4.Bölüm
Gün batımından bir saat önce babasının cenazesini Doğu Kapısı’ndan dışarı çıkaran Tomasso bar Sandre, atını rahatça yürüyebileceği bir hıza getirip zihninin kırk sekiz yoğun stresli saatin ardından ilk kez dalıp gitmesine izin verdi.
Yol sessizdi. Normalde bu saatte, sokağa çıkma yasağı şehir kapılarını kilitlemeden önce bölgeye dönen insanlarla tıkanmış olurdu. Normalde gün batımı Astibar sokaklarını, devriye gezen Barbadoslu paralı askerler ve kadın, şarap veya karanlığın diğer eğlencelerini aramak için onlara meydan okuyacak kadar pervasız olanlar dışında her şeyden temizlerdi.
Ancak bu normal bir zaman değildi. Bu gece ve sonraki iki gece Astibar’da sokağa çıkma yasağı olmayacaktı. Üzümler toplanmış ve Bölge’nin hasadı muzaffer bir şekilde gerçekleşmişken, Bağ Festivali üç gece boyunca sokaklardakilerden daha çılgın şarkılar, danslar ve başka şeyler görecekti. Yılın bu üç gecesi boyunca Astibar, buranın şehvetli, yozlaşmış Senzio olduğunu farz edecekti. Eskilerden hiçbir Dük -ve şimdiki asık suratlı Alberico bile- insanları yılın bu eski ayık döngüsünden mahrum bırakarak gereksiz yere kışkırtacak kadar aptal olmamıştı.
Tomasso şehrine baktı. Tapınak kubbelerinin ve kulelerin ardındaki ince bulutların arasında batan güneş kızıl renkteydi ve Astibar’ı ürkütücü derecede güzel bir parıltıyla yıkıyordu. Bir esinti çıkmıştı ve ısırıyordu. Tomasso eldivenlerini giymeyi düşündü ve bundan vazgeçti: yüzüklerinden bazılarını çıkarmak zorunda kalacaktı ve mücevherlerinin bu kaçamak, geçici ışıktaki görünümünü oldukça beğenmişti. Sonbahar kesinlikle onların üzerindeydi ve Kül Günleri hızla yaklaşıyordu. İlk donun, seçilmiş asmalarda bırakılan son birkaç değerli üzüme dokunması uzun sürmeyecekti, birkaç gün meselesiydi, eğer her şey yolunda giderse Astibar’ın gururu olan buzlu, berrak mavi şarap haline geleceklerdi.
Arkasında sekiz hizmetçi, Tomasso’nun babasının üstündeki Dük arması dışında çıplak tahtadan yapılmış sade tabutu taşıyarak yolda ağır ağır yürüyordu. Her iki yanlarında iki nöbetçi kasvetli bir sessizlik içinde at sürüyordu. Bu, görevlerinin doğası ve bu iki adam arasında kıvrılan karmaşık, nesiller boyu süren nefretler göz önüne alındığında şaşırtıcı değildi.
Aslında üç diye düşünerek Tomasso kendini düzeltti. Tüm bunları, tabutunun hangi tarafında kimin oturacağını, kimin önünde kimin arkasında olacağını ayrıntılı olarak planlayan ölü adamı saymaya karar verilirse üç olurdu. Astibar eyaletinin hangi iki lordunun, gece boyunca sürecek nöbet için av köşküne ve oradan da şafak vakti Sandreni Mezarlığı’na kadar kendisine eşlik etmesinin kimden isteneceği gibi daha da şaşırtıcı bir ayrıntıdan bahsetmiyordu bile. Ya da konuyu daha da netleştirmek gerekirse, asıl mesele:
O gece ormandaki nöbet sırasında öğrenecekleri şeyler içi hangi iki lorda güvenmeli güvenebilmeliydi.
Tomasso bu düşünceyle göğüs kafesinde bir endişe hissetti. Bunu bastırdı, yıllar boyunca -inanılmaz uzun yıllar- babasıyla bu tür konuları tartışarak kendine öğrettiği gibi…
Ama şimdi Sandre ölmüştü ve tek başına hareket ediyordu ve emek verdikleri gece, bu kızıl ışık solmasıyla neredeyse üzerlerine geliyordu. Kırkıncı isim gününün üzerinden iki yıl geçmiş olan Tomasso, dikkatli olmazsa kendini tekrar çocuk gibi hissedebileceğini biliyordu.
Örneğin, Sandre, Astibar Dükü onu baş seyisin on altı yaşındaki oğluyla birlikte ahırların samanlığında çıplak bulduğunda, on iki yaşında bir çocuktu. Sevgilisi elbette, meseleyi gizli tutmak için gizlice idam edilmişti. Tomasso, babası tarafından üç gün üst üste kırbaçlanmıştı, kırbaç her sabah kapanan yaraları titizlikle yeniden keşfediyordu. Annesinin ona gelmesi yasaklanmıştı. Kimse ona gelmemişti.
Tomasso, sonbahar alacakaranlığında otuz yıl öncesini düşünerek babasının çok az hatasından birini düşündü. O üç günden dolayı, sevişmede kırbaç kullanma özel zevkini tarihlendirebileceğini biliyordu.
Mutluluklarından biri olarak adlandırmayı sevdiği şeylerdendi.
Sandre onu bir daha asla bu şekilde cezalandırmamıştı. Ya da başka hiçbir doğrudan şekilde. Tomasso’nun tercihlerinin, en hafif tabirle, değiştirilmeyeceği veya bastırılmayacağı anlaşıldığında- artık ihtiyatlı olma umudu kalmadığında- Dük orta oğlunun varlığını kabul etmeyi bıraktı.
On yıldan fazla bir süre boyunca bu şekilde devam ettiler, Sandre sabırla Gianno’yu kendisinden sonra tahta çıkması için eğitmeye çalıştı ve genç Taeri ile neredeyse hiç vakit geçirmedi- en küçük oğlunun en büyüğünden sonra geldiğini herkese açıkça gösterdi. Tomasso, on yıldan fazla bir süre boyunca Sandreni Sarayı’nın duvarları arasında var olmadı.
Astibar’ın başka yerlerinde ve diğer birçok eyalette de kesinlikle bunu yaptı. Artık onun için acı verici derecede açık olan sebeplerden dolayı, Tomasso o yıllar boyunca Astibar’ın hala şok edici hikayeler anlattığı, bazıları dört yüz yıl önce ölmüş olsa da tüm ahlaksız soyluların anılarını gölgede bırakmaya koyuldu. Bir dereceye kadar başardığını varsaydı.
Elbette, çok uzun zaman önce, ilkbaharda, Kor Gecesi’nde Morian tapınağına yapılan “baskın”, kutsal şeylere saygısızlık içeren sefahatin en alçak noktası veya paradigması (her şey, o zamanlar söylemeyi sevdiği gibi, perspektife göre aşağı veya yukarı doğru gidiyordu) olarak bir süre daha varlığını sürdürecekti.
Baskının Dük ile olan ilişkisi üzerinde hiçbir etkisi olmamıştı. Sandre’nin yolculuğundan bir saat erken döndüğü o sabah samanlıktaki zamandan beri etkilenecek bir ilişki yoktu. O ve babası, aile yemeklerinde veya resmi devlet törenlerinde olsun, birbirleriyle konuşmamayı veya birbirlerini tanımamayı başarmışlardı. Tomasso, Sandre’nin bilmesi gerektiğini düşündüğü bir şey öğrendiğinde -ki bu, içinde hareket ettiği çevreler ve zamanlarının kronik tehlikesi göz önüne alındığında yeterince sık oluyordu- birlikte yaptıkları haftalık kahvaltılardan birinde annesine söylerdi ve annesi de babasının duymasını sağlardı. Tomasso ayrıca annesinin Sandre’nin haberin kaynağından haberdar olduğundan da emin olmasını sağladığını biliyordu. Aslında bunun hiçbir önemi yoktu.
Kocası için hazırlanan zehirli şarabı içerek, Dük’ün saltanatının son yılında ölmüştü, hayatının son sabahına kadar Sandre ile ortanca çocukları arasındaki uzlaşma için çabalamıştı.
Babadan veya oğuldan daha büyük romantikler, Sandreni ailesi o zehirlenmenin kanlı, misilleme niteliğindeki sonrasında sıkı sıkıya bir araya getiren, ölerek hüzünlü umuduna ulaştığını düşünmüş olabilirlerdi. Her iki adam da bunun böyle olmadığını biliyordu.
Aslında, sadece Alberico’nun Barbadior İmparatorluğu’ndan gelişi, iradeyi sömüren büyücülüğü ve fetihçi paralı askerlerinin acımasız verimliliği, Tomasso ve Sandre’yi, Dük’ün sürgününün ikinci yılında çok geç saatlerde bir sohbete yöneltmişti. Alberico’nun işgali ve bir şey daha: Gianno d’Astibar bar Sandre’nin, ailelerinin parçalanmış servetlerinin unvanlı varisi olan anıtsal, telafi edilemez, kaçınılmaz aptallığı…
Ve bu iki şeye, sürgündeki gururlu Dük için yavaş yavaş üçüncü bir acı gerçek eklenmişti. Yavaş yavaş, tüm inkarların ötesinde, kendi karakterinin ve yeteneklerinin bir sonraki nesilde tezahür etmiş olduğu, inceliği ve algısının, düşüncelerini gizleme ve başkalarının zihinlerini ayırt etme yeteneğinin, oğullarına aktardığı bu tür becerilerin hepsinin, ortanca çocuğa, Tomasso’ ya gittiği daha da belirgin hale gelmişti.
Oğlanları seven ve kendisi mirasçı bırakmayan, Astibar’da veya Aya’daki herhangi bir yerde gururla anılacak bir isim bile bırakmayan Tomasso, babasına karşı duygularıyla başa çıkmanın karmaşık eylemini gerçekleştirdiği en derin içsel yerinde, o zamanlar bile ve kesinlikle şu anda Sandre’nin gideceği bu son akşamki yolda, Dük’ün bir erkek hükümdarı olarak statüsünün en gerçek ölçülerinden birinin çok uzun zaman önce o kış gecesinde ortaya çıktığını her zaman kabul etmişti. On yıllık taş gibi sessizliği bozduğu ve ortanca oğluyla konuştuğu ve onu sırdaşı yaptığı gece.
Alberico’yu ve büyücülüğünü ve paralı askerlerini Astibar ve Doğu Aya’dan kovmak için on sekiz yıl süren acı verici derecede dikkatli arayışındaki tek sırdaşı. İkisi için de bir saplantı haline gelen bir arayış, hatta Tomasso’nun kamusal tavrı giderek daha eksantrik ve çürümüş hale gelirken, sesi ve yürüyüşü bir parodi, aslında oğlanların peltek, geveze sevgilisinin bir parodisiydi.
Hepsi, şehir surlarının dışındaki mülklerinde babasıyla gece geç saatlerde yaptığı sohbetlerde planlanmıştı.
Sandre’nin paralel rolü ise, huysuz, küstah avlarla ve kendi şarabından çok fazla içerek kendisini görünür yüksek sesle, aciz, durmadan düşünen, Üçlü’ye küfür eden sürgün görüntüsüne yerleşmekti.
Tomasso babasının gerçekten sarhoş olduğunu hiç görmemişti ve geceleri yalnızken asla kendi ince sesini kullanmazdı.
İlginizi Çekebilir
Kalbinin Eseri: The Silmarillion-J.R.R.Tolkie...
Başat Bir Fantastik Eser Ve Onun İlk Tercüme ...
Rita Monaldi ve Francesco Sorti'nin Hırslı Ye...

Tüm kurgu severleri saygıyla selamlıyorum. Ben Volkan Gün. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1 asır önce mezun oldum. Sonsuzluk kadar uzun süre bankacılık yaptım. Yapmaktan zevk aldığım pek çok hobim oldu; ama bilim kurgu ve fantastik okumak yazmak ve izlemekten asla sıkılmadım. Bir insanın hayal gücünün milyonları peşinden sürükleyebildiğini defalarca görmüş birisi olarak en çok istediğim şey sizlerle ortaya koyduklarımız hakkında konuşabilmek, sizlere ulaşabilmek.