Oyun Dünyası’nın Klasikleri 9: Grand Theft Auto ve Bir Fenomen Olarak GTA V

Bunu Paylaşın

Oyun dünyası, gerçek dünyadaki her trend ve teknolojik değişikliği yansıttığı yaklaşık kırk beş yıllık ticari macerası içinde o kadar uzun bir yol aldı ki, sadece görsel ve mekanik kabiliyetler konusunda gerçek hayata yetişmeyi başarmadı, gerçek hayatı trend, büyüklük ve çok boyutluluk konusunda da simüle etmeyi başaran yapımlar ortaya koydu. İşte bugün biz de bu başarıların tümünü yakalamayı başarmış yegane oyun şirketi olan Rockstar Games‘e değinecek ve onun amiral gemisi GTA / Grand Theft Auto serisini bir oyun dünyası klasiği olarak kayıt altına alacağız.

Grand Theft Auto, yani otomobil hırsızlığı/gaspı… Terim, hem hırsızlığın mahiyetini açıklayan hem de aracın maddi değerini vurgulayan “Grand” ifadesiyle aslında Amerikan kültüründeki bir başka özel tanımlı suç olan At Hırsızlığı‘na gönderme yapıyor. Bu açıdan yapımcı firma Rockstar Games’in bu konseptteki diğer oyununun da bir western olan Red Dead Redemption olması da tesadüf değil.

Grand Theft Auto yani ilk GTA, 1998’de kurulan Rockstar Games’in de ilk oyunu olarak piyasaya sürüldüğünde bir fenomen olup olmayacağı elbette bilinmiyordu. Bununla birlikte oyunun dönemine göre yadırganmayan grafikleri, oyuncuları Liberty City ile tanıştırdığında aslında GTA dünyasının birçok özelliği görsel olarak farklı bir formatta da olsa çoktan sağlam temeller olarak oyunda yer almış oluyordu.

1999’da ilk oyunun genişleme paketleri olan Grand Theft Auto: London 1969 ve Grand Theft Auto: London 1961 ile Liberty City’nin mafya hanedanlığından 1960’ların Londra’sına, yani o dönem, kültürüyle Amrika’Yı kasıp kavuran British Invasion‘un vatanına -aynı zamanda görsel anlamda çok çok başarılı bir seçim olarak- geçen oyun, vizyonunu kitlelere böylece gösteriyordu.

Bu vizyon, aynı yıl piyasaya çıkan Grand Theft Auto 2 ile de boy göstermeye devam etti ve seri 1960’lar Londra’sından 2013 Amerikası’ndaki bir distopik kente taşındı. Seri, yeni milenyuma hala sessiz karakterler ve üstten bakış ile giriyordu belki ama gözü gelecekte idi.

Satışları çok iyi, konusu çok çekici olan bu oyun, teknik anlamda ilk oyuna farklı olarak -özellikle görsel bakımdan- yeni bir şeyler getirmediği için oldukça da eleştirilmişti.

Ama işte 2001 yılında Rockstar Games hem de bir başka hit oyunu Max Payne ile bölüştüğü yazılım ekibine rağmen istenilen o devrimi yaptı. Grand Theft Auto III yani GTA III, 3D evrenine giriş yapıp oyuncuyu sokaklara “third person” olarak soktu. En iyi oyun ödüllerini silip süpüren oyun müthiş satış rakamlarına erişip, oyun dünyasının tüm yazılı mecralarının tek konusu olmakla kalmadı, o dönem Newsweek ve Time gibi siyasal ve sosyal anlamda Amerika’nın en büyük dergilerine de konu oldu.

GTA III sadece 3D dünyaya geçerek değil, bu dünyanın gerçekliği ve Claude yani oyuncunun özdeşleşebileceği ilk karakter ile de kendisinden beklenen devrimi yapmıştı ve bu devrimi tamamlamadan da duracak gibi değildi.

Grand Theft Auto: Vice City‘de de yakın zamanda aramızdan ayrılan usta aktör Ray Liotta‘nın seslendirdiği Tommy Vercetti –Al Pacino‘nun canlandırdığı Scarface‘in unutulmaz Tony Montana‘sına gönderme olan bir isim- ile ilk büyük karakteri ile bu özdeşleşmeyi son noktasına çıkardı.

Serinin karakterlerinin ilk kez seslendirildiği bu başlıkta yine aramızdan ayrılan Tom Sizemore ve Burt Reynoulds gibi çok ünlü isimlerin buunduğunu da ifade etmemiz gerekir. Bu, aynı zamanda, Latin, İtalyan asıllı ve güneyli Amerikalıların bir arada bulunduğu Vice City yani gerçek hayat Miami’sinin hırslı gösteriminin de bir yansımasıydı. Oyun dünyası kendi Miami Vice‘ını çıkarmıştı anlayacağınız.

Bu noktada en azından süre olarak frene basan seri, 2004 bu sefer “Hood” yani siyahi gettosunda geçen bir senaryo ile geri döndü: Grand Theft Auto: San Andreas. Yöneldiği kitleyi tamamen değiştiren ve suç dünyasının sosyolojik olarak daha aşağısında kalmış ama çok daha tehlikeli bir bölümüne eğilen bu senaryonun, üç sene gibi dönemine göre oldukça uzun bir sürede hazırlanmasının sebebi ise farklıydı.

Evet, çatışma motoru gelişmişti, oyuncunun yetenekleri farklı şekillerde arttırılabiliyordu, grafikler elbette ki dönemine göre güncellenmişti… Ama sebep bunların hiçbiri değildi. Oyun, serinin ilk tam “open world / açık dünya” özelliğine sahip başlığıydı.

O kadar ki, üç şehirden, aralarındaki kara, hava ve denizyolu bağlantısından oluşan ve gerçek dünyayı simüle eden bir de kırsalı bulunan San Andreas, o kadar baskın bir öğe olarak sunulmuştu ki, şu ana kadar bir rakamla değil bir isimle anılan ilk ana GTA oyunu olmuştu. Çünkü bunlara sahip olan bir dünya sayısız olasılık sunmaktaydı, konuyla alakalı veya alakasız…

Bu başlıkta da Samuel L.Jackson, Henry Fonda ve James Woods gibi ünlü sanatçıların seslendirme kadrsounda bulunduğunu da ifade edelim ve ekleyelim ki GTA artık oyun dünyasının başat öğelerindendi.

2008 yılında oyun dünyasına bomba gibi düşen Grand Theft Auto IV, yeni nesil grafikleri ile San Andreas’ı daha çıkar çıkmaz unutturmakla kalmadı, özellikle siper alıp çatışma özelliği ile oyunu çok daha bütünlüklü bir FPS haline getirdi.

New York‘dan ilham alan, hatta büyük bir başarı olarak önemli bazı semtlerini neredeyse sokak sokak taklit eden Liberty City‘de açık dünyanın nimetlerini sunan oyun baş karakter olarak belki de ilk global figürünü oyuncuların karşısına çıkartıyor, bir başka deyişle gerçek hayatı simüle etmedeki başarılarına bir de sosyo-politik boyut ekliyordu.

Sovyetler Birliği‘nin yıkılmasının ardından uluslararası kapitalist topluma tekrar katılan Rusya’yı eski bir doğu bloku askeri olan Niko Bellic‘in intikam hikayesini karşımıza getiren öykü, Rus oligarkları ve Amerikan rüyasını da birleştirerek gerçekten büyük bir iş yapıyordu. O kadar ki nerede ise tüm süreli oyun yayınlarında tam not almayı başardı. Hatta denilebilir ki salt oyun olarak serinin en iyisiydi.

Ama Rockstar Games için büyük bir başarı, Grand Theft Auto IV için büyük bir şanssızlık olan Grand Theft Auto V yani GTA V‘in 2013’de piyasaya çıkması ile geldi.

Üç farklı etnik gruptan üç farklı kahramanla oynanan, birinci ve üçüncü şahıs seçenekleri sunan, Los Angeles‘ın simülasyonu Los Santos‘da oynanan ve tüm serinin renkli çizgi filmimsi yapısı ile dördüncü oyunun gerçekçiliğini harmanlayan oyun, bir de online varyasyonu ile sürekli değişen ve gelişen bir multiplayer dünyası sununca oyuncularına, iyi kaderi zaten çizilmiş olmuştu. Başlık, bu özelliklerinin de yardımıyla bütün zamanların en hızlı ve en çok satan oyunu oldu.

Bununla birlikte GTA V’in başarısı farklı bir özellikten kaynaklanmaktaydı ve bir bakıma da olağanüstüydü; başarı, hikayenin başarısıydı. Aristo Poetikası veya Çehov hikayesinden ayrışan, gerçek hayata alternatif olabilen hikayesinin başarısı…

Örneğin Aristo Poetika’sına göre tasarlanmış GTA IV, Nico’nun intikamı çerçevesinde, katarsisi, özdeşleşme efekti çok daha bol olan, duygusal; giriş, gelişme ve sonucu ile çok net bir climaxe giden kreşendoları ile enfes bir senaryo olmakla birlikte, GTA V, öncülünden farklı olarak salaş, hayata dair, herkesin farklı ajandası bulunan, alakasız birçok olayla süslenmiş hayatın beklenmedikliği ve olabilecek neredeyse her türlü absürdlüğü içeren çok daha eğlenceli kaos ve aynı zamanda çok daha gerçekçi bir status que yani bir “durumdu”.

Yani diyebiliriz ki, GTA V tüm serinin, üstlendiği hayatın her bir boyutunu simule etmesi misyonunda hayatın kendisini konu almıştı. Sonuçta da, bunu öylesine başarıyla yapıyordu ki, iki kahramanı orta yaş bunalımında olmasına rağmen gençlerin de gönlünü fethetmeyi başardı.

2010’lu yılların Amerika’sı daha doğrusu Los Angeles’i, yine bir başka deyişle dünya trendinin merkezindeki hikaye o kadar başarılı örülmüştü ki, siyahi Franklin, Kanadalı sosyo ve psikopat – adını bilmediğimiz birçok patiye sahip olduğu da muhakkak olan- Trevor ve orta yaş bunalımının zirvesinde bulunup, en büyük düşmanı ve özlemi ailesi olan Michael‘in etrafında, tüm dünyanın olduğu ve gittiği yeri izleme fırsatını veriyordu oyunculara.

Yan konuları ve serinin alameti farikası olağanüstü radyo istasyonları sayesinde gördüğümüz bu trendlerin günümüz dünyasında tamamen normalleştiğini görmemiz de özellikle üzerinde düşündürücü bir olguydu. Bu arada belirtmek gerekir ki, dünyanın geldiği hal tüm o kaos ve psikolojik saçmalık, absürd bir nihilizm maskesinin ardında bile olsa bir eleştiri olarak oyunun asıl mekanıydı. Bir başka deyişle oyun hem Los Santos da hem de Los “Absurdos”‘da oynanmaktaydı.

Sonuç olarak, soygun dışında tatmin olamayan ve kendilerini ıslah etme görevine sahip kanunun karanlık işler için maşası haline gelen üç zoraki kafadarın farklı sonlara evrilebilecek maceralı, siyasi, sosyal ve psikolojik hikayesi o kadar sevildi ki, dünya çapında yaklaşık 10 milyar dolar ciro yapmayı başardı.

2025’de Grand Theft Auto VI muhakkak ki çok daha iyi grafikler, yeni bir Vice City, kadın bir kahraman ve Metaverse renkleri dahil günümüz pop kültürüne dair öğelerle gelecek, ama bizim merak ettiğimiz şey daha çok, oyunda hayatın hangi fonksiyonunun simule edildiği olacak. Einstein‘a ithaf edilen bir söz şöyledir; “Üçüncü Dünya Savaşı’nı kimin kazanacağını bilmiyorum ancak dördüncüsü taş ve sopalarla yapılacak.” O zaman biz de sözlerimizi şöyle bitirelim; GTA VI‘yı bilmiyoruz ama GTA VII kesinlikle değilse de muhtemelen deepdive teknolojisi ile oynanacak.

Kendi içinde ironi içeren bir ifadeyle, “yeni” klasikleri konu eden başka incelemelerde de buluşmak dileğiyle…

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir