Bu pazar günü, retrospektif sekmemizde yine biraz uçuk gibi görünen ancak yansıması daha direkt olan bir konu başlığını seçtik sizler için. Başlığımızda belirttiğimiz gibi; Arjantin, İngiltere ve Falkland Adaları.
Falkland Adaları ya da Arjantinlilerin adlandırmasıyla Malvinas (Malvina Adaları), kolonyalizmin zirve döneminde İngilizler ve İspanyollar arasında bir sorun olmasının ve çok soğuk bir iklimde birkaç bin kişinin kaliteli koyun yünü yetiştirdiği basit bir ekonomisi olması dışında çok kilit bir yer veya gündemde bir konu değildi. İspanyollar ile İngilizlerin biraz çekiştiği ancak sonunda büyük bir çatışmaya varmadan bununla birlikte çözülmeden bekleyen basit bir konu olarak duruyordu.
Bununla birlikte Arjantin’in yanı başında olan adalar hem İspanyollardan bağımsızlığını alan hem de 2.Dünya Savaşı sonrası deniz aşırı topraklarını boşaltan İngiltere trendinin bir uzantısı olarak, Arjantinliler için hem daha önemliydi hem de hızla önem kazanmaktaydı.
İngilizler açısından peki?.. Elbette, İngiltere hükümeti için bir egemenlik konusuydu ve daha önemlisi halkı İngilizdi. Ancak siviller için bir örnek vererek konuyu özetleyebiliriz sanıyoruz; Aldous Huxley‘in efsanevi distopik eseri Brave New World/Cesur Yeni Dünya‘da, adalar distopyadan çıkmak isteyenler için gönüllü bir sürgün yeridir. Ve konfor alınandan çıkılan sürekli soğuk ve yağmurlu ama gerçek bir yer olarak tasvir edilir. Bir başka deyişle hem ütopyanın sınırlarına hem dönem İngiltere’sine ait ancak aynı zamanda hiç alakası olmayan bir yer olarak kayda geçirilir. Bir başka deyişle İngiliz halkı için pek de bir önemi yoktur.
Adalarla ilgili iki tarafın adalara yaklaşımındaki bu temel fark ve dönemin, ABD’nin dünya gücü olarak yeni bir dünya düzeni kurması dönemi olması sebebiyle adalar, BM inisiyatifinde bir görüşme sürecine dahil olur, sene 1965’tir. Arjantin’in adaları kesinlikle istediği ilk tur görüşmeler İngiltere’deki bir fikir ayrılığı yüzünden kesin bir sonuca ulaşmaz. Fikir ayrılığı, basitçe adaların İngiltere’ye ait ve terk edilemez olduğuna dair konvansiyonel bir görüş ile bu uzak adaların İngiltere ile Latin Amerika arasındaki ticareti akamete uğrattığını ileri süren daha pratik bir ikinci görüş arasındadır.
Esasen olayın düğüm noktası adaların nüfus yapısıdır. Ada halkı İngiliz’dir ve İngiltere bu sebeple adaları diğer sömürgeleri gibi bırakamaz. Arjantinliler açısından yine aynı sorun ön plandadır çünkü ada halkı 19.yüzyılın ilk çeyreğinde adaya yapay olarak yerleştirilmiştir. Bir başka deyişle bir işgalin eseridir ve Arjantin’i hem kızdırmakta hem de elini zayıflatmaktadır.
Yukarıda ana hatları ile özetlediğimiz sorunun konumuzla birleştiği ilk olaya geçelim dilerseniz; 1966 yılına, İngiltere’de düzenlenen Dünya Kupası’nın İngiltere ve Arjantin’i karşı karşıya getiren çeyrek final maçına… Karşılaşma, o kupanın hem fiziksel hem de psikolojik olarak en sert maçı olarak kayda geçer. O kadar ki, maçtan sonra oyuncular forma değişimi yapmamaları konusunda uyarılırlar ve Arjantin kaptanı Antonio Rattin 36.dakikada oyundan atılırken, İngiltere teknik direktörü Alf Ramsey çizgiyi oldukça aşarak basın toplantısında rakipleri için “Hayvanlar” ifadesini kullanır. Bu, sadece bir maçın gerginliği değildir…
Tarihin akışı içinde, 1976’da Arjantin’de cunta iktidarı ele geçirir ve Falkland Adaları konusunda süre giden görüşmelerin dilini aşan bir güçle konuyu gündeme getirmeye başlar. Sonunda 1982’de cunta, adalara asker çıkartır ve adaları Arjantin’e ilhak eder. Konumuz, detaylı bir soğuk savaş incelemesi değilse de, son derece girift bu konu başlığı, anlaşmazlığın üç tarafı için aslında adaları çok aşan anlamlar ifade etmektedir.
Arjantin’de cunta kötü giden ekonomik durumu maskelemekten, otoritesini güçlendirmeye ve konteksindeki milliyetçiliğe uygun bir adım atarken, İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrası kaybettiği süper güç statüsü ve 1956 Süveyş Bunalımı‘ndan sonra yaşadığı büyük devlet statü kaybını dengeleyebilecek bir fırsat yakaladığını düşünmektedir. Bu savaş Margaret Thatcher‘ın Demir Leydi olma şansını gördüğü savaştır. 1977 tarihli Bond filmi The Spy Who Loved Me/Beni Seven Casus filmindeki şu sahne -ki İngiliz bilinçaltında yeri olan bir sahnedir- İngilizlerin kendine olan bakışı açık şekilde anlatır.
Olayın üçüncü tarafı beklenebileceği gibi Falkland Adaları’na dair bir faktör değil ABD’dir. Bir tarafta belki de en önemli müttefiği, diğer tarafta ise devrimci hareketlerin çok güçlü olduğu Latin Amerika’da desteklenen bir dizi sağ diktanın önemli bir halkası bulunmaktadır. ABD savaşı önlemeye çalışır ancak İngiltere bu uzak, ulaşımı çok maliyetli ve düşmanının yanı başındaki topraklarda yenilgi riskini alarak Falkland Adaları’na askeri bir operasyon düzenler.
Teknolojik üstünlük -özellikle gece görüş sistemlerindeki tekelleri-, eğitim ve taktiksel anlamda profesyonellikleri ile iki buçuk aylık bir savaşın ardından adalar İngiltere’ye geri kazanılır. Cunta düşer ve yeni bir denge kurulur. Arjantin halkının tamamı cuntanın destekçisi olmadığı gibi ekonomik olarak da zor durumda kalmışlardır. Ancak ne olursa olsun İngiltere, sadece cuntayı değil Arjantin’i yenmiştir ve İngiltere, Arjantin bilinçaltında emperyal bir güçtür. Kısaca, sağ veya sol kanada mensup olması fark etmeden, Arjantin halkı için bu yenilgi bir utançtır. İngiltere tarafı için ise tekrar birinci sınıf politik bir güce ulaşılma törenidir bu savaş.
Olimpiyatların ilk ortaya çıktıkları andan itibaren aslen politik birer üstünlük mücadelesi olması gibi, yakın dönemin popüler üstünlük savaşı da futboldur. Tıpkı 1965 görüşmelerinin ve fikir dünyasının 1966 Dünya Kupası‘na yansıması gibi, Falkland Savaşı da 1986 Dünya Kupası’na yansıyacaktır. Hem de bütün zamanların en iyi futbolcusu olma tartışmalarında ön sırada zikredilen ve anti emperyal duruşuyla siyasal/sosyal bir efsanenin “eliyle”; Diego Armando Maradona… 1986 Dünya Kupası‘nın yine çeyrek finalinde eliyle attığı golle takımını İngiltere karşısında 1-0 öne geçiren Maradona bu tartışmalı ve ikonik an yetmezmiş gibi dört dakika sonra öyle bir gol atar ki, maç bütünüyle bir ikona dönüşür. Bahse konu gol tartışmasız olarak dünya kupalarının en güzel golü kabul edilir çünkü.
Maçtan sonra Maradona, elle attığı gol için “Tanrı’ın Eli” yakıştırmasını yapacak, İngiltere teknik direktörü Bobby Robson ise “Hayır, o sahtekarın eliydi.” cevabını verecektir. Ancak olan şey açıktır. Maradona, “emperyalist” İngiltere karşısında herhangi bir ahlaki görevi olmadığını açıkça ifade etmiş ve doksan dakikada, karşılıklı olarak aynı sayıda insanın aynı kurallarla yaptığı eşit bir mücadelede, kendilerini birkaç sene önce rezil eden rakiplerini devirerek bir ulusun onurunu geri kazanmıştır. Hatta o kadar ki, Güney Amerika’nın köklü rekabeti Brezilya/Arjantin rekabetinde üçüncü dünyanın temsilcisi Brezilya’nın rolüne, o zamana kadar tangocu olarak tanınan, Avrupalı göçmenlerle dolu ve daha elitist bir imaja sahip olan Arjantin’i ortak etmiştir.
Biraz kişiselleştirerek bir anıyla Arjantin ve İngiltere arasındaki bu fenomeni açmak istiyorum. 2002 Dünya Kupası‘nda bu kez grup maçlarında karşı karşıya gelen iki ekibin maçı öncesinde, o sırada İngiltere’de olan bir arkadaşımla yaptığım telefon konuşmasında bana söylediği sözler son derece özetleyiciydi; “İngiltere’de şu an dört şey hayati; Beckham, Harry Potter, Robbie Williams ve bugünkü Arjantin maçı.” O maçı gerçekten de Beckham‘ın golüyle İngiltere kazanmıştı ama bu her ne kadar İngilizleri mutlu etse de 1986’nın intikamı değildi. Yine de 1998’de yine Arjantin’e karşı kırmızı kart görüp İngiltere’nin elenmesinden sorumlu tutulan ve dokunulmaz statüsüne rağmen kariyeri tehlikeye giren -Arjantin’in önemini buradan da anlayabilirsiniz- Beckham’ın kişisel efsanesine dair önemi tartışılmazdı.
Evet… Futbolun siyasetle ve sosyal yapıyla ne derece iç içe olduğuna dair güzel bir örneğini keyifli bir pazar yazısı olması kastıyla sizlere sunmuş bulunuyoruz. Umarım siz de bizim kaleme alırken aldığımız keyifle okursunuz. İyi pazarlar…
İlginizi Çekebilir
Bir Soğuk Savaş Hikayesi: Bulgaristan'da Asim...
Batı Felsefesinin Siyasi Laboratuvarı: Almany...
Din, Ticaret ve Rotalar; Medeniyetin İzinde -...
Güncel Bir Konu ve Onun Retrospektif Panorama...
Zamanın Testine Yenilen İki Büyük Zafer: Tann...
Osmanlı İstanbul'unda Napolyonik Bir Olay
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…