Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme Numunesi – Süleyman Volkan Gün’ün Çevirisiyle: Tigana 24

Bunu Paylaşın

Bölüm 6

ÖYLE DE OLDU, O GÜN VE GECENİN UZUN YOLU sonuçta hana geri dönmedi

Üçü ormandan geçerek Astibar’dan Ardin kasabasına giden ana yola geri döndüler. Sonbahar yıldızlarının oluşturduğu kemerin altında, ormanın her iki tarafındaki ağustos böceklerinin sesiyle sessizce yol boyunca yürüdüler.

Devin yün üst gömleğini giydiği için seviniyordu; hava şimdi soğuktu, bu gece don olabilirdi.

Bu kadar geç bir saatte karanlıkta dışarıda olmak garipti. Seyahat ederken Menico her zaman arkadaşlarının akşam yemeği saatinde odalarına yerleştirilmelerine dikkat ederdi.

Her iki tiranın da hırsızlara ve haydutlara karşı aldığı sert önlemlere rağmen, Aya’nın yollarında geceleri pek de iyi insanlar dolaşmazdı.

Daha bu sabaha kadar kendisi gibi olan insanlar. Kendi alanında ve mesleğinde geleceği parlaktı, hatta- inanılmayacak seviyede- bir zafer bile elde etmişti. Gerçek bir başarının eşiğindeydi. Ve şimdi karanlık bir yolda, öylece tüm olasılıkları veya güvenliği bir yana bırakmış ve onu burada olmasa bile Chiara’da bir ölüm çarkı için potansiyel olarak damgalayan bir yemin etmişti. Aslında, eğer Tomasso bar Sandre konuşursa her iki yerde de…

Garip bir yalnızlık hissiydi. Katıldığı adamlara güveniyordu -hatta iş oraya gelirse kıza bile güveniyordu- ama onları pek iyi tanımıyordu. Menico’yu ya da Eghano’yu bunca yıldır tanıdığı gibi değil.

Aynı ikilemin, az önce kendisini adamaya ant ettiği dava için de geçerli olduğunu fark etti: Tigana’yı da bilmiyordu, ki bu da Ygrath’lı Brandin’in büyücülüğüyle yaptığı şeyin bütün amacıydı. Devin, ayın altında anlatılan bir hikâye, bir çocukluk şarkısı, annesini anma, onun için neredeyse tamamen soyut bir şey için hayatını değiştirme sürecindeydi. Bir isim…

Bunu macera için mi yaptığını merak edecek kadar da dürüsttü- Alessan, Baerd ve yaşlı Dük’ün temsil ettiği ihtişam için miydi? Yoksa bu gece ormanda öğrendiği o eski acı ve kederin derinliği için mi. Cevabı bilmiyordu. Catriana’nın nedenleri ne kadar etkilediğini, babasının ne kadar etkilediğini, gururunu veya Baerd’in gecenin karanlığına kaybettiklerin anlatan sesinin ne kadar etkilediğini bilmiyordu.

Gerçek şu ki; Sandre d’Astibar, söz verdiği gibi oğlunun konuşmasını engelleyebiliyorsa, o zaman Devin’in son altı yıldır yaptığı gibi devam etmesini engelleyecek hiçbir şey yoktu. Önünde uzanan zafer ve ödülleri almasını. Başını iki yana salladı. Bir bakıma şaşırtıcıydı, Menico’yla birlikte olduğu, Aya boyunca gösteriler sergilediği o yol -bu sabah uyandığı hayat- şimdi ona neredeyse akıl almaz geliyordu, sanki çoktan muazzam bir uçurumun diğer tarafına geçmiş gibiydi. Devin, insanların yaptıkları şeyleri, hayatlarının seçimlerini, temiz, karmaşık olmayan ve yaşanırken kolayca anlaşılabilen sebeplerle ne sıklıkla yaptıklarını merak etti.

Alessan’ın elini aniden kaldırıp uyarmasıyla dalgınlığından sıyrıldı. Üçü de tek kelime etmeden yolun kenarındaki ağaçların arasına daldılar. Bir an sonra batı yönünde bir meşale ışığı titredi ve Devin yaklaşan bir arabanın sesini duydu. Sesler geliyordu hem erkek hem de kadın. Eve geç dönen eğlence düşkünleri, diye tahminde bulundu. Bir Festival vardı. Bazı açılardan başka bir alakasızlığa daha benzemeye başlamıştı. Arabanın geçmesini beklediler.

Hayır, öyle olmadı. At, saklandıkları yerin hemen önünde yumuşak bir şapırtı ve dizginlerin şıngırtısıyla yukarı çekildi. Biri aşağı atladı, sonra onun bir kapının zincirini açtığını duydular.

“Gerçekten umutsuzca aşırı şımartıyorum,” diye yakındığını duydular. “Bu hilale benzeyen şeye her baktığımda, bir zanaatkarın bunu tasarlaması gerektiğini hatırlıyorum. Bir babanın izin verdiği şeylerin sınırları vardır veya olmalıdır!”

Devin aynı anda yeri ve sesi tanıdı. O gece olanlardan sonra bir dürtü, sıradan ve tanıdık olana doğru bir çaba, onu ayağa kaldırdı.

“Bana güven,” diye fısıldadı, Alessan ona bir bakış attığında. “Bu bir dost.”

Sonra yola çıktı.

“Bence güzel bir tasarım,” dedi açıkça. “Tanıdığım çoğu zanaatkarınkinden daha iyi. Ve gerçeği söylemek gerekirse, Rovigo, dün öğleden sonra Kuş’ta bana aynı şeyi söylediğini hatırlıyorum.”

“Bu sesi tanıyorum,” diye hemen cevapladı Rovigo. “Bu sesi tanıyorum ve duyduğuma çok sevindim- beni az önce huysuz bir eşin ve babasının talihsiz varoluşunun uzun süredir belası olan bir kızın önünde ifşa etmiş olsan bile. Devin d’Asoli, eğer yanılmıyorsam!”

Kapıdan öne doğru yürüdü, araba fenerini yuvasından aldı. Devin, arabadaki iki kadının rahatlamış kahkahalarını duydu. Arkasından, Alessan ve ardından Catriana yola çıktı.

“Yanılmıyorsun,” dedi Devin. “Kumpanyamdan iki kişiyi tanıştırayım: Catriana d’Astibar ve Alessan di Tregea. Bu Rovigo, Catriana’nın dün beni saldırtarak dışarı atılmamı ayarladığı andaki zarif ortamda bir şişeyi paylaştığım tüccar.”

“Ah!” diye haykırdı Rovigo, feneri daha yukarı kaldırarak. “Kız kardeş!”

Alevlerin genişleyen ışığıyla aydınlanan Catriana, çekingen bir şekilde gülümsedi. “Onunla konuşmam gerekiyordu,” dedi açıklama yaparak. “O yere girmek istemiyordum.”

“Akıllı ve tedbirli bir kadın,” diye onayladı Rovigo sırıtarak. “Keşke kızlarım bunun yarısı kadar zeki olsalardı. Hiç kimse,” diye ekledi, “koku alma duyusunu altüst edecek kadar şiddetli bir soğuk algınlığına yakalanmadıkları sürece Kuş’un içine girmek istemez.”

Alessan kahkahalarla gülmeye başladı. “Karanlık bir yolda iyi karşılaştık, Usta Rovigo—eğer Deniz Kızı adlı bir geminin sahibiyseniz bu daha da iyi.”

Devin şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

“Gerçekten de deniz yolculuğuna elverişli olmayan bir gemiye sahip olma ve yelken açma talihsizliğine sahibim,” diye itiraf etti Rovigo neşeyle. “Bunu nasıl öğrendin, dostum?”

Alessan çok eğlenmiş görünüyordu. “Çünkü eğer yapabilirsem seni aramam istendi. Ferraut kasabasından sana haberlerim var. Taccio adında biraz şişman, kırmızı yüzlü bir kişiden.”

“Ferraut’taki saygıdeğer kahyam!” diye haykırdı Rovigo. “Gerçekten de iyi bir tesadüf oldu! Tanrı aşkına, onunla nerede karşılaştın?”

“Başka bir meyhanede, söylemek zorunda olduğum için üzgünüm. Müzik çaldığım ve onun iyi olduğu bir meyhanede, kendi ifadesiyle intikamdan kurtulmuştu. İkimiz de tesadüfen, gecenin son müşterileriydik.

Bana mantıklı gelen sebeplerden dolayı eve dönmek için acelesi yoktu ve konuşmaya başladık.”

“Taccio ile sohbet etmek hiç zor değil,” diye onayladı Rovigo.

Devin arabadan bir kıkırdama duydu. Ağır, evlenemez bir kızın eğlencesine benzemiyordu. Rovigo’nun kızlarına karşı tavrını sorgulamaya başlıyordu. Karanlıkta kendini sırıtırken buldu.

Alessan, “Saygıdeğer Taccio bana ikilemini anlattı ve Menico di Ferraut’nun kumpanyasına yeni katıldığımı ve Festival için buraya doğru yola çıktığımı söylediğimde, sizi bulup size ilettiğini söylediği bir mektubun sözlü onayını almamı rica etti.” dedi.

“Yarım düzine mektup,” diye homurdandı Rovigo. “O zaman: sözlü onayınız, dostum Alessan.”

“Sayın Taccio bana bunu söylememi ve Üçlü’nün lütfu ve Aya’nın üç parmağı üzerine yemin etmemi istedi”—Alessan’ın sesi, vecize niteliğindeki bir sahne habercisinin kusursuz bir parodisi haline geldi—”eğer kış donlarından önce Astibar’dan yeni yatak gelmezse, yanında huzursuzca uyuyan Ejderha hayal edilemeyecek bir öfkeyle uyanıp ve sizin saygıdeğer hizmetkarınızın kaygı dolu hayatına şiddetli bir son verecektir.”

Arabanın üzerindeki gölgelerden kahkahalar ve alkışlar yükseldi. Devin, ilk izlenimine sağdık kalarak, annenin uzaktan yakından huysuz birisi olarak görünmediğine karar verdi.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 0 / 5. Oylama sayısı: 0

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir