Üç adam bir kafede oturuyorlardı. Son derece neşeli ve gururluydular. İsimleri Umberto, Antonio ve Tomasso’ydu. Umberto ve Antonio yakın yaşlardaydılar ve sürekli birbirleri ile konuşuyorlardı. Onlardan biraz daha büyük olan Tomasso ise gururla onları dinliyordu. Konuşulanlar, bu sabah yayınladığı manifesto ile ilgiliydi çünkü.
Tomasso, sessizdi ancak bakışlarındaki güç etkileyiciydi. Çok yakışıklı sayılmazdı ancak maskülenlik taşıyordu bakışlarından. Ve o gözler, kafeye giren bir adamı görünce gülmeye başladı. Bağırdı Tomasso;
“Benito, hey Benito!”
Benito, yani kesin hareketleri olan dudakları aşağıya kıvrılmış genç adam onu gördü ve yanına seğirtti. Ne zaman ki masaya iyice yaklaştı, o zaman gülümsedi ve kendisini karşılamak için ayağa kalkan Tomasso’ya sarıldı. O an, Umberto ve Antonio’nun da onu fark ettiği andı.
Seslice birbirlerini selamladılar ve gülümseyerek öpüştüler. Hareketlerinde erkek olmakla ilgili bir gurur bir gösteriş vardı. Kendilerini şanslı sayıyorlardı. Benito oturduğunda Tomasso sözü açtı.
“Okudun mu?”
“Okudum ve her satırının altına imzamı atarım Tomasso. Özellikle Laissez Faire ile ilgili kısımlarına. Bu düşünce İtalyan literatürünü tamamen yok ediyor. Çok daha kolektif, çok daha büyük ideallere dayanan bir sanat üzerinde birleşmeliyiz.”
“Sadece sanat değil; ekonomi, sanayi ve teknolojide de bu özellikleri temel alan bir toplum oluşturmalıyız”
Umberto, sözü kendisinden aldığı Antonio’a dönerek konuştuğunda, hem manifestoya hem de ülkesinin ideallerine dayanıyordu. “Antonio, Benito” dedi “bütün bunlarda İtalyan kimliğini önde tutmak elbette çok önemli, ancak söz konusu olan, daha büyük bir ideal midir bu diye düşünmeden edemiyor insan. Mesela tarihi ele alalım. Tarih, İtalyanlarca yok sayılıp, hıza dayalı, agresifliğe dayalı, bağları olmayan ve sürekli koşan bir kültür mü hedeflenmeli? Yoksa İtalyanlar insanoğlu olarak başardıklarından duydukları gurura, Roma’nın ihtişamından edindikleri gururu mu karıştırmalılar?”
Manifestonun yazarı Tomasso burada söze girme gereği hissetti. “Hareketimizi eşsiz kılan da işte bu Umberto” dedi “Ottocento bitti, şimdi Novecento’dayız. Hatta bu yeni yüzyılın ilk on yılını devirdik neredeyse. Ancak insanlar hala aynı, hep aynı. Biz insanları uyandıracağız. Fark şu ki; İtalya’daki insanları uyandıracağız. Biz Novecento insanını İtalya’da yaratacağız. Bir kere bunu başardık mı, Habsburg işgalleri bizim için bir konu bile teşkil etmeyecek. Yani demek istiyorum ki, bu basit bir milliyetçilik değil Umberto.”
Benito, ciddi bir suratla başını salladığında söyleyeceklerinin de önemli olacağını hissettiriyordu; “Ben” dedi üstüne basa basa ve çenesini kaldırarak “Sosyalistim. Ancak İtalyanım ve erkeğim de. Üstelik yeni yüzyılın adamıyım. Bu yüzden sınırlandırmalar beni bağlamıyor. Aklımda bir hayalet dolaşıyor, kolektif bir toplumun hayaleti, birbiri için yaşayan, birbiri için çalışan… Ancak kimliğini inkar etmeyen, bir insan olarak ve bir İtalyan olarak başardıklarını unutmayan. Bir erkek olarak kadınını seven, onu koruyan ve ona bakan. Ama ailesinin, toplumunun hatta dünyanın hakimi olan… Geleceğin adamıyım ben; ahlak, etik ve kurallarla sınırlanmayan. İstediğini alan…”
Umberto bunun üzerine Benito’ya dosyasından bir eskiz uzattı. Benito, gururlu bir ifade ile eskizi incelerken de anlatmaya başladı “La Citta Che Sale” dedi zamanın ötesinden bir güçle ve kendi dilinde “İnsanlar, atlar ve araç gereçlerle yükselen bir şehir. Modern bir şehri inşa eden modern adamlar. Hem her biri bir abide… Hem de her biri birbiri için…”
Benito beğeniyle kafasını sallarken de Tomasso’ya dönüp “Bak,” dedi, “anlattıklarından sonra hareketimizi iyice anladım.” Ve bir eskiz kalemi ile çizmeye başladı. “İlk heykelimi yapacağım Tomasso. Anlattıklarına üç boyut ile can vereceğim.” Çizdiği şey şapkası olan kaslı ve kolsuz bir adamın devamlı devinimiydi. Adam, sağ bacağını öne atmış ve her zerresinden hareket ve hız çıkıyor, adeta her an parçalanıp birleşerek hem yayılıyor hem toplanıyordu. Eskiz bittiğinde, Umberto gözlerini Tomasso’ya çevirerek kağıda bakmadan adını yazdı eserinin; forme uniche della continuita nello spazio… Ve konuştu “İşte bu” dedi “senin hem yerel hem evrensel erkeği anlatan manifeston. Devinim, hız ve güç. Hem artı hem eksi, hem bütün hem parçalara ayrılmış, hem kendisi için var hem toplum için.”
Antonio gülümseyerek lafa karıştığında, herkes Umberto’nun söylediklerinin etkisindeydi. Özellikle onun bu iki eserinin isimlerine takılmışlardı. Sanki konuştukları dil sadece bu iki isimde tam olarak yerini bulmuş gibiydi. Kendilerini yabancılaşmış hissettiler bir an. Sanki bilmedikleri bir dili konuşuyorlarmış da bu iki eser ismi ile tanıdık bir şeyler görüp bunu fark etmişler gibi… Ancak Antonio’nun çantasından çıkardıkları onları tekrar bulundukları ortama döndürdü. Antonio’nun resimleri daha doğrusu eskizleri; yaşayan, düzenli, kovan mantığında ve güçlü simgelerin büyüleyici daha doğrusu hipnotize edici temsilleriydi. Elden ele dolaşan eskizlerden birini elinde tutan Benito sordu; “Bu, Mısırdan mı, yoksa Azteklerden mi esinlenmiş?”
“Bu görkemden esinlenmiş” diye cevapladı Antonio. “Diğer eskizler toplumun bağımsız bireylerinin kuralsız kolektivizmini gösteriyor. Bu ise o sistemin belkemiği, sembolü ve korkusu. Bu şekil binlerce yıldır toplumlar üzerinde aynı etkiyi yapıyor. Bu kaos görünümlü düzenin ağırlık noktası o. Safi güç. Ancak ezen değil, uyaran… Mensuplarına güç veren bir güç bu. Hem korkutucu hem gurur verici, hem karşısında durulmaz hem de ondan gurur duyulan bir güç.”
Benito eskizi tekrar Antonio’ya uzatırken; “Bütün bunlar bana güç verdi kardeşlerim” dedi çenesini kaldırarak. “Erkekçe bir güç. Burada konuşulanlara ulaşacağız ve bunları geçeceğiz. Tomasso’nun önümüzde açtığı yoldan ilerleyeceğiz, hem de o kadar ilerleyeceğiz ki artık saymak, hatırlamak ve anmak bile zor olacak başardıklarımızı. İnsanlık da ya bizi takip edecek ya da boyun eğecek. Büyük İtalya, büyük dünya ve büyük insanlık belirleyecek geleceği. Ancak önce şu Habsburgların burnuna vurmalıyız. Ben de bu gece Trento’ya gideceğim. Dilimin konuşulduğu ancak Habsburg’ların yönettiği o şehirde Sosyalist Parti’nin sekreterliğini yapacağım. Onlara bir an için bile olsa, ne ile karşı karşıya olduklarını göstereceğim.”
Kadehini ilk kaldıran Umberto oldu “Yeni İtalya’nın ilk temsilcisine… İtalya’nın, insanlar ve atlar üzerinde yükselişine…” sonra Antonio eşlik etti ona “İtalya’ya ve lanet Avusturya-Macaristan’ın yıkılmasına…” Benito, kadehini, mağrur bir eda ve biraz önceki nutkunun etkisiyle bir sezar gibi konuşmadan kaldırırken, Tomasso birden içinden karanlık bir dalganın geçtiğini hissetti. Antonio’ya takıldı gözü önce; Avusturya-Macaristan’ı onun ağzından duyduğunda içi burkuldu. Bu düşünceden kurtulmak için gözlerini Umberto’ya çevirdiğinde daha büyük bir karanlık kapladı içini; bir at görür gibi oldu belli belirsiz, hırçın ve öfkeli, üzgün ve pişman bir at. Benito’ya baktığında içinin yandığını hissetti ve kısacık bir an sadece kısacık bir an bir düşünce kapladı benliğini “Biz ne yaptık?” diye düşündü “Doğasını terk eden bir insan artık insan mıdır? Doğallığını kaybeden bir nesne yaşamını sürdürebilir mi? Hatta bu nesne doğasına bir tehdit değil midir? Hem insanın yenisi ve eskisi nedir? Her ikisi de insan mıdır? Veya değilse doğada yeri olmayan bu yeni yaratık başka ne gibi bir felakete yol açacaktır? ” Bu düşünceler böyle organize ve anlamlı şekilde geçmedi aklından. Zaten böyle geçseydi oradan kaçıp giderdi. Ancak karmakarışık bir mum ışığı gibi ve rahatsızca hissetti bunları. İşte bu mum ışığı da kendisine denk üç güçlü adamın onu davet etmesi ile aklından çıktı. Kadehini kaldırdı ve bağırdı; ”Yeni adama, Yeni İtalya’ya, yeni Dünya’ya ve yeni insana…” Son söylediği şey içini yaktığı için de gözlerini yumdu ve kendinden kaçarcasına içkisini başına dikti.
İlginizi Çekebilir
Araf
90’lar Estetiğinde Bir Polisiye Senaryo: Gece...
Berdan Sarıgöl'den Tefrika Bir Bilimkurgu Nov...
Araf (4.Bölüm)
Tarihin Kayıp Renkleri-2 Ölümsüz Bir Dalkavuk...
Berdan Sarıgöl'den Yeni Saga: Atlantropa - İl...
![](https://kurgusal.net/wp-content/uploads/2019/11/BE3BFE58-8CA4-4DF9-A869-EF9473E34316.jpeg)
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…