Kendini Pek de Ciddiye Almayan ve Şimdiden Marjinal Bir Klasik: Her Şey Her Yerde Aynı Anda

Bunu Paylaşın

Birlikte derin ancak aynı ölçüde eğlenceli işler yapan Dan Kwan ve Daniel Scheinert ikilisinin son filmi olarak karşımıza çıkan Everything Everywhere All At Once/Her Şey Her Yerde Aynı Anda bugünkü konumuz. Başlıkta belirttiğimiz gibi marjnal bir yapım olan filmin bağımsız -stüdyo dışı- da olduğunu belirterek başlayacağımız incelememiz öncesinde son bir not olarak spoiler/sürprizbozan uyarımızı yapalım ve adetimiz olduğu üzere fragmana geçelim.

Film, Hong Kong’dan babasının rızasının halefine olarak ve optimistlikte sınırları aşmış sevgilisi Waymond (Ke Huy Quan) ile Amerika’ya gelen ancak aradığını bulamamış olan Evelyn Wang’ın (Michelle Yeoh) etrafında şekilleniyor. Kocası ile bir kuru temizleme dükkanına sahip olan Evelyn, neredeyse kurulduğu günden bu yana batma sınırında olan dükkanının ve bundan neredeyse hiç etkilenmeyen mutlu kocasının ve de ergen kızının standart dertleri ile uğraşırken, filmin hareket motoru olan iki yeni ve/veya anlatılmaya değer karakterin olaya dahil olması ile -bir bilim kurgu unsuru katılmasına gerek kalmadan!..- her sorunu, her yerde ve aynı anda yaşamaya başlıyor…

Bu sorunların ilki Evelyn konusunda zaten çok sert olan, ve şu anda yaşlılığın kattığı bir de ekstra huysuzluğa sahip babasının yani Gong Gong’un (James Hong) Amerika’ya gelmesi ve ikincisi de, kuru temizleme lisanslarının ellerinden alınmasına neden olabilecek bir vergi incelemesinin baş kahramanı vergi müfettişi Deirdre Beaubeirdra’nın (Jamie Lee Curtis) hayatlarına girmesi oluyor. İsim, İngilizcede kalp kırıklığı anlamına geliyor ve filmin kendi ile ilgili düşüncesine dair de izleyiciye fikir veriyor aslında.

Bu -özellikle ayna sekanslarının izleyicinin gözüne sokulduğu- tanıtım aşamasından sonra film, hayal gücünden kaosa, eğlenceden hüzne, muazzam efektlerden beyin yakıcı bir tempoya kadar ilgi çekici öğelere dayanarak izleyici için bir görsel şölen koyuyor ortaya. Şöyle ki; Evelyn her hareket ve kararının meydana getirdiği farklı paralel evrenlere geçiş özelliği kazanmakla kalmıyor, bütün bunların sebebinin bir noktada kendisi ve ailesi olduğuna dair bir veriye de film boyunca yavaş yavaş ulaşıyor. Gitgide artan temponun görkemli kompozisyonlarla beslendiği sekansların hemen ardından film, yine bilinçli bir saçmalamaya evrilerek aslında izleyiciyi ilk andan beri şüphelendiren ve aslında tam beklendiği gibi olmasa da son derece günlük ve doğal bir uzlaşmayla da son buluyor.

Paralel evrenlerde geçen iki buçuk saatlik bir filmdeki devamlılık öğeleri ve arka plandaki film içi göndermeleri ilk -ve tek olacak- bir izlemeyle fark etmek kolay değilse de, birkaçının yakalanabildiği bu göndermelerden ziyade, izleyicinin keyif aldığı göndermeler, daha çok bilim kurgu ve Hong Kong sinemasına dair göndermeler olarak göze çarpıyor.

Michelle Yeoh’un tanınmasına sebep olan Hong Kong dövüş koreografilerinin filmin ara yüzü olması ile başlayabileceğimiz bu göndermelerden ilkine, yani Hong Kong sinemasına dair olan; klasik kung fu ustasına ve Evelyn’in onunla çalışması sonucu kazandığı yıldızlık statüsüne, oradan da Aşk Zamanı/In The Mood For Love veya 2046 -ve bilmediğimiz belki yüzlerce başkası- benzeri bir uzak doğu estetiği ve romantizmine evrilmesi gibi öğeler, izleyiciyi yapıma yaklaştırdığı gibi filmin görsel kompozisyonunu da zenginleştiriyor.

İkinci ana damar ise bilim kurgu külliyatına dair oluyor. Matrix zaten açık şekilde kendini hissettirse ve yönetmenlerce de anılsa da, ben özellikle Evelyn ve Deirdre’nin sosis eller evrenindeki sekanslarının Wachowski’lerin genel sinematik tavrına -sadece Matrix’le kısıtlanmayan bir şekilde- benzediğini hissettim. 2001 A Space Odyssey ise klasik açılış sekansından öte görkemli kaya sekanslarında da kendini hissettiriyor. Aslında biraz iddialı olmakla birlikte bu satırların yazarına göre film, 2001 A Space Odyssey’in bir tür anti versiyonu bile denilebilir. Ancak buradaki “anti” sıfatı karşıttan ziyade bir tür tamamlayıcılık bazında belirtiliyor-artı eksi elektrik yükleri benzeri bir karşıtlık.- Biri ne kadar görkemli ise diğeri de aynı görkemin o derecede insani algıdan bir versiyonu. Yine de şerh düşmeliyim ki, yapımcı ve yönetmenler sadece eğlenmiş bile olabilirler. Onların çok da ciddiye almadıkları bir işi hayranlıkla övdüğümün düşünülmesini istemem. Evet nerede kalmıştık?..

… 2001 A Space Odyssey ise klasik açılış sekansından öte görkemli kaya sekanslarında da kendini hissettiriyor.

Ve… Aynı anda da yönetmenler tarafından bilinçli olarak ve mizahi bir tavırla minimalize ediliyor. Bu da filmin ana fikrine dair sekansara geçmemiz için bize bir fırsat sunuyor.

Şöyle ki; film aslında bir tür optimist egzistansiyalizm ile negatif egzistansiyalizm rekabetine dayanıyor ve yapımcıların seçimiyle pozitif olanın negatif olanı bağrına basması ile de sona eriyor; bir başka deyişle anne Evelyn’in kızı Joy’u (Stephanie Hsu) kucaklaması ile…

Özetle, her şeyin sonunda tam olarak bu şekilde olmasa da; olan biten tüm hengamenin aslında “bunalmış” Evelyn’in dikkatini hayatına, eşine ve kızına vermesi sonucunda filmin başlığındaki karmaşayı düzene sokması ile tüm paralel evrenlerin aslında var olmadığı bir noktaya varıyor. Bir başka deyişle, biz izleyiciler, aynı anda ve her yerde geçen esasen bir anın uzatılmış tornadosundan sonra aynı yere hem de hiçbir şey olmamış gibi bildiğimiz yaşamlarına dönen bir aileyi izlemiş oluyoruz.

Sevginin çözdüğü bu kördüğümün çözümünde ilk hareket naif ve zayıf sanılan koca Waymond’dan gelirken son düğüm baba Gong Gong’un pişman katılımıyla çözülüyor. Aslında bunalan Evelyn’den ziyade, hayata yeni başlayan Joy için açılan bir yolla biten bu grotesk karmaşa, bir noktada yine de bir düzenle son buluyor kısaca.

Filmin profesyonel özelliklerinden de bahsetmek faydalı olacaktır. Oyunculukların sırıtmadığı bir olguysa da, Michelle Yeoh’un olağanüstü bir performans gösterdiğini, bunu da mükemmel bir doğallığı yansıtarak başardığını, kızı Joy rolündeki Stephanie Hsu’nun büyük bir çabayla ona ayak uydurmaya çalıştığını ve büyük ölçüde başardığını ancak aynı ölçüde suni kaldığını belirtebiliriz. O kadar ki bu iki performansın diğer oyuncuları “yine” büyük ölçüde gölgede bıraktığını da ekleyebiliriz.

Waymond rolündeki Ke Huy Quan ve Deirdre rolündeki Jamie Lee Curtis’in de performansları daha önce bahsettiğimiz gibi “sırıtmıyor” hatta kendi “an”larını yansıttıkları clmaxleri başarıyla kotarıyorlar ancak belki rolleri çok karikatürize olduğundan sahne çalamıyorlar.

Efektler bağlamında gayet keyifli ve ipucu vermeyen bu karmaşık görsel şölen -bir övgü olarak- çok fazla maliyetli de görünmüyor. İyi filmin çok maliyetli olması gerekmediğine dair güzel de bir mesaj veriyor böylece yapım.

Amerikan hayatı, kamu düzeni ve daireleri ile Amerika’daki Çin toplumunun yansıtıldığı sinematografiyi o kadar beğendim ki, neredeyse filmi izlerken odalardaki kokuyu tahmin ettim diyebilirim. O derece doğal, basit ve aynı ölçüde başarılı bir kompozisyondu…

Her ne kadar oyunculuğundan ve doğallığından Michelle Yeoh’un oyunculuk performansı başlığında bahsetmiş olsak da bu performansa yardımcı olan yarı Kantonca yarı İngilizce ve aksanlı konuşmalar ile Yeoh’un neredeyse her yabancı ismi -Ratatoille’den filmin baş kötü kahramanı Jobu Tupaki’ye kadar- yanlış telaffuz etmesi de bu doğallığın parçasıydı kuşkusuz.

Sonuç olarak Her Şey Her Yerde Aynı Zamanda, isminin uzunluğundan, kendi ile dalga geçen yapısına kadar, yapanların gerçekten sanat bazlı yaptıkları ve başlıktaki tabirimizle marjinal bir klasik olarak türünde yerini alacaktır. Yine de bir başyapıt olma niyeti olmayan filmin başyapıt olarak da anılmayacağı bir gerçek.

Hoşça kalın.

Yazıyı beğendiniz mi?

Ortalama puan 5 / 5. Oylama sayısı: 1

Bunu oylayan ilk kişi olun

RSS
Follow by Email
Twitter
Visit Us
Follow Me
YouTube
YouTube
Instagram

Cevap Yaz

Oturum aç:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir