Aslında retrospektif kategorimiz için aklımızdaki ilk dosya, Witcher evreninin devasa savaşı Brenna’nın kaynağını aldığı ve en azından ırklar bazında Birinci Dünya Savaşı’nda da tekrarlanan Tannenberg Savaşları idi. Ancak bu konu bekleyebilir çünkü kuzeyimizde güncel ve son derece büyük bir kriz patlak verdi; hepinizin bildiği Rusya-Ukrayna krizi…
Konunun kökenine dair yorumlarımızı içerecek bu dosyanın, ihtiyatlı ve yer yer kaynağa dayanacağı, buna ek olarak da kesin kanılardan kaçınacağını da belirtiyor olsak da her şeyin sonunda amatör ve popüler tarihe dair yapısını da belirtmek faydalı olacaktır.
Çok direkt bir soruyla başlayalım; sorun nedir? Sorun kendi kaderini çizmek isteyen bir ülke ile, bu seçimin kendisini direkt tehdit ettiğini düşünen bir başkasının çatışmasıdır. Rusya’nın devasa ağırlığının en azından ekonomik ve düşünsel bazda “batı” ile dengelendiği bu sorunda paradoksal olarak çözümün önünde en azından siyaset felsefesi bazında duran en büyük engel ise, aslında zannedildiğinden farklı olarak doğu batı kapışması değil Ukrayna’nın yapısıdır.
Ukrayna hakkında genel çerçeve ile ilgili yaptığımız kısa araştırmada ilk karşımıza çıkan “wikipedia” bilgisi, aslında tüm olayı sürpriz bir netlikle tanımlar; Ukrayna isminin etimolojik kaynağı… En yaygın ve kabul gören görüşe göre kelime, sınır toprakları anlamına gelir. Ve sınır toprakları karma yapıda olurlar!..
Ukrayna, tarihsel olarak katolik batı ile ortodoks doğu arasında kalan bir bölge olarak neredeyse tarihinin her döneminde bu iki dünyayla ilişki, çatışma ve dolayısıyla ittifak halinde olmuş güçlerin yönetimi altına girmiştir. Endüstri devrimi öncesi merkezi devletin yerleşmediği dönemlerde, Kırım Tatarları, Polonya destekli Ukrayna Aristokrasisi, yer yer İskandinav ittifaklar ve sahipsiz kalıp Kazakların -Kazakistan halkı değil “Cossacks“- himayesine sığınan geniş ortodoks halk kitleleri arasında bölünmüş bir siyasi yapı, aşağı yukarı her dönemde ve belli bir büyük resim perspektifinde kendini gösterir.
Elbette, yaklaştıkça, ittifaklar arasındaki sorunlardan kişiler arasındaki sorunlara kadar, bu yekpare yapı formunu kaybedecektir. Ancak 2022’de Dinyeper‘in batısı ve üst orta sınıf üstünde kendini gösteren katolik, zengin, Ukrayna milliyetçisi kitle ile doğusundaki Ortodoks, Rus/Slav yanlısı kitle ve güneydeki önce Kırım Tatarları’nın sonra Rusların -büyük kitle göç ettirme ve sürgünleri de dahil dönemler içeren bir uzun süre- ve 1954’den beri SSCB tarafından Ukrayna’ya transfer edilmiş ve Azak Denizi’nin kuzeyiyle her yönden farklı Kırım, tablosu aslında aşağı yukarı değişmemiştir. Ve değişecek gibi de görünmemektedir.
%17’si resmen Rus olan ve bundan çok daha fazla kişinin Rusça konuştuğu doğudaki Donbas ve Lugansk‘ın bağımsızlığını tanıyan Vladimir Putin’in açıklamaları da esasen bu tarihsel, dini ve kültürel arka plana dayanıyor. 18.yüzyılda Kırım’ı Osmanlılar’dan koruduğunu ifade ettiği açıklamada değinmese de, 1654’de Ukrayna Kazakları ile Rusya’nın Polonya’ya karşı ittifak amacıyla imzaladığı Pereyaslav Antlaşması’nın üç yüzüncü yılı hasebiyle Ukrayna Komünist Partisi Başkanlığı’nı uzun süre yapmış Nikita Kruschev‘in 1954’de Kırım’ın ukrayna’ya transferine onay vermesi de başka bir formu ile açıklamada yer buldu. Kırım’ın bağımsızlığının tanınması gerektiğini ifade eden Putin, kısaca Kırım’ı biz aldık ve biz verdik demek istedi.
Donbas ve Lugansk ise bu kadar açık bir transfere dayanmıyor. Bu sadece bir hamle; Rusya defacto yönettiği ve hiç kimsenin tanımayacağı bu devletleri bir kararlılık göstergesi olarak tanıdı. ABD ve AB‘yi Minsk Antlaşması‘nı ihlal etmekle suçladığı savunmasının bu kısmı başka bir konuydu kısacası.
Peki kim haklı? Uluslararası ilişkiler felsefesi, aslında iki veya daha fazla insanın ilişkisinden farklı olmadığı için temelde bir güç denklemi üzerine kuruludur. Ukrayna, karmaşık demografik özellikler içeren -din, etnisite, dil- yapısına ek olarak tarihçesi ile de üzerinde net konuşulabilecek bir teze uzak olsa da, Rusya yanlısı Victor Yanukovych‘i bir kez başkanken bir kez de başkanlık mücadelesinde aktif şekilde yer alırken devirerek bir “Ukrayna” kimliğine sahip olduğunu kanıtladı. Üstelik sadece seçimle değil iki büyük sokak hareketi ile de bu görüşünü perçinledi.
Peki Rusya’nın pozisyonu ne? Rusya, dünyanın merkez ülkelerinden biri olması, bir Ortodoks misyonu taşıması, Slav dünyasının lideri ve doğal kaynaklarının zenginliğine ek olarak devasa askeri güçle donanmış, tek başına dünyanın %11’ini kaplayan bir kara parçası olarak -Sovyetler birliği zamanında bu oran %15’di.- bazı ayrıcalıklara ve endişelere sahip olduğunu hissettiriyor. İkinci Dünya Savaşı‘nın muzaffer gücü, BM Güvenlik Konseyi‘nin beş daimi üyesinden biri olarak bu ayrıcalığa zaten sahip. Örneğin bugün sıcak bir çatışma yaşanması halinde Rusya’ya karşı bir BM kararı çıkması imkanı yok, çünkü Rusya bu kararı veto yetkisine sahip.
Ancak endişe konusunda Rusya’nın durumu biraz karışık… Hatta yer yer kendi aleyhine olarak karışık. Bunu açalım. Rus/Slav halkları esasen bugünkü devasa yayılma alanının Uralların doğusu dışındaki tarihsel yaşam alanlarında özellikle saldırgan bir karakter sergilememişlerdir. Hatta Almanların Avrupa’daki durumu gibi, onlar da Avrasya’da birçok işgal veya en azından kendileri ile direkt ilgili olmayan göç/çatışmaların ortasında kalmışlardır. Almanlardan farklı olarak bütün bu serüveni son derece geniş ancak verimsiz topraklar üzerinde yaşadıkları için de devlet, otorite ve güç kültürlerine etki etmiş görünmektedir.
Geçmişin kötü anıları ve bu duruma tekrar düşmeme ideali ile aşırı güçlenme ve bir kısmı vizyoner bir kısmı ise talihli bir gelişme, genişleme dönemine ek olarak Bizans‘tan devraldıkları ortodoks misyonu da eklenince ortaya, romantik ama kati güç odaklı ve bir çeşit tüm dünya vizyonundan yoksun ancak çok cepheli bölgesel vizyonlara sahip bir dünya gücü çıkmıştır. En geniş döneminde dünyanın yedide birini kapsayan ve batıdan, müslüman dünyasına oradan uzak doğuya uzanan ve kolonyal olarak değil tümüyle ana kara olarak uzanan bir ülkenin otonom ajandaları olması ve yine bu “anakara” komşuluğu sebebiyle bütün bu vizyonların hayat memat meselesi gibi algılanması doğal sonucu ortaya çıkmış gibi görünmektedir.
Meşhur Amerikalı siyasetçi ve akademisyen ve hatta uluslararası ilişkilerde bir figür olan Henry Kissinger bu durumu kanımızca doğru analiz etmiştir. Elbette Kissinger, bir siyasetçi olarak detant döneminde SSCB‘yi yıkmaya çalışan karşıt güç ABD’nin dışişleri bakanlığını yürüten yanlı bir kalemdir. Ancak akademisyen olarak bu analizi kayda değer görünmektedir. Bu toplumun yüz elli yılda, insanlık tarihinin gördüğü en büyük iki işgale uğradığını ve her ikisini de püskürttüğünü düşünürsek, bugünkü Rus psikolojisi kendisini aşağı yukarı tanımlamış olur.
Peki Rusya, bu tedirginlik karışık güç duygusu ile kendine ne tür bir zarar vermektedir? Buna verilebilecek en iyi örnek Napolyon Savaşları‘ndan, Birinci Dünya Savaşı‘na kadarki süreçtir. Napolyon Savaşları’nın resmen değilse de aslında bilfiil Napolyon’un yenilgisi sonuçlandığı perdesi olan 6.Koalisyon Savaşları -ki önceki beşini Napolyon kazanmıştır.- esasen Fransa ve müttefiklerinin devasa boyuttaki ordularıyla Rusya’yı istilasıdır. Bu örnek bizce çok belirgin mesajlar taşıdığından biraz detaya ineceğiz.
O güne kadar Fransızlara tüm savaşlarda yenilen ve yabancı komutanların nüfuz edemediği Rus Ordusu, odu içinde efsane olan bir generale, Mareşal Kutuzov‘a emanet edilir. Kutuzov, Napolyon‘un zaferlerinin esasının hız olduğunu çözdüğü analizinin sonucu olarak bugün “schorched earth/yakıp yıkma” olarak tanımlanan ve düşman ordusunun işgal ettiği topraklardan ikmal yapamaması, dolayısıyla da kendi lojistik hızına düşmesini ifade eden -ve bunları sürekli taciz eden- bir taktiğin eşliğinde sürekli bir geri çekiliş stratejisi uygular. Smolensk’te her şeye rağmen yakalanacak gibi olsa da Moskova önlerindeki Borodino köyüne kadar da bu taktiği başarıyla uygular.
Bu askeri taktik, romantik ve klasik Rus psikolojisine sahip olarak tanımladığımız -ve Austerlitz‘ten beri derin bir yenilgi hissiyatı içinde bulunan- Çar I.Alexander ve maiyetini rahatsız eder. Sonuçta Moskova’yı savaşsız terk etmemek ortak aklı ve üslerinin baskısı ile Borodino’da kutuzov, Napolyon Ordularının önünde durur. Taktik olarak Napolyon’un kazandığı ancak Rus Ordusu’nun oldukça hırpaladığı Fransız Ordusu önünden tek parça olarak çekilmeyi başardığı savaş sonunda Moskova’ya girmesine rağmen, Napolyon’un ordusu artık ivmesini kaybetmiştir. Kış gelmiş, Kutuzov şehri sarmış ve Moskova kaynağı şüpheli bir yangınla yok olmuştur. Alexander, barış için Napolyon’dan gelen mektuba cevap bile yazmaz.
Buraya kadar belki düşündüğümüzden bile biraz fazla detaya indiğimiz bu savaşın, konumuz açısından önemli kısmı şudur. Geleneksel Alexander, Avrupa’yı kurtarma misyonu ve Napolyon’u yenme hırsı ile Paris’e yürür. Kutuzov ise, bunun Britanya’nın kıta üzerinde tek güç kalmasına sebep olacağı düşüncesiyle itiraz eder. Kahraman Mareşal, Çar’dan ülkesinin en büyük madalyasını neredeyse hakaretamiz bir jestle alır ve görevinden affı istenir. Bütün bu süreç ve özellikle bu madalya sahnesi Tolstoy‘un büyük eseri Savaş ve Barış‘ta mükemmelen anlatılır.
Daha sonra, “Avrupa’da olan biteni kontrol eden adam” olma statüsünden bile hoşlanan ve aslında özellikle Batı Avrupa için bir tehdit düşüncesi içinde olmayan Rus Çarları’nın, Bismarck’ın Prusya’sının yükselişinden, Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçteki Avrupa’da uyguladıkları politika hep aynı psikolojinin sonucu olarak tanımlanabilir.
İşte bugün de, net bir otokrat ve Rusya’nın ve Rus hinterlandının tek karar vericisi olma statüsünü korumak için herşeyi göze almış -ve muhtemelen kaybetmediği bir büyük sıcak çatışma başlatmazsa Rus tarihine geçmiş olan- Vladimir Putin tam olarak bahse konu psikoloji ve uzantısı bir politika güdüyor izlenimi vermektedir. Sorun da ve haksızlık da esasen bu noktada tanımını bulur. Kaynağını şeytani bir emperyalizmden değilse de, güvenlik endişeleri, büyüklük hissi/kompleksi ve kötü anılardan alan bu psikoloji, tarihçesi ve demografik yapısı karmaşık olsa da, “ben Ukraynalıyım” diyen bir başka ülkenin egemenlik haklarını ihlal eder olmuştur.
Amatör bazda tarih, uluslararası ilişkiler ve askeri teknolojilerle ilgili birisi olarak, ICBM füzeler, uzay ve iletişim teknolojileri çağında, Rusya’nın güvenliğinin Ukrayna tarafından ne ölçüde ve ne derece etkilendiğini bilemiyorum. Açıkası benim oyum yine bir Rus psikolojisi ve misyonuna gidiyor. Kırım’ın ayrıca hem yakın hem uzak tarih ve özellikle tüm bu süreç boyuncaki demografik projelerden dolayı çözülemez bir felsefik sorun olduğu görüşündeyim. Kırım Hanlığı’ndan, Büyük Katerina’nın Bizans Projesine, Sovyet dönemi standart demografik projelerinden, Stalin’in sürgününe kadar Kırım, tekrar etmek gerekirse bir bilek güreşi/pazarlık düzeni içinde doğal statüsünü bulacaktır, düşünsel bazda değil. Yine de ikinci bir Kırım Savaşı değil kastımız. Buna ek olarak Donbas ve Lugansk’ın başta da belirttiğimiz gibi pazarlık kartı olması dışında bir rolleri olacağını düşünmüyorum.
Bloomberg HT‘den tarım yazılarında uzmanlaşmış İrfan Donat‘ın son yazısında bahsedilen, Rusya’nın hem ekonomik bir artı değer hem de kendine yeterlilik anlamında gerçekleştirdiği tarım programından, kendi izlenimlerimizle gördüğümüz petrol ve doğalgaz kartlarına kadar bir hazırlığı ve kozları olduğunu okuyabilirsek de, iki tane tanınmayacak defacto bölgenin siyasi faturasının ekonomik ağırlığını taşımak ne derece fizibildir?.. Bu, bu yazının konusu değil. Ancak genel bir çerçeve çizdiğimizi düşünüyoruz.
Sözlerimi bitirirken Ukrayna’nın NATO sürecinin duracağı veya duraksayacağı, Rusya’nın en azından bir süre ciddi ekonomik yaptırımlara maruz kalacağını ancak sıcak çatışmanın mantıklı bir sonuç olmadığını düşündüğümü belirtmek istiyorum. Yine de bu yazının başından beri bahsettiğimiz Rus psikolojisi ile ABD başkanı Biden‘ın yaşından da destek alan ve ABD’yi Birinci Dünya Savaşı’na sokan Woodrow Wilson‘un politikasına benzettiğim dış politika düşüncesini birleştirdiğimde çok küçük bir ihtimal de olsa bir çatışma çıkma tehlikesi de yok değil. Yine de ben beklemiyorum… Veya bu kadar maliyetli ve mantıksız bir ihtimale inanmak istemiyorum.
Tekrar görüşmek dileğiyle, esen kalın.
İlginizi Çekebilir
Osmanlı İstanbul'unda Napolyonik Bir Olay
Biraz Tarih Biraz Shakespeare Biraz Yirmi Bir...
Soğuk Savaş ve Rock - Uçuk Bir Deneme 3
Geçmişte Gerçeği Ve Mirasıyla Kurguyu Etkiley...
İzleyicimizin Özlediği Kalitede Bir Dökü-Dram...
Yirminci Yüzyılın Tarihine Tanklar Aracılığıy...
Merhaba, ben Murat B.Sarı. Eğer sitemizi ilk döneminde takip ettiyseniz beni “Yarıaydın” olarak hatırlayabilirsiniz. Aslında bu rumuz hakkımda oldukça açıklayıcı denilebilir. Yani şu evrendeki bilginin ne kadarına hakim olabilir ki insan? Günümüz dünyasında “T” insan olmak makbul ve ben uzmanlığımın sanata dair herşey hakkında olmasını yeğliyorum. Umarım bunu birlikte başarırız. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle…