nurk’un sevgili kızı da hala oradaydı.
Büyük kaya parçalarının arasından ilerledi, havada hala tüm araziyi tekrar şekillendiren şaşırtıcı patlamanın neden olduğu bir toz bulutu vardı. Pek çok yükselti ve kaya ve yığınlar halindeki patlatılmış taş, G’nurk’a dev bir ceset gibi göründü. Sanki önünde uzanan arazi öldürülmüş dev bir hayvan gibiydi.
G’nurk duraksadı ve bir kaya parçasına dayandı. Kirli elini gözlerindeki nemi silmek için kaldırdı, derin bir nefes aldı ve Tinguinguay’a onurla ve gururla hizmet ettiğini ya da hiç onurlandıramadığını aklına getirdi.
Dayandığı kayadan ve onun destek olma teklifinden uzaklaşarak ilerledi. Biraz sonra ölmüş yoldaşları ya da en azından onlardan kalan parçaların yanından geçti. Batıda, dağın sırtına en yakın olanlar uçan taşlardan oluşan bir dalga ile sakatlanmışlardı.
Burnunu pis bir koku sardı. Arazide gördüğü ilk canlılar olan sürü halinde toplanmış siyah böcekler, ikiye bölünmüş bir cesedin bağırsaklarına üşüşmüşlerdi.
Böcekleri ölmüş olan küçük kızını yerken düşündü; uzak geçmişte pamuk gözlerini ve somurtan dudaklarını kullanarak kendisinden biraz daha fazla yemek almak için mecbur bırakan kızını… Bir seferinde, G’nurk katılması gereken bir talimi, Tinguinguay kendisini güzelce kandırıp, yakında bulunan bir yüzme oyuğuna götürdüğü için kaçırmıştı. Obould yokluğunu fark etmemişti. Gruumsh’a şükürler olsun!
Bu hatıra G’nurk kahkaha atmasına neden oldu ama kahkahalar hıçkırıklara dönüştü.
Bu sefer desteğe ihtiyaç duyarak tekrar bir kayaya yaslandı. Kendi kendini onur ve görev konusunda ve Tinguinguay gururlandırma konusunda azarladı.
Savaş alanına daha iyi bakabilmek için kayanın üstüne çıktı. Uzun yıllar önce, Obould bir volkana keşif gezisi düzenlemiş, yankılanan patlamaların Gruumsh’dan gelen bir çağrı olduğuna inanmıştı. Orada; dağın bir tarafının ormanın içine patladığı yerde, G’nurk çok sayıda ağacın devrildiğini, tüm yaprakların yok olduğunu tüm dalların uzaklara dağıldığını gördü. Büyük kütükler sıralı bir şekilde yere serilmişler, özenle düzenlenmişlerdi ve bir volkanik patlama gibi; kargaşanın tarifinin ta kendisi olan doğal afetin böyle bir düzen ve kararlılık hissi vermesi, G’nurk’a oldukça gerçeküstü görünmüştü.
Ork savaşçısı, kayanın üstünde öylece durup güruhun taarruzunun sonunu belgeleyen kayalık yamaca bakarken, cesetlerin düzenli, aşırı düzenli, yatması ona aynı hissi uyandırdı.
Çok fazla ceset vardı.
“Tinguinguay,”G’nurk fısıldadı.
Onu bulmalıydı. Onu tekrar görmeliydi ve biliyordu ki eğer görecekse orada ve o anda olmalıydı-kuşlar, böcekler ve kurtçuklar işlerini yapmadan önce.
***
Bittiğinde geriye kalanlar sadece kemikler ve taşlardır. Çığlıklar gider; koku gider. Kan akıp gider. Şişmanlamış kuşlar, ayrılış uçuşlarında düşmüş savaşçıları bireyler olarak ayıran özelikleri beraberlerinde alıp götürürler. Kemikleri ve taşları birbirlerine katılıp karışsınlar diye bırakarak, rüzgâr veya yağmur iskeletleri parçalara ayırıp birlikte süzer ve zamanın geçidi bazılarını gömerken, geriye kalanlar ise gözlemleyenlerin içinde, en dikkatliler haricindekiler için, ayırt edilemez hale gelirler.
***
Ayağının altından bir taş kaydı, ama Pwent duymadı. Yalıyar üzerindeki son yükseltiden düzlüğe çıkmaya çalışırken ki o düzlük cücelerin Mithral Konağına çekilmeden önce savunma yaptıkları düzlüktü, aşağıya arka arkaya birkaç kaya yuvarlandı ve o yine duymadı.
Onun duyduğu çığlıklar ve haykırışlardı; zaferin ve acının, imkânsızlıklara karşı kararlılığın ve sonu kesinleşmiş olan arkadaşlara verilen destekti. Metalin metale temasında çıkan sesi, çivili zırh eldiveninin ağırlığı altında kafatası çatırtısını ve miğferinin çivisi bir orkun daha karnından içeri girerken çıkan batma sesini duydu.
Yalıyarın kenarından bayırın kenarına geldiğinde aklı hala savaştaydı ve çok sayıda cücenin ve yüzlerce yüzlerce ork cesedinin etrafa dağıldığı uzun taşlı iniş yoluna baktı. Ork taarruzu orada gerçekleşmişti.Üzerlerine yuvarlanan kaya parçaları,yan tarafta bulunan dağın sırtından kendisine kaya fırlatan güçlendirilmiş dev mancınıklar.Sadece karın deşenlerin,onun karındeşenleri’nin, müdahale edebileceği o umutsuzluk anını çok net bir şekilde hatırlıyordu.Bayırdan aşağıya ve düşünmeden, öfkeyle ork güruhuna yapılan karşı saldırıya öncülük etmişti.Yumruklayarak ve tekmeleyerek,yararak ve yırtarak,Marodin ve Clangeddin ve Dumathine için haykırarak, Kral Bruenor ve Savaş Çekici kavmi ve Mithral konağı için bağırarak.Kimse o bayırdan sağ çıkmayı beklemediği halde,korku ibaresi göstermemiş,hücum sırasında duraksamamıştı.
Ve böylece Thibbledorf Pwent o bayırdan aşağıya bir kez daha kararlı adımlarla gurur ve hüznü bir arada barındıran bir ifade ile yürüdü. Sadece ara sıra yerden bir taş kapıp arkadaşının cesedini ziyafete çevirmeye niyetli kuşlara fırlatmak için durdu.
Birliğinin yiğitçe direndiği yeri tespit etti ve ölü orkların oluşturduğu duvarlarla birbirine karışmış cücelerin vücutlarını gördü. Duvarlar, duvarlar, bel hizasında hatta daha yüksek yığılmışlar. Karın deşenler ne kadar da ala savaşmışlar.
Kuşların Gendray’in gözlerini gagalayarak dışarı çıkartmamış olmalarını diledi. Honcklebart oğlunun gözlerini görmeyi hak ediyordu.
Pwent uzanarak ork cesetlerini fırlatmaya başladı, her fırlatışında hırlıyordu. Katılaştıklarını fark edemeyecek kadar öfkeliydi, öyle ki birinin kolu kopup elinde kaldığında sadece küfürler savurarak ait olduğu vücudun olduğu yere fırlattı.
İlk askerine ulaştı ve Karındeşenler birliğine en uzun süre hizmet edenlerden biri olan Tooliddle Ironfist olduğunu fark ederek irkildi.
Tooliddle için Moradin’e dua etmek üzere ara verdi; ama duasının ortasında ciddi anlamda duraksadı ve yapması gereken görev hakkında düşünüp taşındı. Gendray’ı eve götürüp diğerlerini burada böyle bırakmak zor olmazdı.
Ama nasıl yapardı bunu?
Savaş delisi bir adım geri çekildi ve ölü bir Orkun suratına sağlam bir tekme attı. Ellerini kalçalarına koyarak önünde bulunan manzaraya enine boyuna baktı, kaç seferde ve kaç yoldaşla bu çocukları eve geri götürebileceğini kestiremeye çalıştı. Onları burada böyle kuşlara ve böceklere bırakamayacağı aşikâr hale gelmişti.
Büyük rakamlar Thibbledorf Pwent’i, özellikle botlarını giydiği zamanlar ve özellikle bu durumda olduğu gibi dikkati dağıldığı zamanlarda kafasını karıştırırdı.
Kuzey batısında bir şey hareket etti.
Önce büyük bir kuş ya da leş yiyen bir hayvan olduğunu düşündü. Sonra kafasına dank etti, hem de oldukça sert dank etti.
Bu bir orktu-yalnız bir ork, tahrip olmuş taşlardan vücutlardan oluşmuş dolambaç içinde ilerliyordu ve görünüşe göre Pwent’ten bihaberdi.
Yere uzanıp şehit düşenlerden biriymiş gibi davranması gerekirdi. Açıkçası bu tercih edilen stratejiydi, tam da karın deşenlerin çalıştıkları taktilerin arasından: hazır bir tuzak.
Pwent; Gendray’i, Tooliddle ve diğerlerini düşündü. Gendray’ın gözünü oyan bir kuş ya da çürüyen bağırsaklarını çatır çatır yiyen bir böcek sürüsü resmetti kafasında. Ümitsiz ama kahramanca direnişi en canlı haliyle hatırlardı, savaşı tekrar koklayıp haykırışları duydu.
Yere uzanıp cesetlerin arasında ölü numarası yapması lazımdı, ama o tükürdü, kükredi ve saldırdı.
***
Burada ölenleri kim hatırlayacak? Ve her iki tarafta kayıplarının yerlerini dolduracak ne kazanmıştı?
Savaş zamanı geldiğinde bir cücenin yüzündeki ifade ile ödülün kesinlikle çabaya deydiğini; savaşın bir cüce kavmi için yüce bir gaye olduğu anlaşılabilir. Bir cüce için arkadaşına yardım etmek için savaşmaktan daha saygın bir şey olamaz. Onların ki sadakat, paylaşılan ve dökülen kanlar ile sıkı sıkıya bağlanmış bir millettir.
Ve bu nedenle bir cüce için; şerefle yaşanmış bir hayatın hak edilmiş sonu, hatta yapılacak bu nihai fedakârlıkla yaşadığı hayatı değerli kılıp ölmek için belki de bu iyi bir yoldur.
***
G’nurk kulaklarına ve gözlerine inanmakta zorluk çekti ve yalnız bir cücenin kendisine doğru koşarak geldiğinden iyice emin olunca dudaklarında bir tebessüm oluştu.
Hiddetine bir çıkış yolu olarak; Tinguinguay’ın ölümü üzerine oluşan çaresizlik ifritini başından def etmenin bir yolu olarak, Gruumsh göndermişti bu cüceyi, biliyordu.
G’nurk hiçbir cenkten çekinmezdi. Tabi ki hiçbir cüceden de korkmazdı, bir umber hulk’un derisini yüzecek kadar şeytanca yerleştirilmiş diz çivileri, dirsek çivileri, baş çivileri ve siyah zırh pek çoğunun dizlerinin bağlarının çözülmesine neden olabilecekken G’nurk için bu manzara güzel ve hoş karşılayacağı bir manzaraydı.
Ork gülümsemeye devam ederek sırtındaki ağır mızrağı çekip önüne aldı ve dengesini ölçmek için yavaşça çevirmeye başladı. Atılabilecek bir şey değildi. G’nurk mızrağın alt ucunu demir bir topla ağırlaştırmıştı.
Cüce devam etti, ürkütücü silahın görüntüsü karşısında yavaşlamadan. İki ölü orku ezip cesetleri kenarlara fırlatırken, tek notalı kükremesine, haykırışına devam etti, mutlak öfkenin ve… Acının?
G’nurk Tinguinguay’ı düşündü ve acıyı fark etti, o da önce hırlamaya başladı ve sonra cüretkâr bir kükremeye dönüşmesine izin verdi.
Son ana kadar mızrağını önünde yatay olarak tuttu, sonra ucu karşıya bakacak şekilde ağırlık olan ucunu yere bırakıp ayağıyla silahı sabitleyecek şekilde üstüne bastı.
Cüceyi kolayca şişleyeceğini düşündü ama cüce göründüğü kadar kontrol dışı değildi. Cüce kendisini hızlı bir dönüşle bir tarafa savurdu ve taklasını tamamlarken önde bulunan sol kolu ile uzanıp G’nurk’un yön değiştiren mızrağına vurdu.
Cüce mızrağın yanından saldırdı.
Ama G’nurk dönerek yere gömülü topa vurdu, diğer yöne doğru adım atarak silahın alt tarafını yukarı, cücenin göğsüne gelecek şekilde ve öfkeli savaşçıyı durduracak hatta geri adım attıracak kuvvette savurdu.
G’nurk daha da ileriye cücenin soluna doğru atıldı, bir taraftan da akıllı bir hareketle mızrağının sivri ucunu karşıya bakacak şekilde çevirdi. Silahı çevirmeyi bitirir bitirmez tekrar sağa gitti. Saplamak için kuvvetle hamle yaptı, amacı en çabuk şekilde öldürmekti.
Cüce lisanında ‘Tinguinguay için’ diye bağırdı, çünkü düşmanının o ismi bilmesini istiyordu, duyduğu son şey olarak duymasını istiyordu.
Cüce yere yattı; mızrak üstünden hızla geçti, sadece havayı vurdu.
Bu kadar bodur ve zırhlı biri için şaşılacak bir ataklıkla, cüce bacaklarını kıvırıp ayağa fırladı, miğferindeki çivi mızrağın altından doğrar gibi sallanırken, kafasını döndürerek, G’nurk’un hücumunu kusursuzca savuşturdu.
Kafasını, mızrağı miğfer çivisi ile döndürürken çevirmeye devam etti. Geri çekildi ve eğildi, mızrağı, ucu karnının altından geçecek şekilde yere doğru bastırdı. Ve şaşılacak şekilde tekrar yuvarlandı, mızrağı çevirerek!
G’nurk şaşkınlıktan neredeyse ağzından gevelerken, dönüşlerden biri sırasında aşağılık cüceyi şişlemek için ileri atılmaya çalıştı.
Ama cüce tam olarak bunu beklemişti, tam bunu istemişti ve ileriye hamle başladığında cüce mızrağın paralelinde dönerek elini mızrağın ucunun gövdeyle birleştiği yere sertçe vurdu.
‘Her iki gözünü ölü bir arkadaşım için alıyorum’ dedi. G’nurk, cüce lisanına hâkimiyeti mükemmellikten çok uzak olmasına rağmen onu çok iyi anladı.
Cüce silahının ulaşma mesafesindeydi ve kavrayışı G’nurk’un silahını kurtarma denemesi karşısında şaşılacak şekilde güçlü ve dayanıklı çıkmıştı.
Bu yüzden ork hasmını şaşırttı. Zırhlı elini yumruk yaptı ve sırıtan cücenin yüzünün ortasına hemen hemen her orku ya da cüceyi yere serecek sağlam bir yumruk attı.
***
İlginizi Çekebilir
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Edebiyata Saygı; Yüzüklerin Efendisi Serisi K...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Dünyayı Kasıp Kavuran Dizinin Kaynağına Dönüş...
Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.